18 Mayıs 2024 Cumartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
C ienfuegos, Trinidad, Santa Clara ve Havana… Küba’da bir kentten ötekine özel otobüsümüzle gidiyoruz. Yol bo- yunca kâh rehberlerimiz Emanuel ve Haluk’u, kâh birbirimizi dinliyoruz. Önce şu Küba halkõna armağan edeceğimiz emanetin, Mehmet Aksoy’un elinden, yüre- ğinden çõkma heykelin öyküsünü dinlemeliyim. Cienfuegos yolunda, Domuzlar Körfezi’ne doğru ilerlerken gözlerimi, pencerenin dõşõnda akõp giden doğaya, kulağõmõ Mehmet Ak- soy’a veriyorum. Mesele teslim olmamakta Yõl 1977. Mehmet Aksoy Berlin’de yaşõyor. “Türk Akademisyenler ve Sanatçılar Der- neği” başkanõ. Bir ay sürecek uluslararasõ Nâzım Hikmet haftalarõ düzenliyorlar. Ruhi Su, Asım Bezirci, Ataol Behramoğlu, Maria Faranduri, Genco Erkal ve daha nicelerinin katõldõğõ bu kutlamalar için dünyanõn birçok ye- rinden ressamlara, grafikerlere, heykeltõraşla- ra çağrõ yapõyorlar. Çeşitli ülkelerden sanatçõ- larõn katõlõmõyla dev bir şenlik... İşte o hummalõ hazõrlõk günlerinde tasarlõyor Mehmet Aksoy bu heykeli. “Biz de o sıralar çok umutluyuz” diyor, an- latõrken… Ne umudu? Dünyanõn daha güzel, daha iyi, daha barõşçõ, daha adil, daha eşit ola- cağõ umudu… Sömürünün, ayrõmcõlõğõn, şid- detin gerileyeceği umudu… Tasarõm için ona en büyük heyecanõ veren, hayatõnõn onca yõlõnõ hapiste dört duvar arasõnda, demir parmaklõklar arkasõnda geçiren şairin, na- sõl olup da hayata ve dünyaya bunca sonsuz umutla, bunca sevgiyle bakabilmesidir. Nâzõm’õn “Mesele esir düşmekte değil / Tes- lim olmamakta bütün mesele” dizeleri, Meh- met Aksoy’a yol gösterir. Kendisine çok yakõn hissettiği o sözlerin peşinde gider. Hiçbir de- mir parmaklõğõn, hiçbir duvarõn şairin özgür- lüğüne engel olamayacağõnõn; düşüncenin, sö- zün hapsedilemeyeceğinin heykelini yapmak is- ter… İşte emanetimiz, bu heykel… Mehmet Ak- soy’un bronz heykeli, Nâzõm Hikmet’i, demir parmaklõklar ardõnda, elinde kalemi şiir ya- zarken, yukarõdaki dizeleri yazarken gösteriyor. Bedeni tutsaktõr ama şairin başõ, o güzel, o ya- kõşõklõ başõ ve eli, yaratan, yazan eli demir par- maklõklarõn gerisinde değil önündedir, şair teslim olmamõştõr. Düşüncesi ve umudu teslim alõnamaz. O özgürdür! Parmaklarõ arasõndan dõ- şarõya, dünyaya uzattõğõ kâğõtta o dizeleri oku- ruz: “Mesele esir düşmekte değil / Teslim ol- mamakta bütün mesele” Neden Küba’ya? Nâzõm Hikmet Kültür ve Sanat Vakfõ, Meh- met Aksoy’un bu anõt, rölyef-heykelini neden Küba’ya, Küba halkõna armağan etti? Neden Moskova, Prag, Paris ya da Roma’ya değil de Havana’ya götürdü? Bu sorunun yanõtõnõ da Nâzõm’õn dizelerin- de bulabiliyoruz. “Havana Röportajı”nda şöyle diyordu: “Hikâye insanoğlu üstüne İnsanoğlunun gençliği Umutları üstüne Hikâyeyi benden güzel anlattılar Benden güzel anlatacaklar Hikâyeyi dost düşman işitmeyen kalmadı” İnsanoğlu üzerine bu müthiş hikâye, Küba Devrimi’nden başka bir şey değildi. Nâzõm Hik- met, devrimden hemen sonra geldiği Küba’da 1961’de sonsuz mutlu oldu. Neydi bu mutlu- luğun kaynağõ? Nâzõm Hikmet Vakfõ adõna törende konuşa- cak olan yönetim kurulu üyelerinden Özcan Ar- ca’ya kulak veriyorum: “Nâzım dünya görüşü nedeniyle 13 yılını demir parmaklıklar arasında geçirdi. Ama yılmadı. İçerdeyken en umutlu, en aydınlık şiirlerini yazdı. Bu coşkuyu, aydınlığı ve umudu genç yaşlarında gittiği 1917 sonra- sının Moskova’sında edindiği dünya görü- şünden aldı… ‘Benim ilk çocuğum, ilk hocam, ilk yoldaşõm 19 yaşõm!’ diye başlayan şiirinde anlatır bunu. Ancak yıllar sonra ülkesinden ayrılmak zorunda kalınca o 19 yaşının coş- kusunu, umudunu yitirdi. Bu zorunlu ayrı- lık, içindeki genci, içindeki 19 yaşını kay- CMYB C M Y B 30 OCAK 2010 CUMARTESİ CUMHURİYET SAYFA DİZİ 9 Sevgili okurlar, bu arada belirtmem gerek ki, Küba’da daha önce de bir Nâzım Hikmet hey- keli değilse de büstü dikilmişti. Anımsayacaksınız. Nâzım Hikmet’e hep çok sahip çıkmış Es- kişehir’in Tepebaşı ilçesiyle, Havana’nın güneyindeki Boyeros ilçesi, kardeş kentler ilan edil- mişti. Eskişehir Tepebaşı Belediye Başkanı Dr. Ahmet Ataç’ın girişimi ve çabasıyla, 2002 yı- lında Boyeros’ta hem Nâzım Hikmet’in hem Atatürk’ün büstleri yan yana bir parka dikildi. ‘Şekerin şarabı’ İ lk hedefimiz Cienfuegos ve Trinidad… Bu ikisini 80 kilometrelik bir yol ayõrõyor. Ama Trinidad, Sierra del Escambray, yani dağlar ardõnda kaldõğõndan yol döne dolaşa neredeyse üç saat sürüyor. Cienfuegos’ta gece kalmak yok. Günlerimiz sayõlõ. Vaktimizin çoğunu Havana’ya ayõrmõşõz. Geceyi Atlantik Okyanusu’nun kõyõsõnda, Trinidad’da geçireceğiz. Önce Cienfuegos… 18. yüzyõldan kalma yerleşim merkezi. Uçsuz bucaksõz şeker kamõşõ tarlalarõnõn ortasõna kurulmuş. Ülkenin en büyük şeker kamõşõ ihracatõ buradan yapõlõyor. Rivayet o ki, Kristof Kolomb, ilk şeker kamõşõnõ, Kanarya Adalarõ’ndan bizzat kendisi, şahsen getirmiş! O gün bu gün şeker kamõşõ toprağõnõ bulmuş, yayõldõkça yayõlmõş! Şeker kamõşõndan rom elde ediliyor. Rom cenneti Küba, oldum olasõ tarõm ülkesi. Ekili topraklarõnõn yüzde 43’ü şeker kamõşõna ayrõlmõş. Gerisi tütün ve pirinç. Rom her yerde. Şeker kamõşõnõn çocuğu o. 1600’lerde adõ “şekerin şarabı”… Küba’da limonata muamelesi görüyor. Yani içmeye sabahtan başlanõyor. Cienfuegos, (nüfus 800 bin) daha alçakgönüllü, Trinidad (nüfus 1 milyon) tüm yapõlarõ tek katlõ olmasõna karşõn daha görkemli. UNESCO Trinidad ve çevresindeki Ingenios Vadisi’ni dünya kültür mirasõ listesine almõş. Her ikisine de sömürgeci dönemin mimarisi “kolonyal” yapõ tarzõ egemen. Dapdar sokaklarõ, yeşilin bin bir türünü barõndõran iç avlularõ, ahşap çatkõlõ, rengârenk, mavi, yeşil, pembe, turuncu, mor pigment boyalõ evleri… Çiçek açmõş balkonlarõ, damlarõ, pencereleri… New Orleans, Bordeaux, Sevilla gibi yabancõ diyarlardan getirildiği söylenen süslü püslü sütunlar, bu sütunlar arasõnda uzayõp giden verandalar… İspanyol kiremitli damlar, İspanyol seramikli cepheler… Rom ve puro kokan yumuşacõk bir hava… Devrim öncesinde buralar köle, tütün, şeker kamõşõ ticaretinin merkezi… Bugün el sanatlarõnõn, çevredeki tarõm ve hayvancõlõğõn, bir de turizmin merkezi.… İnsanlarõ el işlerinden, zanaatkârlõktan arda kalan zamanda müzik yapõyor. Her iki kenti daha önce de görmüştüm. O zaman haraptõlar, dökülüyorlardõ. Şimdi elden geçmiş, onarõlmõş… İkisinin de mimarisi çarpõcõ: Barok şõmarõklõğõ, Endülüs gizemi, “Art Nouveau” uçarõlõğõ bir arada... İkisinde de oteller çoğalmõş. İkisinde de turizm destekleniyor. Sõra sõra turist otobüsleri, turist gruplarõ… Sömürge döneminin en görkemli, en şaşalõ yapõlarõ, şimdi müzelere dönüştürülmüş: Devrim Müzesi, Rom Müzesi, Puro Müzesi, El Sanatlarõ müzesi vb… C ienfuegos’ta da Trini- dad’da da okul çocukla- rõnõ görüyoruz. Okul sa- atlerinde açõk havada ders yapõ- yorlar parklarda, meydanlarda, turistlerin meraklõ bakõşlarõna hiç aldõrmadan… Ruhuna ço- cukluk ve öğretmenlik işlemiş olan Zehra İpşiroğlu’nu Trini- dad’da kaybettik bir ara. Öğren- cilerin peşine takõlõp bir okula git- miş, sõnõf öğretmeninin davetli- si olarak, tüm dersi filme almõş! Cienfuegos’ta, Jose Marti Meydanõ’nda 1800’lerin sonun- da Venezüellalõ milyonerin yap- tõrdõğõ Tomas Terry Opera bina- sõna selam çakõyorum. Enrico Caruzo burada söylemiş… Ekip- ten ayrõlõp Füsun Akatlı ve Zey- nep Altıok’la bir bara girdiği- mizde, yeryüzündeki tüm ope- racõlara meydan okuyacak bir soprano sesle neye uğradõğõmõzõ şaşõyoruz. Masalarõndan birinde bir melez hatun, karşõsõndaki er- keğe fõsõldar gibi bir balad söy- lüyor. Baştan çõkarõcõ, kõşkõrtõcõ, erotik yani aşk dolu bir şarkõ söy- lüyor. İspanyolca bilmesem bile sözleri ve niyeti anlõyoruz. Öğle vakti büyüleniyoruz… Şarkõsõnõ bitirdiğinde alkõşlar, alkõşlar, al- kõşlar… Bu müzik ve şarkõ olayõ Kü- ba’da müthiş bir şey! Kentler ara- sõ otobüs yolculuğumuzda sõk sõk yollarda duruyoruz… Cienfuegos’a gelirken yolda kahve molasõ verdik. Kahveyi on- lar romsuz içmiyor! Bu da bir şey değil, on dakika sonra garsonlar çalgõlarõnõ kaptõklarõ gibi “çık çı- kı çık çık” haydi salsa ritmi… Ve derhal şarkõ ve dans… Bir ara nereden olduğumuzu soruyorlar. “Türkiye’den” de- memizle bir anda hepsi bir ağõz- dan müziğe söz uyduruyor: “Vi- va Mustafa Kemal Atatürk! Vi- va Mustafa Kemal Atatürk!” Sevgili okurlar bugüne dek İspanyol aksanõyla, salsa ritmiy- le böyle bir şarkõ, böyle bir dans, ne görmüş ne duymuştum. Muh- teşemdi! Üstelik “Ergenekon” korkusu da yok! Söylemeyi unuttum, sabahõn onuydu! Bir başka zamanda, başka yol- da, başka bir kahvede aynõ sah- neleri “Viva Galatasaray! Viva Cim Bom Bom”la da yaşadõğõ- mõzõ belirtmeliyim! Emperyalizme savaş açmõş iki Türk’ün heykeli Havana’da Atatürk ve Nâzõm Hikmet bettirdi ona. O dönemdeki şiirlerinde umu- dun yerini hüzünlü bir bilgelik aldı...” Moskova’da uğradõğõ düş kõrõklõğõ, Nâzõm Hikmet’i sayõsõz yolculuklara çõkaracaktõ. Bu yolculuklardan biri Küba’yadõr. 1961’de, Kü- ba Devrimi’nin hemen ertesinde! “Yitirdiği gençliği, coşkuyu ve en önem- lisi o müthiş umudu, Nâzım Küba’da bul- du. Bu nedenle Küba’da çok mutlu oldu. Bu- nu da şiirinde görürüz. Özellikle Saman Sa- rısı’nda… Bu şiirin birinci bölümünü Ha- vana öncesinde, ikinci bölümünü Havana sonrasında yazmıştı.” Saman Sarõsõ’nõn ilk bölümünden: (19 yaşõyla konuşuyor): “Onun başına gelecekleri bir ben biliyo- rum / çünkü inandım onun bütün inandık- larına / sevdim seveceği bütün kadınları / yazdım yazacağı bütün şiirleri / yattım ya- tacağı bütün hapislerde / geçtim geçeceği bü- tün şehirlerden / hastalandım bütün hasta- lıklarıyla / bütün uykularını uyudum / gör- düm göreceği bütün düşleri / bütün yitire- ceklerini yitirdim” Saman Sarõsõ’nõn ikinci bölümünde ise Pa- ris’in orta yerinde Abidin Dino’ya Küba’yõ, Kübalõ balõkçõlarõ, emekçileri, işçileri, kadõn- larõ, çocuklarõ, “akı, karası, sarısı, melezi” meydanlarõ dolduran insanlarõ anlatacak ve “Mutluluğun resmini yapabilir misin?” di- ye soracaktõ. Nâzõm Hikmet’in Havana dönüşündeki mut- luluğunu ve umudunu, ekibimizde Hıfzı To- puz’dan da dinleyecektik. Ama şimdi otobü- sümüz Cienfuegos’a varmak üzere, onu baş- ka güne bõrakõyorum. İşte Türkiye’nin dünya şairine bu umudu, da- ha güzel bir dünya umudunu yaşattõğõ için Meh- met Aksoy ve Nâzõm Hikmet Kültür ve Sanat Vakfõ, Nâzõm heykelini Havana’ya armağan ediyordu. Küba’nõn iç kesimlerini dolaştõktan sonra Ha- vana’ya döndüğümüzde, Nicolas Guillen Vak- fõ’nõn başkanõ torun Guillen’le birlikte heykelin nereye dikileceğine karar verilecekti. Elbet, Küba gümrüğünden heykel çekilebi- lirse! (Ne heyecanlar yaşadõğõmõzõ ne siz sorun ne ben anlatayõm. Ama bu arada Ankara’daki Küba Büyükelçisi Jorge Quesada Concepci- òn ve Havana’daki Türkiye Büyükelçisi İnci Tümay’a yardõmlarõ için teşekkürler!) Yollarda ‘Mustafa Kemal’ ritmi Rom cenneti Küba 1- Bir sokak şöleni. 2- Nâzım heykelinin dikileceği parkta Nâzım Hikmet Vakfı Başkanvekili Kıymet Coşkun, Mehmet Aksoy ve N. H. Guillen. 3- Cienfuegos’ta duyduğum ve beni asla terk etmeyecek olan o soprano sesin, o baştan çıkarıcı şarkının sahibinin fotoğrafı. 4- Trinidad’da okul çocukları açık havada ders görüyor. Küba, nüfusuna oranla okuma yazma oranı en yüksek ülke. G elelim Nâzõm Hikmet heyke- limizin akõbetine: Cienfuegos, Trinidad, Santa Clara gezimiz iki günde sona erip Havana’ya vardõ- ğõmõzda heykel hâlâ gümrükten çõk- mamõştõ. Ancak Küba’da da işler bi- raz Türkiye’deki gibi yürüyor… Son dakika mucizesi… Ve Nâzõm Hikmet’in yaşgünü sabahõ heykelin gümrükten çõktõğõ haberi geldi. 300 ki- loluk bronz heykel, kutlama töreni me- kânõna getirilemediğinden, törende küçük bir kopyasõ Yazarlar Birli- ği’nde Nikolas Guillen Vakfõ’na ar- mağan edildi. Heykelin aslõ Türkiye Büyükelçiliği’ne teslim edildi. Töreninin ertesi günü Guillen Vak- fõ’nõn başkanõ Nicolas Hernandez Guillen, Mehmet Aksoy, Kıymet Coşkun ve ben, heykelin dikileceği yer seçimi için Havana’yõ turluyor- duk… Önerilen yerler arasõnda bir parka geldik ki, “Tamam , işte burası” de- di Mehmet Aksoy. O andan sonra sa- natçõyõ görmeliydiniz! Coştu ki ne coştu! Toprağõ arşõnlõyor, ağaçlara sa- rõlõyor, sağa bakõyor, sola bakõyor, güneş nereden doğuyor nereden ba- tõyor, çevreyi inceliyor, o yana bu ya- na koşuyor, bir heyecan, bir heyecan… Bir ara, Bay Nicolas, Kõymet ve beni konu mankeni olarak kullanarak hey- kel gibi oraya buraya bile yerleştirdi. Coştu ya, Mayakovski, Neruda, Gu- illen heykellerini de yapõp Nâzõm’a komşuluk ettirmeye niyetli! Seçilen yer, kentin en gözde, tam or- ta yerinde Vadado bölgesinde,öğ- renclerin, okullarõn bol olduğu, üni- versitenin yakõnõnda Victor Hugo Par- kõ. Batista’ya karşõ öğrenci direnişle- rinin başladõğõ; halen her yõl uluslar- arasõ şiir festivalinin yapõldõğõ yer! Bilmeyeniniz olabilir. Havana’da Atatürk’ün de bir büstü var. Önceden pek parlak bir yerde değildi. Ama bu- gün, bir önceki Büyükelçimiz Şanıvar Kızıldeli’nin gayret ve çabalarõyla Havana’nõn sahil şeridinde, görkemli bir yere taşõndõ. Yaşamõn şu cilvesine bakõn: Hayatta hiç karşõlaşmamõş olan iki Türk, em- peryalizme, sömürgeciliğe savaş açmõş iki Türk, heykelleri aracõlõğõyla da olsa Havana’da buluştu: Atatürk ve Nâzõm Hikmet! Yaşamın ‘cilvesi’ MehmetAksoy’unta1970’lerdenberiiçindebüyüttüğüNâzımheykeli. YARIN: Santa Clara’da Che – Ah Yüreğim! 1 2 3 4
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle