03 Mayıs 2024 Cuma English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
SAYFA CUMHURİYET 26 MART 2008 ÇARŞAMBA 2 OLAYLAR VE GÖRÜŞLER AÇI MÜMTAZ SOYSAL Yargı Düşmanlığının Merkezi... Prof. Dr. Türkkaya ATAÖV PENCERE Nalları Diksem Çok Sevinecekler... Mizah dehamızın ve Türkçemizin en güzel deyimlerinden biridir ‘nalları dikmek...’ Anlamını açıklamaya gerek yok, herkes bilir... Diyorum ki: Nalları diksem galiba kimileri için iyi olacak... Gözaltından sonra dışarı çıkınca gazetelere biraz göz atma fırsatı oldu, gördüm ki en başta dinciler olmak üzere, liboşlardan kimileri, hakkımda çok iyi şeyler düşünüyorlar: Seksenlik yazar... Adam 83 yaşında... Ve iktidara akıl öğretiyorlar: Aman, elinizde kalmasın... Anlaşılan nalları diksem hepsi çok sevinecekler... ? Müslümanlık ülkemizde İslamcılığa dönüşüp dincilik siyasetinde koltuk hırsı gözleri kararttıktan sonra ham ervahlık aldı yürüdü... Bizim gençlik yıllarında kıdemli yazarlara bakış, hayatın muaşeretinden süzülmüş nezakete bağımlıydı... Refi Cevat, Refik Halit, Burhan Felek vb. için nüfus kâğıdına dayanarak saldırıya cüret etmek, hele ölmesini beklemek nezaket, terbiye, incelikten yoksun bir saygısızlık sayılırdı... Ham ervahlık mesleği günümüzde epey revaçta... ? Oysa İslam kültüründe ham ervahlık değil, incelik makbuldür... Fuzuli, Şeyh Sadi, Ömer Hayyam ve ötekiler hayatın, gençliğin, yaşlılığın, ölümün felsefesini zarafetle özümsemiş bir yaklaşımın dizelerinde mizahla romantizmin kinayeli şiirini işlemişlerdir... Herkes yaşlanacak.. Herkes ölecek.. Kıdem farkından yararlanmaya çalışan hırtlambalığa ne demeli?.. Daha gençliğinde ya da orta yaşlılığında ruhsal bakımdan ölenlere hayattayken Fatiha okumaktan başka çare yok... Bugünkü medyada bunlar özel bir mezarlık oluşturuyorlar... ? Yaşamak kolay iş değildir, hayatın sevdasında insanın dokusunu inceden inceye örmek herkese nasip olmaz... Kimi zaman hayat kırkından sonra başlar... Kimi zaman yetmişinden sonra... Seksenini aşan kişinin ayrıcalığı ise bir başka imtiyazdır... Kişi daha çok duyumsar, daha çok görür, daha çok işitir, daha çok algılar, daha çok sever, daha çok sevdalanır, hırpalanır, öfkelenir, paralanır, hayatın imbiğinden süzülmüş yaşamın sıcaklığında mutluluğun bilincini yılların deneyimleriyle değerlendirmesini öğrenir... ? Yine de bizim İslamcı ve liboş ham ervahın benim hakkımdaki yazılarını gazetelerde gördükçe, okudukça, kendi kendime soruyorum: Acaba bunları sevindirmek için nalları diksem mi?.. Türk mizah dehasının bu deyimde kullandığı ‘nal’ aynı zamanda ‘uğur’ simgesidir... Kim bilir, şu sırada Türkiye’nin havasında bir uğurböceği kanat çırpıyor... “Seksenlik yazar” diye bana saldıranların daha benden çok çekecekleri var... Ama, ben gidersem, yerimi dolduracak o kadar çok kişi var ki... O kadar güzel insanlar var ki... Tarih DOMINIQUE WOLTON, Fransa’daki ünlü “Bilimsel Araştırmalar Ulusal Merkezi”nin müdürlerinden biri. Daha çok, bilişim teknolojisiyle bilimin çağdaş sorunları arasındaki ilişki üzerinde çalışıyor. Geçenlerde Hacettepe Üniversitesi’nin Edebiyat Fakültesi’nde “küreselleşme ve kültürel çeşitlilik” konusunu ele aldığı konferansında özetle şunu söylemekteydi: “İnsanlığın tarihini doğru dürüst bilmeden bilişimdeki teknolojinin nimetlerinden tam olarak yararlanamazsınız. Evet, öğretilen bu teknikler ve öğrenmek zorunda olduğunuz birkaç yabancı dil, dünyanın her köşesindeki insanlar ve kurumlarla hemen temasa geçmenizi kolaylaştırır ama, karşınızdakilerin kültürel tarihine ilişkin hiç bilginiz yoksa, yeterince yakın ilişki kurup doğru sonuç alamazsınız.” Haksız mı? Örneğin, Osmanlı’nın çağdaşlaşma girişimlerini ve Cumhuriyetin kuruluş tarihini pek bilmeyen bir Avrupalı politikacı “askersivil” ilişkileri konusunda bize ders vermeye kalkışıp evrensel ilkelerden söz edince, tarihimiz konusundaki bilgisizliği, görüşlerinin ağırlığını hayli azaltmış olmuyor mu? ma aynı durum, içimizdeki iletişimde de karşımıza çıkıyor. İngilizce öğretim yapan birtakım üniversitelerimizdeki bazı sosyal bilimciler, o dildeki kitapların üslubuyla Mustafa Kemal yerine “Kemal” diye söze başlayıp demokrasinin güya evrensel ölçütlerinden bahsettikleri zaman şaşkın şaşkın bakmıyor muyuz yüzlerine? Tarihimizin dil kültürüne yabancılıkları, söylediklerinin değerini büyük ölçüde düşürmüyor mu? Asıl önemli olan şu: Dünyanın en kritik coğrafyasında ve kültürlerin düğüm noktasında yer alan bir Türkiye’yi yönetmeye soyunanların kendi tarihimize ilişkin bilgilerindeki sığlık, politikadaki her yanlış vesilesiyle hemen sırıtıyor. Üstelik, uzak tarihle değil, çok yakın bir geçmişle ilgili bilgi eksikliğidir şimdiki hatalara yol açan. Örneğin, Meclis salonundaki ezici çoğunluğuna bakarak onu ulusal iradeyle bir sayıp “Siz hilafeti bile getirmeye kadirsiniz” diyen bir Menderes’in başına gelenler iyi bilinse, şimdiki türden anayasa değişikliklerine girişilir miydi? Bir iktidar partisi, kendisinin kapatılmasına yönelik bir dava kapıya gelmişken buna ilişkin anayasa hükümlerini değiştirmeye kalkınca ateşle oynadığını ve meşruluk dışına düşmek üzere olduğunu görmeyecek kadar tarih bilincinden yoksun olabilir mi? arihteki büyük kültürlere beşiklik etmiş topraklar üzerinde yaşayıp kültürlerin tarihine sırt çevirmek, Türkiye’yi hem bugünün dünyasında oynayabileceği dış rollerden hem de kendi sorunlarına akılcı çözüm bulmak için kullanabileceği derslerden uzak tutmakta. Çağdaş iletişimin donanımlarına sahip olmak, geçmişe doğru bakmayı sağlamıyorsa, geleceğe doğru bakmaya da yetmeyecektir. H T ukukun üstünlüğünü savunan yargıçlara ve savcılara düşmanlık, demokrasiyi sindirememiş ve buyurganlığa özenenlerin hastalığıdır. Bu hastalık özellikle son yıllarda ABD siyasal yaşamı içinde çok tehlikeli boyutlara ulaştı. Öyle ki, yargı erkine düşmanlığın uluslararası merkezi, günümüzde Washington’daki yürütme gücüdür. ABD Anayasası’ndaki “güçler ayrımı” ilkesi büyük ölçüde sözde kalmıştır. Gitgide şiddetlenmekte olan bu eğilimin Amerikan tarihinde dikkat edilmesi gereken önemli göstergeleri varsa da, günümüzdeki buhran daha yoğundur. Üstelik, üstünde Hıristiyan köktendinciliği damgası da vardır. Yargı düşmanlığının sonucu olarak, karar yerlerine hukukun üstünlüğü yerine boş inançları baş tacı eden kimilerini atamakta, Washington’daki Cumhuriyetçi yönetimin, Türkiye’deki AKP iktidarına örnek olduğu söylenebilir. Amerikan geçmişi, Yüce Mahkeme ve benzeri federal yargı görevlilerinin siyasal yansızlıklarının, kimi zaman birkaç istisna dışında, soyut sözler olduğunu kanıtlıyor. O istisnalar durumunda da Beyaz Saray’da yürütme erkinin başında olanlar, Yüce Mahkeme yargıçları Kızılderili denen yerliler, Afrika kökenli yurttaşlar ve işçiler yararına karar verince, “Uygulasınlar da görelim!” tehdidini açıkça savurmuşlardır. ABD yargı tarihi bu korkutmaların örnekleriyle doludur. Örneğin, ünlü Başyargıç John Marshall bile Beyaz Saray’ın hukuka meydan okuyuşlarına karşı bir şey yapamamıştır. Yüksek düzeydeki yargıçları zaten Başkan atadığından, bu yerleri sürekli olarak iktidarın adamları doldurmuştur. Yalnız Başkan Harding, Coolidge ve Hoover değil, Roosevelt, Truman, Eisenhower, Kennedy, Nixon, Reagan ve baba Bush’un Beyaz Saray yıllarında da yargıçların yüzde 90’ının üstündekiler (iktidardakine göre) ya tümden Cumhuriyetçi ya da Demokrat Partiliydiler. Böylesine bir yerleştirme sonucu olarak, yargı kuruluşları özellikle Senatör McCarthy’nin çılgınca “komünist avcılığı” döneminde hukuku ayaklar altına aldılar. Gerçek şu ki, günümüzde durum Amerika’da uzun bir süreden bu yana çok daha kötüye gidiyor. Diyebilirim ki, oradaki koşullar bugünkü Türkiye’den daha da hukukdışıdır ve bizdeki yönetici takıma örnek oluşturuyor. Amerika’da adaletin başına gelenlerin yaratıcıları, Cumhuriyetçi Parti iktidarının Hıristiyan köktendinci kanadıdır. Az bilinen bir gerçektir ki, bu kanat bu parti yoluyla orada iktidardadır ve küçük bir azınlığın hizmetinde özelleştirmenin, yeni bir emperyalizm türü olan küreselleşmenin, soygun savaşlarının, boş inançlarla doldurulmuş dar köktendinciliğin ve hukukla savaşımın başını çekmektedir. Bu görüşlerin amansız savunucuları Beyaz Saray’da, bakanlıkların başlarında, gazete sütunlarında ve televizyon ekranlarındadır. Bir süreden beri de yargı kuruluşlarına doluşuyorlar. İsa’nın dünyaya ikinci kez geleceğine, kıyamet arifesinde Ortadoğu’da son büyük savaşın olacağına ve bunu Bushtürü “Evangelistler” benzeri “Tanrı ordusu”nun kazanmasının kaçınılmaz olduğuna inanan ve aynı zamanda kuşkusuz laiklik karşıtı ABD yürütme erki, bu görüşlere en yakın olanları uzun süredir en yüksek yerlere ayak direterek atamayı sürdürüyor. Hukuk savunucuları ve laik düşünceliler ölüm tehditleriyle karşılaşırken yeni atamalar Amerikan yargısını gelecek kuşakları aşırı sağ çizgide tutsak etme önlemlerini alıyor. ABD Adalet Bakanlığı’nda her gün ve Beyaz Saray’da haftada bir gün İncil seminerleri var; Eğitim Bakanlığı okullarda zorunlu dualar konusunda ısrarlı, uymayanlara para yardımını kesiyor. Bush’a kalırsa işçi, ücret, tatil, sosyal sigorta, sağlık ve eğitim değil, İsa’yı istiyormuş… Demokrat Parti Genel Başkanı Celal Bayar 1950 seçim kampanyası sırasında İstanbul’da Taksim Alanı’nda yaptığı bir konuşmada “Küçük Amerika olacağız!” buyurmuş ve dinleyenlerce coşkuyla alkışlanmıştı. Söylediği kimi yönlerden doğru çıkıyor… bir heyetimiz olacak! Yürütme kurulunun rasyonellikten uzak yaklaşım ve girişimlerine karşın sivil kuruluşların başarılı çabaları EXPO’yu İzmir’e getirmek yönünde önemli katkı sağlıyor. 30’a yakın kuruluşu bir araya getiren İzmir EXPO 2015 için Avrupa İnsiyatifi bu konuda ciddi çalışmalar yürütüyor. İnsiyatifin Türkiye koordinatörü Hüseyin Aslan, tüm mesaisini EXPO çalışmalarının başarısına ayırmış bulunuyor. Ciddi bir çalışma ile devletin parasını harcamadan da pek çok şey yapılabileceği, geçen cumartesi günü EXP0 2015 için Avrupa İnsiyatifi’nin İstanbul Sepetçiler Kasrı’nda gerçekleştirdiği toplantıda açıkça görüldü. Basın Yayın Enformasyon Genel Müdürlüğü’nün katkısı ile hazırlanan programda CHP Genel Başkanı Deniz Baykal ve İstanbul Rum Patriği Bartholomeos da yer alarak İzmir’in adaylığına destek çağrısında bulundular. Toplantıyı yerli yabancı çok sayıda basın mensubunun yanı sıra İstanbul’da faaliyet gösteren konsoloslar da takip ettiler. Birleşmiş Milletler Ekonomik ve Sosyal Konsey üyesi olan ve insiyatifin Avrupa koordinasyonunu üstlenen Türkiye Araştırmalar Merkezi, Dışişleri Bakanlığı’nın istemine uyarak EXPO için lobi çalışması yapılması öngörülen New York’taki genel kurulda yer almadı, buna karşın Viyana ve Cenevre’de Birleşmiş Milletler nezdinde ciddi girişimler gerçekleştirildi. Cumhurbaşkanı Gül’ün Dışişleri Bakanlığı döneminde önerisiyle geliştirilen Ulusal Danışma Kurulu, Yürütme Kurulu’nun yok sayma gayretleri ve şu anda Dışişleri’nde görevli yetkililerin çabaları ile bir ölü doğum haline getirildi. Tüm bunlara karşın, Ege Bölgesi’ni önümüzdeki dönemde güzel günler bekliyor. Sivil çabalar bu güzel günler için temel teşkil ediyor. Avrupa Birliği’nin 27 ülkesinden 17’si oylarını İzmir’e vereceklerini belirtmiş bulunuyor. Nadir görülen biçimde bir AB üyesi ülke adayken, birlik ortak karar geliştirme yolunu seçmiyor. İzmir’in adaylığı konusunda önemli bir katkı ise Almanca eğitim verecek bir üniversitenin kente kurulacak olması. Çeşme Alaçatı’ya kurulacak üniversiteye Çeşme Kaymakamı ve Alaçatı Belediye Başkanı’nın önemli katkıları bulunuyor. Türkiye’de hâlâ nüve halindeki sivil girişim Ege’de kök salma yönünde, devletin 16 milyon harcayıp elde edemediğini, küçük meblağlarla ve özverili çabaları ile elde eden sivil toplum örgütleri, önemli bir gelişimin müjdecisi durumunda. A [email protected] eçen hafta gazeteler EXPO ile ilgili ilginç gelişmeleri duyurdular. EXPO Yürütme Kurulu için Türk hükümetince ayrılan 12 milyon USD’lik bütçe yetmeyip 4 milyon USD’lik ek bütçe çıkarılırken 10’a yakın EXPO yürütme kurulu heyeti son dört ayda 100 ülkeye gitmiş. Bunlardan en ilginç olanı ise 7 kişilik yürütme kurulu he G EXPO İzmir’e Yakışır Prof. Dr. Faruk Şen yetinin 40 bin dolarlık özel uçak kiralayarak Karayipler’den oy istemeye gitmeleri. Kararı verecek Uluslararası Sergiler Bürosu (BIE) merkezi Paris’te, yürütme kurulu ise devletin olanakları ile dünyayı geziyor. Yürütme kurulu genel sekreteri Tunç Soyer bir ülkeden diğerine giderken zamanını İzmir’e yeterince ayıramıyor. İzmir’in EXPO 2015 adaylığını başarı ile sonuçlandıramasak bile “dünyayı iyi tanıyan” C MY B C MY B
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle