16 Mayıs 2024 Perşembe English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
CMYB C M Y B HARBİ SEMİH POROY OTOBÜSTEKİLER KEMAL URGENÇ kurgenc yahoo.com HAYAT EPİK TİYATROSU MUSTAFA BİLGİN [email protected] BULUT BEBEK NURAY ÇİFTÇİ [email protected] SAYFA CUMHUR YET 26 EK M 2010 SALI 14 MAVİ SÜRGÜN SERDAR KIZIK Yaşamın Temel Kaynağı Üstüne... İnsanı, doğayı, tüm canlıları, ekolojik dengeyi, yaşayan kültürü olumsuz etkileyen HES’lere karşı mücadele yükseliyor. 22 HES’in planlandığı İkizdere Vadisi’nin sit ilan edilmesi çevrecileri, doğa korumacıları sevindirdi. Böylece Fırtına Vadisi’nin ardından İkizdere de, benzer yöntemle HES’çilerin pençesinden kurtuldu. Dereler bu vadide binlerce yıl öncesi gibi özgür akacak. Dünyanın korunması gereken sayılı vadilerinden İkizdere, binlerce yerli ve yabancı doğasevere kucak açacak. Turizm gelişecek, bölgedeki ağır sanayi yatırımları terk edilecek... Yaşam haklarını, kültürlerini ve doğayı savunan Doğu Karadenizli nineler, dedeler, gençler, çoluk çocuk mutlu. Böylece bugüne kadar ilgili mahkemelerden alınan yürütmeyi durdurma kararlarına yeni bir boyut eklenmiş oldu. Derelerin kardeşliğini savunanların direnişi ve bilimi esas alan, cesur Trabzon Tabiat ve Kültür Varlıklarını Koruma Kurulu üyeleriyle sağlandı bu gelişme... Bu arada ibretlik tavır, söz ve değerlendirmeler... Sinirlenen Başbakan Erdoğan, vadiyi sit ilan eden kurula diyor ki: “Bugüne kadar oraları niçin sit alanı ilan etmediniz de şimdi HES çalışmaları başlayınca yapıyorsunuz?..” Bu bakış açısıyla Erdoğan’a, bekleyip bekleyip iktidarlarının yedinci yılında niçin HES’lere yöneldikleri sorulabilir. Nitekim CHP Adana Milletvekili Tacidar Seyhan da önceki gün sordu: “Kurul üyelerine bugüne kadar neredeydiniz diyen Erdoğan’ı 4 sene önce uyardık. 8 yıldır aklın neredeydi?” Ya bazı kesimlerin “çevre karşıtı çevre bakanı” diye nitelendirdiği Veysel Eroğlu’na ne demeli? Yargıya gideceklerini belirten Eroğlu, sit kararı için “cinnetlik” diyor. Asıl “cinnetlik”, doğal yaşamı bozmak oysa. Çevreyle ilgilenenlere, doğa için mücadele edenlere “işlerine bakmalarını” söyleyen bir bakan için, aslında şaşırtıcı değil bu yaklaşım. Ama Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanı Taner Yıldız’a ne demeli? HES’lere karşı çıkanlara gönderme yapan Yıldız, “Öncelikle İkizdere ve Rize’ye hayırlı uğurlu olsun. Ama aynı zamanda doğalgaz aldığımız ülkeler için de hayırlı uğurlu olsun” demiş. Şaka gibi! O zaman anımsatalım. Sayın Bakan, enerjide dışa bağımlılık sizin iktidarınız döneminde zirve yapmadı mı? Bu durumda kinaye yapması gereken birileri varsa siz değil, çevre ve doğa korumacılar olmalı... Hafta sonu Antalya’da yapılan Türkiye Su Meclisi’nin Ege ve Akdeniz Bölge Kongresi’nde de konu ilk gündem maddesiydi. Suyu bir rant aracı olarak kullanan, dereleri 49 yıllığına şirketlere satan iktidar uyarıldı. HES’lerin sadece vadilerde yaşayan halkın yaşam hakkını elinden almakla kalmayıp, tarımı da tehdit ettiği vurgulandı. Suların boşa aktığını savunmanın “ahmaklık” olduğunu belirtenler de oldu, doğaya dost enerji kaynaklarına yönelmenin gerekliliğini anımsatanlar da. Anadolu’nun dört bir yanında HES’lere karşı verilecek mücadelenin yükseldiğini belirtirken yazıyı bir soruyla noktalayalım: “Yaşamın temel kaynağı nedir? Su mu, enerji mi?” UYDUDAN NAKLEN HAKAN ÇELİK [email protected] Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısı Yalçınkaya’nın, YÖK’ün yasaları hiçe sayarak verdiği “türban izni” konusundaki ihtar, birden siyasetin ana gündemi oldu. Başbakan ve paydaş medya Yalçınkaya’nın çıkışını yerden yere vurup, Akit gazetesi “derhal Yüce Divan’da yargılanmalı” diye manşet atarken, herhalde hepsinin ortak buluşması şuydu: “Nereden çıktı bu adam? Tüm muhalefet kurumlarının işini çoktan bitirmemiş miydik?” Aslında, beni AKP değil de, CHP’nin tavrı hayal kırıklığına uğrattı. “Başsavcı’nın söylediklerinin hukuki açıdan doğruluğu tartışılamaz? Tabii ki doğru. Ama parti kapatılarak da bir yere varılamaz. Uyarı bile yapılmaması lazım.” Buna rahmetli İnönü ne derdi biliyor musunuz? “Hadi canım sende!” Paydaş/2. Cumhuriyetçi/İslamcı medya maydanozları, yeni bir Türkiye’nin TV üzerinden temellerini çoktan attılar, artık o dünyada yaşıyorlar. Bu soytarılar dünyasında, hükümet her istediğini yapar, her yasayı paşa gönlünden geçtiği gibi , isterse yargıyı yok sayar ve “Güçler Ayrılığı” kavramı boğulur gider. Böyle bir senaryoda, sultan ve vezirlerine sonsuz güç vehmedildiği için, tabii ki hiçbir karara itiraz edilemez. Eski yargı kararları da, emir gelirse direkt olarak çöpe gider, aynen türban olayında olduğu gibi! Parti kapatmak mı? Ağzından yel ala! İktidar bu, “ister asar, ister keser”!.. Türkiye’deki vasat altı kalemini satmış medyanın adını bu sütunda yıllar önce koyduk: “Medyokrasi”. Şimdi bu kavramı güncelleyelim: Adı sözde demokrasi ve teokrasiden türeme bu “medya” çıkışlı rejimin adı olsa olsa “Teomedyokrasi” olabilir. İşte yıllardır halkın uykulu gözlerle izlediği tartışmalarda beyinler o kadar yıkanmıştır ki, anayasayı hiçe sayan partilerin dünyanın her yerinde kapatabileceği veya uyarabileceği gerçeği artık bir iddia haline dönüştürülmüştür! Peki partilerden biri, yeterli güce eriştiği anda “Demokrasiyi fiilen kapatırsa neler olur?” Aaa! Sormayın böyle sorular. “Onu da demokrasi kapatıldıktan sonra düşünürüz” der, geçeriz! İşte beni deli eden, (aynen başka büyük kurumlarımız gibi!) CHP’nin de bu “teomedyokrasi” baskısına boyun eğip, artık her demecinde ana hedef olarak yı kendisine hedef seçebilmiş olmasıdır! Yani “teomedyokrasi”, CHP’yi de yönetir hale gelmiştir. CHP’nin sanki tek arzusu, akşam gerçekleşen TV er meydanı buluşmalarında, teomedyokrasi şarlatanları tarafından taciz edilebilir bir söz sarf etmemiş olmakla sınırlı kalan, medya vizesi almış bir muhalefetle yetinmektir. Böyle basiretsiz bir muhalefetin, AKP’ye karşı şansı sıfırdır! Yani CHP de bu oyuna gelip, Parlamento’nun da denetimsiz kalması gerektiğini düşünüyorsa, o zaman kimse daha fazla vakit kaybetmesin. Anayasa Mahkemesi, en azından toptan AKP denetimine geçene kadar kapatılsın, Siyasal Partiler Kanunları da geçersiz ilan edilsin. Böylece bu ülkeyi hâlâ sanarak görevini yapmaya çalışan Yalçınkaya gibi başsavcıları da boş yere yormayalım! CHP’nin kendi gerçek hinterlandına yöneleceğine, “statükodan kurtulalım” kompleksiyle kalkıp “Aydın ve sanatçıları çağırıyorum” diye ortaya çıkıp, Nejat Yavaşoğulları ve modacı Bahar Korçan dışında, yalnız eleştirel yazarlar veya “din âlimleri”ni çağırarak kendine rota çizmeye kalkışmasının bir özrü olamaz. Üstelik bu olay bile, o kadar kötü yönetildi ki, işi “5N1K” sorularına yanıt aramasıyla ünlü, sürekli en bilgili, “en hınzır” gazeteci olma iddiasındaki Cüneyt Özdemir bile, bu furyada kendi temel sorularını unutup, Radikal’de taze köşesinde, “CHP geçtiğimiz günlerde sanatçılarla açılım zirvesi yaptı ya belki farkında değiliz ama B B ’ı çağırmayı unutmuşlar. Bedri yazısının başlığını son sergisinin adına göndermeli ‘içim parçalanıyor’ koymuş. Valla benim de içim parçalandı... Sen ağlama Bedri dayanamam...” diyebildi! Yani konunun zaten her gün CHP ile temasta olan şahsım ile ilgisi olmadığını, konunun CHP’nin kendi bölgesinden kimseleri çağırmamış olması olduğu gerçeğini bile anlayamamış! Hem de programlarını zevkle izleyip, severek katıldığım bir televizyoncu olmasına rağmen! CHP, “Teomedyokrasi” ekolünden olmayan bir tarafsız genç gazeteciyi bile ne yaptığından haberdar edemiyorsa ve kendi beyin takımıyla köprülerini kuramıyorsa, anlaşılan daha çoook patinaj izlemeye devam edeceğiz... YAKAMOZ BEDRİ BAYKAM ‘Teomedyokrasi’ ve CHP [email protected] BULMACA SEDAT YAŞAYAN SOLDAN SAĞA: 1/ Osmanlı sa raylarında pa dişaha ait bazı eşyanın sak landığı yere verilen ad. 2/ Büyük erkek kardeş... Ak deniz Bölge si’nde bir akarsu. 3/ Oruç ayı. 4/ Yiyeceği or taklaşa sağlanan top lantı. 5/ Rey... Yüz metrekare tutarında yüzey ölçüsü biri mi... “Eğlenecek bulaman/Gönlüm deki köşk olmasa” (Âşık Veysel). 6/ Bi reyin kişisel görü şünden bağımsız olan... Eski ve bi linmeyen bir tarihi anlatmakta kullanılan deyim sözü. 7/ Erzincan’ın bir ilçesi... Doğanın neden olduğu yıkım. 8/ Hayvanlara vurulan damga... Gü neydoğu Anadolu’da yetiştirilen bir koyun ırkı. 9/ Marmara Denizi’nde bir ada. YUKARIDAN AŞAĞIYA: 1/ Karadeniz yöresine özgü, pekmezle yapılan aşuremsi bir tatlı. 2/ Çayı, tavşanı ve soğanı var dır... Kuş kanadının büyük tüyü. 3/ Bir aygıtın, bir aracın ya da bir biçimin ana çizgilerini gös teren çizim... Büyük tepsi. 4/ Dava. 5/ Osmanlı camilerinin avlusunda yer alan küçük mezarlık... Vilayet. 6/ Hayvanların kışlık yemi... Bir resmi sulandırılmış renklerle boyama ya da gölgeleme biçimi. 7/ “Yok” anlamında argo sözcük... Ayır ma, açma. 8/ Rütbesiz asker... AleviBektaşi ede biyatına özgü bir şiir türü. 9/ İştah açmak için ye mekten önce içilen içki. 1 2 3 4 5 6 7 8 9 1 2 3 4 5 6 7 8 9 B U R U N O T U İ V E Z K İ R A B A T U R M A S E L N A H İ Y E R A M A Z A N T İ O D İ N M İ Y A P A Y Y A L E D E E S E M E İ D A U R A N 1 2 3 4 5 6 7 8 9 1 2 3 4 5 6 7 8 9 Burjuvazi ve Burjuvaziyi Yaşamamış Olmak Prof. Dr. Abidin KUMBASAR Burjuvazi (Fransızca bourgeoisie) deyimi, kent kökenli olan ve sosyoekonomik görüş olarak değerlerin kâr amaçlı değişimine, özetle sermayenin çıkarlarına öncelik tanıyan toplum kesimini tanımlayan sözcük olarak bilinmektedir. Burjuva (burgeois) sözcüğü ise kentte oturan anlamındadır. İlk burjuvalar, ortaçağda üretim fazlası ürünleri, ulaşım olanaklarından yararlanarak, gereksinim duyulan yörelere iletip kârla satan ve giderek serflikten kopup kentlere yerleşen feodal kökenli ayrıcalıklı köylülerden oluşmuştur. Toplumda ekonomik gücü giderek artan burjuvalar, kapitalizmin ilk süreçlerinde, feodalizme karşı daha ileri bir üretim biçimini savunarak tarihte ekonomik yönden bir atılım yaparken sosyal alanda da kilisenin bağnazlık ve dogmalarına karşı çıkarak ilerici düşüncelerin yayılmasına, sanatın ve sanatçıların özgürleşmesine yarayan daha güvenli bir ortam oluşturmuşlardır. Böylece ekonomik güç kazanmak yanında, sanat ve bilim çevrelerinde de varlıklarını benimsetip soylularla boy ölçüşebilecek etkinliğe ulaşmışlardır. Burjuvalar, daha önce sadece saraya yakın olanlar ve şövalye kökenlilere tanınan kılıç soyluluğuna (Nobles d’épée) karşı, para gücüyle elde ettikleri giysi soyluluğu (Nobles de robe) oluşturarak saygınlık da kazanmıştır. Bu aşamada artık köy kökeninden tümüyle kopan burjuvalar, endüstri devriminin sağladığı büyük zenginlik yoluyla, toplumun en güçlü ve etkin kesimini oluşturmuşlardır. Artık onları saray çevrelerinde, masonik etkinliklerde, yeni yeni kurulan ve akademik tartışmaların yapıldığı salonlarda, bilim ve sanata önem verilen kibar çevrelerde en önde görmek olağan hale gelmişti. Böylece gerçek bir burjuva, kilise dogmalarına başkaldıran, bilimselliğe öncelik veren, sanatın her türüyle ilgilenen, kadını toplumsal yaşantıda yanında ve çağdaş giysilerle taşıyan, toplumdaki davranışları bilinçaltı dürtülerin etkisinde kalmayan niteliklere ulaşmış düzeydeydi. Tarih süreci içinde parlamenter çağa erişildiğinde, artık güçleri soylulara karşı hem ekonomik hem de sosyal yaşantı olarak baskın hale gelen burjuvazi çevreleri, devletlerin yönetimini de kendi yararlarına uygun yönde etkileyerek sermayenin çıkarlarının her şeyin üstünde olduğu sömürücü kapitalist düzenin gerçekleşmesini sağlamıştır. Günümüzde her türlü ödünü verdiğimiz, zaman zaman aşağılandığımız halde, girmeye can attığımız Avrupa Birliği’ne alınmayışımızın kökeninde, bizim coğrafyamızdaki sosyal evrimde “Burjuvazi” aşamasının yaşanmamış olması, o görgü ve düşünce düzeyine erişememiş olmamız yatmaktadır. Batı burjuvazisi yüzyıllardır edindikleri deneyimle, sömürürken bile sömürdükleri toplumlara sanki onlara iyilik yapıyorlarmış izlenimini verecek kadar ustalaşmış, kendilerine ulaşabilmenin bir ideal olarak kalmasını ama asla ulaşılamamasını hep gözetmişlerdir. Cumhuriyet Devrimi’nin öncüleri, gerçekçi bir yaklaşımla, toplumumuzun burjuvazi aşamasını yaşamamış olmasını eğitimle gidermek amacıyla yoğun bir çaba göstermiş, “Halkevleri” ve “Köy Enstitüleri”ni bu düşünceyle kurmuştur. Böylece ülkemizde bilim, sanat ve yaşam biçiminde çağdaş düzeye erişmek amaçlanmış, ümmetlikten bilinçli bireye dönüşüm sağlanarak uygar dünya ile aramızdaki kopukluğun giderilmesi düşünülmüştü. Özellikle, “Devrim Yasaları”, yeni hukuk düzenlemeleri ile her türlü ayırımcılığın öncelikle de cinsel ayırımın kalkmasına yönelik girişimler “çağdaş uygarlık” düzeyine erişme atılımlarının en önemlileriydi. Laik Cumhuriyet ilkelerinden ödünler verilmeye başladığı 1946 yılı seçimleriyle gelen ve onu izleyen yönetimlerin uygulamaları yeniden çağın gerisine düşmemize ve Batı uygarlığı ile çelişen gelişmelere neden oldu. Bugün bilim adamı yerine ulemayı, yargıç yerine kadıları etkin kılmaya yönelişin ardındaki etken de 1946’da başlayan yozlaşmanın ürünüdür. Dil bilmeyenlerin yabancı diplomatlara elense çekmelerinin beden diliyle anlaşma olarak yorumlanması, uygar çevrelerde yadırganan giysi türünün pahalı ve şatafatlı olmasıyla hoş görüleceğinin sanılması da aynı yozlaşmanın verdiği yanılgılardandır. Sanat yapıtlarında estetik duygular yerine cinsel uyarıcı öğeleri arayıp bulan, galerileri taş ve soplarla basanların uygarlık ve düşünce düzeyi de yozlaştırılmış eğitimin ürünüdür. Eğitim Birliği Yasası’nın (Tevhidi Tedrisat) yasasının göz ardı edilmesiyle başlayan uygulamalar, eleştirmeden inanan, öğrenmek yerine ezberleyen, tartışmadan boyun eğen kuşakların yetişmesine ve toplumumuzun yeniden ümmet yaşantısına yönelmesine neden olarak bugünlerin içinden çıkılamaz nitelikteki sorunlarını oluşturdular. Son referandum sonuçlarının eğitim düzeyine göre değerlendirilmesi de, çağdaşlığa ne kadar ve hangi yörelerde, ne düzeyde yakın ya da uzak olduğumuz konusunda eğitimin ne denli önem taşıdığının somut göstergesidir. Uygar dünyada bize yaraşan düzeyde yer almamız için tek çarenin “Cumhuriyet”in kuruluş ilkelerine yönelmek yoluyla dogma ve bağnazlıklardan kurtularak, Batı dünyasının yüzyıllar içinde burjuvazi ile gerçekleştirdiklerini çağdaş eğitimle aşmak olduğunun, yönetenler kadar yönetim karşıtlarınca da içtenlikle benimsenmesi gereklidir. [email protected] www.bedribaykam.com Uygar dünyada bize yaraşan düzeyde yer almamız için tek çarenin “Cumhuriyet”in kuruluş ilkelerine yönelmek yoluyla dogma ve bağnazlıklardan kurtularak, Batı dünyasının yüzyıllar içinde burjuvazi ile gerçekleştirdiklerini çağdaş eğitimle aşmak olduğunun, yönetenler kadar yönetim karşıtlarınca da içtenlikle benimsenmesi gereklidir.
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle