Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
- 2024
- 2023
- 2022
- 2021
- 2020
- 2019
- 2018
- 2017
- 2016
- 2015
- 2014
- 2013
- 2012
- 2011
- 2010
- 2009
- 2008
- 2007
- 2006
- 2005
- 2004
- 2003
- 2002
- 2001
- 2000
- 1999
- 1998
- 1997
- 1996
- 1995
- 1994
- 1993
- 1992
- 1991
- 1990
- 1989
- 1988
- 1987
- 1986
- 1985
- 1984
- 1983
- 1982
- 1981
- 1980
- 1979
- 1978
- 1977
- 1976
- 1975
- 1974
- 1973
- 1972
- 1971
- 1970
- 1969
- 1968
- 1967
- 1966
- 1965
- 1964
- 1963
- 1962
- 1961
- 1960
- 1959
- 1958
- 1957
- 1956
- 1955
- 1954
- 1953
- 1952
- 1951
- 1950
- 1949
- 1948
- 1947
- 1946
- 1945
- 1944
- 1943
- 1942
- 1941
- 1940
- 1939
- 1938
- 1937
- 1936
- 1935
- 1934
- 1933
- 1932
- 1931
- 1930
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
CMYB
C M Y B
SAYFA CUMHURİYET 10 AĞUSTOS 2008 PAZAR
10 PAZAR YAZILARI [email protected]
‘Bir geyikle bir sarışının farkı
nedir? - Geyiğin kendi,
sarışının ise kocasının boynuzları
vardır.’
Sarõşõnlar hakkõnda İsveç’teki
binlerce fõkradan sadece biri.
İsveç’in yurtdõşõnda turistik
tanõtõmõnõ yapan “Visit Sweden”
adlõ kurum, İngiliz, Alman, Fransõz
ve Hollandalõlar arasõnda bir anket
yaptõ. Soru basitti. “İsveç deyince
aklınıza ne geliyor?” Fransõz
erkekleri “İsveç” deyince akõllarõna
öncelikle mavi gözlü, sarõşõn
güzellerin geldiğini söylediler.
“Visit Sweden”õn anket sonuçlarõ
birçok gazetede “İsveç’in Dışardaki
İmajı Geyikler ve Sarışınlar” ya da
benzeri başlõklarla haber oldu.
Ankete katõlan Almanlarõn İsveç
imajõ Fransõzlardan çok farklõ.
Almanlar öncelikle İsveç’in doğasõnõ
ve kraliyet ailesini düşünüyorlar.
Hollandalõlarõn akõllarõna ise önce
barõş ve özgürlük geliyor.
Majestelerinin ülkesinden gelen
İngilizler için de İsveç, düzen ve
temizlik demek. İtalyanlar ile
Türkler ankete katõlsaydõ acaba
“İsveç deyince aklınıza ne geliyor”
sorusunu nasõl yanõtlarlardõ?
İtalya’nõn, Fransõz’dan geri kalmasõ
beklenemez, hatta “Aklımda İsveçli
sarışınlardan başka bir şey yok”
dese kimse şaşmazdõ. Türkler mi?
Çoğunluk herhalde “Ericsson”
derdi. “Visit Sweden”õn böyle bir
anket yapmasõ ve kapsamõna dört
zengin ülkeyi almasõ boşuna değil.
Genel Müdür Thomas Brühl,
amaçlarõnõ şöyle açõklõyor: “Çok
para harcayan turistlerin
kafalarındaki İsveç imajını
öğrenip, ona göre tanıtım yapmak
ve beklentilere göre hizmet
sunmak istiyoruz.”
“Visit Sweden”õn anketi ve deneyler
paralõ turistlerin yemek kültürüne de
önem verdiğini gösteriyor. Örneğin
karavanlarõyla İsveç’i boydan boya
gezen Almanlar için yol boylarõnda
kaliteli servis yapan, seçkin restoran
bulmalarõ önemli. “Bu veriler
ışığında, Visit
Sweden, Otel
ve
Lokantacılar
Birliği,
Belediyeler
Birliği
yöneticileri bir
araya gelip
stratejiyi
belirliyoruz” diyor Thomas Brühl.
Avrupa’nõn son doğal parkõ olan
Laponlarõn yaşadõğõ ülkenin kuzeyi
bu bilgiler õşõğõnda korunuyor. Kuru
kuruya korumakla yetinilmeyip
egzotik bir atmosfer yaratõlõyor. Ren
geyiklerini doğada serbest halde
gören turistler, köpeklerin çektiği
kõzaklarla Laponlarõn otantik yaşam
biçimini sürdürdükleri köylere
gidebiliyor, gece dünyaca ünlü Buz
Otel’de uyuyabiliyor. Kõsacasõ
İsveç’in turizm politikasõ bir
mühendis titizliğiyle hesaplanõyor ve
ilgili bütün kurumlarca eşgüdümlü
olarak uygulamaya sokuluyor.
Bütün İsveçliler de bu bilinçle
hareket ediyor. Örneğin hangi
uluslararasõ organizasyona
bakarsanõz bakõn yönetiminde
mutlaka bir İsveçli görürsünüz. Bu
sayede uluslararasõ kongreler ve
benzeri toplantõlar da İsveç’e
çekilebiliyor. 2007 yõlõndaki
uluslararasõ kongre ve benzeri
toplantõlara ev sahipliği sõralamasõnda
467 toplantõyla ABD birinci sõrada.
Dokuz milyonluk İsveç ise 137
toplantõyla 16. sõrada. Sahilleri beş
yõldõzlõ otellerle dolu, güneş, kum ve
deniz ülkesi, dünyanõn en zengin
kültürel mirasõna sahip Türkiye ise
ilk yirmi ülke arasõnda değil.
İstanbul son yõllardaki atõlõmla
kentler sõralamasõnda 66 toplantõya ev
sahipliği yaparak 20. sõraya yükseldi
ama Stockholm 70 toplantõyla 15.
sõrada. Turizm geliri mi? Deniz yok,
kum yok, güneş yok ama İsveç’in
turizm geliri 22 milyar Avro. Her
yõlda istikrarlõ bir şekilde artmakta.
Nasõl artmasõn ki…Tarõm Bakanõ
yemek kültürünün gelişmesi için
seferberlik ilan etti. Organik tarõm
destekleniyor. Turistlerin en sağlõklõ,
en lezzetli yemekleri İsveç
restoranlarõnda bulacaklarõ iddia
ediliyor. Hedef İsveç’i Avrupa’nõn
yemek, moda ve tasarõm merkezi
yapmak. Hedef kitleyi belirleyip,
gerekeni yaparsa neden olmasõn…
OSMAN İKİZ
STOCKHOLM
Brel’in şarkõsõndaki Brüksel
Bazõ şarkõlar kentlerle, kentler de
şarkõlarla özdeşleşmiştir. Örneğin
Brüksel birçok şarkõya konu olmuştur ama
Brüksel denince aklõmõza hemen Jacques
Brel ve şarkõsõ Bruxelles geliyor. “C`était
au temps où Bruxelles rêvait/C`était au
temps du cinéma muet/C`était au temps
où Bruxelles chantait/C`était au temps où
Bruxelles bruxellait” (Brüksel’in hayal
kurduğu zamanlardõ/Sessiz film
zamanlarõydõ/Brüksel’in şarkõ söylediği
zamanlardõ/Brüksel’in “Brüksel olduğu”
zamanlardõ.) Fransõzcada “Bruxellait” diye
bir sözcük yok.
Kendi kenti Brüksel’i en iyi bu sözcükle
ifade edeceğini düşünen Brel, “Brüksel
gibi olduğu” anlamõnda Bruxellait
sözcüğünü türetmiş.
Türklerin yoğun olarak yaşadõğõ Schaerbeek
semtinde doğan şarkõcõ, şair, müzisyen,
aktör ve yönetmen Brel, Brükselli Türklerin
hemşerisi oluyor aslõnda.
1950-1980 yõllarõ arasõnda Brüksel’i kasõp
kavuran inşaat çõlgõnlõğõ öncesini anlatõyor
şarkõ. Klasik binalarõn modern cam ve beton
yõğõnlarõna dönüştüğü yõllarõn öncesini.
Brüksel’in hayallerini artõk “modern ve
uluslararası olmak” hõrsõna kaptõrdõğõ
yõllardan öncesini. Sanki güzelim kentleri
müteahhitlik mezarlõklarõna çevirenler,
sadece doğanõn değil şarkõlarõn, türkülerin
ve insanlõğõn da ruhuna tecavüz ediyorlar
gibi geliyor bana! Ben Brel’in şarkõsõndaki
Brüksel’i yeğlerdim ama şimdiki
Brüksel’den de pek şikâyetci değilim
doğrusu. Doğal güzelliklerine
modern makyajlar yapõlmõş,
kurtlar sofrasõndaki güzel ve
çaresiz kent uluslararasõ
kurumlara peşkeş çekilmiş olsa
bile! Brüksel eski şarkõlarõ
söylemiyor, başka telden çalõyor
artõk. Brel zamanõnda Des
Bouchers Sokağõ’ndaki “La Rose
Noire”, Galerie de Princes’deki
“Blue Note”, Saint-Esprit Sokağõ’ndaki
“Le Coup de Lune” ve Saint-Gery
Meydanõ’ndaki “Lion d’Or”da şarkõ
söylenirdi. Bu gece kulüplerinin hepsi tarihe
gömüldü. Brüksel’in meydanlarõnda
Bruxelles şarkõsõnda bahsedilen geniş etekli,
elinde şemsiyesi olan bayanlar ve silindir
şapkalõ baylar yok, ama yine de Brüksel
hâlâ büyüleyici bir şehir. Çok renkli, zarif,
gösterişli, büyüleyici, dans eden, özgür ve
bağõmsõz... Zaten Brüksel, Brel’in
şarkõsõndan esinlenilerek “büyüleyici kent”
olarak sunuluyor tanõtõmlarda.
Brüksel kõpõr kõpõr, sürekli hareket halinde.
Günün her anõnda Brüksel’de bir şey
bulmak mümkün; tiyatro, film, müzik,
lokantalar... Tabii ekonomi de işliyor.
Bürolar, çalõşan insanlar,
yayalar, trafik, kent kalabalõğõ ve
stres de hayata dahil.
“Brüksel’de dünya ile
karşılaşırsınız” sloganõ doğru
söylüyor aslõnda. Brüksel
yüzlerce ayrõ ülke, kültür ve
topluluktan insanlarla büyülüyor.
Ancak Brouckère Meydanõ’nda
Brel’in şarkõsõndaki atlõ tramlarõ
görmeniz mümkün değil. Geniş tel çemberli
etek giyen ve elinde şemsiyesi olan kadõn da
yok. Silindir şapkalõ adama da
rastlayamõyoruz. Fransõz şansonlarõnõn kralõ
Jacques Brel, kõzarmõş patates, bira,
çikolata, wafel, çizgi romanlar ve çok
dillilik kadar Belçikalõ. Flamanlarla
Valonlarõn birbirinden ayrõlmak için doğru
zamanõ kolladõğõ Belçika’nõn, belki de bu
günlerde Brel’in zamanõnda söylediklerine
kulak vermesi lazõm: “Ben kral olsam,
aynı askerlik gibi 6 aylığına tüm
Flamanları Valon Bölgesi’ne, tüm
Valonları da Flaman Bölgesi’ne
gönderirdim. Orada bir aile ile birlikte
yaşarken tüm etnik ve dil sorunlarını
kolayca çözerler. Çünkü herkesin dişi
aynı şekilde ağrıyor, herkes annesini
seviyor, herkes ıspanak seviyor ya da
nefret ediyor. İşte bunlar gerçekten
önemli olan şeyler.”
Flamanlarla Valonlardan biri diğerini terk
ederse söyleyecekleri şarkõ da hazõr. Hem
de Brel’den: “ne me quitte pas” (Beni
Terk Etme!) “Brüksel’in “Brüksel olduğu”
zamanlardı/Brüksel’in şarkı söylediği
zamanlardı”... Brel’in şarkõ söylediği
zamanlardõ.
Brüksel’de izini sürmeyi planladõğõm
Jacques Brel ve şarkõsõ Bruxelles hâlâ
anõmsanõyor ve Brel’in ölümünden 30 yõl
sonra bile hâlâ söyleniyor. Şarkõnõn
olağanüstü gücünün kanõtõ ise Brüksel’in
adõnõ Belçika sõnõrlarõ dõşõna, okyanuslar
ötesine taşõmasõ.
[email protected]
ERDİNÇ UTKU
BRÜKSEL
Tembellik
hakkõ...
Patrik ziyaretinin ardõndan
Fener Patriği’nin Kiev ziyaretinin
Ortodoks dünyasõnõ böleceği
söyleniyordu. Ortodokslar
bölünmedi. Fakat Ortodokslarõn
arasõndaki ayrõlõklar da bu ziyaretle
su yüzüne çõktõ. Hatõrlayacağõmõz
üzere, Fener Patriği, Doğu
Slavlarõnõn Hõristiyanlõğõ kabulünün
1020. yõldönümü kutlamalarõ
çerçevesinde Kiev’e gelecek olmasõ,
buralarda epey gerilime neden
olmuş, din adamlarõ arasõndaki
tartõşmalara devlet adamlarõ da
karõşmõşlardõ. Fener Patrikhanesi’nin
rakibi olan Moskova Patrikhanesi,
Fener Patriği’ni Ukrayna’ya
kendisinin değil de Ukrayna
Devlet Başkanõ’nõn davet
etmesine ve burada devlet
protokolü ile karşõlanmasõna tepki
gösterdi. Sonuçta burasõ
Moskova’nõn ruhani alanõ içinde
sayõlõyordu ve onlara göre bir
ruhani bölgeye böyle bir daveti
ancak kendileri yapabilirlerdi.
Diğer yandan Ukrayna Devlet
Başkanõ Viktor Yuşçenko, ABD
Başkanõ George Bush’u karşõladõğõ
zaman bile yapmadõğõ bir şeyi
yaparak, Fener Patriği’ni
havaalanõnda uçağõn yanõna giderek
karşõladõ. Bütün şehir, Yuşçenko ile
Fener Patriği’nin yan yana
fotoğraflarõnõn bulunduğu afişlerle
kaplõydõ. Böyle bir hüsnü kabulün
karşõlõğõnda Yuşçenko’nun Fener
Patriği’nden istediği bir tek şey
vardõ: Ukrayna’da Moskova
Patrikhanesi’nden ayrõlõp
bağõmsõzlõğõnõ ilan eden (ve bu
yüzden papazlarõ Moskova Kilisesi
tarafõndan aforoz edilen) kiliselerin
Fener Patrikhanesi tarafõndan
tanõnmasõ ve Fener’in bunlarõ kendi
vesayeti altõna almasõ. (Yuşçenko,
gazetelere yaptõğõ açõklamada, Fener
Patriği’nin Ukrayna’yõ kendi
vesayeti altõna almasõnõn Ukrayna’yõ
Batõ’ya dini yoldan entegre
edeceğini söylemiş, Devlet
Başkanõ’na yakõn çevreler de,
“Avrupai Ortodoksluk” diye bir
kavram icat etmişlerdi.) Fakat, Fener
Patriği, söylediği bütün güzel
sözlere rağmen, bu
konuda somut bir
tek kelime
etmeden ziyaretini
tamamlayõp
İstanbul’a döndü.
Ukrayna’nõn bu
milliyetçi
kiliselerinin
liderleri ile sürekli
görüşen Fener
Patriği, neden bunlarõ resmen
tanõmadõ? Bu konuda söylenen,
Fener Patriği’nin, riskin “r”sini
gördüğü işlere girişmek istememesi.
Zira Ukrayna gibi bir yerde Rus
kilisesini karşõsõna alacak bir hamle
yapabilmesi için, burada devletin de,
toplumun da önemli ölçüde
kendisini desteklemesi gerekiyordu.
Oysa, bundan dört yõl önce turuncu
devrimin lideri olarak yerlere
göklere sõğdõralamayan Devlet
Başkanõ Yuşçenko’nun kamuoyu
desteği, bugün yüzde 7’lerde
seyrediyor. Yuşçenko’nun turuncu
devrimdeki ortağõ, şimdi ise baş
siyasi rakibi olan (bizim örgülü saçlõ
bayan olarak tanõdõğõmõz) Yulya
Timoşenko ise bütün bu tartõşmalar
sõrasõnda hiç ortalõkta görünmediği
gibi, ayinlere de katõlmadõ.
Timoşenko’nun son dönemlerde
Rusya ile yakõnlaşmasõ, Rusya’nõn
da Timoşenko gibi gelecek vaateden
ve her ne kadar Batõcõ görünse de
gayet pragmatik davranan bir
politikacõnõn şahsõnda Ukrayna’da
kendisine iyi bir muhatap bulduğuna
inanmasõ, kiliseler çatõşmasõ
sorununda da yansõmalarõnõ buluyor.
Daha önceden Timoşenko hakkõnda
kullanmadõklarõ nitelendirme hemen
hemen kalmayan Rus medyasõ da, bu
örgülü saçlõ bayana artõk sempatiyle
yaklaşõyor. Turuncu devrimi yapan
grup içinde Yuşçenko tarafõndan
temsil edilen Rusya karşõtõ ve
Ukrayna milliyetçisi kesimin giderek
marjinalleştiğini gören Fener Patriği
de, konuyu şimdilik zorlamamayõ
seçti. Fakat, bazõ Rusya karşõtlarõ da,
gelişmeleri zafer olarak görüyorlar.
Fener Patriği’nin Moskova Patriği’nin
bütün itirazlarõna rağmen buraya
gelmiş olmasõ, onlara göre, Rus
kilisesinin güçten düştüğünü
gösteriyor. Bu kesimler, sonucun
hemen olmasa da, yakõn bir gelecek
içinde kendi lehlerine
sonuçlanabileceğini düşünüyorlar.
Fakat kiliseler sorununda her zaman
son sözü, siyaset söyleyecek. O
nedenle içeride ve dõşarõda hemen
herkesin gözü, önümüzdeki yõlõn
devlet başkanlõğõ seçimlerinde.
İngiliz filozof Bertrand
Russell, “Aylaklığa
Övgü” kitabõnõn başõnda
bir öykü anlatõr:
“Napoli’de dolaşan bir
gezgin yattıkları yerde
güneşlenen on iki dilenci
görür ve bunlara, en
tembel olduğunu
kanıtlayana bir lira
vereceğini söyler.
Dilencilerden on bir
tanesi yerlerinden
fırlayıp liranın kendi
hakları olduğunu ileri
sürerler, bunun üzerine
gezgin de parayı
yerinden kıpırdamayan
on ikinciye verir.”
1932’de yazdõğõ bu
denemesinde Russell,
özetle “dünyada
gerektiğinden çok
çalışıldığını, çalışmanın
erdem olduğu inancının
büyük zararlar
doğurduğu” ve
“mutluluğa ve refaha
giden yolun çalışmanın
örgütlü bir düzen içinde
azaltılmasından geçtiği”
görüşünü işler. Bu tür bir
çalõşma düzeninin işsiz
kesimleri de üretime dahil
ederek aç
kalmaktan
alõkoyacağõ ve
üretimin bilimsel
bir biçimde
düzenlenmesi
sonucu toplumsal
refaha
ulaşõlacağõnõ
savunur. Bu
sistemin önündeki engel
ise çalõşmanõn bir görev
olarak görülmesi ve
“insanın ürettiği oranda
değil ölçüsü çalışkanlık
olan erdemi oranında
ücret alması” gerektiği
görüşüdür. Russell bu
düzeni “köle devleti”
ahlakõ olarak görür. Ona
göre uygarlõğa ulaşmak
için boş vakit şarttõr ve
bundan geçmişte olduğu
gibi toprak mülkiyetini
elinde bulunduran ve
başkalarõnõn emeğiyle
aylaklõk imtiyazõnõ
yaşayan seçkin kesim
anlaşõlmamalõdõr. Russell
çağdaş üretim sisteminde
insanlarõn bir bölümünün
çok fazla çalõştõğõ, diğer
bölümünün ise sefalete
sürüklenecek kadar aylak
olduğu tezini öne sürer.
Çalõşmanõn çarpõk
düzeninden ötürü
savaşlarõn çõkarõldõğõnõ
vurgulayan Russell şöyle
der: “Üretim hiçbir
şekilde merkezden
yönetilmediği için
sürüyle gereksiz şey
üretiriz. Nüfusun bir
bölümünü gerektiğinden
çok çalıştırmak suretiyle
geri kalanların
emeğinden
vazgeçebildiğimiz için
çalışan nüfusun büyük
yüzdesini aylak bırakırız.
Bu yöntemler yetersiz
kalınca da savaş
çıkarırız, havai fişekleri
ömründe ilk kez görmüş
çocuklar gibi bir kısım
insanlara yüksek güçte
patlayıcı maddeler
yaptırır, bir kısmına da
bunları patlattırırız.”
Ekonomik adalete ulaşmak
için üretimin merkezden
yönetilmesi ve sonuçta
zorunlu ihtiyaç maddeleri
ve temel rahatlõklar herkes
için sağlanmalõdõr.
Çalõşmanõn günde dört
saate indirilmesi
gerektiğini savunan
Russell, geriye kalan
zamanõ insanlarõn edilgen
değil etkin bir biçimde
değerlendirmesinin
önemine değinir. Kent
insanõ bütün enerjisini
çalõşmaya harcadõğõndan
boş zamanlarõnõ
televizyon, sinema, radyo
gibi edilgen ve yavan
zevklere adar. Oysa daha
fazla boş zaman, insanlarõ
bizzat kendilerinin etkin
rol oynadõğõ faaliyetlere
itebilir.
Burada sözü
bir kez daha
Russell’a
bõrakmalõ:
“Hepsinden
önemlisi,
sinir
bozukluğu
yerine
yorgunluk, bıkkınlık,
hazımsızlık yerine
mutluluk olacak, yaşama
sevinci bulunacaktır.
Zorunlu çalışma, boş
zamanları zevkli kılmaya
yetecek kadar olacak
ama bitkinlik yaratacak
kadar da olmayacaktır...
Sıradan erkeklerle
kadınlar, mutlu yaşama
fırsatı elde
edeceklerinden daha
sevgi dolu olacaklar,
kendi görüşlerine
uymayanlara daha
hoşgörüyle
bakacaklardır. Kısmen
bu nedenle kısmen de
savaş uzun ve zorlu
çalışmaları
gerektireceğinden savaş
isteği ortadan
kalkacaktır...
Modern üretim
yöntemleri hepimize
rahat etme ve kendimizi
güvenlik içinde duyma
olanağı verdiği halde,
bizler bunun yerine
bazı insanların aşırı
derecede çalışması,
bazılarının da açlıktan
kıvranması yöntemini
seçmişiz... Yaptığımız
budalalıktı ama sonuna
kadar budalalıkta
diretme için hiçbir neden
yok ortada.”
ELÇİN
POYRAZLAR
WASHINGTON
İsveç,
geyikler ve
sarõşõnlar
DENİZ BERKTAY
KİEV
Bush
voleybol
sahasında
2008 Yaz Olimpiyatları çer-
çevesinde Çin’de bulunan
Amerikan bayan plaj voleybol ta-
kımının antrenmanını ziyaret
eden ABD Başkanı George Bush,
oyuncularla yakından ilgilendi.
Çin’in başkenti Pekin’deki olim-
piyat oyunlarının açılış töreninin
ardından sporcularla bir araya
gelen Bush, antrenman yapan
voleybolcular Misty May Trea-
nor, Kerri Walsh ve takı-
mın çalıştırıcısı Ernest
Ferrel ile birlikte poz
verdi. (Fotoğraf: AP)