04 Mayıs 2024 Cumartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
CMYB C M Y B SAYFA CUMHURİYET 10 AĞUSTOS 2008 PAZAR 10 PAZAR YAZILARI [email protected] ‘Bir geyikle bir sarışının farkı nedir? - Geyiğin kendi, sarışının ise kocasının boynuzları vardır.’ Sarõşõnlar hakkõnda İsveç’teki binlerce fõkradan sadece biri. İsveç’in yurtdõşõnda turistik tanõtõmõnõ yapan “Visit Sweden” adlõ kurum, İngiliz, Alman, Fransõz ve Hollandalõlar arasõnda bir anket yaptõ. Soru basitti. “İsveç deyince aklınıza ne geliyor?” Fransõz erkekleri “İsveç” deyince akõllarõna öncelikle mavi gözlü, sarõşõn güzellerin geldiğini söylediler. “Visit Sweden”õn anket sonuçlarõ birçok gazetede “İsveç’in Dışardaki İmajı Geyikler ve Sarışınlar” ya da benzeri başlõklarla haber oldu. Ankete katõlan Almanlarõn İsveç imajõ Fransõzlardan çok farklõ. Almanlar öncelikle İsveç’in doğasõnõ ve kraliyet ailesini düşünüyorlar. Hollandalõlarõn akõllarõna ise önce barõş ve özgürlük geliyor. Majestelerinin ülkesinden gelen İngilizler için de İsveç, düzen ve temizlik demek. İtalyanlar ile Türkler ankete katõlsaydõ acaba “İsveç deyince aklınıza ne geliyor” sorusunu nasõl yanõtlarlardõ? İtalya’nõn, Fransõz’dan geri kalmasõ beklenemez, hatta “Aklımda İsveçli sarışınlardan başka bir şey yok” dese kimse şaşmazdõ. Türkler mi? Çoğunluk herhalde “Ericsson” derdi. “Visit Sweden”õn böyle bir anket yapmasõ ve kapsamõna dört zengin ülkeyi almasõ boşuna değil. Genel Müdür Thomas Brühl, amaçlarõnõ şöyle açõklõyor: “Çok para harcayan turistlerin kafalarındaki İsveç imajını öğrenip, ona göre tanıtım yapmak ve beklentilere göre hizmet sunmak istiyoruz.” “Visit Sweden”õn anketi ve deneyler paralõ turistlerin yemek kültürüne de önem verdiğini gösteriyor. Örneğin karavanlarõyla İsveç’i boydan boya gezen Almanlar için yol boylarõnda kaliteli servis yapan, seçkin restoran bulmalarõ önemli. “Bu veriler ışığında, Visit Sweden, Otel ve Lokantacılar Birliği, Belediyeler Birliği yöneticileri bir araya gelip stratejiyi belirliyoruz” diyor Thomas Brühl. Avrupa’nõn son doğal parkõ olan Laponlarõn yaşadõğõ ülkenin kuzeyi bu bilgiler õşõğõnda korunuyor. Kuru kuruya korumakla yetinilmeyip egzotik bir atmosfer yaratõlõyor. Ren geyiklerini doğada serbest halde gören turistler, köpeklerin çektiği kõzaklarla Laponlarõn otantik yaşam biçimini sürdürdükleri köylere gidebiliyor, gece dünyaca ünlü Buz Otel’de uyuyabiliyor. Kõsacasõ İsveç’in turizm politikasõ bir mühendis titizliğiyle hesaplanõyor ve ilgili bütün kurumlarca eşgüdümlü olarak uygulamaya sokuluyor. Bütün İsveçliler de bu bilinçle hareket ediyor. Örneğin hangi uluslararasõ organizasyona bakarsanõz bakõn yönetiminde mutlaka bir İsveçli görürsünüz. Bu sayede uluslararasõ kongreler ve benzeri toplantõlar da İsveç’e çekilebiliyor. 2007 yõlõndaki uluslararasõ kongre ve benzeri toplantõlara ev sahipliği sõralamasõnda 467 toplantõyla ABD birinci sõrada. Dokuz milyonluk İsveç ise 137 toplantõyla 16. sõrada. Sahilleri beş yõldõzlõ otellerle dolu, güneş, kum ve deniz ülkesi, dünyanõn en zengin kültürel mirasõna sahip Türkiye ise ilk yirmi ülke arasõnda değil. İstanbul son yõllardaki atõlõmla kentler sõralamasõnda 66 toplantõya ev sahipliği yaparak 20. sõraya yükseldi ama Stockholm 70 toplantõyla 15. sõrada. Turizm geliri mi? Deniz yok, kum yok, güneş yok ama İsveç’in turizm geliri 22 milyar Avro. Her yõlda istikrarlõ bir şekilde artmakta. Nasõl artmasõn ki…Tarõm Bakanõ yemek kültürünün gelişmesi için seferberlik ilan etti. Organik tarõm destekleniyor. Turistlerin en sağlõklõ, en lezzetli yemekleri İsveç restoranlarõnda bulacaklarõ iddia ediliyor. Hedef İsveç’i Avrupa’nõn yemek, moda ve tasarõm merkezi yapmak. Hedef kitleyi belirleyip, gerekeni yaparsa neden olmasõn… OSMAN İKİZ STOCKHOLM Brel’in şarkõsõndaki Brüksel Bazõ şarkõlar kentlerle, kentler de şarkõlarla özdeşleşmiştir. Örneğin Brüksel birçok şarkõya konu olmuştur ama Brüksel denince aklõmõza hemen Jacques Brel ve şarkõsõ Bruxelles geliyor. “C`était au temps où Bruxelles rêvait/C`était au temps du cinéma muet/C`était au temps où Bruxelles chantait/C`était au temps où Bruxelles bruxellait” (Brüksel’in hayal kurduğu zamanlardõ/Sessiz film zamanlarõydõ/Brüksel’in şarkõ söylediği zamanlardõ/Brüksel’in “Brüksel olduğu” zamanlardõ.) Fransõzcada “Bruxellait” diye bir sözcük yok. Kendi kenti Brüksel’i en iyi bu sözcükle ifade edeceğini düşünen Brel, “Brüksel gibi olduğu” anlamõnda Bruxellait sözcüğünü türetmiş. Türklerin yoğun olarak yaşadõğõ Schaerbeek semtinde doğan şarkõcõ, şair, müzisyen, aktör ve yönetmen Brel, Brükselli Türklerin hemşerisi oluyor aslõnda. 1950-1980 yõllarõ arasõnda Brüksel’i kasõp kavuran inşaat çõlgõnlõğõ öncesini anlatõyor şarkõ. Klasik binalarõn modern cam ve beton yõğõnlarõna dönüştüğü yõllarõn öncesini. Brüksel’in hayallerini artõk “modern ve uluslararası olmak” hõrsõna kaptõrdõğõ yõllardan öncesini. Sanki güzelim kentleri müteahhitlik mezarlõklarõna çevirenler, sadece doğanõn değil şarkõlarõn, türkülerin ve insanlõğõn da ruhuna tecavüz ediyorlar gibi geliyor bana! Ben Brel’in şarkõsõndaki Brüksel’i yeğlerdim ama şimdiki Brüksel’den de pek şikâyetci değilim doğrusu. Doğal güzelliklerine modern makyajlar yapõlmõş, kurtlar sofrasõndaki güzel ve çaresiz kent uluslararasõ kurumlara peşkeş çekilmiş olsa bile! Brüksel eski şarkõlarõ söylemiyor, başka telden çalõyor artõk. Brel zamanõnda Des Bouchers Sokağõ’ndaki “La Rose Noire”, Galerie de Princes’deki “Blue Note”, Saint-Esprit Sokağõ’ndaki “Le Coup de Lune” ve Saint-Gery Meydanõ’ndaki “Lion d’Or”da şarkõ söylenirdi. Bu gece kulüplerinin hepsi tarihe gömüldü. Brüksel’in meydanlarõnda Bruxelles şarkõsõnda bahsedilen geniş etekli, elinde şemsiyesi olan bayanlar ve silindir şapkalõ baylar yok, ama yine de Brüksel hâlâ büyüleyici bir şehir. Çok renkli, zarif, gösterişli, büyüleyici, dans eden, özgür ve bağõmsõz... Zaten Brüksel, Brel’in şarkõsõndan esinlenilerek “büyüleyici kent” olarak sunuluyor tanõtõmlarda. Brüksel kõpõr kõpõr, sürekli hareket halinde. Günün her anõnda Brüksel’de bir şey bulmak mümkün; tiyatro, film, müzik, lokantalar... Tabii ekonomi de işliyor. Bürolar, çalõşan insanlar, yayalar, trafik, kent kalabalõğõ ve stres de hayata dahil. “Brüksel’de dünya ile karşılaşırsınız” sloganõ doğru söylüyor aslõnda. Brüksel yüzlerce ayrõ ülke, kültür ve topluluktan insanlarla büyülüyor. Ancak Brouckère Meydanõ’nda Brel’in şarkõsõndaki atlõ tramlarõ görmeniz mümkün değil. Geniş tel çemberli etek giyen ve elinde şemsiyesi olan kadõn da yok. Silindir şapkalõ adama da rastlayamõyoruz. Fransõz şansonlarõnõn kralõ Jacques Brel, kõzarmõş patates, bira, çikolata, wafel, çizgi romanlar ve çok dillilik kadar Belçikalõ. Flamanlarla Valonlarõn birbirinden ayrõlmak için doğru zamanõ kolladõğõ Belçika’nõn, belki de bu günlerde Brel’in zamanõnda söylediklerine kulak vermesi lazõm: “Ben kral olsam, aynı askerlik gibi 6 aylığına tüm Flamanları Valon Bölgesi’ne, tüm Valonları da Flaman Bölgesi’ne gönderirdim. Orada bir aile ile birlikte yaşarken tüm etnik ve dil sorunlarını kolayca çözerler. Çünkü herkesin dişi aynı şekilde ağrıyor, herkes annesini seviyor, herkes ıspanak seviyor ya da nefret ediyor. İşte bunlar gerçekten önemli olan şeyler.” Flamanlarla Valonlardan biri diğerini terk ederse söyleyecekleri şarkõ da hazõr. Hem de Brel’den: “ne me quitte pas” (Beni Terk Etme!) “Brüksel’in “Brüksel olduğu” zamanlardı/Brüksel’in şarkı söylediği zamanlardı”... Brel’in şarkõ söylediği zamanlardõ. Brüksel’de izini sürmeyi planladõğõm Jacques Brel ve şarkõsõ Bruxelles hâlâ anõmsanõyor ve Brel’in ölümünden 30 yõl sonra bile hâlâ söyleniyor. Şarkõnõn olağanüstü gücünün kanõtõ ise Brüksel’in adõnõ Belçika sõnõrlarõ dõşõna, okyanuslar ötesine taşõmasõ. [email protected] ERDİNÇ UTKU BRÜKSEL Tembellik hakkõ... Patrik ziyaretinin ardõndan Fener Patriği’nin Kiev ziyaretinin Ortodoks dünyasõnõ böleceği söyleniyordu. Ortodokslar bölünmedi. Fakat Ortodokslarõn arasõndaki ayrõlõklar da bu ziyaretle su yüzüne çõktõ. Hatõrlayacağõmõz üzere, Fener Patriği, Doğu Slavlarõnõn Hõristiyanlõğõ kabulünün 1020. yõldönümü kutlamalarõ çerçevesinde Kiev’e gelecek olmasõ, buralarda epey gerilime neden olmuş, din adamlarõ arasõndaki tartõşmalara devlet adamlarõ da karõşmõşlardõ. Fener Patrikhanesi’nin rakibi olan Moskova Patrikhanesi, Fener Patriği’ni Ukrayna’ya kendisinin değil de Ukrayna Devlet Başkanõ’nõn davet etmesine ve burada devlet protokolü ile karşõlanmasõna tepki gösterdi. Sonuçta burasõ Moskova’nõn ruhani alanõ içinde sayõlõyordu ve onlara göre bir ruhani bölgeye böyle bir daveti ancak kendileri yapabilirlerdi. Diğer yandan Ukrayna Devlet Başkanõ Viktor Yuşçenko, ABD Başkanõ George Bush’u karşõladõğõ zaman bile yapmadõğõ bir şeyi yaparak, Fener Patriği’ni havaalanõnda uçağõn yanõna giderek karşõladõ. Bütün şehir, Yuşçenko ile Fener Patriği’nin yan yana fotoğraflarõnõn bulunduğu afişlerle kaplõydõ. Böyle bir hüsnü kabulün karşõlõğõnda Yuşçenko’nun Fener Patriği’nden istediği bir tek şey vardõ: Ukrayna’da Moskova Patrikhanesi’nden ayrõlõp bağõmsõzlõğõnõ ilan eden (ve bu yüzden papazlarõ Moskova Kilisesi tarafõndan aforoz edilen) kiliselerin Fener Patrikhanesi tarafõndan tanõnmasõ ve Fener’in bunlarõ kendi vesayeti altõna almasõ. (Yuşçenko, gazetelere yaptõğõ açõklamada, Fener Patriği’nin Ukrayna’yõ kendi vesayeti altõna almasõnõn Ukrayna’yõ Batõ’ya dini yoldan entegre edeceğini söylemiş, Devlet Başkanõ’na yakõn çevreler de, “Avrupai Ortodoksluk” diye bir kavram icat etmişlerdi.) Fakat, Fener Patriği, söylediği bütün güzel sözlere rağmen, bu konuda somut bir tek kelime etmeden ziyaretini tamamlayõp İstanbul’a döndü. Ukrayna’nõn bu milliyetçi kiliselerinin liderleri ile sürekli görüşen Fener Patriği, neden bunlarõ resmen tanõmadõ? Bu konuda söylenen, Fener Patriği’nin, riskin “r”sini gördüğü işlere girişmek istememesi. Zira Ukrayna gibi bir yerde Rus kilisesini karşõsõna alacak bir hamle yapabilmesi için, burada devletin de, toplumun da önemli ölçüde kendisini desteklemesi gerekiyordu. Oysa, bundan dört yõl önce turuncu devrimin lideri olarak yerlere göklere sõğdõralamayan Devlet Başkanõ Yuşçenko’nun kamuoyu desteği, bugün yüzde 7’lerde seyrediyor. Yuşçenko’nun turuncu devrimdeki ortağõ, şimdi ise baş siyasi rakibi olan (bizim örgülü saçlõ bayan olarak tanõdõğõmõz) Yulya Timoşenko ise bütün bu tartõşmalar sõrasõnda hiç ortalõkta görünmediği gibi, ayinlere de katõlmadõ. Timoşenko’nun son dönemlerde Rusya ile yakõnlaşmasõ, Rusya’nõn da Timoşenko gibi gelecek vaateden ve her ne kadar Batõcõ görünse de gayet pragmatik davranan bir politikacõnõn şahsõnda Ukrayna’da kendisine iyi bir muhatap bulduğuna inanmasõ, kiliseler çatõşmasõ sorununda da yansõmalarõnõ buluyor. Daha önceden Timoşenko hakkõnda kullanmadõklarõ nitelendirme hemen hemen kalmayan Rus medyasõ da, bu örgülü saçlõ bayana artõk sempatiyle yaklaşõyor. Turuncu devrimi yapan grup içinde Yuşçenko tarafõndan temsil edilen Rusya karşõtõ ve Ukrayna milliyetçisi kesimin giderek marjinalleştiğini gören Fener Patriği de, konuyu şimdilik zorlamamayõ seçti. Fakat, bazõ Rusya karşõtlarõ da, gelişmeleri zafer olarak görüyorlar. Fener Patriği’nin Moskova Patriği’nin bütün itirazlarõna rağmen buraya gelmiş olmasõ, onlara göre, Rus kilisesinin güçten düştüğünü gösteriyor. Bu kesimler, sonucun hemen olmasa da, yakõn bir gelecek içinde kendi lehlerine sonuçlanabileceğini düşünüyorlar. Fakat kiliseler sorununda her zaman son sözü, siyaset söyleyecek. O nedenle içeride ve dõşarõda hemen herkesin gözü, önümüzdeki yõlõn devlet başkanlõğõ seçimlerinde. İngiliz filozof Bertrand Russell, “Aylaklığa Övgü” kitabõnõn başõnda bir öykü anlatõr: “Napoli’de dolaşan bir gezgin yattıkları yerde güneşlenen on iki dilenci görür ve bunlara, en tembel olduğunu kanıtlayana bir lira vereceğini söyler. Dilencilerden on bir tanesi yerlerinden fırlayıp liranın kendi hakları olduğunu ileri sürerler, bunun üzerine gezgin de parayı yerinden kıpırdamayan on ikinciye verir.” 1932’de yazdõğõ bu denemesinde Russell, özetle “dünyada gerektiğinden çok çalışıldığını, çalışmanın erdem olduğu inancının büyük zararlar doğurduğu” ve “mutluluğa ve refaha giden yolun çalışmanın örgütlü bir düzen içinde azaltılmasından geçtiği” görüşünü işler. Bu tür bir çalõşma düzeninin işsiz kesimleri de üretime dahil ederek aç kalmaktan alõkoyacağõ ve üretimin bilimsel bir biçimde düzenlenmesi sonucu toplumsal refaha ulaşõlacağõnõ savunur. Bu sistemin önündeki engel ise çalõşmanõn bir görev olarak görülmesi ve “insanın ürettiği oranda değil ölçüsü çalışkanlık olan erdemi oranında ücret alması” gerektiği görüşüdür. Russell bu düzeni “köle devleti” ahlakõ olarak görür. Ona göre uygarlõğa ulaşmak için boş vakit şarttõr ve bundan geçmişte olduğu gibi toprak mülkiyetini elinde bulunduran ve başkalarõnõn emeğiyle aylaklõk imtiyazõnõ yaşayan seçkin kesim anlaşõlmamalõdõr. Russell çağdaş üretim sisteminde insanlarõn bir bölümünün çok fazla çalõştõğõ, diğer bölümünün ise sefalete sürüklenecek kadar aylak olduğu tezini öne sürer. Çalõşmanõn çarpõk düzeninden ötürü savaşlarõn çõkarõldõğõnõ vurgulayan Russell şöyle der: “Üretim hiçbir şekilde merkezden yönetilmediği için sürüyle gereksiz şey üretiriz. Nüfusun bir bölümünü gerektiğinden çok çalıştırmak suretiyle geri kalanların emeğinden vazgeçebildiğimiz için çalışan nüfusun büyük yüzdesini aylak bırakırız. Bu yöntemler yetersiz kalınca da savaş çıkarırız, havai fişekleri ömründe ilk kez görmüş çocuklar gibi bir kısım insanlara yüksek güçte patlayıcı maddeler yaptırır, bir kısmına da bunları patlattırırız.” Ekonomik adalete ulaşmak için üretimin merkezden yönetilmesi ve sonuçta zorunlu ihtiyaç maddeleri ve temel rahatlõklar herkes için sağlanmalõdõr. Çalõşmanõn günde dört saate indirilmesi gerektiğini savunan Russell, geriye kalan zamanõ insanlarõn edilgen değil etkin bir biçimde değerlendirmesinin önemine değinir. Kent insanõ bütün enerjisini çalõşmaya harcadõğõndan boş zamanlarõnõ televizyon, sinema, radyo gibi edilgen ve yavan zevklere adar. Oysa daha fazla boş zaman, insanlarõ bizzat kendilerinin etkin rol oynadõğõ faaliyetlere itebilir. Burada sözü bir kez daha Russell’a bõrakmalõ: “Hepsinden önemlisi, sinir bozukluğu yerine yorgunluk, bıkkınlık, hazımsızlık yerine mutluluk olacak, yaşama sevinci bulunacaktır. Zorunlu çalışma, boş zamanları zevkli kılmaya yetecek kadar olacak ama bitkinlik yaratacak kadar da olmayacaktır... Sıradan erkeklerle kadınlar, mutlu yaşama fırsatı elde edeceklerinden daha sevgi dolu olacaklar, kendi görüşlerine uymayanlara daha hoşgörüyle bakacaklardır. Kısmen bu nedenle kısmen de savaş uzun ve zorlu çalışmaları gerektireceğinden savaş isteği ortadan kalkacaktır... Modern üretim yöntemleri hepimize rahat etme ve kendimizi güvenlik içinde duyma olanağı verdiği halde, bizler bunun yerine bazı insanların aşırı derecede çalışması, bazılarının da açlıktan kıvranması yöntemini seçmişiz... Yaptığımız budalalıktı ama sonuna kadar budalalıkta diretme için hiçbir neden yok ortada.” ELÇİN POYRAZLAR WASHINGTON İsveç, geyikler ve sarõşõnlar DENİZ BERKTAY KİEV Bush voleybol sahasında 2008 Yaz Olimpiyatları çer- çevesinde Çin’de bulunan Amerikan bayan plaj voleybol ta- kımının antrenmanını ziyaret eden ABD Başkanı George Bush, oyuncularla yakından ilgilendi. Çin’in başkenti Pekin’deki olim- piyat oyunlarının açılış töreninin ardından sporcularla bir araya gelen Bush, antrenman yapan voleybolcular Misty May Trea- nor, Kerri Walsh ve takı- mın çalıştırıcısı Ernest Ferrel ile birlikte poz verdi. (Fotoğraf: AP)
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle