18 Mayıs 2024 Cumartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
SAYFA CUMHURİYET 29 EYLÜL 2006 CUMA 4 DÜNYADA BUGÜN ALİ SİRMEN HABERLER Irak Devlet Başkanı, PKK’li militanlara siyasi sığınma hakkı verilmesi için altyapı hazırlıyor Hollanda Hödüklüğü Emsal Oluşturmalı mı? Çoğunluğun tersine, Hollanda’daki olaya çok sevindiğimi belirterek başlamak isterim. Sevincimin nedeni, hödüklüğün hiçbir toplumun ve ulusun tekelinde olmadığının bir kez daha kanıtlanması oldu. Yoksa, bunun dışında, Hollanda’da Sosyal Demokrat İşçi Partisi (PVDA) ve Hıristiyan Demokrat Parti’nin (CDA) Türk milletvekili adayları Erdinç Saçan ile Ayhan Tonca ve Osman Elmacı’yı veto etmelerinin akılla, mantıkla, izan ile açıklanacak hiçbir yönü yok. Yıllar önce, Türkiye’deki Kürt sorunu ile ilgilenen Flamand televizyonu muhabirine, insan hakları sorunlarının herkesi ilgilendirdiğini, bu gibi konulara karışmak ve düşünce ileri sürme haklarının olduğunu söyledikten sonra, Uğur Mumcu’nun eşsiz cümlesini de anlatmıştım: ‘‘Yeter ki bilgi sahibi olmadan fikir sahibi olmayın!’’ Konuşmanın ilerleyen bölümünde, muhabir cehaletini sergilemeye başlayınca da, kendisine Uğur Mumcu’nun öğüdünü bir kez daha hatırlatarak yüzüne vurmuştum, budalalığını. Ama doğrusu içten içe sevinmiştim de, bize akıl öğretmeye çalışanın hödüklüğüne tanık olunca. Bu sevinci ilk kez Fransa’da 1981 seçimleri sırasında, Paris yakınında, ‘‘Avrupa’nın gri hücre açısından en yoğun kenti’’ olarak tanımlanan Palaiseau’da Fransız Komünist Partisi’nin o zamanki Genel Sekreteri Georges Marchais’nin ipe sapa gelmez televizyon konuşması sırasında hissettim ve Türkiye kökenli Fransız ev sahibime dönerek sevincimi şu sözlerle ifade ettim: Çok rahatladım, çok hoşuma gitti. Eskiden hödüklüğün yalnızca bizim kimi politikacıların tekelinde olduğunu sanırdım, meğer evrenselmiş. ??? Şu sıralarda, TCY 301 tartışmalarıyla meşgul olan ülkemin görüntüsü bana göre pek iç açıcı, göğüs kabartıcı değil. Üstelik olumsuz görüntü bu konuyla da sınırlı kalmıyor. Bu durumun ister istemez insanda bir eziklik doğurduğunu da biliyor, ama buna hiç de gerek olmadığını düşünüyordum ki, Hollanda’dan gelen haberler düşüncemi onayladı. Demokrasilerde, tabulara, nas’lara (inak) yer olmadığı hep söylenir, insanın bir konuyu incelemeden fikir sahibi olması, Uğur’un da belirttiği gibi, hödüklüktür. Avrupalı da yapar bunu. Avrupalının olayları irdelemesindeki şablonculuk, ‘‘öteki’’ diye algıladığı insan ve toplumlara yaklaşımındaki önyargı, bir türlü üstünden atamadığı art niyetlerinin örnekleri saymakla bitmez. Avrupalıyı abartmayalım! Avrupa’nın birden çok yüzü olduğunu unutmayalım. Avrupa dinsel hoşgörünün vatanı olduğu gibi, en uzun din savaşlarının da diyarıdır. Aydınlanma düşüncesi de Avrupa’da parlamıştır, ırkçılık ve emperyalizm de. Tarihin en parlak uygarlık eserleri de Avrupa’da çıkmıştır, tarihin en yıkıcı iki paylaşım savaşı da. ??? Avrupa ile kurum ve kuruluşlarına, abartmadan, onları gözümüzde büyütmeden, çelişkili yönlerini göz ardı etmeden bakmalı ve yaklaşmalıyız. Bu yaklaşımda özellikle duygusal olmamalıyız. Mustafa Kemal, Kurtuluş Savaşı’nı İtilaf Devletleri’ne karşı yürüttü. Ülkemizi istila edenler Avrupalılardı. Hatta iğrenç politik manevralarla yaptıklarını ‘‘Medeniyet’’ maskesiyle örtmeye çalışıyorlardı. Mehmet Akif’i isyana iten ve İstiklal Marşımıza, ‘‘Medeniyet dediğin tek dişi kalmış canavar’’ sözlerini koymasına neden olan işte bu tutumdu. Ama savaşın hemen ertesinde, Mustafa Kemal, örneği Avrupa’da bulunan çağdaş kurumları alırken, duygusal davranmadı, çünkü Avrupa’nın iki çelişkili yüzünü de tanıyordu. Bunları yaparken de Atatürk, Avrupalıyı kendinden üstün görmüyordu. Önemli olan, daha önce oluşturulmuş doğru kavramları almak, kötüleri ise reddetmekti. Mustafa Kemal, akılcılık anlamında ‘‘Batılı’’ idi, ama gereksiz hayranlık içinde bir ‘‘Batıcı’’ değildi. Şimdi Hollanda, Ermeni soykırımı konusunun özgürce tartışılmasını engelliyor ve ‘‘Soykırım yoktur’’ denmesini yasaklıyor diye biz de onun karşıtını yapıp ‘‘Ermeni soykırımı vardır’’ demeyi mi yasaklayalım? Bu, gâvura kızıp demokrasi bozmak, kavura kızıp kafayı bozmak değil midir? Avrupa’ya bakarken, Mecelle’de çok veciz biçimde ifade edilmiş olan şu ilkeyi hiç unutmayalım: ‘‘Suimisal (kötü örnek) emsal teşkil etmez.’’ Talabani’nin ‘siyasi’ planı MEHMET FARAÇ KYB lideri, Kürt devletinin kuruluş aşamasında PKK’nin sorun olmasını istemiyor ve siyasi sığınma hakkının altyapısını hazırlıyor. Öcalan’ın cezaevinden yaptığı açıklamalar da Talabani’nin yürüttüğü politikalarla örtüşüyor. Irak Devlet Başkanı Celal Talabani’nin önce PKK’yi ateşkese ikna edeceğini söylemesi, daha sonra da Türkiye’yi tehdit eden açıklamalarının ardında ezeli ve ince bir ‘‘siyasi plan’’ bulunuyor. Öteden beri PKK sorununu politik yöntemlerle çözme yandaşı olan KYB lideri, Kürt devletinin kuruluş aşamasında örgütün sorun olmasını istemiyor, militanlara siyasi sığınma hakkı verilmesinin altyapısını hazırlamaya çalışıyor. Talabani’nin, KDP lideri Mesud Barzani ile birlikte yıllardır ‘‘tek çözüm’’ olarak dayattığı bu plan adım adım nasıl uygulanıyor: Bu hedefin altyapısını Kürdistan yönetiminin ABD temsilcisi olan Talabani’nin oğlu Kubat yü rütüyor. Kubat Talabani’nin ocak ayında Washington’daki Uluslararası Stratejik Etütler Merkezi’nde (CSIS) PKK’nin Kuzey Irak’taki varlığına son vermenin yolunun siyasi diyalogdan geçtiğini, soruna askeri çözüm bulunmasının imkânsız olduğunu söylemesi de planı deşifre ediyor. KYBKDP işbirliğiyle yürütülen siyasallaşmış örgüt hedefinin altyapısı hazırlanırken ABD, PKK koordinatörü olarak emekli asker Joseph Ralston’u görevlendiriyor. Talabani, ABD, Türkiye ve Irak arasında koordinatör tartışmalarının netleştirilemediği bir dönemde Amerika gezisini planlıyor. Ancak geziden önce PKK’lilerin geleceğini garanti altına almayı yeğliyor! KYB lideri, 24 Eylül günü kendisi ve Barzani’nin onayladığı Kürdistan Bölge Anayasa Taslağı’nın Kürt parlamentosuna sunulmasını sağlıyor. Ancak taslakta, PKK’lilerin iade edilmesini de engelleyecek bir maddenin bulunduğu ortaya çıkıyor. Bu madde örgüt üyelerine siyasi sığınma verileceğine ilişkin hazırlığa bir başka kanıt oluyor. Tehdit ve dayatma Geriye Türkiye’nin ikna edilmesi kalıyor. Dışişleri Bakanı Abdullah Gül’ün Amerika’da olduğu bir dönemde, Başbakan Erdoğan’ın 2 Ekim’de ABD Başkanı Bush’la görüşmesi öncesinde Talabani apar topar Washington’a gidiyor. Talabani, 26 Eylül’de Newsweek dergisine verdiği demeçte, PKK’yi saldırılarını durdurması için ikna ettiklerini ve örgütün birkaç gün içinde ateşkes ilan O RGENERAL BAŞBUĞ: İĞNELİ FIRÇA ZAFER TEMOÇİN Terör ve irtica asimetrik tehdit ? Kara Kuvvetleri Komutanı Başbuğ, “Bölücü terör/ayrılıkçı hareket, irticai faaliyetler ve uluslararası terorizm Türkiye’nin karşı karşıya bulunduğu başlıca asimetrik risk ve tehditleri oluşturmaktadır’’ dedi. ANKARA (Cumhuriyet Bürosu) Kara Kuvvetleri Komutanı Orgeneral İlker Başbuğ, ayrılıkçı hareket, uluslararası terör ve irticanın Türkiye için en büyük tehdit olduğunu vurguladı. Başbuğ, Türkiye üzerinde iç ve dış kaynaklı bazı radikal projelerin uygulanmak istendiğini de dile getirdi. Başbuğ, Konya merkezli Barem dergisinin ekim sayısı için yazdığı yazıda güncel konulara ilişkin değerlendirmelerde bulundu. Başbuğ’un görüşleri özetle şöyle: Terörist ile bölge halkı ayrılmalı: Terörle mücadelede bölge halkının desteğinin kazanılması başarının önkoşuludur. Bunun için, terörist ile bölge halkının ayırt edilmesi ve mücadelenin hukuk düzeni içerisinde yürütülmesi zorunludur. Bölücü terör ve irtica: Türkiye, içinde bulunduğu zor coğrafyada, simetrikten asimetriğe doğru uzanan geniş bir risk ve tehdit yelpazesi ile karşı karşıyadır. Bölücü terör/ayrılıkçı hareket, irticai faaliyetler ve uluslararası terorizm Türkiye’nin karşı karşıya bulunduğu başlıca asimetrik risk ve tehditleri oluşturmaktadır. Atatürkçü düşünce sistemi: Cumhuriyetin ve devrimlerin korunmasının tek yolu vardır. Bu yol Atatürkçü düşünce sistemidir. Laiklik temel taş: Cumhuriyetin temel niteliklerinin ve anayasal düzenimizin temelini laiklik ilkesi oluşturmaktadır. Laiklik en geniş anlamıyla aklın ve bilimin egemenliğinin kabul edilmesidir. Laiklik, Türkiye Cumhuriyeti’ni oluşturan tüm değerlerin temel taşıdır. AB’ye yanıt: TSK’nin siyasete müdahale ettiğini ifade ederek, Silahlı Kuvvetler’in özellikle milli güvenlik açısından, anayasal düzenin üç temel niteliği olan ulus devlet, üniter devlet ve laik devlete yapılan saldırılara kayıtsız kalmasını istiyorlar. Bu kesimler büyük bir yanılgı içindedirler. Türk Silahlı Kuvvetleri’ni, başka ülkelerin ordularıyla karşılaştırarak farklı sonuçlar üretmeye çalışan bu kesimler, Türk toplumunun tarihini de gerçeklerini de bilmeyenler ya da kendilerine yabancılaşmış olanlardır. O ülkelerin bir kısmı topraklarında düşman çizmesi görmemiştir. Bir kısmının jeopolitik konumu dikkate alınacak sınırlar içermez, bir kısmı kendisini koruyacak duruma bile düşmemiştir. O ülkelerin bir kısmında askerler vatanı korumak zorunda kalmamıştır. O ülkelerin bir kısmında vatanın sınırları, halkın ve askerin kanıyla çizilmemiştir TSK taraftır: Türk Silahlı Kuvvetleri ulus devlet, üniter devlet ve laik devletin korunmasında her zaman taraf olmuştur ve olmaya devam edecektir. edeceğini ileri sürerek Türkiye’nin ağzına bir parmak bal çalmaya çalışıyor. Ne var ki bu açıklamaya Türk tarafı ‘‘PKK için Talabani’nin aracılığına ihtiyaç yok” yanıtını veriyor. KYB lideri, bir gün sonra ABD kamu radyosu NPR’ye verdiği demeçte tavrını değiştiriyor, Türkiye’nin yanı sıra İran ve Suriye’yi de Irak’ın içişlerine müdahale etmekle suçluyor. Üstelik, ‘‘Buna son verilmeli, aksine aynı şekilde karşılık verir, o ülkelerdeki muhalif güçleri destekleriz’’ diye tehditler savurmaktan çekinmiyor. Oysa Talabani’nin tehdit ettiği üç ülkenin PKK teröründen kaynaklanan haklı gerekçeleri olduğunu tüm dünya kabul ediyor. Türkiye’nin terör eylemlerini durdurmayan PKK’ye karşı Irak topraklarında operasyon yapması Talabani’yi öfkelendiriyor. PKK’ye bağlı PJAK militanları İran’ı karıştırınca Tahran yönetimi Kürt topraklarını bombalıyor, KYP lideri çaresiz kalıyor. Örgüt PYD adlı partisiyle de Suriye’de huzursuzluk çıkarırken baba oğul Talabaniler, Suriye’yi Kürtlere vatandaşlık vermediği için tehdit ediyor. Tek adam... Talabani’nin PKK’nin ateşkesiyle ilgili sözlerine Abdullah Öcalan yanıt vermekte gecikmiyor. Öcalan, önceki gün İmralı’da avukatlarıyla görüşürken örgüte silah bırakma çağrısı yapıyor. Bu çağrının Kandil Dağı’nda da kısa sürede olumlu yanıt bulması bekleniyor. Ancak daha önceki 4 ateşkes kararı gibi olası bu kararın da aslında siyasi çözüme yönelik bir dayatmayı içereceğine şimdiden dikkat çekmek gerekiyor. Talabani, PKK’nin, Türkiye, İran ve Suriye’den sonra Irak’ın başına da bela olmasını istemiyor, Kuzey’de Kürt devletinin kuruluşu aşamasında Türkiye ve İran’ın Kandil’e sıkıştırdığı militanların sorun çıkarmasından ciddi endişeler duyuyor. Aslında tüm bunların ötesinde Talabani, PKK’yi siyasi çözüme çekerek, Türkiye, Irak, İran ve Suriye’de Kürtler konusunda tek başına söz sahibi olmaya da çalışıyor. [email protected] ‘Ulusun çimentosu Atatürk ilkeleri’ Hava Kuvvetleri Komutanı Orgeneral Faruk Cömert, laik, demokratik ve sosyal hukuk devleti aleyhine oynanan tüm oyunlara karşı ulusça uyanık olmak gerektiğini söyledi İstanbul Haber Servisi Hava Kuvvetleri Komutanı Orgeneral Faruk Cömert, Türk ulusunun çimentosunun Atatürk ilke ve devrimleri olduğunu hiç kimsenin unutmaması gerektiğini vurgulayarak, ‘‘İrtica ve terörü besleyen farklı yaklaşımlar ulusumuzu felakete götürür. Çatı yıkılırsa herkesin altında kalacağı bir son kaçınılmaz olabilir’’ dedi. Hava Harp Okulu’nun Ant İçme ve 20062007 EğitimÖğretim Yılı açılış törenleri, Yeşilyurt’taki yerleşkede yapıldı. Törende konuşan Hava Kuvvetleri Komutanı Orgeneral Faruk Cömert, laik, demokratik ve sosyal hukuk devleti aleyhine oynanan tüm oyunlara karşı ulusça uyanık, sağlam, birlik ve beraberlik içinde bulunulması gerektiğinin altını çizdi. ‘Dini siyasallaştırmak zarar verir’ Birlik ve beraberliğimizi yok etmeye yönelik terör oyununa karşı yapılan mücadelede, tüm milli güç unsurlarının birlikte rol alması gerektiğini vurgulayan Cömert, ‘‘Özgürlükleri bölünmelere, toplumu kutuplaşmalara götürerek kendi kendini yiyip bitiren bir demokrasi anlayışı, Tanrı ile kul arasındaki inançlara müdahaleyi, dini siyasallaştırmayı ve din ile devlet işlerini birbirine karıştırmayı amaçlayan laiklik anlayışı, hukukta insan odaklı sosyal anlayışı kısıtlayan yaklaşımlar, ülkemize yarar de asirmen?cumhuriyet.com.tr ğil zarar vermektedir. Ulus olarak topyekun yapılacak mücadele kapsamında, askeri tedbirlerin yanında sivil tedbirlerin de etkin olarak alınması terörün zeminini ortadan kaldıracaktır’’ diye konuştu. Orgeneral Cömert, özellikle eğitim konusunda yapılacak çalışmaların, başarının anahtarı olduğunun altını çizerek şöyle devam etti: ‘‘Burada sözünü ettiğim eğitim, milli nitelikli ve Atatürk ilke ve devrimleri öncülüğünde yapılacak eğitim olmalıdır. Aksine yapılacak uygulamalar, ayrışmaları ve kutuplaşmaları artıracağı gibi terörü ve irticayı da besleyen itici bir neden olabilir. Şunu hiç kimse unutmamalıdır ki, ulusumuzun çimentosu Atatürk ilke ve devrimleridir. İrticayı ve terörü besleyen farklı yaklaşımlar ulusumuzu felakete götürür. Çatı yıkılırsa herkesin altında kalacağı bir son kaçınılmaz olabilir.’’ Konya’da NATO eğitimi Orgeneral Cömert konuşmasında Konya 3. Ana Jet Üs Komutanlığı’na yeni konuşlandırılan F16, F4 ve 2020 uçakları ile bu üssün çehresinin değişerek NATO Taktik Hava Harekâtı Mükemmeliyet Merkezi olma yolundaki çalışmaların son aşamaya geldiğini de söyledi. Cömert, yakın gelecekte Konya Üssü’nün NATO ülkelerine de eğitim veren bir konuma geleceğini kaydetti. HEDEF GÖSTERME DAVASI Anadolu’da Vakit ağır cezalık İstanbul Haber Servisi Anadolu’da Vakit gazetesi sahibi Nuri Aykon ile Sorumlu Yazıişleri Müdürü Harun Aksoy’un ‘‘Danıştay üyelerini terör örgütlerine hedef gösterdikleri’’ iddiasıyla yargılandıkları dava Beşiktaş’taki Ağır Ceza Mahkemesi’ne gönderildi. Anadolu’da Vakit gazetesi sorumlularının, ‘‘İşte o üyeler’’ başlıklı haber nedeniyle, ‘‘Danıştay üyelerini terör örgütlerine hedef göstermek’’, ‘‘Basın yoluyla hakaret’’ ve ‘‘Devletin yargı kurumlarını aşağılamak’’ suçlarından 4.5 ile 10 yıl arasında değişen hapis cezası istemiyle yargılanmalarına devam edildi. Bağcılar 2. Asliye Ceza Mahkemesi’ndeki duruşmaya, tutuksuz sanıklar Nuri Aykon ile Harun Aksoy katılmadı. Cumhuriyet Savcısı Mehmet Şahin, Terörle Mücadele Yasası’ndaki değişiklik sonucu mahkemenin bu davaya bakma görevinin olmadığını söyleyerek, dosyanın İstanbul Ağır Ceza Mahkemeleri’ne gönderilmesini istedi. Hâkim Muhterem Bulut, hedef gösterme suçuna ilişkin davada görevsizlik kararı verilerek, dosyanın ağır ceza mahkemesine gönderilmesine hükmetti. Milliyet gazetesinin önceki günkü manşeti şöyleydi: ‘‘Türbanlı gazeteci Böhürler’den laikliğe övgü: Seküler hukuk kadına yaradı.’’ Milliyet’in sözünü ettiği gazeteci Ayşe Böhürler, aynı zamanda AKP kurucularından ve yöneticilerinden. Bu nedenle söyledikleri özel bir önem kazanıyor. Ayşe Böhürler, gazeteci meslektaşımız. Kendisini tanırım. ‘‘Doğu Konferansı’’ kapsamında yaptığımız gezilerde birlikte olduk. Uzun uzun değişik konuları tartışma olanağını bulduk. Ayşe, uzunca bir süreden beri bir kadın belgeseli hazırlıyordu. 13 ülkede 200 kadınla görüştü ve Müslüman ülkelerdeki kadınların sorunlarını gündeme getiren kapsamlı belgeseli tamamladı. ‘‘Duvarların Arkasında: Müslüman Ülkelerde Kadın’’ belgeseli geçen günlerde basına tanıtıldı. İstanbul’da olmadığım için izlemeyi çok istediğim belgeseli ne yazık ki göremedim. Çok emek verdiğini biliyorum. Çok uğraştığını biliyorum. Çekimlerden döndükçe izlenimlerini dinlemiştim. Seküler Hukuk ve Kadın Bir Doğu Konferansı gezisi nedeniyle Mısır’daydık. Mısır hukuk sistemi karmaşık bir sistemdi. Bu sisteme göre ceza kanunu laik, medeni kanun ise şeriydi. Yani evlenme, boşanma, miras gibi konuları şeriata bakarak uyguluyorlardı. Tabii bu uygulama asıl olarak kadınların haklarını ihlal eden sonuçlar doğuruyordu. Kahire’de Navval el Saadavi’yi ziyaret ettik. Saadavi, Mısır’ın dünya çapındaki en ünlü kadınlarından birisiydi. İslami bağnazlığa karşı çıkıyor, kadınların bir gelenek olarak sünnet edilmesiyle mücadeleye girişiyordu. Onun bu tutumu Mısır’daki İslamcı çevreleri kızdırdı. Medeni kanunun şeriat esaslı olması Mısır’daki gericileri harekete geçirdi. Bir mahkeme Neval el Saadavi’yi din dışı, Müslümanlık dışı ilan etti. Tabii yine bu mahkeme kararına göre Müslüman bir erkek, Müslüman olmayan bir kadınla evliliğini sürdüremezdi. Saadavi’nin eşi Şerif Hetata’ya eşini boşaması talimatı verildi. Benzer bir durum bir süre önce başka bir çift için gerçekleşmişti. Gazali çifti, bu kararı uygulamaktan kurtulmak için Avrupa’ya kaçmışlardı. Saadavi’nin eşi, mücadeleci bir sosyalistti. Şeriatçıların bu kararını dinlemediğini açıkladı. Saadavi mahkemeye verildi. Ancak bu mahkeme dünya çapında bir mücadeleyi de beraberinde getirdi. Şerif Hetata boşanmayı kabul etmedi. ??? SaadaviHetata çiftini İpek’le (Çalışlar) birlikte ziyaret etmiş, onlarla yaptığımız söyleşiyi de Cumhuriyet’te yayımlamıştık. Mısır ziyaretimizde Ayşe Böhürler de vardı. İpek, Saadavi örneğinden etkilenmişti ve ona sordu: ‘‘Türkiye’deki sistemi mi tercih edersin, buradakini mi?’’ Ayşe, o zaman da Türkiye’deki sistemi tercih ettiğini söylemişti. Ayşe’nin seküler dünyada kadının daha çok haklarını arayabildiği saptaması önemli. İslamcı kesimler açısından çok çarpıcı. Çünkü, sonuç olarak dini bağnazlığın en çok acısını kadınlar çekiyor. Ayrıca, şeri hukuk, kadınlara hep daha az hak veriyor. Ayşe’nin İslamın kadını nasıl etkilediği sorusuna verdiği cevaptaki şu saptamaları da dikkat çekici: ‘‘Bu, ülkeden ülkeye, İslamın geleneklere karışmasına, o ülkenin anaerkil veya ataerkil yapısına, demokratikleşme sürecine, yoksulluk tablosuna göre farklılık gösteriyor.’’ ??? Ülkemizde kadın hareketi geliştikçe, İslamcı kesimden kadınlar da bu hareket içinde yer aldıkça, sorunlar bir başka boyuta taşınıyor. İslamcı kesimdeki kadınlar dinin erkek egemen bir şekilde yorumlandığını söylüyor ve kadını dışlayan yorumlara itiraz ediyorlar. Dini yeniden bir başka gözle anlama ya çalışıyorlar. Ayşe Böhürler’in bu noktadaki yorumları da şöyle: ‘‘Kadınlar dinlerinden değil, dinlerin erkek lehine ve bugünün şartları göz önünde bulundurulmadan yorumlanmasından şikâyetçi. Kadınlar İslam coğrafyasının değişime en açık ve en cesur kesimi. Ve İslam coğrafyasını kadınlar değiştiriyor. Yoksul ülkelerde kadınları ve kadın hareketini daha güçlü gördük.’’ ??? Ayşe Böhürler’in söyledikleri İslami kesim içindeki bir eğilimi, bir değişimi de gösteriyor denilemez mi? Özellikle şu saptamalarını çok önemsiyorum: ‘‘Dini hukukta değişen şartlarla ilgili tartışmalar ‘akideyi zedeliyor’ inancıyla çok zor yapılabiliyor. Seküler hukuk tercihi, bu noktada hem inançların tartışılmasını engellemiş hem de toplumun ihtiyaçlarına göre hukukun tartışılmasını kolaylaştırmış. Seküler kanunlar günün ihtiyaçlarına göre değişebilir, tartışılabilir ve hep bir ortalama yol bulunabilir.’’ Bu tartışma sürmeli... CUMHURİYET 04 K
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle