18 Mayıs 2024 Cumartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
CMYB C M Y B SAYFA CUMHURİYET 30 OCAK 2010 CUMARTESİ 2 OLAYLAR VE GÖRÜŞLER AÇI MÜMTAZ SOYSAL Dönüm Noktası TARİHİ yazmak da zordur ama yaptıklarıyla “tarih yazma”nın zorluğu başka şeye benzemez; haklılık, inanç, kararlılık ve özveri ister. Bir buçuk aydır Ankara ayazında direnen TEKEL işçileri bunların hepsini gösterdiler; ama yetmez. Tarih yazmanın tamamlanması için, hem de yalnız işçiler için değil, pazartesiye kadar karar verecek AKP hükümeti için de tamamlanması için işçilerin haklı isteklerini kabul etmek gerekiyor. Bunun ortak bir “tarih yazma” olması, dönüm noktası olmasına bağlı. İşçiler açısından, direnişleriyle, yalnız ülkenin kamuoyunu değil, dünyanın da dikkatini çekerek haklı isteklerini kabul ettirmiş olacakları için. İktidar açısından da üstüne inanç, kararlılık ve bunca özveri konmuş bir haklılığı kabul etme büyüklüğü göstermiş olacağı için. Türkiye, ancak böyle tarihler yazarak, insanlarıyla ve siyasal sistemiyle çağdaşlık düzeyine yükselmiş bir ülke olabilir. Hele yirmi birinci yüzyılın dünyasında haksızlığın ve vurdumduymazlığın kol gezdiği ve bir kısmını sözde çağdaş büyük devletlerin yaptığı düşünülürse, Mustafa Kemal’in deyimiyle “çağdaş uygarlık düzeyinin üstüne çıkma” bile sayabilirsiniz bunu. Elbet, böyle bir sonuç, bütün taraflarca, yani Özal’dan beri gelip geçen iktidarlarca, işçileri yönlendirenlerce ve medyanın büyük çoğunluğunca işlenmiş büyük hatayı, inanılmaz yenilgiyi, topluma karşı ortaklaşa yapılmış haksızlığı unutturmaz ve tarihten silmez. Onun sorumluluğunu taşıyanların boyunlarındaki vebali, işlenen günahı ve alınlara sürülmüş lekeyi de silemeyeceği gibi. Evet, özelleştirme furyasını muazzam bir iyilikmiş, köklü bir reform, hatta devrimmiş, toplu mutluluğun anahtarıymış gibi sunanların, kabul edilmesi için uğraşanların ve üstüne üstlük ulusal yarar sözlerinin gerisinde bundan düpedüz her türlü rant elde eden ve düpedüz paralar kazananların ayıbı büyüktür. Peki, doğrudan doğruya sorumlu olanlar, yani kararları alanlar, işçiyi yanıltanlar, “şalter indiririz” deyip de yelkenleri suya indirenler, bol tirajlı, reklamlı ve “reyting”li medya organlarında özelleştirmeye övgü düzenler sorumlu da ülkedeki bilim çevrelerinin, üniversitelerin hiç mi dahli yok? Oralardan da tek tük sesler çıktı ama yer yerinden pek oynadı sayılmaz. Kamu mallarını kaptırmamak için özveriyle uğraşmış hukukçularını ve dürüstçe görev yapmış yüksek mahkemelerini yalnız bırakan ve onların ellerini kollarını bağlayıcı yasalar çıkarmış politikacılara çoğunlukla oy veren bir toplumun hiç mi kusuru olmadı? Kazanmaları için şimdi topluca dua edilen bu son TEKEL işçileri, eğer hakları kabul edilmezse, çektikleri eziyetle suçlu bir toplumun kefaretini de ödemiş sayılmayacaklar mı? İşte, asıl günah, o zaman işlenmiş olacak. [email protected] PENCERE Herkes İsmiyle Müsemmadır... Hava sıcak, bizim çocuklar arada bir bahçeye çıkıyorlar, birkaç kişi toplanmış dünya ahvalini konuşuyorlar... Seslendim: - Hikmet!.. Hikmet Çetinkaya baktı: - Geliyorum abi!.. Toplulukta adı Hikmet olan kişi Çetinkaya idi, kırk yıllık Cumhuriyetçi... İnsanlar adlarıyla çağrılırlar, yoksa iş karışır, ‘Süleyman’ diye seslensem Hikmet bakar mı?.. Sevgili Hasan Pulur başımı derde soktu, geçen gün köşesinde (23 Temmuz 2003) not düşmüştü: “Ne zaman ‘birisi’ ni ya da ‘birileri’ ni yazıp anlatsak, hemen telefonlar başlar, yolda, sinemada, kahvede çevirirler: ‘Kim o yahu?’ Sanki biz, adamın adını yazmayı unutmuşuz da, o sordu diye söyleyeceğiz! Ağzımızdan lâf alamayınca üsteler: ‘Madem adını vermeyecektin, ne yazıyorsun?’ Bazı uyanıklar zarf atarlar: ’Ben onun kim olduğunu çıkardım, şu değil mi?’ Uzar gider bu muhabbet... Sanıyoruz ki, bugünlerde aynı şeyler, sevgili İlhan Selçuk’un da başına gelmektedir. Zira geçen pazar günü ‘birisi’ ni yazdı: ‘68’de kıpkızıl solcu geçinir, burnundan kıl aldırmaz, Kemalizme burun büker, devrimle sosyalizme geçileceğini söylerdi; zoru görünce döndü, kendisini sattı, sermaye uşaklığında para kazanmaya başladı; yine Kemalizme atıp tutarak dincilere göz kırpıyor...’ Şimdi İlhan Selçuk’a soracaklar: ‘Kim bu?’ diye.” Pulur başımı derde soktu, o soruyor, bu soruyor, “prototip” diyorsun kimse aldırmıyor; konuyu tartışmak üzere genel yayın müdürümüzün odasına girdim: - İbrahim!.. Yıldız yanıtladı: - Efendim.. O zaman Pulur’a verilecek yanıtı buldum, birisine adıyla seslendin mi yanıt veriyor; ‘Mustafa’ dedin mi, adı ‘Abdullah’ olan üstüne alınır mı?.. Hasan Pulur yazısında ne diyordu: “Sanki biz adamın adını yazmayı unutmuşuz da, o sordu diye söyleyeceğiz.” Oysa ben kendi yazımda adamın adını unutmamış, açıkça yazmıştım: Adı: Satılmış.. Soyadı: Dönek!.. Sevgili Pulur, kim fıkradaki bu seslenişime yanıt verdi ise, adam odur; yoksa adam deli ya da çatlak mı ki başkasının adıyla çağrıldığı zaman üstüne alınsın?.. (27 Temmuz 2003 tarihli yazısı) T ürkler tarafõndan kendimiz için söylenen ve doğruluğu sõkça kanõtlanan bir söz var: “Bıçak kemiğe dayanmadıkça gere- keni yapmayız!” Bu söz gü- nümüzde Alevi inançlõ insanlarõmõz için son derece geçerlidir. Büyük bir olasõlõkla Türk halkõnõn beşte biri Alevi inançlõ insanlarõ- mõzdan oluşuyor. Alevilere Osmanlõ döneminde ve 1970’li- 1980’li yõllarda en hafif deyimiyle iyi dav- ranõlmadõğõ biliniyor. Maraş, Çorum, Sõvas olaylarõ örnekle- rinden hatõrlanacağõ gibi, kõşkõrtmalar ve provokasyonlar sonucu meydana gelen kanlõ olaylarda yüzlerce insanõmõz yaşamõnõ yitirdi. Bu acõ olaylarda Alevilere yapõlan saldõrõlarõn arkasõnda devletin olduğu söy- lenemez. Ne var ki, devlet her vatandaşõnõn can ve mal güvenliğini korumakla yü- kümlüdür. Sõvas’ta aralarõnda ünlü ozanlarõn ve sa- natçõlarõn da bulunduğu 35 insan yakõlarak öldürülmüştür. Aziz Nesin büyük bir uğraş ve biraz da şans eseri kurtarõlabilmiştir. Dev- letin güvenlik güçleri ivedi kararla bu pro- vokasyona müdahale etmediği ve gerekli önlemleri almadõğõ için bu acõ olay yaşan- mõştõr. Bu olay Türkiye Cumhuriyeti tari- hinde unutulamayacak bir yüz karasõdõr. Aleviler, kendilerine karşõ yapõlan bu sal- dõrõlara, devletin bu insanlarõmõzõn dini inançlarõnõ istedikleri gibi özgürce yaşa- yabilmeleri için gerekli yasal düzenleme- leri yapmamasõna ve toplumumuzun bazõ kesimlerinde inançlarõ nedeniyle hor gö- rülmelerine karşõn devlete karşõ hiçbir ya- sadõşõ eylemde bulunmamõşlardõr. Türkiye Cumhuriyeti’nin ulusal bütünlügü Al- eviler tarafõndan tartõşma konusu olmamõş, Alevi toplumunun büyük kesimi tarafõndan, salt Alevi inancõna dayalõ siyasi partiler iti- bar görmemiştir. Kürt kökenli Aleviler PKK, yukarõda belirtilen gerekçeleri öne sürerek özellikle kürt kökenli Alevi toplu- munu kendi yanõna çekebilmek için Tür- kiye’de ve yurtdõşõnda 25 yõlõ geçkin bir sü- redir yoğun çaba sarf etmektedir. Bu ça- basõnda günümüze değin yalnõzca Kürt kökenli Alevilerin az bir kesimi üzerinde et- kili olabilmiştir. Ancak bilinmelidir ki PKK’nin bu yöndeki çalõşmalarõ daha da yo- ğunluk kazanarak sürecektir. Alevi toplumunun haklõ istemleri ivedi olarak karşõlanmalõdõr! Cem Vakfõ, değerli bilim adamõ Prof. Dr. İzzettin Doğan öncülüğünde, Türk halkõ- nõn kardeşliği, birliği, eşitliği ve esenliği için yõllardõr sabõrla, son derece yararlõ çalõşmalar yapmaktadõr. Türkiye Cuhmuriyeti’nin de- mokratik, laik, üniter, sosyal bir hukuk dev- leti olarak gelişmesi için kararlõlõkla uğraş vermektedir. Alevi vatandaşlarõmõz üzerinde, özellik- le de yurtdõşõnda oynanmak istenen -bölü- cü amaçlõ- oyunlara gelinmemesi için bü- yük bir duyarlõlõkla ve etkin bir biçimde kar- şõ çõkmaktadõr. Güncel politikalar gündemde Kanõmca Türkiye’deki politikayla Batõ- Avrupa ülkeleri arasõndaki en önemli fark şudur: Türkiye’de genellikle güncel poli- tikalar gündemi doldurmakta, orta ve uzun vadede çözüm bekleyen siyasal, sosyal ve ekonomik sorunlar gereğince ve zamanõn- da irdelenememekte, bu konulara ilişkin çö- züm önerileri ve tasarõlarõ geliştiril(e)me- mektedir. Oysa Batõ Avrupa ülkelerinde ve ABD’de genellikle orta ve uzun vadede çözüm bek- leyen toplumsal sorunlar üzerinde durul- makta, çözüme yönelik tartõşmalar yapõl- makta ve öneriler geliştirilmektedir.Alevi halkõmõzõn haklõ istemlerinin günümüze de- ğin gereğince ele alõnmayõşõ, buna güzel bir örnek temsil etmektedir. Bu son derece önemli konuda, siyasi partilerin ve hükü- metlerin bugüne değin bu denli kayõtsõz kal- malarõnõ anlamak mümkün değildir. Azınlıkta olanlar Demokraside, halkõn kendisini yönet- mekle görevlendirdiği yetkililer, seçmen- lerin haklõ istemlerini kabul edilir bir süre içerisinde yaşama geçirmekle sorumlu- durlar. Demokraside siyasiler yalnõz ço- ğunluğun istemlerini değil, toplumda sayõca azõnlõkta kalan kesimlerin de haklõ taleplerini dikkate almak ve yaşama geçirmekle yü- kümlüdürler. Siyasi otoriteler, bunu, toplumda eşitliği, adil uygulamayõ, kardeşliği, bireyler ara- sõndaki dayanõşmayõ, toplumsal ve sosyal barõşõ sağlamak ve de sürekli kõlmak için yapmak zorundadõrlar. Aksi halde demok- rasi sağlam temellere oturamaz, hatta sürekli güvensizlik içerisinde sarsõlabilir. Demokrasi ve hukuk devletinde her va- tandaşa eşit davranõlmasõ, eşit uygulama sağlanmasõ demokratik hukuk devletinin te- mel ilkesini oluşturur. Bu anlamda dini inançlar konusunda da her vatandaşa eşit davranõlmasõ, eşit yasal koşullarõn sağlan- masõ büyük önem taşõr. Bu eşitliğin ve adil uygulamanõn hukuk devletinde yasal gü- vencelerle yerine getirilmesi gerekmekte- dir. Dini inançlar doğru ya da yanlõş inanç diye kategorize edilemezler, edilmemeli- dirler. Doğruluğuna inandõğõmõz dini inan- cõmõzõn, farklõ inanç sahipleri tarafõndan yanlõş inanç olarak görülmesini nasõl kabul edemiyorsak, başkalarõnõn farklõ dini inan- cõnõ da yanlõş inanç olarak değerlendirme hakkõmõzõn olamayacağõnõ bilmek zorun- dayõz. Başkalarõnõn dini inanç farklõlõklarõna saygõlõ ve hoşgörülü olmamõz, kendi dini inancõmõza başkalarõndan beklediğimiz saygõ ve hoşgörünün önkoşuludur. Bunun için toplumumuzdaki farklõ inançlara eşit davranõlmasõnõ sağlayacak yasal güven- celerin ivedi olarak yürürlüğe konmasõ, baş- ta hükümet olmak üzere tüm siyasi partilerin kanõmca önemli bir görevidir. Alevi toplumunda saygõnlõğõyla bilinen Cem Vakfõ ve 632 Alevi kuruluşu ve inanç önderi tarafõndan desteklenen şu 6 ana is- teğin, özenle incelenip gecikmeden yaşama geçirilmesi toplumsal barõş için büyük önem taşõmaktadõr! “1- Genel bütçeden din hizmetleri için ayrılan kaynaklardan Aleviler de ken- dilerine düşen payı almalıdırlar. 2- Zo- runlu olsa da olmasa da okullarda din kültürü ve ahlak bilgisi derslerinde Alevilik de dahil olmak üzere tüm inanç- lar yansız öğretilmelidir. 3- Devlet rad- yo ve TV kanallarında bütün inanç grupları kendilerini oransal olarak ifa- de edebilmelidir. 4- Cemevlerinin yapı- mına da yeterli arsa ve maddi destek sağ- lanmalıdır. 5- İnanç uygulamaları ve ‘Cem’leri yönetecek ve yönlendirecek bilgili kişilerin yetiştirilmesi amacıyla okullar açılmalı ve üniversitelerimizde ta- savvuf bölümleri kurulmalıdır. 6- Halk geleneğinde inanç ve kültürün tamam- layıcı unsurlarından birisi olan saz, okullarda müzik aleti olarak tavsiye edilmelidir.” Kanõmca son derece makul ve sağduyulu hazõrlanmõş olan bu haklõ is- temlerin yaşama geçirilmesine engel ola- bilecek hiçbir haklõ neden bulunmamakta- dõr.Diyanet kurumu günümüzdeki yapõsõyla, Alevi inançlõ insanlarõmõzõ temsil etme ve onlar adõna karar verme hakkõna ve yetki- sine sahip değildir. Ancak bu kurum içe- risinde Alevi insanlarõmõzõn inançlarõyla yetkili özerk bir genel müdürlük oluştu- rularak bir çözüm bulunabileceği kanõsõn- dayõm. Toplumsal barışın koşulu Halkõmõzõn önemli bir bölümünü oluş- turan Alevi inançlõ vatandaşlarõmõzõn, inançlarõyla ilgili alanda da kendilerine eşit davranõldõğõnõ ve ayõrõm yapõlmadõğõ- nõ görebilmeleri ve yaşayabilmeleri en do- ğal haklarõdõr. Bu demokrasinin, hukuk dev- letinin, sosyal dayanõşmanõn ve bunlar ka- dar önemli olan toplumsal barõşõn vazge- çilemez koşuludur. Ben Trabzon kökenli Sünni inançlõ bir aileden geliyorum, yani Alevi değilim. Ancak siyasal bilimci, Türkiye’deki du- rumu ve sorunlarõ yakõndan izleyen ve de kõsa bir süre öncesine değin Türk kökenli bir Alman parlamenter olarak bu konuda da büyük bir sorumluluk duyuyorum. Başta iktidar partisi olmak üzere, tüm si- yasi partileri, artõk daha fazla zaman kay- betmeksizin, öncelikle toplumsal barõşõn sağlanmasõ için son derece önemli bu görevi yerine getirmeye çağõrõyorum. De- ğerli basõnõmõza, Alevi toplumunun bu haklõ istemlerini kararlõlõkla destekleme görevi düştüğü inancõndaym. Alevi İnançlõ İnsanlarõmõzõn İstemleri Prof. Dr. Hakkı KESKİN 2005-2009 Federal Almanya Parlamentosu Milletvekili Başta iktidar partisi olmak üzere, tüm siyasi partileri, artõk daha fazla zaman kaybetmeksizin, öncelikle toplumsal barõşõn sağlanmasõ için son derece önemli bu görevi yerine getirmeye çağõrõyorum. Değerli basõnõmõza, Alevi toplumunun bu haklõ istemlerini kararlõlõkla destekleme görevi düştüğü inancõndayõm.
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle