19 Mayıs 2024 Pazar English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
SAYFA CUMHURİYET 10 MAYIS 2006 ÇARŞAMBA 6 DİZİ Çokkültürlülük anlayışının güç kazandığı bu dönemde ulusal kimlik duygusu erozyona uğramaktadır AVRUPA GÜRAY ÖZ İşgal yerine küreselleşme üreselleşme ve çok kültürlülük anlayışının giderek güç kazandığı bu dönemde ulusal bütünlük ve ulusal kimlik duygusu erozyona uğramakta, ulusal değerlerimiz kaybedilmektedir. Küreselleşme ile ortaya çıkan yeni kölelik düzeni; dünyada var olan hukuki, ahlaki, kültürel vb. gibi değerleri yıkmış veya egemen güçlerin isteklerine göre yeniden şekillendirmeye başlamıştır. Bu nedenle; insanlık çok ciddi bir umutsuzluk içine sürüklenmektedir. Gelişen bu yeni düzen içinde, ülkemizdeki kültürel değerlerin bu değişimden nasıl etkilendiğini incelemek amacı ile kültür ve uygarlık ilişkileri, kültürün özellik ve öğeleri, Türk kültürü ve kültürümüzün tarihsel gelişimi, Atatürk’ün konuya ilişkin görüşleri, küreselleşmenin dünya ölçeğinde ve ülkemizde yarattığı toplumsal değişimi irdelemeye ve bu konudaki tespitlerimizi toplumun duyarlı kesimlerinin dikkatine sunmaya çalıştık. Olanaklar, Olasılıklar ve Rastlantılar Dünya ile ilgili tasavvurlarımızın, ütopyalarımızın kökeninde olanaklar, olasılıklar ve rastlantılar yer alır. Gerçekleşmesini istediğimiz ve uğrunda savaştığımız sistemler, dizgeler, paradigmalar da bunlarla oluşur. Karşı karşıya olduğumuz tehlikeleri savuşturmak için de yine olasılıkları, olanakları ve birdenbire karşımıza çıkıverecek rastlantıları dikkate almak zorundayızdır. Ama olanaklar, olasılıklar ve rastlantılarla örülü dizgelerimizi, sistemlerimizi seçerken, uğrunda bir mücadeleye girişirken bize yön veren temel ve sağlam değerlerimiz vardır. Örneğin sömürüye karşı çıkarız. Yurdu savunmanın değerli bir iş olduğunu biliriz. Değerlerimizi öğrendikçe çoğaltırız üstelik. Doğayla ilişkimizin talan eden ve hırpalayan bir kötülük değil, karşılıklı bir aşk olması gerektiğini kavramaya başlarız. Bu savaştan başarıyla çıkıp çıkamayacağımızı anlamak için olanakların var olup olmadığını araştırır, olasılıklar hesabını yapar, rastlantıları bir yana bırakmamak gerektiğini öğreniriz. Tarih böyle bir şeydir. ??? Her koşulda ayakta kalabilmenin, her koşulda olanakları tartabilmek, olasılıkları nesnel bir şekilde görebilmek, rastlantıları, yani riskleri ve ansızın ortaya çıkabilecek olumlu olumsuz durumları değerlendirebilmek iyimserliğimizin kaynağıdır. Determinizmin rehavetine kapılmamak ve mücadele etmenin iyimserliğini içselleştirmek de işte böyle bir şeydir. ??? Peki her şey kötüye gidiyorsa, hasımlar her geçen gün biraz daha ilerliyor, kara bir bulut ya da ağdalı ve kirli bir su gibi ortalığı kaplıyor, kokutuyorsa yine de iyimser olunabilir mi? Olunabilir. Tam da böyle zamanlarda daha çok ayağa kalkmak, saldıranların aczini görebilmek ve kör iyimserlikle değil, bilinçli bir dirençle doğrulmak gerekir. Bahçenize bomba atmışlarsa, size gözdağı vermeye kalkışmışlarsa olanaklar, olasılıklar ve rastlantılar hesabına yeniden oturmanızın zamanı gelmiş demektir. Değerlerinizi yeniden gözden geçirir ve onlara daha sıkı sarılmanın yolunu bulursunuz. Sömürüye karşı daha bir bilinçle söylersiniz söyleyeceğinizi. Ülkenizin bağımsızlığını korumayı yeniden başa alırsınız. Geriliğin ortalığı yabani otlar gibi sardığı saptamasını yapmışsanız, toplu bir temizlik için konuyu komşuyu tarlaya çağırırsınız. Durum umutsuz değildir. Sadece tehlikelidir. Bahçesine bomba atılan gazete bunun için ‘‘Tehlikenin farkında mısınız’’ dedi zaten. ??? Tehlike gerçekten de pek büyüktür. Örneğin imama muhtarın yanında yönetsel görevler yükleyen anlayış bile tek başına bu tehlikenin büyüklüğünü göstermeye yeter. Peki tehlike yalnızca hasımların gerçekten güçlü ve önlenemezmiş gibi görünen yükselişinde, her yere sızan ve zihinleri ele geçiren stratejilerinde mi? En iyisi olanakları, olasılıkları yeniden gözden geçirmek, rastlantılara olumlu olsun, olumsuz olsun hazırlıklı olmak ve durmamaktır. Duranlar hep düşüyor çünkü. eposta: guray.oz?cumhuriyet.com.tr K KÜLTÜR VE UYGARLIK İLİŞKİSİ Yüzlerce tanımı yapılan kültür ile uygarlık (medeniyet) arasındaki ilişkinin hudutlarını, bugün bile net bir şekilde çizmenin mümkün olmadığını görüyoruz. Bu konuda fikirleri ve görüşlerini ifadeye değer bulduğumuz bazı düşünürlerin konuya ilişkin tespitlerini açıklamakta fayda görüyorum. Değerli sosyoloğumuz Ziya Gökalp, ‘‘ulusal değerler’’ diye nitelenen kültürün uygarlıktan ayrı olduğunu ve değişmesine olanak bulunmadığını, bir ulusun uygarlığının değişebileceğini fakat kültürünün değişemeyeceğini ifade etmekle birlikte, 1923 yılında yazdığı ‘‘Türkçülüğün Esasları’’ kitabında, kültür ve medeniyeti eşanlamlı kullanmıştır. Genelde kültür ve medeniyeti birbirinden ayıran Gökalp, kültürün ulusal olduğunu; medeniyetin bir milletten başka bir millete geçebileceğini savunmuştur. Ancak hars olarak isimlendirdiği kültürün ise başka bir ulusa geçemeyeceğini vurgulamıştır. Gökalp’e göre; uygarlık, fikirler ürünüdür ve uluslararası alanda değişikliklere uğrar, kültür ise kendiliğinden oluşan bir gerçektir. Yalnız o topluma aittir. Nietzche, kültürü; ‘‘geçmişten yararlanıp onu yeniden değerlendirmek, (geçmişe tutsak olmadan) çağı yaşayabilmek için geçmişi hayat içinde kullanmak ve olmuş olanlardan yeniden tarih yapmak gerekmektedir’’ şeklinde tanımlamıştır. Taylor, kültürü, uygarlıkla eşanlamlı kullanmıştır. Taylor’a göre kültür ya da uygarlık, ‘‘insanın bir toplumun üyesi olarak edindiği bilgi, inanç, sanat, ahlak, gelenek ve görenek ile her türlü beceri ve alışkanlıklarını içeren karmaşık bir bütündür’’. Kanaatimce, bu konuda en iyi tanımlama Prof. Dr. Sayın Şerafettin Turan tarafından yapılmıştır. Sayın Turan’a göre kültür, ‘‘bir toplumda geçerli olan ve gelenek halinde devam eden her türlü dil, duygu, düşünce, inanç, sanat ve yaşam öğelerinin tümüdür’’. Çoğu kez eşanlamlı olarak kullanılan bu kavramlar hakkında farklı yaklaşımları ve düşünceleri ise şöyle özetlemek mümkündür: Bir görüşteki düşünürler kültür ve uygarlık ayrımı yapmamışlardır. Atatürk bu görüşü savunur. Diğer bir görüşe ise; uygarlığı kültürden daha geniş anlamlı kabul eder. Daha farklı bir diğer görüş ise kültürü uygarlıklardan daha kapsamlı görenlerdir. Bu görüşü benimseyenler uygarlığı, kültürün son evresi olarak görürler. Diğer taraftan ulusal kültür; sınıf kültürü ve bölgesel kültür gibi alt kültürlerden oluşur. Kültürlerin uyumundan ulusal kültür doğar. Ulusal kültüre canlılık veren, renk veren yöresel kültürlerdir. Burada önemli husus, ulusal ile yerel arasındaki değer yargılarındaki farklılıktır. Önemli olan ulusal kültürdeki çeşitliliği kavga ve çatışmaya dönüştürmemektedir. Kültürler uzun bir zaman süreci içerisinde değişikliğe uğrarlar. Bu değişiklik bazen serbest kültürel değişim, bazen de zorunlu kültürel değişim şeklinde olabilir. Kültür olgusunun öğelerinin bilinmesinin konumuzun izahı için zorunlu olduğu kanaatindeyim. Bu öğeler; dil, yazı, din, bilim, giyim kuşam, sanat, sahne sanatları ve seyirlik oyunlar, şehir hayatını etkileyen toplumsal ve kültürel kurumlar, yaşayış biçimidir. Hasanoğlan Köy Enstitüsü... İsmet İnönü ve Hasan Âli Yücel, Meliha’yı dinliyor... Her öğrenciye 25 kitap tatürk ve kültürden konu edilince O’nun çok özel ve başarılı bir uygulaması olan Köy Enstitülerinden bahsetmemek mümkün değildir. Atatürk devrimleri dil ve tarihin dışında tüm güzel sanatları da etkilemiş, kendi amacı doğrultusuna yöneltmiş onlara yeni bir dünya görüşü ve yaşam tarzı kazandırmıştır. Köy Enstitüleri Atatürk döneminin Türkiye Cumhuriyeti’nde temel toplumsal düzenlemelerinden biridir, doğrudan eğitim sistemimizle ilgi A lidir ve kültür hayatımızı belirler. 1940’ta yaşama geçirilen Köy Enstitü’leri ile köylere de okumayazma teknikleri, marangozluk, sağlık, müzik, spor gibi birçok alanda yol gösterecek ve bu alanlarda bilgi birikimi sahibi öğretmenlerin görevlendirilmesi hedeflendi. Her öğrencinin yılda 25 kitabı okuma zorunluluğunun olduğu enstitülerde, isteğe bağlı olarak öğrencilere donanımlı müzik öğretmenleri tarafından keman, mandolin, akordeon, bağlama ve saz dersleri de verilirdi. Ülkenin en ücra köşeleri olan köylerde ‘‘Yerel önder aydınlar’’ yetiştirilmesi amaçlanan Köy Enstitüleri 14 yıllık aydınlanma savaşının ardından bilinçli bir politika izlenerek 1954 yılında kapatıldı. Köy Enstitülerini yıkanlar, nitelikli eğitimin tüm ülkeye yayılmasını engelleyerek yalnız toplumu her bakımdan geri bırakılmakla kalmadılar Türkçenin ortak dil olarak kullanımını da engellemiş oldular. leri de Türklerin egemen oldukları ülkelerin tümünü kapsar. Bu nedenle Türk tarihi Türkiye denen coğrafya ile sınırlı değildir. Yine bu nedenle; Türk ve Türkiye tarihleri farklılıklar gösterir. Türk kültürü; Orta Asya, Çin, Hindistan, İslam kültüründen etkilenirken; Türkiye kültüründe; özgün Türk kültürü, İslam, Anadolu ve Batı kültürünün etkisi görülür.k Osmanlı devletinin kurulup gelişmesinde iki türlü din adamının etkisi olmuştur. Bunlardan biri hocalar ki Gazali’nin öğretisini benimseyenlerdir. Diğeri ise; mutasavvıflar, şeyhler, hatta Yunus Emre’nin dinsel eleştirisinin etkisi altında kalanlardır. XIV . yüzyıl İslam âleminde İmam Gazali’nin öğretisi genel anlamda egemen olmakla birlikte, bu egemenlik kesin olmamıştır. Fatih döneminde bilime yönelme, XVI. yy. sonlarında yerini yine bağnaz düşünceye terk eder. Akli bilimlerin yerini nakli bilimler alır. Bu yüzden gerçekleşen kültürel çöküş bütün diğer çöküşlerin temeli sayılmalıdır. Fatih ve Kanuni döneminde medreselerde okutulan hikmet (matematik, fizik, felsefe, sosyoloji) dersleri daha sonraki dönemde kaldırılmış, yerine fıkıh dersleri konulmuştur. XVI. yy. sonlarında medreselerde okutulan felsefe derslerinin kaldırılması bu çöküşü daha da hızlandırmıştır. Diğer taraftan 1450 yıllarında Batı’da yayılmaya başlayan basımevlerine karşın, Fa tih, Kanuni dahil III. Ahmet’e kadar on altı padişah döneminde basım konusuna uzak durulmuştur. Dolayısıyla kültür de yayılamayıp dar bir çerçeve içinde sıkışmıştır. Kuşkusuz bu durum ülkemizin geri bırakılması sonucunu doğurmuştur. Osmanlı’da ilk basımevi Yahudiler tarafından 1493 yılında, Ermeniler tarafından 1567’de, Rumlar tarafından 1627’de açılmıştır. Türk ve Müslümanların ilk matbaası 1727’de açılır, 1742’de kapatılır. 1784’te tekrar açılır. Osmanlı Türk toplumunun bilgisiz ve kültürsüz kalmasının nedenini tekrar hatırlatmakta fayda gördüğüm için bu bilgileri aktarmak ihtiyacı hissettim. ‘Deniz Aslanı’ tatbikatı başladı ? ANKARA (Cumhuriyet Bürosu) Ege Denizi’nin uluslararası sularında gerçekleştirilen Deniz Aslanı 2006 tatbikatı başladı. Bugün sabaha karşı saat 02.00’de Sahil Güvenlik Komutanlığı’ndan gerçekleştirilen anons ile başlayan tatbikat, Ege Denizi uluslararası sularında, Midilli, İşkiri, Sakız Adaları ile Karaburun Yarımadası arasında kalan sahada icra ediliyor. Tatbikata, Başbakanlık Denizcilik Müsteşarlığı, Ulaştırma Bakanlığı ve Sağlık Bakanlığı’nın ilgili kuruluşları katılıyor. Tatbikatta; bir firkateyn, üç korvet, dört sahil güvenlik botu, bir aramakurtarma uçağı, biri firkateynde konuşlu olmak üzere dört helikopter ile bir Sualtı Taarruz Timi (SAT) yer alıyor. Tatbikata 18 ülkeden gözlemci katılıyor. Dilin ve tarihin önemi odern Türkiye’nin yaratıcısı ve Anadolu’daki çağdaş uyanışın öncüsü büyük Atatürk’ün konu ile ilgili en güzel sözü kuşkusuz, ‘‘Türkiye Cumhuriyeti’nin temeli kültürdür’’ özdeyişi ile ifadesini bulmuştur. Malumlarınız olduğu üzere; yolunu aklın ışığı ile aydınlatanlar çağdaş uygarlığa yönelebilirler. Osmanlı’nın çöküşünün üç ana sebebi; Aydınlanamama Uluslaşamama Sanayileşememedir. Atatürk’ün Batı uygarlığından istifade etme ihtiyacını hissetmesinin temelinde, Osmanlı devletinin yarım kalan Kanada’ya tatbikat tepkisi ? ANKARA (Cumhuriyet Bürosu) Kanada’nın Ermeni soykırım iddialarını hükümet politikası düzeyinde tanıma girişimine Türkiye’nin tepkisi sürüyor. Bu ülkede yapılması ve Türk Hava Kuvvetleri’nden savaş uçaklarının katılımı planlanan tatbikattan Türkiye çekildi. Katılmama kararının, bu ülke tarafından Ermeni iddialarını hükümet düzeyinde tanıyan açıklamalar nedeniyle alındığı öğrenildi. Dışişleri Bakanlığı’nın Ottowa Büyükelçisi Aydemir Erman’ın ‘‘istişareler için’’ Ankara’ya çağrıldığı dönemde Genelkurmay’a yazı yazdığı, bunun üzerine uçakların bu ülkeye gönderilmesinden vazgeçildiği bildirildi. Tatbikat Türkiye’nin katılmaması nedeniyle Kanada, ABD, İngiltere’den gelen birliklerce yapılıyor. M TÜRK KÜLTÜRÜNÜN TARİHSEL SÜRECİ Türk kültürü ile Türkiye kültürü bazı farklılıklar gösterir. Yunan, Japon, İngiliz ve Fransızlar kendi toprakları üzerinde kültürlerini geliştirmişlerdir. Ancak Türk tarihini belirli bir coğrafya ile sınırlandırmak olanağı olmadığı için kültür önlemlerden kurtulamayan tutumu yatmaktadır. Atatürk’e göre ülkeler çeşitli, fakat uygarlık birdir. ‘‘Ülkelerin yükselmesi için bu uygarlığa katılması gerekmektedir. Kültür ise bir ulusun töreler, sanat vb. kendi öz değerleridir. Uygarlıklar, teknik gibi toplumdan topluma taşınabilen maddi değerlerdir. Atatürk’ün ısrarla vurgulamak istediği uygarlığın buluşlarının, fennin hareketlerinin dünyayı değiştirdiği bir dönemde, geçmişte yaşamak suretiyle ulusal varlığıımzı korumak olanağı yoktur. Esasen kültür öğeleri de zamanla değişen bazı ırki, fıtri haslet ve karakterleri ifade eder. Bu nedenle uygarlığı kültürden (harstan) ayıramayız.’’ Atatürk devrimlerinin başlama yılı, Hilafet ve Şeriye Vekâleti’nin kaldırıldığı 1924 yılıdır. Devrimleri şekillendirecek ve geliştirecek yeni insanı yetiştirmek Atatürk’ün öncelikli düşüncesiydi. Sabanın kılıca galip geleceğini her fırsatta ifade eden Atatürk; devrimlerine, kültüre verdiği önem ve değer ile göstermiştir. Atatürk’ün önemli problemlerinden biri de ‘‘ulusal kültür dilinin olmamasıydı’’. Çünkü karma bir dil ciddi bir sorun oluşturmaktaydı. Atatürk, dil devriminin nedenini şu sözlerle açıklamıştır: ‘‘Ulusal duygu ile dil arasında bağ çok güçlüdür. Dilin ulusal ve zen gin olması ulusal duygunun gelişmesinde başlıca etkendir. Türk dili dillerin en zenginlerindendir; yeter ki bu bilinçle işlensin.’’ Ülkesini ve yüksek bağımsızlığını korumasını bilen Türk ulusu dilini de yabancı diller boyunduruğundan kurtarmalıdır. (Atatürk, 1930) Kesin olarak bilinmelidir ki; Türk ulusunun dili ve ulusal benliği bütün yaşayışında egemen ve temel olacaktır. (Atatürk, 1933) Atatürk’ün son nefesini verirken bile; dilimizi, öz dilimi kurtarınız dediğini biliyoruz. Atatürk’e göre ‘‘Avrupa nasıl eski Yunancadan İlyada’yı ve Eflatun’u okutuyorsa biz de TürkSümer Gılgameş Destanı’nı, öz Türkçe Kutadgu Bilig’i okutmalıyız. Çünkü bunların özü Eti Türkleridir’’. Ulusal bilincin gelişmesinde dilin yanında tarihin de büyük yeri vardır. Atatürk’ün bu konudaki görüşleri günümüze ışık tutacak özellikler taşıyor. ‘‘Ulus denince; dil, kültür, tarihsel ve siyasal yazgı bakımından ortaklığı ve birliği olan bir insan topluluğu anlaşılır.’’ ‘‘Tarih, ulusun yeteneğinin ve neleri başarabileceğinin kılavuzudur.’’ ‘‘Cemaatteki insanları birbirine bağlayan bağ ve ulusal bilince sahip insanları birbirine bağlayan bağlar farklıdır.’’ ABD’de nükleer santralda sızıntı ? REDWING (AA) ABD’de bir nükleer santralda meydana gelen radyoaktif gaz sızıntısı, santralda çalışan yaklaşık 100 kişiyi etkiledi. Nükleer Düzenleme Komisyonu’nun yaptığı açıklamada, geçen hafta Prairie Adası nükleer santralında radyoaktif gaz sızıntısı meydana gelmesinin ardından, santralın bakım için kapatıldığı belirtildi. Sızıntı olduğu sırada koruyucu giysileri olan işçilerin, çok az miktarda radyoaktiviteye maruz kaldıkları ve sağlık kontrollerinden sonra evlerine gönderildikleri açıklandı. Radyoaktif gazın santralın dışına sızmadığı bildirildi. SÜRECEK CUMHURİYET 06 K
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle