10 Mayıs 2024 Cuma English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
SAYFA CUMHURİYET 24 MART 2006 CUMA 4 HABERLER Erdoğan’ın Penguen dergisi aleyhine açtığı davayı reddeden mahkemenin gerekçeli kararı ders gibi DÜNYADA BUGÜN ALİ SİRMEN AKP Neden Şeffaf Olamıyor? Altan Öymen, siyasete de gazeteciliğe de çiçeği burnunda bir delikanlı iken atılmıştır. Genç görünümü yüzünden, çoğu kişi, onun iki alanda da mesleğin en kıdemlileri arasında olduğunun nedense farkında değildir. Bütün has gazeteciler gibi Öymen için de gazeteciliğin özü haber olduğuna göre.. kralı da muhabirdir. Altan Abimiz, köşe yazarı, hatta başyazar olduktan sonra bile hep muhabir yanını korumuştur... Kurduğu ANKA Ajansı, meslek etiğine saygılı, birçok gazeteciyazar gazetecinin yetiştiği bir okul olmuştur. Meslek etiği, haberde nesnelliği öne çıkardığı için Altan Öymen’in particiliği gazeteciliğini etkilememiştir. Ancak gazetecilik etiği, haberi herkesten önce, mümkünse, diğerlerinin haberi olmadan vermeyi teşvik ettiğinden, Altan Öymen de bu alanda kimsenin gözünün yaşına bakmaz, babasının oğlu olsa (ki zaman zaman da Sevgili Örsan örneğinde olduğu gibi, yaşama geçmiştir bu olay) ‘‘atlatır’’dı. Otuz yıl önce, her ikimiz de aynı gazetede yazarken, o sahibi ve yöneticisi olduğu ANKA, ben de Cumhuriyet adına, Bülent Ecevit’in SSCB gezisini izlerken, bana ‘‘Aman’’ demişlerdi, ‘‘Altan Abi’ye dikkat et, aynı gazete falan dinlemez, atlatır.’’ ??? Altan Öymen dünkü Radikal’deki köşesinde, Merkez Bankası’nın başına getirilecek kişi ile ilgili olarak, bu atlatma olayını ele almıştı. Onun da belirttiği gibi, aslında bir atlama söz konusu değildi. Gerçekte bir gizleme olayı ile karşı karşıyaydık. Hükümet, Merkez Bankası gibi çok önemli hem iç kamuoyunu, hem iş âlemini, hem de bütün dünyayı yakından ilgilendiren bir kurumun başına getirilecek kişi ile ilgili olarak, Çankaya’ya gönderilen kararnamedeki adı saklıyordu. Oysa bütün çağdaş dünyada, bu göreve gelecek kişi aylarca önceden açıklanırdı. Oyunun kuralı buydu, çağdaş demokrasilerin temellerinden biri olan şeffaflık ilkesi bunu gerektirirdi. Gerçi, çağın en ileri demokrasilerinde bile şeffaflık ilkesine yeterince uyulduğunu söylemek zor. Sistemin en gelişmiş uygulamalarına da yöneltilen en önemli eleştiri bu noktada odaklanıyor. Şeffaflık sağlanabilse.. demokrasileri, hele son zamanlarda artarak kemiren yolsuzlukların daha kolay ortadan kaldırılabileceği belirtiliyor. Gerçi gelişmiş demokrasilerde bu ilkeyi yaşama geçirmeyi sağlayacak kimi kurumlar var. Ama yine de yetersiz kalıyor. Gelgelelim, Merkez Bankası başkanı gibi konularda, kurumun özelliği gereği ilkeye titizlikle uyuluyor. ??? Oysa AKP bu operasyonu, düşman kuvvetlere yapılacak olan sürpriz baskın gibi dikkatle gizlemiştir ve salt bu neden yüzünden bile, kurumun başına gelecek kişiyi daha adı belli olmadan yıpratmış bulunmaktadır. Ancak AKP’nin bu tavrı, salt Merkez Bankası başkanı ile sınırlı değildir. Tayyip Erdoğan iktidarı, bütün edimlerinde, bütün tayinlerinde, elden geldiğince bütün ihalelerinde, şeffaflık ilkesini bir yana iterek gizliliği şiar edinmiş bulunmaktadır. AKP’nin neden böyle yaptığını anlamak o kadar güç değil. Bu iktidar her şeyden önce, amacına ulaşana, topluma tümüyle egemen olup her türlü karşı çıkışı bastıracak güce erişene kadar, niyetini gizlemeyi öngören takıyyeyi temel düstur edinmiştir. Devletin bütün kademelerini kendi kadrolarıyla doldurmayı, yandaşlarını elden geldiğince zengin etmeyi hedefleyen bir iktidarın, (buradaki iktidar sözcüğünün hükümet kavramından çok daha geniş olduğunu, tarikatlar gibi aktarma kayışlarını da içerdiğini belirtmeye gerek yok sanırım) şeffaf olmasını, her türlü icraatını topluma açıklayarak sürdürmesini beklemek de zaten abes olurdu. Laik demokratik Cumhuriyeti, ‘‘ılımlı İslam’’ etiketiyle, düpedüz bir İslami Cumhuriyet’e çevirmek isteyenlerin şeffaf olmasını beklemek, bizim Karakaçan’ın, Pavarotti ayarında, opera aryası söylemesini ummak kadar imkânsız bir şey olduğunu görmek gerek. Bütün bunları gören toplum, her şeyin büyük bir giz perdesi altında gizlendiği bir kuruluşa neden AK Parti dendiğine bir türlü akıl erdiremiyor. Oysa akıl erdirilmeyecek bir şey yok. Yakıştırılan isim de bir aldatmacadır. ‘Tazminat silah olmamalı’ ANKARA (Cumhuriyet Bürosu) Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ın Penguen dergisi aleyhine açtığı ve mahkemenin reddettiği davanın gerekçesi belli oldu. Erdoğan’ın, daha önce ‘‘Gerekçesini gördüğüm zaman gerekli eleştirimi de yaparım, onu da öyle ortada bırakmam’’ dediği kararın gerekçesinde, tazminatın fikirlerin serbestçe ifade edilmesinin karşısında bir ‘‘silah’’ olarak kullanılmaması gerektiği belirtildi. Edinilen bilgiye göre, Ankara 1. Asliye Hukuk Mahkemesi Hâkimi Beyhan Azman’ın hazırladığı gerekçeli kararda, karikatürün amacının insanların anlık algılarına yönelerek güldürmek ve güldürürken düşündürmek olduğu ifade edildi. Karikatürün esasında ele aldığı unsurun insan olmadığına, onun tutum ve davranışları olduğuna dikkat çekilen kararda, ? Gerekçede, ‘‘Bilim adamları ve sanatçıları, düşünürleri, yazarları, şairleri tazminat silahı ile susturulmuş bir toplumda ilerlemeyi sağlayacak fikir zenginliği ortamının oluşması beklenemez’’ denildi. Kararda Erdoğan’ın sahip olduğu güç nispetinde eleştiriye açık olması gerektiği belirtildi. insanların karikatürler nedeniyle gülünç duruma düşebileceği, bu durum karşısında kişilik haklarının ihlal edildiğini her zaman ileri sürebilecekleri dile getirildi. Kararda, ‘‘O zaman da karikatürün aslında bir sanat türü olmadığı, sadece hakaret etmenin bir yolu olduğu sonucu çıkar ki bu sonuç da karikatürü tamamen yasaklamayı gerektirir’’ denildi. Gerekçeli kararda, şu görüşlere yer verildi: ‘‘Tazminat, hakkın korunmasında kullanılan bir yoldur, ancak bu yolu fikirlerin serbestçe ifade edilmesinin karşısında bir silah durumuna getirmemek gerekir. Zira bilim adamları ve sanatçıları, düşünürleri, yazarları, şairleri tazminat silahı ile susturulmuş bir toplumda ilerlemeyi sağlayacak fikir zenginliği ortamının oluşması beklenemez. Fikir öyle bir şeydir ki, kimine göre doğru olan öbürünün doğrusu olmamaktadır. Hatta bu doğrular zamana göre kişinin kendisinde bile değişebilmektedir. Düşünce ve fikirler olumluyu değil, olumsuzu da içerebilir. İncitici, aykırı ve endişe yaratıcı da olabilir. Önemli olan değer yargılarına ilişkin düşünce ve fikirlerin serbestçe ifade edilebilmesidir. Çoğulculuğun, hoşgörünün ve açık fikirliliğin bir gereği olduğu için demokratik toplumun temel taşlarından biri, hatta en önemlisi düşünceyi açıklama ve yayma özgürlüğüdür. Sanatçıların fikir ve düşüncelerini serbestçe açıklayabilmesi ile toplumun demokratikleşmesine katkısı göz ardı edilemez.’’ Bu özgürlüğün de tüm özgürlükler gibi sınırları bulunduğuna işaret edilen kararda, anayasa ve yasalarda güvence altına alınmış olan kişilik haklarına saldırıda bulunulmamasının yasal ve hukuki bir zorunluluk olduğu belirtildi. Kararda, ‘‘Toplumu etkileme ve ileriye götürme gücüne sahip olan davacının, sahip oldukları güç nispetinde eleştiriye açık olması ve katlanması gerekir. Bu nedenle karikatürlerin hakaret amacı taşımadığı, kişilik haklarını ihlal etmediği kanaatine varıldığından davanın reddine karar verilmiştir’’ denildi. Erdoğan, Penguen dergisinin 24 Şu bat 2005 tarih ve 127 No’lu sayısının kapağında, ‘‘Tayyipler Âlemi’’ konulu karikatürlerde kendisinin fil, zürafa, maymun, deve, kurbağa, yılan, inek ve ördek şeklinde betimlediği gerekçesiyle, derginin sahibi Erdil Yaşaroğlu ile Pak Yayıncılık aleyhine 40 bin YTL ’lik manevi tazminat davası açmıştı. Ankara 1. Asliye Hukuk Mahkemesi’nde görülen dava, 14 Şubat 2006 tarihindeki karar duruşmasında reddedilmişti. Penguen dergisi karikatüristi Bahadır Baruter, gerekçeli kararla ilgili gazetemize yaptığı açıklamada, ‘‘Çok güzel, doğru, uygun bir görüş bildirmişler. Bu, hukuka olan güvenimizi de arttırıcı bir şey. Aydın kesimin mağdur olduğu bir iktidarla karşı karşıyayız ve aslında hukukun burada sağduyulu yaklaşımı çok doğru. Bir anlamda da hukuk dersi veriliyor’’ diye konuştu. AÇTIĞI DAVALARLA REKORA KOŞUYOR AKP AÇMIŞTI ‘Hassas kişilik’ Erdoğan ? Öncelikle hedef olarak medya organlarını belirleyen Erdoğan, yalnızca bu ay Cumhuriyet, Ortadoğu ve Evrensel gazetelerine 80 bin YTL ’lik dava açtı. FIRAT KOZOK Balbay’a Öğrenciden davaya ret referandum Mersin Üniversitesi’nde bir grup öğrenci, başarısız derslerde sınıf tekrarı yapılmasını öngören yönetmeliğin değiştirilmesi ve bütünlene sınavı hakkı tanınması için protesto düzenledi. Çiftlikköy Kampusu’ndaki rektörlük binası önünde bir araya gelen öğrenciler ‘‘Bütünleme İstiyoruz’’ yazılı bir pankart açarak halay çektiler. Öğrenciler daha sonra, sandıklar kurarak bütünleme sınavı hakkı tanınıp tanınmaması konusu ile sınıf tekrarının kaldırılıp kaldırılmaması konusunu ‘‘referanduma’’ götürdüler. Öğrencilerin mükerrer oy vermemesi için parmakları boyandı. 235 öğrencinin oy kullandığı referandum sonunda 231 öğrenci bütünleme sınavı hakkının verilmesini isterken 4 öğrenci bütünleme sınavına karşı oy kullandı. Öğrencilerin referandumu halaylarla sona erdi. (ABİDİN YAĞMUR) ANKARA (Cumhuriyet Bürosu) Ankara 22. Asliye Hukuk Mahkemesi, AKP’nin gazetemiz ve yazarımız Mustafa Balbay hakkında manevi şahsiyete hakaret iddiası ve 10 bin YTL istemiyle açtığı davayı reddetti. Mahkeme, Balbay’ın yazısındaki eleştirilerin siyasi nitelikte olduğuna karar verdi. AKP’nin avukatı Fatih Şahin, Ankara temsilcimiz ve yazarımız Mustafa Balbay’ın 1 Aralık 2005 tarihli Cumhuriyet’te yayımlanan ‘‘AKP Önce Kendi Kimliğini Bulsa’’ başlıklı yazısı nedeniyle hukuk mahkemesine başvurdu. Başvuruda Balbay’ın yazısında yer alan ‘‘ Aklı Karışık Parti, Aldatma ve Kandırma Partisi, Amerikan Kararlar Partisi, Acil Kadrolaşma Partisi, Al Kapat Partisi...’’ ifadelerin ağır hakaret taşıdığını savunuldu. Şahin, Balbay ve gazetemizden 10 bin YTL manevi tazminat talebinde bulundu. Başvuruyla ilgili Ankara 22. Asliye Hukuk Mahkemesi’nde dün duruşma yapıldı. Gazetemiz ve Balbay’ın avukatı Mutluhan Karagözoğlu eleştirilerin siyasi nitelikte olduğunu vurguladı Mahkeme, davanın reddine karar verdi. asirmen?cumhuriyet.com.tr 50 BİN YTL TAZMİNAT İSTEDİ ANKARA Hakkındaki eleştirilere ‘‘tahammül edemeyen’’ Başbakan Recep Tayyip Erdoğan, ‘‘kişilik haklarına saldırıldığı’’ gerekçesiyle bugüne kadar açtığı davalardan 244 bin YTL tazminat kazandı. En fazla gazetecilerle davalık olan Erdoğan, yalnızca bu ay gazeteler aleyhine 80 bin YTL ’lik tazminat davası açtı. Kendisine yönelik en ufak eleştirileri bile yargıya taşıyan Erdoğan, bugüne kadar 71 kişi hakkında yargı yoluna başvurdu. Erdoğan, lehine sonuçlanan 31 davadan toplam 244 bin YTL tazminat kazandı. Davalardan gelen paraları avukatlarına bırakan Erdoğan, kendisine öncelikle ‘‘hedef’’ olarak medya organlarını belirledi. Erdoğan, bugüne kadar en fazla Star gazetesi ile mahkemelik oldu. Gazete, Tasarruf Mevduatı Sigorta Fonu’na devredilmeden önce Başbakan’la 16 kez yargıda karşılaştı. Erdoğan’ın en fazla mahkemeye verdiği diğer basın kurumları ise Yeniçağ gazetesi, Aydınlık dergisi ve Cumhuriyet oldu. Erdoğan, son 3 yıllık süre içinde toplam 71 gazete, muhabir, köşe yazarı, karikatürist ve televizyoncu ve milletvekili hakkında da dava açtı. Erdoğan’ın bazı davalarıyla ilgili Yargıtay süreci devam ediyor. Erdoğan’ın avukatları özellikle bu ay, birbiri ardına gazetelere dava açtı. Erdoğan’ın mart ayı da vaları şöyle: Cumhuriyet ve İlhan Selçuk’tan 20 bin YTL istedi: Erdoğan, CHP Grup Başkanvekili Haluk Koç’un, ‘‘Başbakan kıvırtıyor’’ sözlerini haberleştiren Cumhuriyet ile Cumhuriyet Gazetesi İmtiyaz Sahibi İlhan Selçuk aleyhine 20’şer bin YTL ’lik manevi tazminat davası açtı. Erdoğan’ın avukatı Fatih Şahin tarafından Ankara 2. Asliye Hukuk Mahkemesi’nde açılan davanın dilekçesinde, gazetemizde 31 Ocak ve 1 Şubat 2006 tarihlerinde yayımlanan haberlerde müvekkilinin kişilik haklarının ihlal edildiği, katlanılması ağır hakaretlere yer verildiği ileri sürüldü. Şarkı sözlerini değiştiren Evrensel yazarından 10 bin YTL: Başbakan Erdoğan, çeşitli toplantılarda partililerle birlikte söylediği ‘‘Beraber yürüdük biz bu yollarda’’ şarkısının sözlerini değiştirdiği yazısındaki ifadeler dolayısıyla, Evrensel Gazetesi Köşe Yazarı Yücel Sarpdere ve gazete aleyhine 10’ar bin YTL ’lik tazminat davası açtı. Ortadoğu gazetesi de nasibini aldı: Erdoğan’ın avukatları tarafından hazırlanan dava dilekçesinde gazetenin 13 Şubat 2006 tarihinde ‘‘Adam Ol Adam’’ başlığıyla yer alan yazıda, ‘‘tahkir, tezyif eder beyanlara yer verildiği’’ belirtilerek gazetenin imtiyaz sahibi Zeki Saraçoğlu ve yazıyı kaleme alan Savaş Çolak’tan 10 biner YTL manevi tazminat talep edildi. Devlet Bakanı Şener, IMF’nin eleştirisine karşı memura ek zammı savundu Hükümet ‘sosyal boyutu’ hatırladı ? Memurlara ek ödeme düzenlemesinin ekonomik programın sosyal boyutu olarak görülmesi gerektiğini söyleyen Şener, ‘‘Ekonomik programın sosyal ayağı yoksa bu programın uzun vadeli, ülkede istikrar ve güveni sağlayacak şekilde dengeleri kurması mümkün değildir’’ dedi. ANKARA (Cumhuriyet Bürosu) Devlet Bakanı ve Başbakan Yardımcısı Abdüllatif Şener, memura ek ödemeye ilişkin Uluslararası Para Fonu’nun yaptığı eleştirinin gerçekçi olmadığını savunarak düzenlemenin bütçede karşılığı bulunduğunu söyledi. IMF’nin memurlara ek ödeme yapılmasını öngören düzenlemeye yönelik eleştirilerine hükümetten yanıt geldi. NTV’ye konuşan Başbakan Yardımcısı Şener, memurlara ek ödeme düzenlemesinin ekonomik programın sosyal boyutu olarak görülmesi gerektiğini savundu. Şener, ‘‘Ekonomik programın sosyal ayağı yoksa bu programın uzun vadeli, ülkede istikrar ve güveni sağlayacak şekilde dengeleri kurması mümkün değildir’’ diye konuştu. Şener, kamu finansman dengesini bozacak hiçbir adım atmayacaklarını söyledi. IMF’nin tepki gösterdiği tekstilde KDV indirimi ve ek memur zammı uygulamalarının, ekonomik programla uyumlu olduğunu anlatan Şener, ‘‘2 milyar YTL tutarında bir yük söz konusudur. Ancak dikkat ederseniz bunun 1.3 milyar YTL ’lik tutarı zaten bütçede personel ödenekleri içerisinde mevcuttur. 700 milyon YTL ’lik kısmı ise personel yedeğinde zaten vardır’’ dedi. Şener, ek ödemenin programdan sapma olacağını belirten IMF açıklamasına ara bir yorum olarak bakmak gerektiğini, uluslararası piyasalarda olumsuz algılanmayacağını savundu. Şener, ‘‘Türkiye ekonomisi artık bir beyanla bir değerlendirmeyle görüntüsü bozulacak bir ekonomi özelliğinden çıkmıştır’’ açıklamasını yaptı. Baykal’dan Unakıtan’a dava ANKARA (Cumhuriyet Bürosu) CHP Genel Başkanı Deniz Baykal, Maliye Bakanı Kemal Unakıtan’ın, hakkındaki 2001 ekonomik krizinde TL hesabından dövize döndüğü iddiası nedeniyle Unakıtan aleyhine 50 bin YTL ’lik manevi tazminat davası açtı. Baykal’ın avukatı Şahin Mengü tarafından açılan davanın dilekçesinde, 14 Mart 2006 tarihinde TBMM Genel Kurulu’ndaki gensoru görüşmesi sırasında, Unakıtan’ın Baykal aleyhinde iddialarda bulunduğu belirtildi. Dilekçede, Unakıtan’ın, 19 Şubat 2001 tarihindeki ekonomik krizde, Baykal’ın Türk Lirası hesabındaki paraları ABD Doları’na çevirerek Türk Lirası’nın değer kaybından etkilenmediği yolunda gerçekdışı ve çirkin beyanlarda bulunduğu savunuldu. Dilekçede, Unakıtan’ın ayrıca, Baykal’ın oturduğu ‘‘Angora Evleri’’ olarak bilinen kooperatifteki evinin kaçak olduğunu ileri sürdüğü belirtildi. Dilekçede, Unakıtan’ın iddialarının, ‘‘Baykal’ın kişilik haklarına saldırma, kamuoyu nezdinde zor durumda bırakma ve politik yaşamını olumsuz yönde etkileme’’ kastı taşıyan açıklamalar olduğu ileri sürüldü. Günlük köşe yazısı yazmak için konu seçmek başlı başına bir uzun iştir. Ben de her zaman olduğu gibi bu görevimi yerine getirmek için gazetedeki odama geldim. Günlük gazeteleri önüme koydum, haberleri ve yorumları okumaya başladım. Sonra internet sitelerine girip yeni ve taze haberleri de gözden geçirdim. Şimdi işin netameli tarafına geldik. Konular önüme birer birer döküldü. Kaya Çilingiroğlu’nun Feraye Tanyolaç’tan dünyaya gelecek erkek evladı ve bunun etrafında dönen haberler, birçok gazetede öne çıkıyordu. Hülya Avşar bağlantılı bu konu, gazetelerin ‘‘dişi’’ konusuydu. Her zaman okuyacak müşterisi olan bir konu da diyebiliriz. Bunu bir kenara koydum. ??? İkinci önemli ve dikkat çekici olay Emniyet Genel Müdürlüğü İstihbarat Daire Başkanı Sabri Uzun ’un görevinden alınmasıydı. Sabri Uzun, TBMM Şemdinli Araştırma Komis Sabri Uzun mu Hülya Avşar mı? yonu’na verdiği ifadeyle tanınmıştı. Sabri Uzun, birçok siyasinin dile getiremeyeceği gerçeği açık, çıplak ve yalın bir dille ifade etmişti. Şemdinli’de patlayan bombaların arkasında daha üst düzeyde bazı askeri yetkililerin olabileceği iddialarıyla ortalığı karıştırmıştı. Sabri Uzun’un bu açıklamalarından askerin rahatsız olduğunu daha sonra bazı köşe yazarlarının istihbaratlarından öğrendik. Adalet Bakanı Cemil Çiçek de Sabri Uzun’u ‘‘dedikoduculukla’’ suçlamış ve hakkında ağır ifadeler kullanmıştı. Sabri Uzun’un bildiklerini neden kendi üst makamlarına bildirmeyip Meclis Komisyonu’na anlattığı türünden suçlamalarda bulunmuştu. ??? Üçüncüsü Van Savcılığı’nın Yaşar Büyükanıt hakkında soruşturma açılması için izin talebini içeren başvurusuna Genelkurmay Başkanlığı’nın verdiği sert karşılıktı. Bu açıklama ortalığı yeteri kadar karıştırmıştı. Van Savcısı ve İstihbarat Daire Başkanı askere yönelik eleştirileri ve imaları nedeniyle topun ağzına konulmuşlardı. Hükümetin başı zaten Merkez Bankası başkanının ataması yüzünden dertteydi. Dertler üst üste yığılmıştı. Bu dertleri çözmenin nasıl bir yolu olabilirdi? Sabri Uzun’un görevden alınması, Van Savcılığı hakkında soruşturma başlatılması, hükümetin ordu ile ilişkileri germek istemediği ve bunun için bazı bürokratları kurban verebileceği şeklinde yorumlanabilirdi. Bu ‘‘kabul’’ eğiliminin ilk mesajlarını hükümet bir yıldır onay bekleyen Milli Güvenlik Siyaset Belgesi’ni imzalayarak vermişti. Hükümet ‘‘araziye uyma’’ya meyilliydi. ??? Bu gündem maddelerini gözden geçirdikten sonra iş konuyu seçmeye geldi. Son atamalar, Şemdinli iddianamesi ve de Genelkurmay Başkanlığı’nın iddianameye sert tepkisi, Türkiye’deki güç dengelerini yeniden kontrol etmek için önemli ipuçları veriyordu. Bu konuyu yazmak iyi olabilirdi. Hükümet ile ordu arasındaki ipler önce gerilmiş, sonra hükümet orduyu memnun edecek bazı adımlar atarak durumu yumuşatmaya çalışmıştı. Durum 20 berabere diye ifade edilebilirdi. Bu konuyu seçersem yazacağım belliydi: Türkiye’nin sivilleşme karnesi kötüye gidiyordu. Türkiye’nin AB üyeliği yolunda attığı adımlar durma noktasına gelmiş, ürkeklik artmış ve siyasi dengeler siviller aleyhine yeniden bozulmuştu. Kürt sorununda geri adımlar atan hükümet, şimdi Şemdinli olayında da sınıfta kalmıştı. Durum parlak görün müyordu. Hükümet, krizleri yönetme açısından başarısız bir tablo sergiliyordu. Bu konuda daha fazla şeyler söylenebilirdi. Sorular, endişeler dile getirilebilirdi. Türkiye’nin gelişen bir ülke olduğu halde yönetim krizi nedeniyle çok büyük kayıplara uğradığı iddia edilebilirdi. Sabri Uzun gibi açık sözlü ve sivri dilli bürokratlar alışıldığı şekilde tasfiye edilmeye devam ediyordu. ??? Siyasi durumu yorumlamak yerine Hülya Avşar belgeseline yönelmek ruhuma iyi gelebilirdi. Feraye’nin erkek çocuğunun isminin ‘‘Kaya’’ olacağını duyduğumda, ‘‘İşte tam ülkemize uygun bir durum’’ saptamasında bulundum. Dede, oğul ve torundan oluşan bir ‘‘Kaya’’lar topluluğu iyiydi, heyecan vericiydi. Hülya Avşar’ın bu konudaki değerlendirmeleri de önemli sayılırdı. Ona bir bakmakta yarar olabilirdi. Hülya Avşar haberlerine yöneldim. Yer bitti. CUMHURİYET 04 K
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle