19 Mayıs 2024 Pazar English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
SAYFA CUMHURİYET 10 MAYIS 2006 ÇARŞAMBA 2 OLAYLAR VE GÖRÜŞLER AÇI MÜMTAZ SOYSAL Egemenlik Kimin, Ulusun mu?.. Kadim SERİNÖZÜ gemenliği, Türkçe Sözlük ‘‘Ulusun ve onun tüzelkişiliği olan devletin yetkilerinin tümü. Yönetimini hiçbir kısıtlamaya ya da denetime bağlı olmaksızın sürdürme’’; Milliyet’in yayınlarından Büyük Larousse da ‘‘Hiçbir denetim ve sınır kabul etmeyen sınırsız yetke, tüm güçleri aşan güç’’ sözcükleriyle tanımlıyor. Sonra şu açıklamaları da ekliyor: ‘‘...Siyasal anlamda devlete tanınan en üstün iktidar. Ulusal sınırlar içinde yalnız devletin yetki ve güç sahibi oluşunu; uluslararası düzende de devletin yalnızca kendi yükümlülükleri çerçevesinde sınırlanan mutlak bağımsızlığını içerir. Toplumbilimsel anlamda bir toplumsal sınıfın başka bir sınıf üzerinde kendi kural ve değerlerini ona zorla kabul ettirecek biçimde etkili olması. 1921 Anayasası’nın 1. sıralaması (maddesi) ‘Egemenlik, kayıtsız şartsız milletindir’ der. Bu yargı o günden beri TBMM’nin başkanlık yeri üstünde yazılıdır. Bu yargı 1924 Anayasası’nda da yerini korudu. 1961 ve 1982 anayasaları bu yargıyı kabul etmekle birlikte, bu yetkinin kullanımını salt TBMM’ye bırakmadı. Yasama erkinin yanı sıra yürütme ve yargı erkleri de egemenlik kullanımına ortak oldu. 1982 Anayasası, halkoylaması (referandum) kurumunu PENCERE Ayetullah Fethullah Geliyor mu?.. Bir gazetenin çok okunur köşeleri vardır, daha az okunur ama önemli köşeleri vardır; ikinci sayfamızın göbeğindeki ‘Olaylar ve Görüşler’ ikinci türdendir. Dün O. Doğu Silahçıoğlu’nun ikinci sayfanın göbeğinde yayımlanan ‘Ayetullah Fethullah’ başlıklı yazısını okumadınızsa okuyun, dostlarınıza yakınlarınıza salık verin, bu yazının yayılması için elimizden geleni yapalım, internet sitelerine yansıtalım, yaygınlaşması için çaba gösterelim... Yazarımız O. Doğu Silahçıoğlu hem Türkiye’nin içinde bulunduğu durumu tüm çıplaklığıyla gözler önüne sermiş, hem de gerçeği dile getirmekle birlikte, ünlü deyişle ‘‘i’lerin üzerine noktaları da koymuş...’’ ? Amerika’da hem Genelkurmay Başkanlığı hem de Dışişleri Bakanlığı yapmış karaderili Colin Powell ilk kez kaç yıl önce dile getirmişti: ‘‘ Türkiye için ılımlı İslam devleti modeli...’’ Allah Allah.. Ne oluyordu?.. AB (Avrupa Birliği) ile İslam devleti nasıl bağdaşacaktı?.. ABD’nin BOP rumuzuyla vurgulanan ‘Büyük Ortadoğu Projesi’ içine İslamcı rejimle giren Türkiye AB’ye nasıl sığacaktı?.. Zamanla gerçek ortaya çıktı. AB ile ‘müzakere süreci’ en az 10 yıllıktı ve sonu belirsizdi; İslamcı proje ise AKP’nin iktidarlaşmasıyla yürürlüğe girmişti bile... Peki, laik rejimden uzaklaşan Türkiye’de İslam devleti ‘ılımlı’ olabilecek miydi?.. ? ABD ‘Ilımlı İslam Projesi’nin başını çeken Fethullah Gülen’i kanatlarının altına almıştı; Türkiye’ye postalayacağı zamanı bekliyordu... Fethullah hem Papa’yı ziyaret etmesiyle, hem Hazreti Muhammet’ten çok Hazreti İsa’ya özenen kimliğiyle Türkiye’de kurulacak ‘Ilımlı İslam Devleti’nde dini liderliğe hazırlanıyordu... Başkan Bush’un safoşları rüya görüyorlardı... Çünkü Anadolu’da ‘ılımlı İslam’ı İran’daki gibi ‘radikal İslam’a dönüştürmek işten değildi... Yazarımız O. Doğu Silahçıoğlu, Türkiye Cumhuriyeti üzerine dıştan ve içten hazırlanıp yürürlüğe konulan planları stratejik ve taktik ayrıntılarına dek sergiliyor... Ve diyor ki: ‘‘ Türkiye’de ‘sağ’ın bütünleşme koşullarının giderek arttığı bir ortamda ‘sol’un da bütünleşmeye gitmesi kaçınılmaz görünmektedir. Ne var ki her iki kanadın birlikteliği olasılığı, Türkiye’yi yörüngede tutmak isteyen bir küresel gücü önlem almaya yönlendirmiştir. Çünkü ulusal bütünleşmeyi gerçekleştirebilecek bir ‘Özgürlükçü Sağ / Halkçı Sol Koalisyonu’ ABD’nin ‘Ilımlı İslam’ ve ‘Büyük Ortadoğu’ planlarını bozacaktır.’’ Silahçıoğlu’nun yazısının en dramatik bölümü İran’da Humeyni rejimi kurulurken ordunun nasıl çökertilip parçalandığını anlatan satırlardır. ? Ülkemizde laik Cumhuriyet rejiminde kararlı bütün güçler, sağ sol demeden, geçmişin kan davalarını unutarak, mazi olmuş didişmeleri bir yana bırakarak geleceği kurtarmak yolunda ve amacında birleşmelidirler. Çıkık Çivi Cumhuriyetin akıbetini karanlık gösteren bir yığın belirti arasında biri var ki, herkesi ilgilendirmesi gerekir. Hatta, halkın varını yoğunu şuna buna peşkeş çekerek ulusdevleti zayıflatıp kolayca ezilebilir duruma sokmak isteyenleri bile. Çünkü, bu belirti yargıya saygı konusundadır ve yargının adaleti, günü gelir herkese lazım olur. Adalet duygusu yaşatıldığı ve o duyguyla yetiştirilmiş hukukçular yargıyı onurlandırdığı sürece, onların ellerindeki terazi bir aşamada şaşsa da başka bir aşamada mutlaka düzelir, hak er geç yerini bulur. Hakka ve dolayısıyla hukuka saygı yıkılırsa, bu en önemli çivisi çıkmış bir düzende kimin ve neyin, hangi okka altına ne zaman düşeceği hiç belli olmaz. onu, yine TÜPRAŞ konusudur. Bu dev kuruluştaki yüzde 51 hissenin blok satış ihalesini, 4 milyar 140 milyon dolar bedelle iç ve dış sermayeli bir ortak girişim grubu kazanmıştı. Buna karşı Petrolİş Sendikası’nca açılan davalar sonucunda Danıştay İdari Dava Daireleri Kurulu yürütmeyi durdurma kararı verdi. Karar, ihale şartnamesinde ve ihale komisyonu kararındaki eksiklere ilişkindi ve yürütülen işlemlerin askıya alınmasını gerektiriyordu. Oysa, Kurul kararı bile beklenmeden başlatılan ‘‘yürütme’’ karardan sonra da sürdü. Bakanlar Kurulu’nun ‘‘gizli’’ tutulan, ama gizliliğine karşın Danıştay’ca çok daha önce iptal edilen bir ‘‘ilke kararı’’na dayanılarak. Yani, açık anayasa hükmüne aldırış etmeyerek yargı kararına uymadan. Şimdi Danıştay’ın 13. Dairesi esas hakkındaki kararını verince, Daireler Kurulu’nun kararına kadar geçecek süre içinde yürütme yine sürecek. imdi, bakın: TÜPRAŞ’ın satışından yana olup olmamak başka şeydir, yargı kararına uyup uymamak başka şey. Biri siyasal ya da ekonomik tercih, öbürü ise anayasal zorunluluk. İnsan kendi gerekçeleriyle örneğin, söz konusu girişim grubunda yerli sermayenin ağır basıyor olmasına dayanarak satıştan yana olabilir; ama, yalnız o gerekçe değil, başka herhangi bir gerekçe de yargı kararına uyulmamasına temel olabilir mi? Gerekçe, hangi yüksek makamca ileri sürülmüş olursa olsun. Bir de şuna bakın: AB’yle ‘‘baş müzakereci’’liğe getirilen bir Devlet Bakanı, daha geçen gün, ‘‘yatırım ortamını iyileştirmeyle ilgili olarak’’ önlerinde bir ‘‘reform gündemi’’ bulunduğunu ve bu gündemin önemli konularından birinin ‘‘idari yargı’’ reformu olduğunu söyledi. Demek ki, ‘‘uluslararası tahkim’’den sonra, Türk idare hukukuna çok ağır bir yeni darbe daha vurmak için kollar sıvanıyor. Cumhuriyeti başka bir rejime dönüştürüp adaletini de bir başka mülkün temeli yapmaya azmetmiş görünenlerin içteki ve dıştaki çabaları artmıştır. Bir ulus için bundan daha büyük tehlike olabilir mi? E Ş K da benimsedi. Anayasa değişikliklerinin ulus yararına olmadığını düşünen, bunun ulusça benimsenip benimsenmediğinin belirlenmesini isteyen Cumhurbaşkanı halkoylaması yaptırır. Ulus, ancak böyle bir durumda egemenliği kullanır...’’ Bu bilgilerin ışığında egemenliğin ulusun mu, yoksa başka güçlerin mi olduğunu irdeleyelim: Egemenliğin ülke içinde kullanımı: Çok partili düzene geçtiğimiz altmış yıldır yasama ve yürütme gücünü kullananlar sanki tüm ulusun oylarını aldıkları sanısıyla Cumhuriyetin kazanımlarına, Atatürk ilke ve devrimlerine, hukukun üstünlüğüne aykırı çabalara girişmişler; 27 Mayıs, 12 Mart ve 12 Eylül askersel girişimleri yaşanmış; şer’i düzeni isteyen siyasi partiler kapatılmıştır bu nedenle. Üç yıl önce kayıtlı seçmen oyunun yüzde 25’iyle seçim yasasının çarpıklığı sonucu yüzde 66 milletvekilliği kazanan ve böylece yasama ve yürütme erkini elinde bulunduran AKP, Türk ulusunun tümünü temsil ettiği sanısına kapıldı. ‘‘...Milletin kayıtsız ve şartsız egemenliğini koruyacağıma, hukukun üstünlüğüne, demokratik ve laik Cumhuriyet’e ve Atatürk ilke ve inkılaplarına bağlı kalacağıma.. namusum ve şerefim üzerine ant içerim’’ diyenler, ant yerine bir bardak su içmişlerdir. Hukukun üstünlüğüne değer vermiyorlar. Milletvekili olmadan önce görevi kötüye kullanma, evrak ta sahtecilik, yolsuzluk, ihaleye fesat karıştırma suçlarından davalı iken, seçilerek dokunulmazlık kazananlar bu zırhtan arınmak istemiyor; yargıya güvenmiyorlar. Ama işlerine gelince yargıya güven duyuyor, tutuklamalar yaptırıyorlar. Yargıyı siyasallaştırmak istiyor, Cumhurbaşkanı’nın anayasal yetkilerini budamayı, Anayasa Mahkemesi’ni istedikleri duruma getirmeyi düşünüyorlar. Demokratik ve laik Cumhuriyetin karşısındalar. Tüm görevlere imamhatip çıkışlıların ataması yapılıyor; bunların üniversitelerin her bölümüne öğrenci olmalarını sağlayacak düzenlemeyi yapmaya çalışıyorlar. Kamusal alanlarda, tüm öğretim kurumlarında türbanlılara serbestliğin yasallaşmasını istiyorlar. Çanakkale ve Kurtuluş Savaşı belgesellerinde Atatürk’ün adını anmıyor, ders kitaplarından 10. Yıl söylevini çıkarıyorlar. Atatürk ilke ve devrimlerini yok sayıyor, öğrenim kurumlarını medreseleştirmeyi planlıyorlar. Şer’i İslam devleti kurma amacındalar. Laik Cumhuriyetin devrimlerle oluşturulan tüm kurumları ile kavgalılar. 1940’lara değin yoksul ulusumuzun parası ile yapılan üretimtüketim ve parasal bakımdan kazançlı kuruluşları, hakkında birkaç suç dosyası bulunan Maliye Bakanı, ‘‘Babalar gibi satarım...’’ yiğitlenmesiyle güya özelleştiriyor. Başbakan; ‘‘Ülkemi pazarlamak benim görevimdir...’’ övüncüyle büyük kentlerimizdeki en değerli arsaları, kıyılarımızdaki turistik önemdeki koy ve yöresini daha önce özel görüşmeler yaparak yabancılara, Arap emirlerine ve şeyhlerine satmaya çalışıyor. Uluslarası ilişkilerde egemenlik kullanımı daha yürekler acısıdır. DP iktidarında çıkarılan Maden Yasası, 90’lı yıllarda kabul edilen Tahkim Yasası, gümrük birliği anlaşması ulusal çıkarımıza aykırıdır. Yurttaşların haklı sızlanmaları karşısında öfkelenen, efelenen Başbakan ve bakanları, uluslararası ilişkilerde birer kuzu oluyor. Üretimtüketim, parasal konularda IMF, Dünya Bankası, ABD ve diğer gelişmiş ülkeler tam egemen. Devletimiz, ulusumuz onların güdümü altına girmiş, bağımsızlığımız yitmiştir. Edilgin dış politika yüzünden KKTC’nin sonu gelmek üzeredir. Ardından Ege’de kıta sahanlığı ve uçuş alanı sorunu, Yunanlıların isteğince çözülecektir. Ermeni soykırımı sözde olmaktan çıkmış, güçlü devletlerce gerçek niteliği kazanmıştır. Bu durum Ermenilere toprak ve para vermeyi gerektirecektir. Lozan, Sevr’e dönüştürülmek isteniyor. (Batılı güçlü devletler, Anadolumuzun güneydoğusunu Kürdistan, doğusunu da Ermenistan olarak gösteren Türkiye haritası çiziyorlar.) Kuzey Irak’ta yerleşen PKK her gün birkaç asker ya da güvenlik görevlimizi şehit etmektedir. PKK ile savaş için Irak’a girmemiz ABD’nin iznine bağlanmıştır. ABD’nin İskenderun Limanı’ndan Kuzey Irak’a aktardığı askeri ve lojistik araç ve gereçlerin gönderildiği, ulusumuzdan, TBMM’den gizlenmektedir. Bunlar ve iktidarın benzeri zararlı eylemlerinden şu sonuca varılır. Egemenlik ulusun değildir; ulus yararına kullanılmıyor. AKP’nin, parasal gücü olan yakınlarının, yandaşlarının ve güçlü holdinglerindir egemenlik. Egemenliğin ulusumuzca ve yararımıza kullanılmasını isteyen, laik Cumhuriyeti, kazanımlarını koruyan yurtsever her bireyi, sivil toplum ve demokratik kitle örgütlerini birleşmeye, demokratik yöntemlerle AKP iktidarına son vermeye, Hacı Bektaş Veli gibi ‘‘Bir olalım, iri olalım, diri olalım’’ istemiyle ulusal birliğe çağırıyorum. UMAY’ımız, dün saat 09.25’te dünyaya “MERHABA” dedi. Annesi Esra, babası Kaan Ozoner’i kutluyoruz. 09.05.2006, İstanbul DAĞLIOĞLU AİLESİ CUMHURİYET 02 CMYK
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle