19 Mayıs 2024 Pazar English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
6 EKİM 2007 CUMARTESİ CUMHURİYET SAYFA 17 Yol AKP iktidarına yakınlığı ile bilinen Yeni Şafak’ta İbrahim Karagül, 28 Eylül’de “PKK’ye terörist diyen kaybeder!” başlıklı bir yazı yayımladı. Yazıda bir resim çizilmiş: “PKK’ye ABD silahları veriliyor. PJAK’ı kuran ve kullanan ABD ve müttefikleri. Irak üçe bölünüyor. İran K. Irak’ta kendi başına operasyonlar yapıyor, durum gerginleşiyor. Nicolas Burns, dosyalarla dolu bir çanta ile Ankara’ya geliyor. İran var, petrol var, PKK var, K. Irak var.. Ama genel af da var. Terörle mücadele konsepti çerçevesinde Türkiye’nin ABD ve Irak’la bir sonuca gitme şansı yok artık, olmayacak da... İddialı bir şey olacak ama.. ABD, Türkiye’yi hem K. Irak yönetimi hem de PKK ile masaya oturtacak. Bir pazarlık yapılacak. Çünkü PKK’ye terörist diyenlerin kaybettiği bir dönem bu. Nasıl olacak, ne zaman olacak bilmiyorum ama bu yol açıldı. Karşılığında Türkiye’ye ne verirler bilmiyorum.. Türkiye direnirse, karşı koyarsa, uzlaşmazsa, CHP’nin toprağının epeydir havalanması gerekiyordu. O gerek yerine getiriliyor yavaş yavaş. CHP’deki görevlerinden, Genel Sekreter Yardımcılığı ve MYK üyeliğinden ayrılan Oğuz Oyan da bir sorumluluğu yerine getirdiği kanısında: Aday mısınız? İstifa gerekçesinde yazdığım konularda inisiyatif almak, 22 Temmuz ile birlikte CHP’nin girdiği iniş çizgisini durdurmak için gereğini yapma kararındayım. Burada önemli olan CHP’nin doğru ellerde, doğru bir yönetimle yeniden yapılanmasını sağlamak ve onun ötesinde iktidar perspektifini yeniden kazanan bir siyasi harekete dönüştürmektir. Bu süreçte bana hangi rol düşerse onu üstleneceğim. Bu rolü benden daha iyi üstlenecek olan varsa onu da destekle SAĞNAK NİLGÜN CERRAHOĞLU Resimden Çıkan hizaya gelmezse, bölgesel direnç merkezlerinin kaygılarını önemsemeye devam ederse ne olur? Taksim’de bombalar patlar. Ankara’da bulunan yüzlerce kiloluk patlayıcı, o zaman bulunamaz ve patlar! Ankara’ya, İstanbul’a ve memleketin muhtelif bölgelerine gönderilen yüzlerce kiloluk C3 ve C4’ler boşuna mı stoklanıyor. Yabancıların bu sevkıyatlarda nasıl rolü oluyor! İnanın patlar! Allah korusun...” Son bir haftayı aklınıza getirin. Önce Şırnak’ta minibüs taranıyor, 12 yurttaşımız ölüyor. Ardından İzmir’de iki büyük patlama... Ve Genelkurmay Başkanı Orgeneral Yaşar Büyükanıt’ın 1 Ekim’de yaptığı konuşmadan altı çizilmesi gereken dört tümce: “... Türkiye’nin bu gelişmeler sonucunda konjonktüre uygun bir zamanda, Irak’ın kuzeyinde bağımsız bir devlet ile karşı karşıya kalacağının bilinci içinde olması gerekiyor. Bunu ifade etme zorunluluğu duyuyorum. Böyle bir sonucun siyasal bir sorun olmaktan çok bir güvenlik sorunu olduğunu ifade edebilirim. Bu sonucun bir müttefikimizin veya müttefiklerimizin yardımları ile oluştuğu bilinen bir gerçektir.” Bağımsız Cumhuriyet Partisi, 29 Eylül’de İzmir’de bir toplantı yaptı ve “Türkiye nereye gitmelidir” sorusuna yanıt aradı. İşte o yanıtlardan bazıları: “Bütün boyutlarıyla ulusal bağımsızlığı yeniden kazanmak. ABD ve AB’nin sömürgeleştirici tutumlarına karşı ülkenin ve ulusun çıkarlarını temel almak. Serbest piyasa ekonomisi ve özelleştirme programlarına son vermek, yabancıların eline geçenleri geri almanın yollarını aramak. Kamusal ve özel kesimlerin birlikte seferber edilişiyle planlı ulusal kalkınmayı gerçekleştirmek. Ulusal emekçi ve üretici kesimlerin örgütlenmesi, dayanışması ve yönetime katılması koşullarını yaratmak. Bölgeler ve toplumsal kesimler arası gelir adaletsizliğini hızla ortadan kaldırmak. Eğitim ve sağlık başta olmak üzere, bütün toplumsal gereksinimlerin karşılanmasında akıl, bilim ve üretici emekten başka dayanak aramamak.” ‘Kasımpaşalı Haylaz’ın Marifetleri İşçiye “Ananı al da git!” Gazeteciye “Beğenmezsen çek git!” Kadın hakları savunucusuna “Ruanda olmak istiyorsan, buyur ol!” Erdoğan’ın bu çıkışlarına ne zaman tanık olsamki maalesef bu artık çok sık oluyor; Ertuğrul Özkök’ün yıllar önce yazmış olduğu bir yazı geliyor aklıma: “Kasımpaşalı haylazın (Marlon) Brando olarak portresi!” (10, Temmuz 1998) Erdoğan, daha İstanbul Belediye Başkanı... Siirt’te o meşhur şiiri okumuş (12 Aralık, 1997), “Minareler süngümüz/ Kubbeler miğferimiz/ Camiler kışlamız/ Müminler askerimiz!” Ve sonuçta DGM’lik olmuş... Ülkenin en yüksek tirajlı, en etkili yayın organında nerdeyse her Allah’ın günü beş sütuna yazı yazan bir genel yayın müdürü; kaygısızca yakıştırdığı iltifatları birer şirinlik muskası gibi sıralıyor: “Kasımpaşalı haylaz!” “(Haylazın) Brando olarak portresi!” RTE’nin siyasi kariyerinde ciddi bir “milat” olduğunu düşündüğüm o yazıyı okuduğumda “Tamam!” demiştim: “Yükselen liderin, bundan böyle nereye koştuğu belli...” Yazının kendisi de zaten böyle noktalanıyordu: “Yükselen bir lider adayı olarak Tayyip Erdoğan’ ın portresi... Özal da böyle değil miydi?” CHP Havalanıyor rim. Yoksa olana kadar hangi görev düşüyorsa onu yapmaya hazır olurum. CHP’nin üst kademelerinde görev yaptınız. Çözümsüzlük gördüğünüz için mi istifa yoluna başvurdunuz? 2004 yerel seçimlerindeki başarısızlıktan hemen sonra MYK’nin istifasını öneren tek kişi oldum. Ne yazık ki buna uyulmadı ve peş peşe iki nafile olağanüstü kurultay yaptık. CHP’yi; sosyal liberal sentez noktasına çekecek, AKP’nin simetriğini yaratmaya doğru itecek süreçlere karşı uyarmıştım. CHP’nin aslında bu sürece her şeye rağmen direnmesi, Kemalist, bağımsızlıkçı köklere dayanmasıyla gerçekleşebiliyordu. Ama saldırının hedefi de tam da orasıdır. Dolayısıyla buna çok dikkat etmek gerekiyor. CHP kuşkusuz sağdan oy alarak yükselecektir, ama bunun yolu, sağın birtakım unsurlarını partinin içine, yönetimine almak değildir. Bütün bunları dile getirdim, ama 22 Temmuz’dan sonra gördük ki, var olan MYK kurultaya kadar gidecek ve üst yönetimi değiştirmemenin sonucu, örgüt içinde tasfiyelere giderek bir kurultay kazanmaya dönüşecekti. Dolayısıyla orada daha fazla durmanın anlamı yoktu... Deniz Baykal, Türkiye’nin içinde bulundu ğu koşullarda CHP yönetimini gıdıklamanın bir anlamı olmadığını açıkladı... Bu koşullarda CHP yenilenmeden son üç seçimdir aldığı yüzde 1920 düzeyini bile koruma imkânı yok. CHP’yi kırmızı çizgilerini bozmadan yukarı çıkaracak kadrolara yol açmak için özveri şart. Yerel seçimlerden de başarısız çıktıktan sonra mı tavır alacağız? 2011 seçimlerini mi bekleyeceğiz? Bu arada Türkiye elden gidiyor. Parti içinde kişisel kariyerleri korumanın çok ötesinde bir ülke sorunu var. Partiyi mutlaka yükseltmek zorundayız. Yalnız mısınız? İstifa kararını kuşkusuz yalnız verdim. Ama çok olumlu tepkiler aldım, şimdi hiç de yalnız değilim. Yurttaş yerine ‘kölekul’ muamelesi Diyeceğim o ki, şimdi yakınmanın artık bir faydası yok. Meğer içimizde hep böyle bir “Kasımpaşalı haylaz!” özlemi varmış. Bunu, herkesten önce “derin sosyolog” Ertuğrul Özkök tespit ve teşhis etti; allayıp, pullayıp pazarladı... Her iki kişiden biri de gitti yüzde 47 ile baş tacı etti. “Ananı al da git!” sözleri için “en popüler yıldızımızmarka sanatçımız” Hülya Avşar da, “(Erdoğan’ın) içinden geçeni yapması hoşuma gidiyor!” dememiş miydi?.. “İçinden öyle geçti. Sinirlendi, delirdi. Onun o anki durumunu kabul ediyorum. Söylediği yanlış olsa da; içinden geçeni yapması hoşuma gidiyor...” Göz göre göre “yanlış” olsa dahi liderin, “içinden geçeni yapmasının” “eksi” yerine “artı” hanesine yazılır olması; “demokrasi mantığının” başkalaştığı, koptuğu yerdir. “Bu denli kararlı, başarılı bir liderin (siyasetin Marlon Brando’ su) içgüdülerine ben sonuna dek inanırım!” tarzında bir yaklaşım bu: “Ne yapsa makbulümdür. Ya çok daralmış, bunalmış ya da bir bildiği vardır!” Tüm popülizmleri ve ileri aşamalarda despotizmleri besleyen bir mantık bu, “Despot” Eski Yunan’da “sahipköle” ilişkisini ifade eden bir sözcük... Aristo, insan ilişkilerini vaktiyle üç kategoride sınıflamış: “Karıkoca ilişkisi”, “ebeveynçocuk ilişkisi”, “sahip(despot!) köle ilişkisi.” Yönetenlerin “kölekul” muamelesini çağrıştıran “kontrolsüz çıkışları ya da dayatmaları”, o gün bugün “siyasi jargonda” “despotluk” adıyla damgalanıyor... Batı’nın Rövanşı AYNUR MELETLİ Türkiye, 80’lerden bu yana sürdürdüğü ekonomiyi liberalleştirme serüveninde hiç bugünkü kadar Batı kapitalizmine bağımlı olmamış, dışarıya bu büyüklükte kaynak aktarmamıştı Halbuki Türkiye; ilaç niyetine dayatılan, aslında emperyalist Batı’nın sanayi devrimiyle oluşan arz fazlasına pazar, kaynak arayışı olan bu neoliberal politikalarla kalkınacak, zenginleşecekti. Ancak 27 yıldır uygulanan, son yıllarda dozu iyice artan neoliberal değerlerin götürüsü, getirisinden fazla oldu. Bu süre zarfında üretimi engellenen, ithalata zorlanan Türkiye, devamlı borçlandırılıp ekonomi sıcak paraya, dışa bağımlı kılınırken, gelişmiş ekonomiler ve şirketlerin yerel uzantılarının da katkısıyla daha da zenginleştiler. Bunda sistemin kendi iç dinamikleri kadar, bazı gayri milli siyasi iktidarların, bürokrasi ve onlar üzerinde nüfuzu olan ulusötesi şirketlerin yerel uzantılarının sorumluluğu da yadsınamaz. Yabancıyla ortaklığında edilgen konumdaki yerli sermaye siyasi yönetimleri, bürokrasiyi etkileyerek Batı ekonomilerini kazançlı çıkaran kararlar aldırdı. IMF’nin şartlı kredileri (SAL), AB yasaları, ekonomi ve siyasi alanda bağımlılığı getirerek siyasetçinin ülke çıkarlarını savunmasını zorlaştırdı. Dolayısıyla bu yapılanma Türkiye’den çok yabancı sermayeye, gelişmiş ülkelerin çıkarlarına hizmet etti. ??? Özellikle 59. hükümetin para politikaları, yabancı sermayeye tanıdığı ayrıcalıklar yabancının kâr hırsıyla birleşince, piyasa koşulları her zamankinden çok sermaye birikimi büyükten yana işledi ve bu dönemde dışa rekor düzeyde kaynak aktarıldı. Faizlerin yüksek, borsanın yıllık getirisinin yüzde 63 olduğu ortamda kurun düşmesi, ülkeye sıcak para getirenlerin dışarıda 15 yılda elde edeceği getiriyi 1 yılda almasını sağladı ve bu kazanç vergilendirilmedi. Yatırıma geldiği söylenen yabancı sermayenin büyük bölümü ise mevcut kârlı kuruluşları satın aldı (Brownfield Investment). O da üretmeden, tek bir şirket, fabrika kurup istihdam yaratmadan, içerideki tasarrufu, kârı ülkesine götürecek. Ekonomik kalkınma sağlayabilecek doğrudan yatırım ise yok denecek kadar az. Türkiye’yi zenginleştirmek, gelişmiş ülkelere yakınsaklaştırmak (converge) için uygulanan liberal politikaların bize getirileri bakın neler!.. 90 milyar dolar krize yol açacak sıcak para, 408 milyar dolar toplam borç, 34 milyar dolar rekor cari açık, 5 milyon işsiz, krizlere açık, dış desteğe bağımlı, gelir dağılımı bozuk bir ekonomi, 2 milyonu aç, 20 milyonu açlık sınırında, terör ve AB ile çözülmeye çalışılan bir toplum, Cumhuriyetin tüm kazanımlarını, sanayinin can damarı en kârlı varlıklarını, yerüstüyeraltı kaynaklarını kendisi değerlendirmeyip yabancının istifadesine sunmuş bir ülke. Bu verilerden de anlaşılacağı üzere, yabancı sermayenin Türkiye’yi kalkındırmak gibi bir kaygısı yok. O, en kısa yoldan kârını katlayıp ülkesine götürmenin peşinde. Aslında ülkeyi yönetenlerin, yerli sermayenin ve halkın kendi ülkesini kalkındırmak gibi bir düşüncesi yoksa bunu yabancıdan beklemek ne kadar akılcıl olur?.. Oysa benzer hataları yapan Osmanlı İmparatorluğu’nun yaşadıkları bize ders olmalıydı. ??? Osmanlı İmparatorluğu serbest ticaret anlaşmasını İngilizlerle 1838’de imzaladığında, Dışişleri Bakanı Palmerston bu durumu “Cappa D’Opere (Şaheser)” diye nitelemişti. Uygarlığa, refaha ilerlediğini sanan Osmanlı devleti, verdiği ödünlar ve Kırım yenilgisiyle 1854’te ilk borçlanmayı yapmış, hazine boşalınca emperyal Batı 1879’da borç tahsilatını bizzat üstlenip yeni kaynak arayışına girmişti (vergi, tütün). Osmanlı 80 yıl bu sömürüye dayanmış, sonunda teslim bayrağını çekmişti. Küllerinden doğan Türkiye Cumhuriyeti kanıyla canıyla savaşarak bu sömürüye dur demiş; topraklarını, varlıklarını emperyalist Batı’dan geri almıştı. Ancak ne acıdır ki; o gün kanla canla, yoksul halkın fedakârlığıyla geri alınan varlıklarımız, bugün yine Batı’nın rövanşı gibi emperyalistlerin elinde. Bu gidişin sonunun Osmanlı’nın yolu olmaması için bir an önce reel faizi indirip sıcak para girişine vergi konulmalı; üretim, ihracat artışıyla büyüme hedeflenmeli, teknoloji getiren, üretim kapasitesini, istihdamı, ihracatı, milli geliri artıran, katma değeri yüksek doğrudan yatırımları (Greenfield Investment) çekme gayreti gösterilmeli. Bu yatırımlardan doğan kârın bir kısmının ülkede kalması, yatırıma dönmesi ve ithal girdi kullanmama/sınırlama şartı getirilmeli. Bu nedenle de maliyeti göze alınıp ara malını, hammaddeyi Türkiye’de üretmek için yatırım yapılmalı. Aksi takdirde bu tür sermayede arzu edilen düzeyde katkı sağlamayacak, yine kazanan onlar, kaybeden, sömürülen Türkiye olacak. KİM KİME DUM DUMA BEHİÇ AK behicak?yahoo.com.tr Mürit uçurunca... Kontrolsüz davranışlar ilk günden cömert ve havalı bir “haylaz karizma” fantezisi ile taçlandırılırsa, olacak olan budur. Anayasa da böyle dayatılır. Hukuk skandalına dönüşen Cumhurbaşkanlığı referandumu da böyle yapılır. Yılların mücadelesiyle kazanılan kadınerkek eşitliğine ilişkin maddeler de böyle sıfırlanır.... Yükselen lideri, zamanında “Kasımpaşalı haylaz!” diye parlatanlar, ikide bir bugün “Bir ülke böyle elden gider!” uyarıları yapıyor. Ama olan oldu. Atı alan Üsküdar’ı geçti. “Kasımpaşalı haylaz tarzı” prim yaptı; kabul gördü bir kere. Kabul görmekle kalmadı, yüzde 47 ile baş tacı edildi. Ne demişler? “Şeyh uçmaz, mürit uçurur!”. “Haylaz Brando”muz bundan böyle ne yapsa, ne dese yeridir... ÇİZGİLİK KÂMİL MASARACI kamilmasaraci?mynet.com HARBİ SEMİH POROY nilgun?cumhuriyet.com.tr BULMACA SOLDAN SAĞA: SEDAT YAŞAYAN (ÇÖPLÜK ÇOCUKLARI) TAYYAR ÖZKAN www.junkidz.com TARİHTE BUGÜN MÜMTAZ ARIKAN 6 Ekim www.mumtazarikan.com Bağışsever Halkımız ile Gazilerimiz Arasında Sağlam Bir Köprü TÜRK SİLAHLI KUVVETLERİ ELELE VAKFI Halk Bankası Ankara K.Esat Ş. 16 0000 13 YTL Tel: 0312 431 99 36 www.elele.org.tr 1 2 3 4 5 6 7 8 9 1/ İki kişi arasındaki so 1 ğukluk. 2/ 2 Toprak, kum 3 ve saman elemeye yarayan 4 iri delikli kal 5 bur... Kaz Da 6 ğı’nın antik 7 dönemlerdeki adı. 3/ Hava 8 basıncı biri 9 mi... Denizde 1 2 3 4 5 6 7 8 9 kullanılan halka bi1 çiminde cankurtaran. S E N İ L İ Z M G 4/ Rütbesiz asker... 2 A R A B A Ş I 3 G E Z İ A H A R Olta ya da tuzağa koB A R B İ nulan yem... Bir gös 4 U Z S İ ME N A terme sıfatı. 5/ Güzel 5 A D O kokulu çiçekleri olan 6 R İ K K A T S Ç İ R bir ağaççık. 6/ Küçük 7 O L E erkek kardeş... Or 8 A N A R Ş İ U han Hançerlioğ 9 O M E G A T A K lu’nun bir romanı. 7/ Kibrit çöpleriyle oynanan bir oyun... Türkü eşliğinde oynanan bir halk oyunu. 8/ “Sana kâfir dediler biledim Hakka bile” (F. N. Çamlıbel)... Meyve koparmak için ucuna üçlü ya da dörtlü bir çatal geçirilmiş sırık. 9/ Erzurum’daki “Çifteminareli Medrese”nin bir başka adı. YUKARIDAN AŞAĞIYA: 1/ Padişah sarayı. 2/ Saban demirinin tarla sürülürken açtığı çizgi.. Uluslararası Kalkınma Ajansı’nın simgesi. 3/ Kaplarda su nedeniyle oluşan tortu... İnce bulgur. 4/ Erken... Ak gerdan üstüne bir de gerek” (Karacaoğlan)... Pasta hamuru. 5/ Uzun taneli ve kokulu bir pirinç türü. 6/ Kayınbirader... Yüce, yüksek. 7/ Yarı, yarım... “Yok” anlamında argo sözcük. 8/ Sarımsak tanesi... Eskiden ağır hapis mahkumlarının boynuna geçirilen demir halka. 9/ Mardin’de bir medrese. CUMHURİYET 17 K
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle