22 Kasım 2024 Cuma English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
K itaplar Adası M SADIK ASLANKARA A ğustos için "ya- rısı yaz yarısı kış" denir ya hani, tiyatro mevsi- mi için de buna benzer bir çağnşım gelir nedense usu- ma... Ayyarılandı mı, yaz süregider- ken daha, ödenekli- si, ödeneksizi tiyat- roların emekçileri de üçer beşer top- lanmaya koyulur, derken bir kıvılcım, provalar başlayıve- rir... Çoban ateşî gi- bi topluluktan top- luluğa yayıldıkça yayılır provalar. öz- lenmiş bir kadeh ra- kının ilk yudumu, dip kıyı ciğerlerin en ücra köşesine dek nasıl solunursa sahne de bebelerin tay tayı gibi seve- cen bıçkınlıklarla adımlanır, uzak ka- Immış onça hafta- nın, günün ardın- dan şeytan kulağı- na kurşunlu, nazar değmesin inşallahlı, maşallahlı bir ku- caklaşmayla paslar giderilmeye çalışı- lır... Niceöyküya- zılsa, nice film çekil- se bu buluşma üze- rine yeridir doğru- su... Tutkuyla bağ- landığı bir vesikalı yâre kavuşmuşçası- na rahatlar oyun- cu... "Prova var/Gi- rilmez" yazısı da asıldı mı salon kapı- sına, değmeyin ke- yiflerine. Büyü tü- fek çatmışçasına gelir çöreklenir kendiliğinden, sah- nedeki bir ayuç ti- yatrocunun yüreği- ne siner. Etkileyici, yaşamsal bir ger- çekliktir bu; prova başlamıştır, bir ken- dinden geçme hali- dir artık tiyatrocu- nunyaşadığı... Hadi provaya!.. • I SAYFA 20 lyi de bu mu prova? Bir uyuşturucu tutku- nunun doyumuna benzer biçimde gözlene- cek bir rahatlamanın adı mı yalnızca? Üzerini kazıyıp bunun, ta derinde yatana bakmak ge- rekmez mi? Prova, tiyatrocular için sanatsal verime dö- nük hazırlık süreci olduğuna göre, ilkin ortak payda doğrultusunda bir birikime yaslanması gerekiyor demektir... Buna dayalı olarak da ortak bilinç sergilemesi... öyle ya, bir önceki sezondan ayrılan, bunu aşan, bünu aşmakla kalmayıp yeni bireşimler getiren, farklı dönüş- türümler, biçemler öneren tutum geliştirmesi gerekmiyor mu çalışmasında tiyatrocu?... Yeni bireşimlere, dönüştürümlere, biçemle- re varabilmek için klişelerin, hazır kalıpların ötesinde düşünce üretmek zorunlu... Böylesi bir tutum, en azından okuma eylemini, disip- lin bağlamında zorunlu kılıyor sanatçıya. Oysa tiyatrocularımızın okuma özürlü ol- dukları öne sürülüyor öteden beri... Türkçede bugüne dek en geniş tiyatro kitaplığını kur- muş olan Mitos-Boyut Genel Yayın Yönetme- ni T.Yılmaz öğüt'ü dinlemiştim bir söyleşide. Yayımladıkları onca oyun kitabıyla tiyatro bi- lim-kültür kitapları arasında en çok satanın, oyunculuk sınavı için parçalardan oluşan kendi hazırladığı Sahne Çalışması İçin/ 100 Monolog olduğunu söylemişti. Tiyatrocuların büyük bölümünün öğrenci- likte sergilediği okuma düzeyinde kaldıklarını gösteriyor bu durum. Işte ağustosun bir elinin yazda öteki elinin provada olduğu bu dönemde tiyatrocuların da, tiyatroseverlerin de büyük tatlar dererek okuyabileceği iki kitabı aldım masama: Zehra ipşiroğlu'dan Tiyatroda Kültürler Arası Etki- leşim (Mitos-Boyut, 2008), Yıldırım Kes- kin'den Tiyatronun llkeleri (Doruk, 2008). PROVADA TİYATRONUN İÇLERİNE DOĞRU YOLCULUK... Yıldırım Keskin, romanlarındaki kıvraklığa, oyunlarındaki dramatik sağlamlığa dayalı bir temelde kaleme aldığı, soluk soluğa okunan Tiyatronun llkeleri'ni beş ayrı bölümden oluşturmuş: "Tiyatro", "Yazar", "Oyuncu", "Oynamak", "Yönetmek"... Bu beş bölümün tümü de bir romanın ardışık bölümleri gibi heyecanla okunuyor. Sahne çalışmalarını eylemli sürdürenlerin de tiyatroyla yalnızca izleyici olarak ilgilenen- lerin de hem yararlanarak hem kolayca oku- yabileceği bir kitap Tiyatronun llkeleri. Keskin, tiyatroda provaya değgin şu notu düşüyor: "Dünyanın ne yanında olursa olsun, bir oyun hazırlanırken, provaların daha ilk gü- nünde, bunun bir yaratıcılık çalışması olduğu anlatılmaya çalışılır. 'Deha içinde çalışacağız' denilir ve bu görüşle oyunun meydana çıka- rılmasına girişilir. Her alanda daha iyisine, da- ha güzeline ve daha görülmemişine doğru gi- dilmelidir. Yaratıcılık uzun bir çalışma, sabır ve yetenek işidir. Her oyun seyirci için bir sürpriz olmalı, onu şaşırtmalı, ona yeni bir tat vermeli ve heyecanlandırmalıdır./ Yaratıcı ol- mayan tiyatro, tiyatro değildir." (22) Prova, tiyatro sanatının ta içine, içlerine doğru çıkılan en yoğun, en özlü yolculuk ola- rak alınabilir... Bir şiir, öykü ya da roman dosya halinde, film kurgu aşamaşındayken, müzik yapıtı beste sürecinde, resim tuvalde kavgasını verirken sürecin işleyip kendi varo- luşunu tamamlamasına benzer bir şey bu... Bunu Keskin'in yapıtı boyunca sürekli du- yumsamak olanaklı, nitekim bu bilinçle yakla- şıldığı da ortada zaten. Çünkü "tiyatro, her zaman, özgürlüğünü elde etmek ve tiyatroyu bir özgürlük alanı yapabilmek için savaşmış- tır." (15); "Tiyatronun, bir özgürlük savaşı ol- duğuna kuşku yoktur. Özgürlükler yalnız sa- vaşlarla, devrimlerle ya da ayaklanmalarla ka- zanılmaz. Zihinlerdeki bağımsızlığın, en eski, en önemli savaşçısıdır tiyatro." (17); "Tiyatro, görüşünü söyler, gösterisini tamamlar; de- ğerlendirme seyircinindir." (27) Bu durum, kendisi için var olan tiyatro sa- natının, dış dinamiklerden, toplumsal altüst oluştan, tarihsel zordan etkilense de yalnız kendi özgül gerçekliği yönünde; iç dinamikle- rinin, yasalarının emrettiği doğrultuda ilerle- yeceğini ele veriyor. Bir sanat türünün, kendi- si için zorunlu koşul olarak öngördüğü özgür- lük, başka türlü nasıl yorumlanabilir? Nitekim Roland Barthes'ın tiyatroyu bir "düşünsel de- neyim" olarak nitelendirmesini bu bağlamda almak da oiası. Yine Keskin'e kulak verelim: "Her sanat dalı gibi tiyatro da, sürekli yara- tıcılık gerektirir. Bu yaratıcılık, yalnız oyun ya da oyunculuk değil, tüm tiyatroyu tiyatro ya- pan öğeler için gereklidir. Daha önceki yazar- lar gibi yazmak, daha önceki oyuncular gibi oynamak ya da sahneye koymak, sahne dü- zeni ve dekor tasarlamak, kostümler yapmak, hiçbir sonuca varmaz. Ne tiyatroya ne sanata ne de genel olarak evrensel kültüre katkı sağ- l " ( 1 8 ) KENDİ PROVASINDA YENİDEN DOĞAN TİYATRO... Bunca sözü, yarısı yaz yarısı kışta ya da yarısı sırtüstü yatmada yarısı provada geçe- ceği kestirilebilecek ağustos için söylemiş değilim elbette... Kaldı ki lafım ne tiyatroya ne de provasına... Bunu süreç olarak alırsak, sanatın bu sürece değgin içeriksel-biçimsel devrimine getirmek sözü olabildiğince... Bizde, sanatın sunumu için gerekli, bu yön- de aracılık yapması beklenen ilinek olarak alı- nıyor daha çok prova... Sanatın kendisinde değil, benimsenip pay- laşılmasında, dolaşıma çıkarılmasında hatta tecimselleştirilmesine dönük rağbetinde, tü- ketilirliğinde görülüyor başarı. Sonuçta sana- tın, burada tiyatronun, aslında kendi prova- sında yeniden doğduğu gerçeği göz ardı edi- liyor. Ne var ki Zehra Ipşiroğlu, Almanya'daki de- neyimine de dayanarak, çağımıza değgin çok önemli bir tehlikenin altını çiziyor: "...Sergilenen oyunlarda sürekli olarak gündeme gelen aşırı karamsarlık, her sahne- lemede birbirini izleyen çöküş ve karabasan görüleri, zaman zaman bir tür bıkkınlık duy- gusu uyandırıyor insanda. ...Ben mi artık iyi- ce yaşlandım ve tiyatro izlemekten yoruldum, yoksa tiyatro mu yoruldu sorusunu çok sor- muşumdur kendime. Yetmişli yılların en önemli değerleri olan sorgulayıcı ve eleştirel bakış, düşünsel bir tasarımdan yola çıkan dramaturjik çalışma yerini ya yoğun bir ka- ramsarlığa ya da postmodern bir boş vermiş- liğe bırakıyor çünkü." (8, 9); "...örnekleri bir- leştiren ortak nokta sanatla gerçeğin iç içe girmesi, neyin gerçek neyin sanat olduğunu ayırt edemememiz." (16,17); "Öyleyse tiyat- ronun günümüzdeki işlevini nasıl belirleyece- ğiz? Yaşam yapaylaşarak tiyatroya dönüştü- ğüne göre, tiyatro işlevini yitiriyor mu, yoksa farklı bir düzlemde yaşamını sürdürebilecek mi? Sürdürebilecekse bu nasıl olacak?" (19, 20) Denir ya hani, okur hiçbir şeydir şair, yazar için; bunun gibi tiyatrocu için de seyirci hiçbir şeydir... Seyircisiyle birlikte var olduğu dile getirilen tiyatro sanatı için ne anlama geliyor peki bu? Tiyatrocu için tiyatro sanatı, sahnede seyir- cinin önüne çıkana dek gerçekleştirilen, sür- dürülen kavramsal, eylemsel bütünlüğün kendisidir yalnız. Sahneye çıkan tiyatrocunun sanatı değildir, seyircinin alımladığı bütündür; bu, birebir çakışmak zorunda değildir sanat- la. Hiç çakışmadan seyirci önüne çıkabilir. Çakışsa bile tiyatrocu için oyun, provada bit- Iiyatrod« KÜItürlrrArastmiştir; sanatçı olarak kendisinin oyundan alacağı verimleme hazzı, provalar eğrisi boyunca yaşanmış, sonaermiştir... Bu yüzden denebi- lir ki seyirci için sanat seyrettiğiyle sınırlıdır belki, tiyatrocu içinse provalar boyunca sürdürülen çalışmadır sanat, bunun bütünü- dür, bundan ibarettir. Evet tiyatrocu için ti- yatro sanatı, yalnızca bir prova süremidir bana sorarsanız, o kadar... Sonrasında sergilenen oyun, ti- yatrocu için bunun zanaatıdır olsa olsa... Seyirci bunu bir sanat olarak alımlayabilir, bu kendisinde yaratıcı dönüştürümlere yol açabilir ya da sıradan bir sahne eylemi olarak tüketilebilir, ama artık sanatın kendisinden çok "mış gibi" yapılmış olanı vardır ortada. HER OYUN KENDİ PROVASIYLA... Bütün bunlar, sanatın asıl görünmeyende gizli olduğunu, ancak dökülen emekle, bu emeğin yaslandığı disiplinle örüldüğünü, bun- ların sağlam bir dünya görüşüyle, pay alacağı birikimle, sonuçta henüz zanaat konumuna girmeden önce prova aşamasında temellen- dirileceğini gösteriyor bize. Sözün kısası sanat, herhangi karşılık bek- lenmekşizin yürütülen çalışmayla ortaya çı- kan verimleme biçimi. Bilimde ya da felsefe- de görüldüğünce... Oysa bizlerin beğendiği, alkışladığı, hayranlık duyduğu, beslendiği sa- natın bir biçimde yeniden zanaata dönmüş hali. Sahne de sanatçının sanat eylemine son verip seyircili zanaat eylemine giriştiği yer. Sanatçısı tarafından dolanımı tamamlanıp olgunlaştırılmış böylesi eşiğe vardırılmış bir sanatsal sürecin canlı halde kendisinin değil, bitmişinin, bir biçimde artık yaşamayanın, öl- müş olanın sunumu olarak da alınabilir bu... Ne ki bütün sanatların anası, asıl doğurganı gözüyle bakılabilir tiyatroya. Böyle olunça ti- yatroda prova gerçekliğinin, bütün öteki sa- natlar için de zengin bir çağrışım çoğulluğuy- la ele alınması, örnekçe yapılması kaçınılmaz hale geliyor kanımca. Oysa ortaçağa dönük olarak Keskin, "bu çağda insanlar(ın) henüz kendi iç karışıklıkla- rının ve toplumla olan sorunlarının bilincinde" olmadığını vurgularken, "sanki zaman içinde yaşamayan ve sanki zamanın durmuş olduğu dönem" (22) olarak altını çiziyor bu çağa dö- nük olgunun. Acaba gele gele yeni bir orta- çağın önüne mi çıkıyoruz yoksa? "Sonsöz"ü şöyle noktalıyor yine de Keskin: "(Tiyatro) ölüme karşı savaştır. Ölümün bi- lincinde olarak bir yaşam, barış ve yaratıcılık çağrısıdır. En eski sanat dalıdır; insanoğlu ile beraber doğmuştur, insanoğlu ile beraber ya- şamını sürdürecektir." (152) Bu doğrultuda Zehra Ipşiroğlu'nun önerisi ilginç: "...Bir çöküşü ve bıkkınlığı dile getiren postmodern çağı tüm yorgunluğuyla yaşa- makta olan Batı tiyatrosunun özellikle Türkiye gibi gelişmekte olan ülkelerden yeni kaza- nımlar elde edebileceğine inanıyorum." (20) Karamsarlık, umutsuzluk yok demek ki! Batı için de! Hadi öyleyse, şimdi provaya, sa- natsal üretim sürecine, asıl verimleme alanı- na! Ama unutmadan ekleyeyim; herkes kendi provasına!... önümüzdeki hafta bu eğriye katılan sanat- çıların verimleriyle sürdüreceğim konuyu... • C U M H U R İ Y E T K İ T A P SAYI 1018
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle