19 Mayıs 2024 Pazar English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
SAYFA CUMHURİYET 8 EYLÜL 2006 CUMA 4 HABERLER RTÜK Kurucu Başkanı Baransel, RTÜK’ün AKP’ye bağlı çalıştığını ve özerkliğini yitirdiğini söyledi DÜNYADA BUGÜN ALİ SİRMEN Neden Olmasın? 7 Eylül tarihli gazeteler, AKP’nin Lübnan’a asker gönderme tezkeresini, kendi ezici çoğunluğundan sadece 6 fire vererek geçirdiği haberini veriyorlardı. 8 Eylül tarihli gazeteler ise, daha bir gün önceki olayın tepkileri sürerken, İngiliz Daily Telegraph gazetesine atfen, Türklere Afganistan’ın Kandehar bölgesinde sıcak savaş görevi vermek için baskıların başladığını bildiriyorlardı. Geçen cumartesi NATO’nun Afganistan’da başlattığı büyük çaplı operasyon da istenen sonucu vermiş değildir. 2001 yılından bu yana ülkede yaşanan en geniş çaplı çatışmalar sırasında, NATO Medusa adlı bir operasyon düzenlemiş bulunmaktadır. Medusa, NATO tarihindeki ilk tugay çaplı operasyondur. Afganistan’dan gelen haberler, burada havanın iyice ısındığını, çatışmaların gelecekte daha da artabileceğini gösteriyor. İngiliz birliklerinin bölgede güç duruma düşmeleri, Taliban’ın saldırılarını arttırması, İngiltere’deki kamuoyu tepkisinin yoğunlaşması üzerine, NATO burada yeni güçlerin yer alması için baskılarını arttırmış bulunuyor. İlk akla gelenlerden biri de, Mehmetçik oluyor tabii ki. Hemen Mehmetçik’in akla gelmesini ise, iyi bir kamuflajla örtüyor ve ‘‘Türk askerine ihtiyacımız var çünkü eğer buraya Türk askeri gelirse, bunun kâfirlerle İslamın savaşı olmadığını ispat etmiş oluruz’’ diyorlar. Yerseniz eğer! ??? Bilindiği gibi, Türkiye Afaganistan’a asker gönderirken, misyonunu yalnızca ülkenin kuzeyi ile sınırlamış bulunmaktaydı. Şu anda yürütülmekte olan Medusa operasyonuna ise sadece ABD, Kanada, Danimarka ve Hollanda askerleri katılmakta, İngiltere ise destek vermektedir. Bundan sonra istenen ise, bu ve bu tür operasyonlara NATO üyesi ülkelerin daha fazlasının doğrudan katılmasıdır. Bu arada özellikle istenen ise Türklerdir. Türkler katılırsa, savaşın emperyalist niteliği, ABD yönetiminin ve bizzat Bush’un İslam dünyasına bakışı değişecek midir? Ya da Taliban karşısında Türk askerini görürse, acaba şöyle mi düşünecektir: Biz ne yapıyoruz yahu! Müslüman kardeşlerimize de ateş edip öldürecek miyiz? Ve bu düşüncenin ardından hemen çatışmayı kesecek midir Taliban? Türk askerini isteyenler, bunun olmayacağını biliyorlar. Ama yine de, gizledikleri iki niyetlerini yürürlüğe koymaktan çekinmiyorlar. Bunlardan birincisi, savaşın zaman zaman, kimi bölgelerde, NATO aracılığıyla yürütülen, kimi hallerde taşeronluğunu kendi çıkarlarının da etkisiyle İsrail’in yüklendiği bir Amerikan hegemonya savaşı olduğu gerçeğini gözden kaçırmaktır. İkinci amaç ise, kendi evlatlarının ölümüyle kendi kamuoylarında oluşacak tepkiyi önlemek üzere, ateş hattına Türk askerini sürmektir. ??? Bu cesareti, hatta cüreti nereden bulduklarını fazlaca sorgulamaya gerek yok. Melih Aşık, dünkü ‘‘Açık Pencere’’sinde, ‘‘Hadi Afganistan’a’’ başlığı altında özetle şunları söylüyordu: ‘‘Lübnan’a asker kararının mürekkebi kurumadan... Türk askeri için yeni bir görevin hazırlığı yapılıyor... Bu defa hedef Afganistan. Neden Afganistan? Çünkü ABD ve İngiltere Afganistan’da çok fena sıkıştı... İngiliz birlikleri Afganistan’da darbe üzerine darbe yiyor. Kamuoyu ayakta Blair’e istifa çağrıları yapılıyor. Afganistan’da sıkışan İngiliz birliklerinin yükünü hafifletmek için çare aranırken, dünkü Daily Telegraph gazetesinden öğreniyoruz ki akla ‘Memet’ geliyor.... ...Siz emre amade ve bedava fedailiğe talip bir pozisyon almışsanız... Eloğlunun sıkıştığı zaman ilk sizi hatırlamasından daha doğal ne var... Hadi bakalım. Şimdi de Afganistan’a.” Doğrusu buna ekleyecek pek başka bir şey yok. Şimdi Türk medyasında bu konuda çıkacak yorumları bekleyelim. Göreceksiniz, neler çıkacak. İsterseniz bu takımın bir kısım savlarını şimdiden tahmin edelim: ‘‘Terör ile mücadelede dayanışma göstermezsek dünya üzerindeki etkinliğimizi kaybederiz.’’ ‘‘Yeni bir dünyanın oluşmasına katkıda bulunmak istiyorsak, elimizi taşın altına koymak zorundayız.’’ ‘‘Bu işe müdahalede geç kalırsak itibar kaybederiz, ‘Hür Dünya!’nın bize güveni azalır.’’ ‘‘Tabii şehit vereceğiz, askerlik yan gelip yatma yeri değildir.’’ ‘TRT siyasi baskı altında’ ESRA YAZDIÇ ANKARA TRT’nin yeni genel müdürü için arayışlar sürerken Radyo Televizyon Üst Kurulu’na (RTÜK) genel müdürlük için başvuracak adaylar ile yüz yüze görüşme yapılacağı iddiası gündeme geldi. RTÜK Kurucu Başkanı Ali Baransel, ‘‘kurumun AKP’ye bağlı çalıştığına, özerkliğini yitirdiğine ve liyakat kavramının önemini kaybettiğine’’ dikkat çekti. Baransel, kurumun İstanbul’a taşınmak istendiğini savundu. Uzun süredir TRT Genel Müdürlüğü makamına vekâlet eden imam kökenli Ali Güney’in yerine asaleten atanacak TRT Genel Müdürü’nü belirlemek üzere başlatılan başvuru süresi bugün sona eriyor. Genel müdürlük için başvuracak adayların, RTÜK ? TRT genel müdürü olmak için başvuran adayların yüz yüze görüşmeye davet edileceğine ilişkin iddiaları değerlendiren RTÜK Kurucu Başkanı Baransel, “RTÜK ve TRT’nin siyasi iktidarın boyunduruğunda hareket ettiğini” söyledi. tarafından sözlü görüşmeye çağrılacağı iddiası ise kurum üzerinde iktidar baskısının yoğunlaştığı iddialarına neden oldu. RTÜK yetkilileri ise genel müdürlüğe başvuracak adaylar ile yüz yüze görüşme yapmayı düşünmediklerini belirtiyor. RTÜK Kurucu Başkanı Ali Baransel, ‘‘RTÜK’ün AKP hükümetine bağlı çalıştığını, özerkliğini yitirdiğini ve liyakat kavramının önemini kaybettiğini’’ söyleyerek ‘‘RTÜK’te ve TRT’de gelenekler yerleştirilmeye çalışılıyor’’ dedi. Baransel, RTÜK’ün İstanbul’a taşınmasının düşünüldüğünü de savunarak, sözlü görüşmeyle genel müdür alınacağı iddialarına ilişkin şunları söyledi: ‘‘Bu tür bir uygulamanın hukuksal dayanağı yoktur. TRT özerk, anayasal bir kuruluştur ve kamu hizmeti yayıncılığının otorite odağıdır. Böylesine ağırlığı ve saygınlığı olan bir kuruluşun genel müdürü, iyi niyetli olsa bile sözlü görüşmeye tabi tutulması şık bir davranış değildir. TRT’ye atanacak genel müdür için bu uygulama kişiliği incitici ve örseleyici bir yaklaşım olarak düşünülmelidir. RTÜK kurulduğunda, her anlamda özerk bir kuruluştu. Üyelerinin hepsi kendi alanlarında uzman ve kamuoyunun tanıdığı kişilerdi. Şimdi ise siyasi iktidarın oyuncağı olmuş durumda. Demokratik parlamenter sistemin işlediği ülkelerde siyasi iktidarlar, özerk kuruluşları kıskanmaz, ancak bizim gibi demokrasi kavramına tam olarak yaklaşamayan iktidarlar, bu kurum ve kuruluşları kendilerine tabi hale getirmeye çalışıyor.’’ Geçen seçimde TRT Genel Müdürlüğü için başvuruda bulunan, ancak adının yayımlanmasını istemeyen eski bir adayın verdiği bilgiye göre; RTÜK Başkanı Zahid Akman, geçen yıl TRT Genel Müdürlüğü için başvuran adaylara mektup göndererek kurul üyelerinin son kararlarını vermeden önce adaylarla tanışıp görüşmesinin yararlı olacağını bildirdi. Mektubun sonuna, ‘‘Tarafınızca uygun görülmesi halinde görüşmeyi dilerim’’ cümlesinin eklendiğine işaret eden eski aday, tüm evraklarını tamamladıkları halde sözlü görüşmeye çağrılmalarına anlam veremediklerini, ancak gitmemeleri halinde elemeye tabi tutulacakları endişesi yaşayarak görüşmeyi kabul ettiklerini belirtti. İ LK VE SON KURŞUNUN ADRESİ İĞNELİ FIRÇA ZAFER TEMOÇİN K UTLAMALAR İzmir’de kurtuluş coşkusu İZMİR (Cumhuriyet Ege Bürosu) İzmir Büyükşehir Belediye Başkanı Aziz Kocaoğlu, ‘‘9 Eylül sadece bir kentin değil bir ulusun kurtuluşudur. Kurtuluş Savaşı’nda ilk kurşun da, son kurşun da İzmir’den atılmıştır’’ dedi. Büyükşehir belediyesinin, İzmir’in kurtuluşunun 84. yıldönümü nedeniyle kentin farklı noktalarında hazırladığı 14 taktan ilki olan ‘‘Zafer Takı’’, Konak Alanı’nda açıldı. Kemeraltı Çarşısı’ndan Bahri Baba otobüs duraklarına giden yolun girişine kurulan tak için, İzmir Saat Kulesi’nin yanında tören düzenlendi. Törene Kocaoğlu’nun yanı sıra Konak Belediye Başkanı Muzaffer Tunçağ, İl Genel Meclisi Başkanı Hakkı Berksü ve çok sayıda yurttaş katıldı. Etkinlikte, Bornova halkoyunları ekibi gösteri sundu. Daha sonra başta Kocaoğlu ve Tunçağ olmak üzere tüm konuklar takın altından geçerek açılışı gerçekleştirdi. Yürüyüşe İzmir Büyükşehir Belediyesi tarafından hazırlanan at arabaları da eşlik etti. Takın açılışında konuşan Kocaoğlu, 9 Eylül’ün ilk yılki kutlamalarında da zafer taklarının bulunduğunu anımsatarak şunları söyledi: ‘‘84 yıl önce yaşanan bir destanı bu yıl hiç bitmeyecek bir coşkuyla kutlayacağız. Kurtuluş mücaledesi, en haklı direniş savaşıdır. Ülkemiz, işbirlikçilerin elinden kurtularak adını cumhuriyet olarak duyurdu. İzmir, Kurtuluş Savaşı’nda direnişin simge kentidir. İlk kurşunu atan Hasan Tahsin’in hemşerileri olarak ülkemize cesaret veren bir kentin insanlarıyız. 9 Eylül sadece bir kentin değil bir ulusun kurtuluşudur. 9 Eylül sıradan bir gün değildir. Ülkenin kurtuluş günüdür.’’ CHP 83 yaşında ANKARA (Cumhuriyet Bürosu) CHP, 83. kuruluş yıldönümünü yarın bir dizi etkinlikle kutlayacak. CHP’nin kuruluş yıldönümü kutlama etkinlikleri Deniz Baykal ve parti yöneticilerinin Anıtkabir’e çelenk koyması ile başlayacak. Baykal, saat 13.30’da genel merkez binasında bir konuşma yapacak. Yıldız Kenter ve Talat Halman saat 15.45’te ‘‘Çağlar Boyunca Türk Sanatları’’ konulu bir sunuş yapacak. Ardından, saat 17.30’da sanatçı Erol Evgin, ‘‘CHPCumhuriyet 83 yaşında’’ konulu bir konser verecek. Daha sonra da genel merkez binasında bir kokteyl verilecek. [email protected] Atatürk’ün Yüzbaşı Şerafettin’e hediyesi kitap oldu Kayıp kılıçtaki kahramanlık izleri OĞUZ YILDIZ asirmen?cumhuriyet.com.tr İZMİR Mustafa Kemal Atatürk tarafından, İzmir’in kurtuluşunda Türk bayrağını hükümet konağına çeken Yüzbaşı Şerafettin’e verilen kılıç kayboldu. Onur kılıcını kuşanan Yüzbaşı Şerafettin’in bundan sonraki öyküsü, zorluklarla dolu. Askerlik yaşamını, 1944’te albay rütbesiyle noktalar. Hastalığı döneminde yoksulların tedavi gördüğü ‘‘Gureba’’ hastanesinde yatar. Maddi sıkıntılar yaşadığı haberlerinin basına yansıması sonrası kendisine teklif edilen para ve evi, ‘‘Bizimki bir namus göreviydi. Bunun parayla karşılığı olamaz’’ diyerek reddeder. Albay Şerafettin’le kılıcın yolları ise İzmir’de bir İnkılap Müzesi kurulduğu haberiyle ayrılır. Eşi Siret Hanım ve kızı Gönül, kılıcı, müzeye gönderilmek üzere İstanbul Valiliği’ne teslim eder. Kılıcından sonra eşini de yitiren Şerafettin İzmir, onur ve kahramanlıklarla dolu yaşamını 6 Kasım 1951’de noktalar. Dokuz Eylül Üniversitesi (DEÜ) Atatürk İlke ve İnkılaplar Enstitüsü Müdür Yardımcısı Yrd. Doç. Dr. Kemal Arı, kılıç ve etrafındaki kahramanlık öyküsünün peşine düşer. 6 yıllık araştırmasında elde ettiği bilgileri de ‘‘Üçüncü Kılıçİzmir’in Kurtuluşu ve Yüzbaşı Şerafettin’’ adlı kitapta toplar. Kitapta derlenen bilgilere göre, Gönül Manioğlu’nun yaptığı yazışmalar, kılıcın kayıp olduğunu ortaya koyuyor. 2000 yılında, dönemin İzmir Büyükşehir Belediye Başkanı Ahmet Piriştina tarafından İzmir’deki müzelerde yaptırılan araştırmalarda da kılıcın izine rastlanamıyor. Genelkurmay Başkanlığı’nın askeri müzelerde yaptırdığı araştırmalardan da sonuç alınamıyor. 67 Eylül kurbanları anıldı İnsan Hakları Derneği (İHD), 67 Eylül’de azınlıklara yönelik saldırılarda yaşamlarını yitirenleri andı. İHD İstanbul Şube Başkanı Hürriyet Şener, olayların üzerinden 51 yıl geçmesine karşın hiçbir devlet yetkilisinin Türkiye adına özür dilemediğini söyledi. Olaylarda 5 bin 317 işyerinin tahrip edildiği, 3 kişinin yaşamını yitirdiği ve 30 kişinin de yaralandığını anlatan Şener, ‘‘Bugünkü toplumsal yaralarımızdan yetkililerin geçmişle yüzleşme cesareti göstermeden kurtulamayacağımızı kaydetti. Şener, ‘‘Halkı kandırarak olayların başlamasına neden olan yetkililer, bugün geçmişteki hatalarını telafi etmek adına özür dilemelidir’’ dedi. Grup, dernek binası önündeki açıklamasının ardından İstiklal Caddesi’ndeki işyerlerinin önüne çiçek bıraktı. Grup, daha sonra olaysız dağıldı. Fanatizm geri toplumlarda yaygın bir örgütlenme ve davranış olarak ortaya çıkar. Fatih’in Çarşamba semtinde İsmailağa Camii’ndeki linç olayı, tarikat ve cemaat örgütlenmelerindeki bir duruma işaret ediyor. Bu durum nedir? Yoksulluk ve içe kapanma, dini bağnazlıkla birleşince tehlikeli bir boyut kazanıyor. Geçmişten bu yana sağcı siyasi partiler toplumun dine olan eğilimini bir oy olanağı olarak görüp değerlendirdiler. Açıklık ve demokrasiyi savunmak yerine, despotik bir kültürü kendi siyasi başarıları için kullandılar. Dinle yoksulluk birleşince çoğu zaman tehlikeli bir fanatizm ortaya çıkıyor. Çarşamba’da olanlar arızi, yani gelip geçici bir durum mu? İşte bunu ciddi olarak sorgulamalı ve araştırmalıyız. Linç kültürünün nasıl üretildiğini, bu tablonun nasıl ortaya çıktığını anlamaya çalışmalıyız. Oradaki insanları hangi propaganda, hangi yaşam tarzı böyle davranma Camide Linç ve Gerilim... ya itiyor, bunu önyargısız ortaya çıkarabilmeliyiz. ??? Çarşamba semtine ilişkin bir buçuk ay kadar önce ilginç bir araştırma okumuştum. Bu araştırmada, Çarşamba’da bir çözülme olduğuna ilişkin tespitler yapılıyordu. Bir kısım insanın artık tesettürü terk ettiğini, artık eskisi kadar cemaat kurallarına uymadıklarını anlatıyordu. Cemaat içinde bir yozlaşma olarak kabul edilen, giyim kuşam konusunda bir değişim yaşandığına dikkat çekiliyordu. Tabii ki her değişim isteği, kurulu düzenin tepkisini çeker. Son çatışma, cinayet ve linç olayının arkasında da böyle bir değişim isteği, bir farklılaşma çabası mı yatıyor? Bunları bilmek o kadar da kolay değil. Cemaat, kapalı bir kutu ve içine nüfuz etmek o kadar da kolay değil. Ancak cemaatin içinde bir kıpırdanma olduğu yolunda saptamaları uzun zamandır duyuyorduk. ??? Çarşamba’da çekilen fotoğraflara bakıyorum. Türkiye’nin diğer yerlerine benzemiyor. Değişik ve kapalı giysiler içinde kadınlar, erkekler. Erkekler şalvarlı, kadınlar kara çarşaflı. İnsanların nasıl giyineceği tabii ki onların bileceği bir iş. Ancak kara çarşaflara bürünmüş, yalnızca gözleri ve burnu açıkta olan o kadınlarla Türkiye çağdaş bir düzen yaratabilir mi? Aynı şey erkeklerin kıyafetleri için de söylenebilir. Bazıları da diyebilir ki, demokrasi bir giyim kuşam meselesi mi? Özgürlük onlarla mı saptanıyor? Giyim kuşamın, insanın ideolojisiyle, dünyaya bakışıyla bir ilişkisi olduğu söylenebilir. Kadınları kapalı giysilere zorlayan, onu o şekilde yönlendiren bir dünya görüşünün demokrasi ve çokseslilik üretmesi mümkün mü? Tabii ki ideolojik tutumu, tek başına giyim kuşam ifade etmez, modern giysiler içinde de insan, gerici ve faşist ideolojileri savunabilir, bunun örneklerine etrafımıza bakarak karar verebiliriz. Sırf giysi bir ölçü değildir, ama giysinin de ideolojik amaçlarla şekillenebildiğini de biliyoruz. ??? Türkiye’nin bir farklılaşma ve kamplaşmaya doğru gittiği söylenebilir mi? Bu kıyafetlere, İstanbul merkezindeki bu manzaralara bakınca iyimser olmak çok zor. Peki bu manzara marjinal bir manzara mı? Toplumun çoğunluğu böyle bir durumda mı? Bir sorun olduğu, bu sorunun cinayetlere kadar uzanan bir fanatizme yol açtığını görüyoruz. Ciddi bir durumla yüz yüzeyiz. Bu konuyu siyasetin ötesine alıp, ciddi bir toplumsal sorun olarak değerlendirmeliyiz. Türkiye’de bir kimlik bunalımı yaşandığını, fanatik tarikatçı kesimlerin bu bunalımdan beslendiğini de görmeliyiz. ??? Bütün bunların çaresi açıklık, şeffaflık, özgürlük ve demokrasidir. Toplumda gelir dengesizliği, eşitsizlik, yoksulların aşağılara itilmesi, fanatizmi de kışkırtıyor. İşte birileri bu ortam içinde tezgâh açıp, buradan kendilerine pay çıkarmaya çalışıyorlar. Buradan müritler elde ederek, bunun rantıyla zenginleşmeye çalışıyorlar. Tarikatların, cemaatlerin, cemaat temelli örgütlenmenin birilerine rant sağladığını biliyoruz. Gerginlik ve kamplaşma, her kesimde fanatikleri mutlu ediyor, toplumun ise dengesini bozuyor. Çarşamba manzaraları, üzerinde düşünmemiz gereken bir soruna işaret ediyor... CUMHURİYET 04 K
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle