Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
- 2024
- 2023
- 2022
- 2021
- 2020
- 2019
- 2018
- 2017
- 2016
- 2015
- 2014
- 2013
- 2012
- 2011
- 2010
- 2009
- 2008
- 2007
- 2006
- 2005
- 2004
- 2003
- 2002
- 2001
- 2000
- 1999
- 1998
- 1997
- 1996
- 1995
- 1994
- 1993
- 1992
- 1991
- 1990
- 1989
- 1988
- 1987
- 1986
- 1985
- 1984
- 1983
- 1982
- 1981
- 1980
- 1979
- 1978
- 1977
- 1976
- 1975
- 1974
- 1973
- 1972
- 1971
- 1970
- 1969
- 1968
- 1967
- 1966
- 1965
- 1964
- 1963
- 1962
- 1961
- 1960
- 1959
- 1958
- 1957
- 1956
- 1955
- 1954
- 1953
- 1952
- 1951
- 1950
- 1949
- 1948
- 1947
- 1946
- 1945
- 1944
- 1943
- 1942
- 1941
- 1940
- 1939
- 1938
- 1937
- 1936
- 1935
- 1934
- 1933
- 1932
- 1931
- 1930
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
11 OCAK 2010 PAZARTESİ
CMYB
C M Y B
ANKARA PAZARI
YAKUP KEPENEK
Bölgesel Gelişme
Unutulunca…
[email protected]
Geçen hafta açıklanan veriler Avro
bölgesinde, umulandan daha yavaş da olsa bir
ekonomik toparlanmaya işaret ediyordu.
EuroStat verilerine göre Avro bölgesi III. üç
aylık dönemde yüzde 0.4 büyümüş. Ancak
hem bu toparlanmayı destekleyen etkenler,
özellikle kamu borçlarındaki hızlı artışlar, hem
de Avro ülkelerinin ekonomileri arasında
giderek büyüyen farklılaşmalar, orta ve uzun
dönemde birlik sürecini tehdit ediyor.
Resim oldukça bulanık
Geçen hafta yayımlanan veriler Satın Alma
Müdürleri (PMI) indeksinin beş ay önce
başladığı yükselme trendini aralık ayında da
koruduğunu gösterdi. Üretim, siparişler,
istihdam, stoklar, tedarikçi performansı gibi
verilerin bileşiminden oluşan indeks aralık
ayında 2007’den bu yana en hızlı artışı
göstermiş (Market Watch 06/01/10). Sanayi
üretiminde III. ve IV. üç aylık dönemlerde güçlü
bir artış söz konusu (Wall Street Journal,
07/01/10). Financial Times da Avrupa
Komisyonu’nun hazırladığı Avro bölgesi Güven
İndeksi’nin 18 ayın en yüksek düzeyine
çıktığını aktarıyor (07/01/10). Ancak, aralık
ayında 91.3 düzeyine ulaşan indeks hâlâ uzun
dönemli ortalamanın (100) altında seyrediyor.
Diğer taraftan, hem perakende satışlarında,
kasımda bir önceki aya göre yaşanan sert
düşüş (gerçi Noel nedeniyle aralıkta yeniden
artması bekleniyor), hem de aralık ayında
yüzde 10’a ulaşan işsizlik oranı, ekonomik
toparlanmaya gölge düşürüyor.
Perakende satışlarda, özellikle Almanya’da
yaşanan yüzde 1.1’lik düşüş, bu ülke bölgenin
ekonomik lokomotifi olduğundan oldukça
kaygı verici. Kaygı verici bir diğer gelişme de
indekste gıda maddelerinin dışında kalan
sektörlerde görülen sert düşüşler. Gözlemciler,
otomobil satışlarına verilen finansal desteğin
diğer sektörlerdeki satışları olumsuz
etkilediğini söylüyorlar. (Wall Street Journal
08/01/10).
Diğer taraftan, PMI, işsizlik oranları, kamu
borçları gibi veriler Avro bölgesinde zayıf ve
güçlü ekonomiler arasındaki farkların açılmaya
devam ettiğini gösteriyor. PMI’leri, İspanya,
İtalya ve Yunanistan’ın, Fransa ve Almanya’nın
gerisinde kaldığını gösteriyor (WSJ, 07/01/10).
Kamu borçları ve işsizlik verilerindeyse
İspanya (19.1), Yunanistan (9.7), İtalya (8),
Almanya’nın (7.6) önünde gidiyorlar.
Birliği tehdit eden etkenler...
Avrupa Birliği’nde tek bir ekonomik modelin
(para, faiz politikası, İstikrar Paktı), ekonomik
güçleri (üretkenlik, sanayileşme, uluslararası
rekabet) birbirinden çok farklı ülkelere
uygulanıyor olması, uzun
dönemde birlik sürecini tehdit
eden en güçlü etken. Avrupa
Birliği içinde, güçlü ve zayıf,
diğer bir deyişle “merkez” ve
“çevre” ekonomileri arasında
oluşan eklemlenmenin
yarattığı yapılanma da bu
farklılıkların uzun dönemde,
aşılmasına hatta
sürdürülmesine olanak
verecek özellikte değil. Kimi
yorumcular, finansal risklerin,
devlet iflaslarının, işsizlikle ilgili
siyasi dinamiklerin ülkeleri
kendi içlerine dönmeye,
finansal piyasaları yerelleşmeye iterek bir
“Balkanlaşmaya” yol açmasından endişe
ediyorlar (James Saft, Reuters, 07/01/10).
Yunanistan (üye), İzlanda (üye adayı) gibi
ülkelerin mali krizleri derinleşirken, Avrupa
Merkez Bankası’nın (AMB), aralık ayı içinde,
hukuki danışmanlarına üye ülkelerin hangi
koşullarda üyelikten çıkabileceklerine, ya da
çıkarılabileceklerine ilişkin bir rapor hazırlatmış
olması da (Wall Street Journal 30/12/09)
düşündürücü.
Ya Avro olmasaydı?
Ortak para birliğine geçildiğinden bu yana
her fırsatta vurguladığımız gibi, bir hegemonya
projesi olarak Avrupa Birliği’nin geleceği
üzerine sağlıklı bir karar verebilmek için
öncelikle birlik sürecinin ilk büyük resesyonda
vereceği sınava bakmak gerekiyordu.
Şimdi, tam da bu noktadayız. Financial
Times’ın baş ekonomik yorumcusu Martin
Wolf’un geçen haftaki yazısı da bu konuya
değiniyordu. Wolf, eğer Avro olmasaydı
Yunanistan, İrlanda, İtalya, Portekiz, İspanya
paraları D-Mark karşısında sert
devalüasyonlar yaşamak zorunda
kalacaklardı, Avro bunu engelledi diyor. Ama
finansal kriz öncesi dönemde, Avrupa Merkez
Bankası’nın izlediği düşük faiz politikası çevre
ülkelerinin ekonomilerini
de belli bir yönde
şekillendirmiş. 2006
yılının başında, Avro
bölgesine bakınca
genelde bir denge
görmekle birlikte, bir
tarafta Almanya ve
Hollanda gibi ülkelerin
cari hesap fazlalarına
karşılık öbür tarafta,
İspanya gibi ülkelerde
enflasyonist bir ortam
(canlı bir talep) ve büyük
açıklar görüyoruz.
Bu görüntü de bize
Avro bölgesinde, “merkez” ve “çevre”
arasındaki ilişkinin temel niteliğini açıklıyor.
İspanya, Yunanistan gibi çevre ülkelerinin hem
işletmeler hem de hane halkı kazandıklarından
fazla harcıyorlar ve borçlanıyorlar. Merkez
ülkeleri biriktiriyor ve borç veriyor. Bu
denkleme bir başka açıdan bakarsak (ki Wolf
da bu durumun farkında) rekabet gücü düşük
ülkeler bunu devalüasyonla bir ölçüde
gideremedikleri için, rekabet gücü yüksek
ülkelerin, üretim (kapasite) fazlasını emen
bölgelere, merkezin kriz eğilimlerini “mekâna
kaçarak çözme” (“spatial fix”-Harvey)
eğiliminin hedef alanlarına dönüşüyorlar.
Böylece Almanya, Fransa, Hollanda gibi
ülkeler hem kapasite fazlasının yarattığı
sorunları hafifletiyor, hem de çevre ülkelerin
ithalatlarını (büyümelerini) finanse edecek
kredilerle, finansal fazlayı
değerlendirebiliyorlar. Ama bu arada da,
Avro’nun üretkenliği düşük, uluslararası
piyasalarda rekabet gücü zayıf ekonomilerin
büyüme dinamiklerinin de Avro’nun
üretkenliği, uluslararası rekabet gücü yüksek
ekonomilerin sermaye hareketlerine bağımlı
hale geldiğini, sürdürülemez bir dengenin
şekillendiğini görüyoruz.
Kredi krizi patlak verip de, kredi piyasaları
kilitlenince, bu finansal olarak dışa bağımlı
ülkelerde büyüme oranlarını tepetaklak
edecek mali krizler şekillenmeye başladı.
Böylece Avro sayesinde döviz krizini atlatanlar
şiddetli bir borç krizine ve resesyona düştüler.
Bu çevre ülkelerinin, ulusal ekonomilerini
tamir edebilmek, hızla artmaya başlayan
işsizliğin sosyal etkilerini giderebilmek için,
genişlemeci para, maliye politikaları
uygulamaları, borç ödemelerini ertelemeleri,
kaynakları ülke içinde toplumsal dengeleri
korumakta kullanmaları gerekiyor. Ancak, bir
taraftan Avrupa Merkez Bankası, diğer
taraftan İstikrar Paktı bu ülkelerin ellerini
kollarını bağlıyor. Dahası, AMB ve IMF, bu
ülkelere, İrlanda ve Yunanistan örneklerinde
olduğu gibi, mali disipline, borç ödemeye
öncelik verecek neo-liberal politikaları
dayatıyor, ağır ekonomik ve toplumsal
maliyetleri üstlenmeye zorluyorlar.
Hegemonyacı (hiyerarşik) bağımlılık ilişkisi
burada çok açık bir biçimde kendini
gösteriyor: Almanya ve Fransa hükümetleri
genişlemeci para ve maliye politikalarını
uygulamaya devam ediyorlar.
Dün mali genişleme yoluyla krizin etkilerini
azaltarak ekonomik toparlanmayı besleyen
merkez ülkeleri, yarın, bu genişlemenin
enflasyonist etkilerini sterilize etmek için
AMB’yi faizleri yükseltmeye zorlayınca çevre
ülkelerin ekonomilerinin üzerindeki yük bir kez
daha ağırlaşacak. Bugün ekonomik
toparlanmayı destekleyen etkenler, yarın,
Yunanistan, İspanya, İtalya, Portekiz gibi
ülkelerde İstikrar Paktı’nın (Avro’nun)
toplumsal maliyetini dayanılmaz kılabilecek.
İzlanda’da olduğu gibi, bu ülkelerin halkları da
birlik için, “istemem kalsın” diyebilecek.
Toparlanma Belirtileri, Dağılma Riskleri
Maaşın
çoğu devletin
cebine giriyor
Ekonomi Servisi - İstanbul Serbest Muhasebeci Ma-
li Müşavirler Odasõ’nõn “Devlete Çalışıyoruz” ra-
poruna göre, “1500 lira maaş alan bir çalışan, her
100 liranın 53 lira 33 kuruşunu vergi olarak ödü-
yor.” Rapora göre, bu rakam 2007’de 50 lira 95 ku-
ruş iken bu yõl 3 lira 33 kuruş yükseldi. Aynõ dönem
içinde asgari ücretle ücretlendirilen çalõşanõn cebine
yansõyan fatura da her 100 lira için 26 lira 11 kuruş
yerine 32 lira 38 kuruş oldu. Raporda şu ifadelere yer
verildi:
Asgari ücret alan bir kişinin 100 liralõk mutfak
harcamasõ için ödediği dolaylõ vergi miktarõ tek ka-
lemde 25 lira 31 kuruş oldu.
Günde 2 paket sigara içen bir çalõşanõn sadece si-
gara için ödediği dolaylõ verginin tutarõ 65.93 liradan
114.38 liraya yükseldi.
250 bin liralõk değere sahip evi için çalõşanõn ce-
binden çõkan aylõk emlak vergisi 41.66 TL’ye ulaştõ.
Dünya ekonomisinde ağõrlõk, gelişen ülkelere kayõyor. Çin 10 yõlda payõnõ 4’e katlayacak
ABD, liderliği Çin’e kaptõrõyor
Türkiye’nin ekonomik gelişmesini bütünüyle
serbest piyasanın sevecen (!) kollarına
bırakmasının en olumsuz sonucu bölgesel
kalkınma kavramının tamamıyla unutulmasıdır.
“İller ve bölgeler arasındaki gelir
uçurumunun” neden olduğu ekonomik, siyasal
ve toplumsal yıkımlar her sabah yeniden ve
daha da ağırlaşarak toplumu sarsıyor. Bu
noktaya nasıl gelindiği hiç kuşkusuz çok
kapsamlı bilimsel araştırmaları gerektiriyor.
Konu ile ilgili önemli bir araştırma geçen ay
yayımlandı. Aşağıda o araştırmanın kısa bir
özetini bulacaksınız.
Ekonomi biliminin önde gelen dergilerinden
biri “Cambridge Journal of Economics”tir.
(CJE) ve Oxford Üniversitesi yayın ağı
kapsamında İngiltere’de yayımlanıyor. Derginin
bir özelliği var; gelecek aylarda yayımlayacağı
yazıları “önceden erişim” yoluyla web
sayfasında (www.cje.oxfordjournals.org)
okuyucusuna sunuyor.
Böyle bir yazı 11 Aralık tarihinde yayımlandı;
Bilkent Üniversitesi öğretim üyeleri Zeynep
Önder ve Süheyla Özyıldırım’ın: “Bankalar,
Bölgesel Gelişme Farklılıkları ve Büyüme:
Türkiye’den Kanıt” başlığını taşıyor.
Araştırma, 1991-2000 yıllarını kapsıyor ve
ülkemizde kamu ya da devlet bankalarıyla özel
bankaların dağıttıkları kredilerin,
gelişmişliklerine göre sınıflandırılan “illerde kişi
başına gelirin büyüme oranına” katkısını ele
alıyor.
Araştırma, yoğun özelleştirme çabalarına
karşın Türkiye’nin bankacılık sisteminin
yaklaşık üçte birinin devlet bankası olduğunu
ve geleneksel olarak serbest piyasa
koşullarında finansman desteği bulamayan
sektörlere borç verdiğini belirtiyor. Ek olarak
devlet bankalarının, gelişmiş illerde
yoğunlaşmış olan özel bankalardan farklı
olarak ülkenin her tarafında şubelerinin
bulunduğunu vurguluyor. Bu bağlamda
incelenen dönemde kredi dağılımlarını da
veriyor, özel banka kredilerinin ortalama yüzde
83’ü, devlet bankalarının kredilerinin de yüzde
58’i “en gelişmiş altı ile” gidiyor. Buna karşılık
2000’de nüfusun yüzde 68.4’ünün bulunduğu
kalan 74 ile de (o yıllarda il sayısı 80’di) özel
bankaların kredilerinin yüzde 17’si, devlet
bankaları kredilerinin de yüzde 42’si kalıyor.
Bir başka saptama Türkiye’de bölgeler
arasında önemli gelir eşitsizliğinin
bulunduğudur. Türkiye 2003 verileriyle 30
OECD ülkesi arasında da 0.27 Gini eşitsizlik
katsayısıyla “bölgeler arası gelir eşitsizliğinin
en yüksek olduğu” ülkedir; aynı yıl, “OECD
ortalaması” olarak eşitsizlik katsayısı 0.15’tir.
Özetle ülkemizde bölgeler arası gelir uçurumu
OECD ülkeleri ortalamasının neredeyse iki
katıdır. Örneğin 2000’de en zengin il olan
Kocaeli’nin “kişi başına geliri” en yoksul il olan
Hakkâri’nin kişi başına gelirinden 14 kat
fazladır.
Bu durumda, bankaların, özellikle de devlet
bankalarının sağlayacakları finansman ve
bunun etkin kullanımı, bölgesel yatırımları
canlandırabilir ve gelir farklılıklarının
azalmasına katkı yapar.
En ileri teknikleri kullanarak yapılan bu
uygulamalı araştırmanın bulgularına göre:
“Her ne kadar banka kredileri gelişmiş illerin
gelir düzeyini yükseltiyorsa da yalnız özel
banka kredileri en yoksul illerin ekonomik
büyümelerine olumlu ve anlamlı bir etki
yapıyor… Buna karşılık araştırmanın sonuçları,
devlet bankalarının kredilerinin iller arasındaki
gelir farklılıklarını azaltmadığını gösteriyor”.
Özetle araştırma devlet bankalarının
Türkiye’nin bölgesel gelişmesinde “paradoksal
bir role” sahip olduğunu saptıyor: Devlet
bankaları “gelişmiş bölgelerin büyümesine
önemli katkılar yapıyor” buna karşılık verdikleri
krediler azgelişmiş illerin gelirini arttırıcı bir etki
yapmıyor.
Araştırmacılar Önder ve Özyıldırım, “devlet
bankalarının kredi verme tekniklerini özellikle
azgelişmiş bölgelerde güçlendirerek,
ekonominin bütününün gelişmesine katkı
yapacak biçimde yeniden düzenlemeleri
gerektiğinin” altını özenle çiziyor.
Araştırma bir önceki on yılın durumunu ele
alıyor. Daha yakın yıllarda zengin ve yoksul
bölgeler arasında gelir farklılıklarının azaldığı
öne sürülemezse de bu konu ayrıca
araştırılmalıdır.
Ancak Türkiye, ister yeni bir genel seçime
giderken ister daha derin olan Kürt sorununa
çözüm düzleminde olsun devlet bankalarının
kredi uygulamalarını yeniden düzenlemeye
yönelmelidir.
Siyasetin iç kavga ve çatışmalarıyla iyice
kararttığı ve kısırlaştırdığı konularla
kamuoyunun başı dönüyor. Diğer önemli
konular gibi bölgeler arası gelişme
farklılıklarının azaltılması ve devlet bankalarının
bu amaçla çalışması gibi konular hiç
konuşulmuyor.
Ekonomi büyüyor; ancak Türkiye
bütünleşerek gelişmiyor!
Neler yapılması gerektiğini, iki bilim insanı
uluslararası bilim dünyasında saygın bir yer
edinen araştırmaları ve getirdikleri çözüm
önerileriyle gösteriyor.
Ekonomi Servisi - Dünya ekonomisinde
ağõrlõk yeni gelişen ülkelere kayarken
dünya lideri ABD’nin, krizle birlikte
dünya GSYH’sinden aldõğõ pay,
gerileme trendine girdi. Çin ise bu
alanda en büyük sõçramayõ yaptõ. Çin’in
yükselen trendini 2009 ve 2010’da da
sürdürmesi bekleniyor. Çin ayrõca,
2009’da yaptõğõ 1.2 trilyon dolarlõk
ihracatla Almanya’nõn ihracattaki dünya
liderliğini de elinden aldõ.
AA’nõn Uluslararasõ Para Fonu (IMF)
verilerinden yaptõğõ hesaplamalara göre,
1985’te dünya ekonomisinden yüzde
22.95 pay alan ABD’nin, 2009’da yüzde
20.02, bu yõl ise yüzde 19.59 pay almasõ
bekleniyor. Avrupa ülkeleri ve
Japonya’nõn ekonomisi ise hõzla kan
kaybediyor. Dünya politikalarõna yön
veren ülkelerden biri olan Almanya’nõn
dünya GSYH’dan aldõğõ pay 2000’de
yüzde 5.16 iken, 2005’te yüzde 4.47’ye
geriledi. Almanya’nõn payõnõn 2009’da
yüzde 4.08, 2010’da ise yüzde 3.95’e
düşmesi bekleniyor.
İngiltere’ye bakõldõğõnda, bu ülkenin
1985’te yüzde 3.79 olan payõ 2000’de
yüzde 3.61’e, 2005’te yüzde 3.43’e
gerilediği görülüyor. İngiltere’nin dünya
ekonomisindeki payõnõn 2009’da yüzde
3.10’a, 2010’da ise yüzde 3.03’e
gerileyeceği öngörülüyor.
Türkiye’nin payı düşük
Fransa da ekonomide kan kaybeden
ülkeler arasõnda yer alõrken Fransa’nõn
2000’de yüzde 3.66 olan payõnõn 2009’da
yüzde 2.98’e inmesi bekleniyor. Dünya
ekonomisinde 1985’te yüzde 3.87 pay
sahibi olan İtalya’nõn payõnõn 2009’da
yüzde 2.55’e, 2010’da ise yüzde 2.46’ya
gerileyeceği öngörülüyor. Japonya’nõn da
dünya ticaret pastasõndan aldõğõ dilim
küçüldü. Japonya’nõn 2000’de yüzde 7.66
olan payõnõn 2009’da yüzde 6.20’ye,
2010’da ise yüzde 6.04’e gerileyeceği
öngörülüyor. Türkiye, dünya
ekonomisindeki ağõrlõğõnõ çok büyük
sõçrayõşlarla olmasa da yükseltmeye
devam ediyor. 2000’de dünya
ekonomisinde yüzde 1.22 pay alan
Türkiye’nin payõnõn 2009’da yüzde
1.34, 2010’da da yüzde 1.35 olmasõ
bekleniyor.
1985’te dünya ekonomisinden yüzde
2.47 pay alan Hindistan, payõnõ
1990’da yüzde 2.81’e, 1995’de yüzde
3.22’ye, 2000’de yüzde 3.63’e,
2005’de yüzde 4.19’a yükseltti.
2009’da söz konusu payõn yüzde
4.94’e ulaşmasõ öngörülürken, bu yõl
da yüzde 5.09’a ulaşacağõ tahmin
ediliyor. Rusya’nõn payõ 1995’de
yüzde 2.95 iken, 2000’de yüzde 2.67,
2005’de yüzde 3.02 oldu. Rusya’nõn
2009’da yüzde 3.32 olan payõnõn, bu
yõl yüzde 3.35 olmasõ bekleniyor.
Tayvan’õn 1985 yüzde 0.58 olan
payõnõn 2009 ve 2010’da yüzde 1.06
olacağõ, 1985’de yüzde 0.94 pay alan
Endonezya’nõn, dünya GSYH’sinden
alacağõ payõn 2009’da yüzde 1.33,
2010’da ise yüzde 1.36 olacağõ
tahmin ediliyor.
Süper güç ABD’nin, ekonomik
krizle birlikte dünya GSYH’sinden
aldõğõ pay, gerileme trendine girdi.
Yeni lider Çin oluyor.
Çin, Almanya’nõn ihracattaki
dünya liderliğini de elinden aldõ. Çin
yaptõğõ 1.2 trilyon dolarlõk ihracatla
bir numara oldu.
TÜPRAŞ’ı, PETKİM’i satmak
yanlıştı, ders almalıyız
ANKARA (AA) - TPAO’nun uluslararasõ
yatõrõm şirketi Turkish Petroleum
International Co. Ltd. (TPIC) Başkanõ
Galip Özbek, yanlõş özelleştirmelerle
TÜPRAŞ, PETKİM gibi TPAO’ya ait
şirketlerin teker teker
kopartõldõğõnõ belirtirken
“Batılı şirketler böyle
stratejik şirketlerine
gözbebeği gibi
bakıyorlar. Bizim de
BP, Shell, Exxon
Mobil gibi güçlü bir
şirket yaratmamız
için dikey
entegrasyonu
tamamlamış bir
TPAO oluşturmamız
gerekiyor” dedi.
Özbek, Petrol Kurumu’nun
kurulmasõyla TPAO’ya bağlõ
PETKİM, TÜPRAŞ, Petrol Ofisi, İpragaz
vs. şirketlerin kurumdan kopartõldõğõnõ ve
TPAO’da sadece arama-üretim
bölümünün bõrakõldõğõnõ, bağlõ
ortaklõklarõnõn ise teker teker
özelleştirildiğini, BOTAŞ’õn da ayrõ bir
şirket haline getirildiğini anlattõ.
Özelleştirmeye petrol gibi stratejik bir
alandan başlamanõn yanlõş
olduğuna dikkat çeken Özbek,
“Türkiye dünyadaki
petrol kaynaklarının
yaklaşık yüzde
72’sinin bulunduğu
ülkelere komşu,
Batı’da ise büyük
tüketici ülkeler
bulunuyor. Böyle bir
coğrafyada yer alan
Türkiye’nin çok güçlü
bir petrol şirketi olması
gerekiyor. Bizse ne yaptık,
TPAO’yu ayırdık. Dünya ise
ne yaptı? Birleşmeye ve daha güçlü
olmaya gitti. Bu şirketleri tekrar bir
araya getiremeyiz, ama bir ders
almalıyız” diye konuştu.
DÜNYA EKONOMİSİNE BAKIŞ / ERGİN YILDIZOĞLU / LONDRA [email protected] http://erginyildizoglu.blogspot.com
Güçlü bir TPAO yoksa başarı da yok
TPIC Başkanõ
Özbek’e göre özelleştirmeye
petrol gibi stratejik bir alandan
başlanmasõ yanlõş oldu.
TÜPRAŞ, PETKİM TPAO’dan
kopartõlarak satõldõ. Batõlõlar
bu şirketlere gözbebeği
gibi bakõyorlar.
TPIC olarak 2003’ten beri Irak’a yoğunlaşmış durumda
olduklarını ve birçok petrol şirketinden önce Irak’a
gittiklerini kaydeden Özbek, fakat finansal bakımdan
küçük TPAO’nun ihalelerde başarılı olamadığını
söyledi. Irak’ta üretim sahaları için ihaleye girecek
şirketlerle ilgili eleme yapıldığını ve ilk elemede
TPAO’nun liste dışı kaldığını hatırlatan Özbek,
TPAO’nun geçememesinin nedenlerinden birinin de bu
parçalanmış durum olduğunu kaydetti.