05 Mayıs 2024 Pazar English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
SAYFA CUMHURİYET 4 MART 2008 SALI 2 OLAYLAR VE GÖRÜŞLER EVET / HAYIR OKTAY AKBAL Türban Yasağı Kaldırıldı mı? Anayasaya uygunluk denetimi yapma yetkisi ve kararlarının bağlayıcılığı nedeniyle anayasayı resmen yorumlamaya yetkili tek organ olan Anayasa Mahkemesi’nin verdiği kararların gerekçeleri de, yeni düzenleme yapılırken uyulması zorunlu olduğu için, bağlayıcıdır. Dolayısıyla, Anayasa Mahkemesi denetiminden geçmiş bir yasa kuralının, Anayasa Mahkemesi kararıyla birlikte okunması ve böylece anlamlandırıp uygulanması zorunludur. YÖK Üyesi slında başlığın, “Anayasa değişikliği, yasal düzenleme yapılmadan, yükseköğretim kurumlarında türban yasağını kaldırmaya yeterli mi?” biçiminde olması konuyu daha anlamlı kılacaktır. Bu soruya yanıt verilebilmesi için, anayasanın 42. maddesinde yapılan değişiklikle Yükseköğretim Yasası’nın ek l7. maddesinin irdelenmesi gerekmektedir. Anayasanın 42. maddesine eklenen fıkrada, “Kanunda açıkça yazılı olmayan herhangi bir sebeple kimse yükseköğrenim hakkını kullanmaktan mahrum edilemez. Bu hakkın kullanımının sınırları kanunla belirlenir” düzenlemesine yer verilmiştir. Görüldüğü gibi fıkra, genelde yükseköğretim kurumlarındaki giyim kuşama, özelde türban yasağının kaldırıldığına ilişkin bir anlatım içermemektedir. Yapılan düzenleme, yalnızca bireylerin yükseköğrenim hakkını koruyucu bir içerik taşımaktadır ki, yeni düzenleme olmasa da, koşulları taşıyan herkes, zaten bu hakka sahiptir. Dolayısıyla yeni düzenlemenin, kendi başına bir anlam taşımadığı ortadadır. Fıkranın birinci ve ikinci tümceleri, yükseköğrenim hakkının kullanılmasının sınırları olduğunu ve bu sınırların yasayla belirleneceğini açıkça göstermektedir. Sınırsız özgürlük olamayacağı, sınırları belirlenmeden özgürlük alanının belirgin duruma getirilemeyeceği gerçeği göz önünde bulundurularak, fıkrada, bu hakkın kullanılmasının sınırlarının yasayla düzenleneceği vurgulanmıştır. Birer toplumsal sözleşme olan anayasalar, devletin temel yapısını, kuruluşunu, organlarını, işleyişini, iktidar karşısında bireylerin hak ve özgürlüklerini düzenleyen kurallar içerirler. Bu kurallar, anayasa hukukunu oluşturan kurallar sıralamasının en üstünde yer alırlar. Anayasalar, yapıları ve üst norm olmaları nedeniyle kaynak oluştururlar, temel ilkeler koyarlar, genel ve soyut kurallar içerirler. Anayasal kuralların, ayrıklıklar dışında, doğrudan uygulanma olanağı yoktur. Anayasal buyrukları yaşama geçirecek olan yasalardır. Yasalar hukukun yürürlük kaynağıdır. Anayasaların tersine yasalar genellikle doğrudan uygulanacak kurallar içerirler. Son değişiklikle, anayasanın 42. maddesine getirilen kurallar da genel ve soyut niteliktedir. Başka bir anlatımla bu kurallar, yükseköğretimde türban yasağını kaldıran açık ve somut düzenleme içermemektedir. Dolayısıyla, Yükseköğretim Yasası’nın ek 17. maddesini “zımnen ilga” ettiği söylenip, “türban yasağı kalkmıştır” yorumunun yapılmasının olanaklı bulunmadığı, koşullanmamış, önyargılı olmayan her aklı başında insanın katılacağı bir sonuçtur. Üstelik yapılan anayasa değişikliğinin mut PENCERE Emir Büyük Yerden... Salon dopdolu.. Kürsüde RTE şişiniyor.. Diyor ki: “ Biz kimseden emir almayız...” Salondaki AKP’lilerden bir alkış, bir alkış ki demeyin gitsin... ? Ne demek istiyor RTE?.. Kimden emir almazmış?.. Amirin adını özellikle es geçiyor; ama, herkes biliyor ki şunu demek istiyor: “ Biz Amerika’dan emir almayız..” Essah mı?.. ? Önce bir başbakanın bu tür bir açıklama yapmak zorunda kalması, hem kendisi hem ülkesi için ne kadar küçültücüdür, düşünebiliyor musunuz?.. Osmanlıcada iki sözcük var: Derece.. Dereke.. Dereke aşağıya doğru derece anlamına gelir... Türkiye bu derekeye düşecek ülke ve devlet miydi?.. Bir Başbakanımız kürsüye çıkıp “Biz kimseden emir almayız” diye kendisini savunmak zorunda kalacak mıydı?.. Eskiden rüyamızda görsek inanamayacağımız olayları bugün yaşıyoruz... ? Sorun ne?.. Amerika’da Başkan Bush, Ankara’da Amerikan Savunma Bakanı Robert Gates konuştular... Ne dediler: Çekilin!.. Ve Türk askeri 48 saatte Kuzey Irak’tan çekildi... Ama, toplum bunu yemedi... İçine sindiremedi.. Halk ateş püskürüyor... Kime?.. ? Başbakan RTE diyor ki: “ Biz kimseden emir almayız...” AKP’nin Cumhurbaşkanı Gül diyor ki: “ Ben çekiliş tarihini biliyordum...” Peki, sen, RTE, özetle gerekli kişiler çekiliş tarihini biliyordunuz da George Bush ile Robert Gates’i neden dünya âlem önünde öttürdükçe öttürdünüz?.. Kuzey Irak’a Amerika’nın izniyle girildi... Amerika’yla istihbarat alışverişi olduğuna göre, olan biten nedir?.. Bush ile Gates Türkiye’nin 48 saat içinde çekileceğini bilseler, dayatırlar mıydı?.. Yoksa bu adamlar çekiliş tarihini biliyorlardı da Türkiye’yi dünya âlem önünde aşağılamak için numara mı yaptılar?.. ? AKP iktidarının hedefi artık takıyye perdesi altında örtülü değildir; açık ve seçiktir... İslam dünyasında tek laik ülke olan Atatürk Cumhuriyeti’ni belli bir süreç ve program içindedin devletine dönüştürmek için daha işin başında Amerika’yla anlaşan AKP her şeyi içine sindirmeye hazırdır... Emir demiri keser denir ya.. Emir AKP’yi haydi haydi kesiyor... Gerisi fasa fiso... Barış İçin Savaş.. “Gittik. Gördük. Yendik” Romalı Sezar, Galya Savaşı’ndan sonra böyle demiş... Türk askeri de Kuzey Irak’a girdi, bir haftada önemli temizlikleri yaptı, sonra geri döndü. Hiç belli olmaz, bakarsınız bir ilkyaz günü yine asker yarım kalan görevi tamamlamak için bir kez daha sınır ötesine girer... Kimse savaş istemez. Kimse genç insanların ölmesini, birbirlerini öldürmesini istemez! En başta anneler istemez. Doğur, büyüt, bin bir zorluk çek, derken delikanlılık çağında elinden koparsınlar, ölmeye öldürmeye yollasınlar.. Yeryüzünün hiçbir annesi, hiçbir babası, kardeşi, yakını, haklı haksız kanlı boğuşmaları istemez... ??? Kırk yıldır binlerce, on binlerce kurban vermiş, hâlâ da vermekte olan bir Türkiye burası! Bir türlü çözülmemiş bir dava, bir kavga sürüp gitmekte! Kürtler, Ermeniler, Rumlar, türlü etnik kökenliler! Hepsini bir araya topladık, ‘Ne mutlu Türk’üm diyene’ herkes bizimdir, kardeşimizdir, dostumuzdur dedik. Dedik ama... Ama bir kanlı çıkmaz sürüp gidiyor. İstenen nedir? Özgürlük mü? Birtakım haklar mı? Bu özgürlük, bu haklar hepimiz için de var mı? Önce bunu düşünmemeli mi? Türk insanı gerçekten özgürlükleri, bu hakları elde etmiş mi, kullanmış mı, kullanıyor mu? TürkKürt ayrımı yok bu konuda! Hepsi orda burda aynı koşullarda yaşam savaşı vermede... ??? Toplu bir kalkışma gerekiyor! Ayrım olmadan, Kürt’ü, Türk’ü, Çerkesi, Rumu, Ermeniyi, Yahudiyi, dinliyi, dinsizi, Tanrı’ya inananı inanmayanı hepsini kapsayacak bir demokrasi, bir cumhuriyet anlayışında, Atatürk devrimlerinin yaratmak istediği bir düzende... Ama birtakım güçler bizi rahat bırakmıyor. Biz istediğimiz kadar birlik, beraberlik, dostluk çağrısı yapalım! Niye gerçekleştiremiyoruz, orası da apaçık.. Türkiye Cumhuriyeti’nin düşmanları bunu istemiyor da ondan!.. ??? Kevork’lar, İdris’ler, Yani’ler, Mişel’ler, Argop’lar, Panayot’lar, Mustafa’lar, Ahmet’ler vardı benim ilkokul günlerimde. Aynı sınıfta, yan sıralarda, bahçede, koşuşmada, saklambaçta, kimi zaman kavgada dövüşte arkadaşlıkta, dostlukta, kardeşlikte... Kışkırtılanlar da vardı. Kimi zaman birtakım aşiretlerin, birtakım ağaların, birtakım şeyhlerin Atatürk Cumhuriyeti’nin yasalarına, uygulamalarına, getirmek, yaşatmak istediği özgürlüklere, uygarlıklara karşı direnişleri... Günümüzde her etnik, topluluk ayrılmak hevesinde!.. Bu emperyalizmin böl ve yönet politikasının bir parçası değil mi? Küçük küçük parçalar halindeki bir dünyada emperyalizmin, kapitalizmin kolaylıkla tam egemenlik kurması... Türk askeri derken bu büyük toplulukta kimler yok ki, kimler olmamış ki! Çanakkale’de, Sakarya’da, Dumlupınar’da!.. Hepsi ‘Ne mutlu Türk’üm’ diyebilenler, demekte yarar görenler, bizler, hangi kökenden gelmiş olsak da bilinçli, koparılmaz bir halkız... Atatürk “Savaş, barış için olmalıdır” demişti. Barış içindi onun savaşı.. Bizimki de öyle olmalı, gerçek barışı kurmak için, mutlu bir halk, bir ülke yaratmak için... Bülent SERİM A 13 Mart Dünya Böbrek Günü Böbrekleriniz Sağlıklı mı? TÜRK BÖBREK VAKFI 0 212 557 70 70 / PBX laka bir yasal düzenlemeyi gerektirdiği öngörüldüğü için, anayasayı değiştirmek üzere işbirliği yapan siyasal güç, Yükseköğretim Yasası değişikliğini de anayasa değişikliği ile birlikte hazırlamıştır. Yasa değişikliğinin gerekçesinde, anayasa değişikliğinin bir yasal düzenlemeyi zorunlu kıldığı belirtilmiştir. Hatta, yükseköğretimde çarşaf vs. gibi giysilerin serbest olmaması için de, yasal düzenleme taslağına başörtüsünün bağlama biçimi bile konulmuştur. Şimdilerde bundan vazgeçilmesinin nedeni, yasal düzenlemenin iptal riskinin yüksekliği ve sorunu YÖK’e ve üniversitelere çözdürebilme olasılığının artmış olduğunun düşünülmesidir. Yükseköğretim Yasası’nın ek 17. maddesinin bugünkü içeriğiyle sorunu çözmeye yeterli olduğu savına katılmak da olanaksızdır. Maddede, “Yürürlükteki kanunlara aykırı olmamak kaydı ile yükseköğretim kurumlarında kılık ve kıyafet serbesttir” denilmektedir. Anayasaya uygunluk denetimi yapma yetkisi ve kararlarının bağlayıcılığı nedeniyle anayasayı resmen yorumlamaya yetkili tek organ olan Anayasa Mahkemesi’nin verdiği kararların gerekçeleri de, yeni düzenleme yapılırken uyulması zorunlu olduğu için, bağlayıcıdır. Dolayısıyla, Anayasa Mahkemesi denetiminden geçmiş bir yasa kuralının, Anayasa Mahkemesi kararıyla birlikte okunması ve böylece anlamlandırıp uygulanması zorunludur. Yükseköğretim Yasası’nın ek 17. maddesindeki kuralın can alıcı noktası, “yasalara aykırı olmama” koşuludur. Yükseköğretim kurumlarında giyim kuşam ancak yasalara aykırı olmamak koşuluyla serbest bırakılmıştır. Anayasa Mahkemesi, 1991/8 sayılı kararında, türbanın siyasal İslamın simgesi olduğunu, dini inanç nedeniyle yükseköğretim kurumlarında başörtüsü kullanılmasının anayasaya aykırı bulunduğunu, ek 17. maddedeki koşulun, anayasaya aykırılığı l989 yılında verilen kararla saptanmış olan başörtüsü ya da türbanı kapsam dışında tuttuğunu, dolayısıyla ek 17. madde ile türbanın serbest bırakılmadığını, tam tersine yükseköğretim kurumlarında türban yasağının sürdüğünü kabul etmiştir. Böylece, bu madde kuralı, aynı zamanda, bir sınırlama düzenlemesi niteliği kazanmıştır. Anayasanın 42. maddesine eklenen fıkrada, “Kanunda açıkça yazılı olmayan herhangi bir sebeple...” ve “Bu hakkın kullanılmasının sınırları kanunla belirlenir” denilirken, yasanın, hakkın kullanılmasına sınır getirebileceği kabul edilmiştir. Ek 17. madde böyle bir sınır içerdiğine göre, yeni anayasal düzenlemenin ek 17. maddeyi hukuksal dayanağa kavuşturduğu söylenebilir. Bu nedenlerle, anayasa değişikliğine karşın, yeni yasal düzenleme yapılmadıkça, yükseköğretim kurumlarında başörtüsü yasağının sürdüğü açıktır. Yürürlükten kaldırılma dıkça ya da iptal edilmedikçe yasalar herkesi bağladığına göre, YÖK, üniversite yönetimleri, öğretim elemanları ve öğrencilerin bu yasağa uymaları yasal zorunluluktur. Kimileri, Anayasa Mahkemesi kararlarını görmezden gelerek ya da kararların gerekçelerinin bağlayıcı olmadığını belirterek ek 17. maddenin esasen bir yasak içermediğini ileri sürmektedirler. Bu görüşe yukarıda hukuksal yanıt verilmiş olmakla birlikte altını çizerek belirtmek isterim ki, eğer bu görüş doğru ve geçerli olsaydı anayasa değişikliğine gerek duyulmazdı. Son olarak YÖK Başkanlığı’nın, 9 YÖK üyesinin kamuoyuna sunduğu bildiriye karşı yaptığı açıklamadaki bir söyleme ve bu söylemin içerdiği tehlikeye dikkat çekmek istiyorum. YÖK Başkanlığı açıklamasında, “Cumhuriyetin niteliklerinin özgürlükleri sınırlandıramayacağı” belirtilmektedir. Bu söylemi tersten okuduğunuzda “Halk isterse laiklik de gider” söylemiyle karşılaşıyoruz. Türbanı inanç özgürlüğü kapsamında gören düşünce, Cumhuriyetin temel niteliği olan laiklik ilkesini zedelese de, önceliğin inanç özgürlüğünde olduğu sonucuna ulaşmaktadır ki, bu düşüncenin, İslami cumhuriyete varma yolunda ilerlediği görülmektedir. Hak ve özgürlükleri, anayasanın değiştirilemez, değiştirilmesi önerilemez nitelikteki temel kurallar içeren ilk üç maddesindeki ilke ve niteliklerden bağımsız düşünmek, doğrusu anayasa hukuku yönünden akla gelebilecek bir husus değildir. Çünkü, anayasal rejimin temel hak ve özgürlüklere feda edildiği bir düzeni düşünmek bile olanak dışıdır. Konuya bir de anayasa hukuku yönünden bakmak, söylemin yanıltıcı içeriğini ortaya koyması açısından önemlidir. Anayasanın l3. maddesinde, temel hak ve özgürlüklerin, laik Cumhuriyetin gereklerine aykırı olmamak koşuluyla sınırlandırılabileceği belirtilmiştir ki, bu madde ile temel hak ve özgürlüklerin laik Cumhuriyetin gerektirdiği ölçüde sınırlandırılabileceği sonucuna ulaşılmaktadır. Ayrıca, anayasanın 12. maddesinde, temel hak ve özgürlüklerin, bireyin topluma, ailesine ve diğer bireylere karşı ödev ve sorumluluklarını da içerdiği; 14. maddesinde temel hak ve özgürlüklerin hiçbirinin demokratik ve laik Cumhuriyeti ortadan kaldırmayı amaçlayan etkinlikler biçiminde kullanılamayacağı; 24. maddesinde, ibadetin, dini ayin ve törenlerin ancak 14. madde kurallarına aykırı olmamak koşuluyla serbest olduğu, başka bir deyişle, ibadet, dini ayin ve tören özgürlüğünün, demokratik ve laik Cumhuriyeti ortadan kaldırmayı amaçlayan etkinliklere dönüşmemesi için sınırlandırılabileceği; 26. maddesinde de, düşünceyi açıklama özgürlüğünün, Cumhuriyetin temel niteliklerinin korunması amacıyla sınırlandırılabileceği kurala bağlanmıştır. Bu kuralların tümü, temel hak ve özgürlüklere karşı olsa bile, demokratik ve laik Cumhuriyet rejiminin korunması amacına hizmet eden düzenlemelerdir. Sonuç olarak, anayasaya konulan yeni kuralların gerektirdiği yasal düzenleme yapılmadığı sürece, yükseköğretim kurumlarında başörtüsü yasağının süreceğini, ilgili ve yetkililerin buna uygun davranmak zorunda olduklarını belirtmek isterim. CUMHURİYET 02 CMYK
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle