19 Mayıs 2024 Pazar English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
SAYFA CUMHURİYET 6 EKİM 2007 CUMARTESİ 4 HABERLER DÜNYADA BUGÜN ALİ SİRMEN Baykal, AKP’nin anayasa paketinde yapmak istediği değişimin sorunu çözmeyeceğini belirtti Affınıza Sığınarak İki Öneride Bulunacağım Yıllar önce bir gün Milliyet gazetesinin koridorunda, koltuğunun altında kitaplarıyla Taha Akyol ile karşılaştım. Taha ile çok değişik, hatta zıt diyebileceğim görüşlerde olmamıza karşın dostluğumuz vardır. Sordum: Taha nedir o kitaplar? Sosyoloji kitapları, dedi. Güldüm: Sen bırak onları bir yana, din kitaplarını al! Sonra da ekledim: Şirazesinden çıkmış toplumların encamını en iyi onlar anlatırlar. Sodom ve Gomora bölümünü oku! Toplumcu yazarımız, yazınımızın önde gelen kişilerinden Yakup Kadri Karaosmanoğlu’nun da bu başlıkta bir eseri olduğunu anımsatmak isterim bu vesileyle... Gerçekten de, kimi zaman bir öykü, bir roman, bir piyes, bir film bize toplumsal gerçekleri, yaşanmış veya yaşanması mümkün olaylarla, bize nice toplumbilim kitabından çok daha çarpıcı, çok daha öğretici ve somut biçimde aktarırlar. Sınıf arkadaşım, dostum değerli bilim adamı Bülent Tanör, belki de bu yüzdendir ki, üniversitedeki öğrencilerini zaman zaman toplu halde ilginç bulduğu filmlere götürürdü. ??? Sinemada, anlattığım gerçeğin çok örneğine rastlamak mümkün. Amerikan kara roman akımının Dashiel Hammet ile birlikte önde gelen toplumcu yazarlarından Horace Mc. Coy’un yapıtından Sydney Pollack’ın perdeye aktardığı “Atları da Vururlar”ı büyük 1929 krizini fevkalade anlatan bir ders kitabıdır adeta. Yine Pollack’ın, “Akbabanın Üç Günü” Amerikan demokrasisinin perde arkasını, gizli servislerin bu toplumdaki yerlerini, önemlerini ve hangi gereksinime yanıt verdiklerini her türlü bilimsel eserden daha da çarpıcı bir biçimde ortaya koyar. Üstelik bu filme konu olan romanı da okudum, doğrusu orada vurgulanmayan noktaların altını çizerek, esere kendisini aşan bir toplumsal boyut yüklemişti Pollack. Onun son filmi “Çevirmen” hâlâ zaman zaman TV’lerde de gösteriliyor. Yine sinema yapıtları arasında Luchino Visconti’nin Leopard’ı, İtalyan birliğinin kurulması sırasındaki toplumsal gelişme ve değişmeyi, aristokrasi, eşraf, burjuvazi ittifakını, nutuk atmadan yalın görüntülerle çarpıcı bir biçimde anlatır. Geçen yıllarda, İstanbul Film Festivali’nin yaşam boyu onur ödülünü alan Montecorvo’nun “Quemada”sı (Marlon Brando bu filmde ücret almadan başrolü oynamıştı) da sinema yapıtı olduğu kadar, toplum bilim dersiydi. ??? Bugün, affınıza sığınarak size daha önce de bu sütunda birinden sıkça, öbüründen bir kez daha andığım iki yapıttan söz edeceğim. Bunlardan birincisi, etimolojik olarak ilk bakışta ne kadar çelişkili gibi görünürse görünsün, absürdün mantığının en seçkin temsilcilerinden biri olan Eugene Ionesco’nun, (bir diğeri de M.C. Anday’ın) Gergedan adlı piyesi. Kanımca, 20. yüzyılın en iyi tiyatro eserlerinden biri olan oyunda, bir gün insanların önceden yavaş sonra gittikçe hızlanarak gergedanlaşmaya başladıkları bir ortam anlatılıyor. Başta bu değişimi yadırgayanlar da gergedanlaşmaya başlıyorlar. Önceleri “Kimseye zararları yok, kendi hallerinde yaşıyorlar, dün yanlarından geçtim, sataşmayınca bir şey yapmıyorlar” diyerek başlıyorlar. İşin garibi en solcu, en aykırı görünenler, değişim kafilesine ilk katılanlar arasında yer alıyorlar. Solcu Bottard, gergedanlaşmasının gerekçesini anlatırken “Artık onlar çoğunlukta, topluma ayak uydurmamız gerek” diyebiliyor. Sonunda, oyunun kahramanı Beranger, sahnede tek insan olarak kalıyor, tek başına da olsa, insan kalmakta direnecektir. Başarabilip başaramadığını perde indiğinde bilemiyoruz, tıpkı şu anda... İkincisi, zekâsını geniş kültürüyle birleştirmiş, tarihimizi iyi incelemiş (Üniversite Heyetinin Köy Gezisi adlı öyküsü Mübeccel Kıray’ın bilimsel bir çalışmasına dayanır) dâhi yazarımız Aziz Nesin’in “Ah Biz Eşşekler” adlı öyküsü. Konusu mu? Çok basit, kurdun kokusunu uzaktan aldığı halde, “bişşiyy olmaz, biraz daha bekleyelim” diye diye yem olan bir eşeğin öyküsü. Eşekleşmenin bireysel bir dönüşüm olmaktan çıkıp toplumsallaştığı dönem için ibret verici, ilginç bir öykü... ‘Referandum durmalı’ Anayasa değişikliği sorunu çözmüyor ANKARA (Cumhuriyet Bürosu) AKP’nin, Cumhurbaşkanı Abdullah Gül’ün koltuğunu sağlamlaştırmak için getirdiği anayasa değişikliği önerisi, halkoylamasının ardından yaşanacak krizlere çözüm getirmiyor. AKP, pakete Gül’ün görev süresi ve genel seçimlerin tarihi konusunda herhangi bir hüküm koymayarak, bu konuda halkoylamasından sonra yaşanacak sorunları öteliyor. Paketteki, cumhurbaşkanının 5 yıllığına iki dönem seçilebileceğine ilişkin hükmün Gül’ü de kapsadığını belirten hukukçular kadar, Gül’ün mevcut anayasaya göre seçildiği için 7 yıl görev yapacağını düşünen hukukçular da bulunuyor. Pakette, genel seçimin 4 yılda bir yapılmasına ilişkin hüküm de tartışma yaratacak maddeler arasında yer alıyor. Paketin halkoylamasında kabul edilmesi durumunda bu hükmün bu yasama dönemini de kapsayacağı dile getiriliyor. AKP, geçici maddenin paketten çıkarılmasını öngören anayasa değişikliği önerisini son anda gündeme getirerek Cumhurbaşkanı Abdullah Gül’ün onayını garanti gördüğünü ortaya koydu. Öneri TBMM Genel Kurulu’nda kabul edilip aynı gün Çankaya Köşkü’ne gönderilse bile Gül’e incelemek için ancak 4 günlük süre kalıyor. Öte yandan CHP grup başkanvekilleri, dün MHP yöneticilerini ziyaret ederek, halkoylamasının tümüyle iptal edilmesi için destek istedi. MHP yöneticileri ise öneriyi değerlendireceklerini söylemekle yetindiler. ANKARA (Cumhuriyet Bürosu) CHP Genel Başkanı Deniz Baykal, AKP’nin referandum süreci başladıktan sonra getirdiği anayasa değişikliği önerisini “hukuk skandalı”, “garabet”, “ortadaki cenazenin yarısını gömme, yarısını dışarda bırakma” olarak nitelendirdi ve kalıcı çözüm için referandum sürecinin durdurulmasını istedi. CHP lideri Baykal, dün düzenlediği basın toplantısında, referandum süreci başladıktan sonra AKP’nin tek taraflı olarak hazırladığı bir projeyle TBMM’ye bir değişiklik öne ? Referandum süreci başladıktan sonra yapılmak istenen değişimin bir garabet doğuracağını belirten Deniz Baykal, “Bu bir hukuk skandalıdır. Türkiye’yi dünya önünde böyle bir mahcubiyet içine sokamazsınız. Hemen uygulanmayacak iki madde için referandum dayatması yapmak saçmalık’’ dedi. risi getirildiğini, ancak bunun ortaya çıkan sorunu kalıcı biçimde çözmesinin olanaksız olduğunu belirtti. Baykal, şunları söyledi: “Yeni proje yeni sorunlar getirir. 2 geçici maddeyi çıkararak sorunu çözemezsiniz. Çok daha ciddi sorunlar ortaya çıkar. Pakette kalan maddelerin de derhal acilen yasalaşmasını gerektiren bir tablo yok. Gümrüklerde oy kullanılmaya başlandı. Referandum süreci başladıktan sonra metin değişmiş olacak. Bu bir garabettir. Maç başladıktan sonra kuralları değiştiremezsiniz. Bu bir hukuk skandalıdır. Türkiye’yi İĞNELİ FIRÇA ZAFER TEMOÇİN asirmen?cumhuriyet.com.tr [email protected] dünya önünde böyle bir mahcubiyet içine sokamazsınız. 200 trilyonluk harcamanın ne anlamı var? Acil bir anayasa ihtiyacı mı var? Hemen uygulanmayacak iki madde için referandum dayatması yapmak saçmalık. Gereksiz masraf, israf. Referandum süreci durdurulmalıdır.” Baykal, anayasa değişikliği sürecinde yapılan yanlışlıkları sürekli anlattıklarını vurgularken, “Önümüzde bir cenaze var; bunun bir kısmını gömüp bir kısmını gömmemek olmaz. Tümü gömülmeli. Türkiye dünya önünde böyle bir mahcubiyete sürüklenmemeli. Cenazenin yarısını gömmek olmaz” dedi. Baykal, sorunun kalıcı çözümü için iktidar ve muhalefet partilerini işbirliğine çağırdı. Baykal, “CHP Gül’ü kurtarıyor” eleştirileri anımsatılarak yöneltilen bir soruya, “Ortada yapılan bir Cumhurbaşkanlığı seçimi var. Yeni sıkıntılardan, anlamsız bir kaostan Türkiye’yi kurtarmaya çalışıyoruz. Kimseyi kurtarmaya çalışmıyoruz” yanıtını verdi. CHP lideri, muhalefet üsluplarının yanlışları önlemeye dönük olduğunu vurgularken MHP’nin tavrı anımsatılarak yöneltilen bir soru üzerine, “Diğer muhalefet partileri de bizim gibi bakmalı, duyarlılık sergilemeli. O zaman AKP’yi de razı ederiz” dedi. Baykal, YSK Başkanı’nın “ihsası reyde bulunduğunu, bunun talihsizlik olduğunu” sözlerine ekledi. CHP lideri, AİHM’deki son gelişmelerle ilgili bir soru üzerine, “Türkiye’nin önerilerinin reddedilmesi itibarımız açısından çok kaygı verici. Rıza Türmen’i uzaklaştırmaya yönelik bir hareket planladılar. Bu da tepkiyle karşılandı” açıklamasını yaptı. ‘YSK görevini yapmadı’ ANKARA (Cumhuriyet Bürosu) Galatasaray Üniversitesi Öğretim Görevlisi Prof. Dr. Necmi Yüzbaşıoğlu, referandum konusunda bugüne kadar duruma müdahale etmesi gereken Yüksek Seçim Kurulu’nun (YSK) anayasal sorumluluğunu yerine getirmediğini söyledi. Yüzbaşıoğlu, 16 Haziran’da Resmi Gazete’de yayımlanarak yürürlüğe giren, anayasa değişikliğinin referanduma sunulması kararının, Abdullah Gül’ün TBMM’de cumhurbaşkanı seçilmesi üzerine “kadük” kaldığını, o zaman geçici 19. maddenin çıkarılması gerektiğini bildirdiklerini anımsattı. Gül’ün seçildiği 28 Ağustos’tan sonra, gümrük kapılarında referandumun başladığı 11 Eylül tarihine kadar geçici 19. maddenin kaldırılması gerektiğini belirten Yüzbaşıoğlu şunları kaydetti: “11 Eylül’de oylama başladı. İnsanlar oy kullanıyor, kullanmaya da devam edecek. Düşünülebilir mi; bir kısım oylar 11. cumhurbaşkanını da kapsayan düzenleme için kullanılıyor; bir kısım oylar bu maddenin çıkarıldığı düzenleme için kullanılıyor. Böyle hukuk tekniği olamaz. Maalesef bu noktada geç kalınmıştır. YSK bu konuda anayasal sorumluluğunu yerine getirmemiştir.” Prof. Dr. Yüzbaşıoğlu, sınır kapısında oy kullanan yurttaşların Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’ne “başka bir metne oy kullandığı” gerekçesiyle dava açma hakkı olduğunu açıkladı. Hrant Dink ve ‘Ya Sev Ya Terk Et’ Hrant Dink’in öldürülmesi vicdanı olan herkesi derinden yaralayacak bir olaydı. Bir gazeteciye, kimliği çoğunluktan farklı olan bir insana, sırf düşünceleri yüzünden, sırf geçmişimizi sorgulayalım dediği için kurşun sıkıldı. Onun sokak ortasında yatan bedeni aslında bir tarihi gerçeğin yeniden ve çok daha acı bir şekilde yüzümüze vurulmasıydı. Bu gerçek neydi: Cezaevi arabasının üzerinde yazan aylardır orada durduğu anlaşılan “Ya sev ya terk et” sözüydü bizim gerçeğimiz. Birileri gibi ya vahşi, saldırgan bir şekilde milliyetçilik yapacaktınız ve farklı olan her şeyi yok etmek için ortalığa korku salacaktınız ya da bu ülkeyi terk edip gidecektiniz. Hrant terk edip gitmedi, o cinayet kokan adamlardan daha çok bu topraklara bağlı olduğu için gitmedi. Kendi tarihimizle daha açık hesaplaşmamız, yeni dostlukları ve kardeşlikleri yeniden kurabilmemiz için ölümü göze aldı ve gitmedi… ??? Her zaman her ülkede saldırgan ve vahşi bir azınlık bulunur. Bunun bize özgü bir durum olduğunu sanmayalım. Irkçı, kafatasçı, cahil, kabadayı, mafya artığı tipler her ülkede kendisine yer bulabilir. Bir tek farkla o tür gruplar ve kişiler devlet içinde destek bulamazlar, ellerine o ülkenin bayrağı tutuşturulmaz. Bu tür katilleri, kabadayıları, çeteleri bazı hukukçular, köşe yazarları, siyasetçiler destekleyen açıklamalar yapmazlar, yapamazlar. ??? Hrant Dink’in öldürülmesi, ülkemizin geçmişiyle yüzleşmesine indirilmiş ağır bir tokattı. Birçoğumuzu derinden sarstı. Hrant’a sıkılan kurşunların acısı toplumun önemli bir kesiminin yüreğini dağladı. Gelin görün ki, hukuka bağlı olması gereken kurumlar, hukuk ve adalet kurumları, devlet kurumları hukuk devletinin gereğini yapmakta tereddüt gösterdiler. Adaletin yerini bulması için, suçlu kimse, hangi görevdeyse tereddüt etmeden bir sorgulama ve hesap sormayı destekleyen bir tutum içine girmediler. Jandarmaların tutuklu taşıdığı cezaevi araçlarının üzerine “ya sev ya terk et” yazısını asanlar, bu yazının aylarca orada bulunmasına seyirci kalanlar da devlet görevlileri, güvenlik görevlileri. Belli ki bazıları cinayetten mutlu olmuş. Yoksa neden bu slogan orada aylarca kalır? Tabii daha dikkat çekici olanı, polisle cinayet davasının sanığı arasında geçen ve hepimizin tüylerini ürperten, devlete ve güvenlik güçlerine inancı sarsan konuşmaların yayımlanması üzerine verilen karardır. Bu görüşmeleri yayımlayan basın kuruluşları hakkında soruşturma açılmasına ve söz konusu polis hakkında ise soruşturmaya izin verilmemesine ilişkin karardan söz ediyorum. ??? Hrant’ın öldürülmesi siyasi, hukuki boyutlarının ötesinde aynı zamanda insani bir meseleydi. Bir ülkenin dışa açık yüzü, bir yürekli insan, eğitimsiz, işsiz güçsüz bir küçük çocuk tarafından öldürüldü. Bunu bazı kimselerin örgütlediği de anlaşıldı. Bazı güvenlik kuruluşlarının da bu cinayetin hazırlanmasını bildikleri, cinayeti hazırlayanları tanıdıkları da ortaya çıktı. Sonuç olarak bu ülkede toplu bir cinayet işlendi. Bu cinayet aslında ülkemizdeki bazı güçlerin ne kadar acımasız ve gaddar olduklarını da bir kez daha gözler önüne serdi. ??? Bu acının yeri doldurulamaz. Türkiye, bir Hrant Dink daha yaratamaz. Bu cinayet geleceğimizi de olumsuz yönde etkileyen bir cinayetti. Aynı zamanda ülkemizin düşünce hayatına, eleştirel bakış açısına yönelik bir yok etme girişimiydi. Hrant Dink davası, Türkiye’nin bir hukuk devleti olması mücadelesinin önemli sınavlarından birisi. Onun ölümünün acısını yüreğimizin derinliklerine gömüp, hiç olmazsa insan öldüren bu mekanizmanın cezalandırılarak etkisizleştirilmesini görmek istiyoruz. Böyle bir sonuç Hrant’ın yaşamı boyunca hayal ettiği demokratik hukuk devletinin oluşumuna katkıda bulunur. Onun çabasının en azından boşa gitmediği ortaya çıkmış olur. ??? Ülkemiz bir katiller ülkesi değildir ve olamaz. Olmamalıdır. Hiç olmazsa ölülerimize karşı boynu bükük kalmayalım… CUMHURİYET 04 CMYK
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle