11 Mayıs 2024 Cumartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
SAYFA CUMHURİYET 24 MART 2006 CUMA 2 OLAYLAR VE GÖRÜŞLER AÇI MÜMTAZ SOYSAL AdaletSiyasetRezalet IIM. İskender ÖZTURANLI PENCERE Babamın Kuranı Kerim’i!.. Ne zamandı?.. Unuttum.. Daha önce bu köşede bir kez daha yazmıştım, bugün yineliyorum... Kitaplığımın bir köşesinde Kuranı Kerim’ler durur. İçlerinde biri var ki ne zaman elime alsam yüreğimi garip duygular sarar, nefti renkte bez ciltli Kuran’ın iç kapağına babam eski yazıyla not düşmüş... Aktarıyorum: ‘‘Birinci ‘Cihan Harbi’nde Cebelilübnan ve havalisi 43’üncü Fırka Erkânıharbiye Reisi Kıdemli Erkânıharp Yüzbaşısı olup 1333 (1917) senesi Arabistan ricatında Baalbek şimalinde (kuzeyinde) bir gece yürüyüşü (çekilişi) sırasında, benimle helalleştikten ve öpüştükten sonra şakağına dayadığı tabancasıyla kamyon içinde intihar eden merhum Bahaeddin Bey’e ait olup tarafımdan muhafaza edilmiştir. İmza: Kasım Selçuk.’’ Yaşanan olaya ilişkin ek bilgim yok, babam bu konularda çocuklarıyla pek konuşmazdı. ? Doğrusunu isterseniz ben de bu köşede eski defterleri ancak gerektiği zaman karıştırırım; bugün nedense içimden geldi, babamın öyküsünü de anlatayım... Birinci Dünya Harbi patladığı zaman babam Harbiye’de öğrenci... Sınıf arkadaşlarıyla birlikte zabit vekili olarak Şark cephesine gönderiliyor... Sonuç?.. Bozgun!.. Sonra 43’üncü Fırka’ya, Cebelilübnan’a yollanıyor... Sonuç?.. Ricat!.. Sonra Milas’ta Kuvayı Milliye’ye katılıyor; daha sonra Uşak’ta cepheye gönderiliyor... Sonuç?.. Zafer!.. ? Cumhuriyet’in ilanından sonra bakıyorlar ki Ordu’da Harbiye’den mezun olmamış bir sürü subay var. Hepsini jandarmaya atıyorlar, emir yukardan geliyor: Haydi eşkıya takibine!.. Bu da yetmiyor, ülkede güvenlik sağlanınca bir emir daha: Siz Harbiye’yi bitirmeden subay olmuşsunuz!.. Eksik kalan öğreniminizi tamamlayacaksınız!.. 19361937 yıllarında babam ve arkadaşları Harbiye’de özel bir tabur oluşturmuşlardı. Yüzbaşı rütbesindeki öğrenciler omuzlarında mavzer, sırtlarında çanta Şişli tramvay caddesinde rap rap yürüyerek Hürriyeti Ebediye Tepesi’nin ötelerinde tatbikata çıkarlardı; ardından Maltepe Atış Okulu’nu da bitirdiler... ? Yazıya Erkânıharp (Kurmay) Yüzbaşı Bahaeddin Bey’in Kuranı Kerim’inden başlayışım boşuna değil!.. Türkiye’nin askeri ne dinsizdir ne de dincidir; bugün AKP iktidarının hedef tahtasına dönüştürülmesi neden?.. Çünkü bugün takıyyeciler kutsal Müslümanlığı kullanarak ele geçirdikleri iktidarlarında ülkeyi soyuyorlar ve sömürüyorlar; yolsuzluk ve rüşvet ‘arşı âlâ’ya çıktı!.. Yakında bu yoldaki gerçekler tüm çıplaklığıyla ortaya dökülecek... AKP bu süreçte İslamcı devlet modeli peşinde... ? Askerin laik Türkiye Cumhuriyeti’nin kurulmasında, kurumlaşmasında ve savunulmasında özel bir yeri var... Türkiye’nin en büyük güvencesi halk ile askerin birliğidir; takıyyecilerin bu birliği baltalamasına elbirliğiyle karşı çıkalım... Kıbrıs’ta Yeni Oyun SON HAFTALARDA Kıbrıs sorununa ilişkin bazı gelişmeler kamuoyunun dikkatinden kaçmış olabilir. Oysa, bu gelişmeler önümüzdeki aylarda yaşanacak bazı sorunların başlangıç noktalarıdır. Onun için olanlara doğru tanı koymak ve pişirilmekte olan oyunu iyi okumak gerekir. eler oldu? Rum lideri üç hafta önce Paris’te Birleşmiş Milletler Genel Sekreteri’yle görüştü. Sonuçta, alışılmamış bir şey oldu, Papadopulos’la Kofi Annan ‘‘ortak’’ bildiri yayımladılar: ‘‘Adadaki kuvvetler arasındaki mevzilenmeyi ayrıştırarak, askersizleştirmeyi ileri götürerek ve Kıbrıs’ı mayınlardan temizleyerek görüşmeler öncesinde hava yumuşatılmış olacaktır’’ dediler. Taraflardan yalnız biriyle görüşüp ardından ortak açıklama yapmak, varılan bir kararın belirtisiydi. Sonra, Kıbrıs’taki Barış Gücü’nün başında bulunan ve geçici olarak Genel Sekreter’in adadaki özel temsilcisi yapılan Michael Möller, Ankara’yla Kıbrıs sorununu görüşmek için gelmek istedi, reddedildi. Çünkü, Danimarkalı hazret, sorunu Birleşmiş Milletler’den çok AB çerçevesinde çözmekten yanaydı. Şimdi de, Yunanistan’ın yeni Dışişleri Bakanı Bayan Dora Bakoyannis Amerika’ya gidiyor. Tabii, Annan’la da görüşecek. KKTC ‘‘cumhurbaşkanı’’ ise, hâlâ gözden geçirilmiş bir Annan Planı temelinde görüşmelere başlamaktan yana. edir bütün bunların anlamı? Her şeyden önce, Papadopulos’un Plan’a ‘‘evet’’ demek için vaktiyle ileri sürdüğü koşulu anımsamak gerekir. Rum lider, ilk ağızda bırakılacak toprakların hemen Birleşmiş Milletler Barış Gücü’nün denetimine geçmesini ve Türk askerinin adadan gidiş takviminin hızlandırılmasını istiyordu. Rusya karşı çıkmasaydı, Annan da buna yeşil ışık yakmak üzereydi. Dikkat edilirse, yalnız Rumların değil, Avusturya’dan sonraki dönemin başkanı Finlandiya başta olmak üzere AB devletlerinin hep üzerinde durdukları nokta budur. Galiba, bazı Kıbrıslı Türkler de bunu istemekte. Görüşmeler başlayınca, Türk askerinin gitmesi hep birlikte yine gündeme getirilebilir. u isteğe boyun eğilirse, olacakları tahmin etmek zor değildir: Adada olay çıkarılacak, deniz aşırı harekâta AB ve ABD izin vermeyince Ankara uzaktan seyredecek, Kıbrıs da Girit gibi göz göre göre gidecek. Annan Planı’nın düzenini korusun diye sayısı birkaç misli arttırılmak istenen Barış Gücü’nün yapacağı, Sırplar Bosna Müslümanlarını katlederken oradaki Hollanda askerinin yaptığından farklı olmaz; yani, can derdine düşüp hiçbir şey yapmamak. Türk askeri varlığının caydırıcılığında ve bağımsız iki ayrı devletin yan yana yaşamasında ısrar edilmezse, olacak olan budur. B N N ir kişi suç işlediği takdirde nasıl yargı karşısına çıkarılıyor ve işlediği suçun cezasını çekiyorsa, bir milletvekili, bakan ve başbakan da aynı işleme tabi tutulmalıdır. Devlet yöneticileri de herhangi bir suç işledikleri zaman, cumhuriyet savcıları doğrudan doğruya kovuşturma başlatabilmeli, koşulları varsa kamu davası açabilmelidir. Ancak kürsü özgürlüğü nedeniyle ‘‘ağır cezayı gerektiren suçüstü hal dışındaki suçlar’’dan ötürü tutuklama söz konusu olmamalıdır. Ama yargılama sonucunda milletvekili seçilmeyi engelleyen bir suçtan hüküm giyerse, milletvekili sıfatı kendiliğinden düşmeli ve herkes gibi cezasını çekmelidir. Eğer verilen ceza milletvekili seçilmeye engel değilse, cezanın çektirilmesi dönem sonuna bırakılmalıdır. Zamanaşımı da söz konusu olmamalıdır. Bu, çağdaş dünyanın benimsediği bir düzenlemedir. Bu düzenlemenin bir an önce ülkemizde de uygulama alanına getirilmesinde sayısız yararlar vardır. Çağdaş hukuk ve adalet sistemine göre başbakan için, bakan için, milletvekli için ayrı bir yasa, ayrı bir gerçek düşünülemez. Hukuk karşısında her kişi eşittir ve eşit olmalıdır. Hukuktan yararlanmak her kişinin hakkıdır. Kimi kişilerin hukuk tanımaması ve yasaları da kendi çıkarları doğrultusunda yapmak istemesi, demokrasinin temel ilkesine aykırıdır. Çünkü demokrasi, insanlar arasında hiçbir üstünlük ve ayrıcalık gözetmeyen bir düşüncenin, bir sistemin adıdır. Bir ülkede adaletten, hukuk devletinden ve hukukun üstünlüğünden söz edilebilmesi için, hukukun her şeyden üstün tutulması, hukuka aykırı davranışların bağışlanmaması gereklidir. Çünkü ‘‘hukuk bir ulusun yaşayan hak anlayışıdır’’. Bir kişinin ya da bir çoğunluğun başına buyruk düzenlemeler getirmesi değildir. Ulusun hak anlayışına aykırı yasalar çıkarılır ya da davranışlar sergilenirse, toplumsal düzen bozulur ve ülkenin değer yargıları ayaklar altına alınmış olur. Bu nedenle hu kuka ve adalete aykırılık, hiçbir surette bağışlanamaz, bağışlanmamalıdır. İnsanoğlu yüzyıllardan beri hukuku, üstün bir kavram olarak benimsemiş, ‘‘hukukun bittiği yerde zorbalığın başlayacağına’’ inanmıştır. Çağlar boyu devletin gücünü hukuktan aldığını, hukuk ve adaletten ayrıldığı takdirde, çağdaşlıktan ve insanlıktan da ayrılmış olacağını belirlemiştir. Bu nedenle uygar dünyada hukuka bağlı olmayan bir yönetim, hukukun üstünlüğünü tanımayan bir devlet düşünülemez. Anayasalar, devletin yönetim biçimini, yurttaşların hak ve özgürlüklerini düzenleyen özgün ve üstün hukuk kurallarını içerir. Yasama, yürütme ve yargı organları, tüm gerçek ve tüzelkişiler, anayasaya uymak zorundadırlar. Anayasamızın 2. maddesine göre ‘‘Türkiye Cumhuriyeti, demokratik, laik, sosyal bir hukuk devletidir.’’ Hiç kimse hukukun dışına çıkamaz, hukuka aykırı davranışlarda bulunamaz. Anayasanın hiçbir yerinde devletin ve devlet adamının üstünlüğünden söz edilmemiş, hukukun üstünlüğü gündeme getirilmiştir. Çünkü devlet hukukun üstünde değildir. Bu nedenle devletin hukuk kurallarına göre yönetilmesi, demokrasinin ana kuralıdır. Bir kişinin işlediği suçtan ötürü adalet önüne çıkarıldığı ve cezasını çektiği bir ülkede, başka suçluların elini kolunu sallayarak ortalarda dolaşması, öncelikle adalet duygusuna, sonra da eşitlik ilkesine aykırıdır. Bir kişi suç işleyecek, devlet onu yakalayıp cezaevine gönderecek, milletvekiline dokunamayacak. Bir ülkede milletvekilinin, bakanın ve başbakanın suç işleme özgürlüğüne sahip olması, hukukun ve adaletin çiğnenmesi demek değil midir? Bu, düzen değil, düzensizlik sayılmaz mı? Böyle bir uygulama adalet duygusuna uyar mı hiç? Böylesine bir durum, vatandaşları adaletten ve devletten soğutmaz mı? Hukuk adı verilen üstün kurallar bütünü, her kişiye eşit olarak uygulanmalı değil midir? Hiç kimse, milletvekilinin Meclis’te yaptığı konuşmadan ötürü sorumlu olması ve cezalandırılması gerektiğini söyleyemez, isteyemez. Dünyanın her yerinde ‘‘kürsü dokunulmazlığı’’ diye bir kavram vardır ve bu kavram öncelikle uygar dünyada uygulama alanına getirilmiştir. Bu nedenle ‘‘TBMM üyeleri, Meclis çalışmalarındaki oy ve sözlerinden, Meclis’te ileri sürdükleri düşüncelerden.. bunları Meclis dışında tekrarlamak ve açığa vurmaktan sorumlu tutulamazlar’’. (Anayasa m. 83/1) Bu, demokrasinin altın kuralıdır. Böyle bir kural olmasaydı, milletvekilinin söz ve düşünce özgürlüğüne sahip olduğu söylenemezdi. Meclis kürsüsünde sözü kesilebilir, düşüncesi engellenebilir, apar topar mahkeme önüne çıkarılabilirdi. Ne var ki ‘‘seçimden önce veya sonra bir suç işlediği ileri sürülen milletvekili, Meclis’in kararı olmadıkça tutulamaz, sorguya çekilemez, tutuklanamaz ve yargılanamaz’’ uygulaması, (Anayasa m. 83/2) demokrasiyi de, adaleti de, hukuku da ortadan kaldıracak niteliktedir. Bu, çağdaş dünyanın tanımadığı, anlamadığı bir uygulamadır. Ne yazık ki bugün Meclis’te böyle suçlular vardır ve bu suçlular hiçbir zaman yargı önüne çıkarılamamaktadır. Bu nedenle de adalet ayaklar altında, hukuk ayaklar altında, eşitlik ayaklar altındadır. Bunun adına ‘‘yasama dokunulmazlığı’’ değil, olsa olsa ‘‘yasama maskaralığı ve yasama rezaleti’’ denebilir. Ne yazık ki bu maskaralığı bugüne değin hiçbir iktidar, düzeltmeyi ve değiştirmeyi başaramamıştır. Tayyip Erdoğan, seçimlerden önce televizyon ekranından böyle bir söz verdiği halde, kendisini ve yakın arkadaşlarını da tehlikeye atacağı düşüncesiyle, ülkemiz için ölümcül hale gelmiş olan bu konuya üç yıldan beri neşter vurmaktan çekinmiş ve onu bir türlü gündeme getirememiştir. Bu yüzden milletvekilleri, dokunulmazlık zırhına sığınarak istedikleri suçu işlemekte, diledikleri oyunu oynamaktadırlar. Oysa bu komediye ve rezalete son vermek, TBMM’nin en önemli görevlerinden biri değil midir? Bu görevini yerine getirmeyen bir Meclis, Türk ulusunu yönetme hakkına sahip olabilir mi? B Pazarören Köy Enstitüsü’nden Bir Anı Arif BAŞ ıl 1940, ağustosun ilk haftası. Kayseri Pazarören Köy Enstitüsü’ndeyim. Okulun ilk devresi oluyoruz. Okuyup öğretmen olacakmışız... Henüz ne tür bir okul olduğunu, ilerisini gerisini bildiğimiz yok. Aklımda olan, elimde kitapla efendice okuyup, ‘‘efendi olma, beyefendi olma!’’ gibi düşüncem birdenbire silindi!.. Sıkıntı duydum. Hemen geri dönmek istedim ama... Yakası çok düğmeli, golf pantolonlu giysimi giyip gıcır potine de ayaklarım girince, pineli çarıktan kurtulmanın rahatlığını da duymadım değil... Okul müdürümüz Sabri Kolçak, okşayıcı, sevecen bir konuşma yapmıştı: Yatakevi yapmak için önce çamurdan kerpiç yapmak gerekiyormuş. İkinci devre gelecek arkadaşlara yatakevi yapacağımıza alışamadık; ama yine de tüm öğrenciler hemen soyunup sokulduk!.. İki ay sonra Tonguç’un geleceği Y duyuldu: Köy Enstitülerinin kurucusu, İlköğretim Genel Müdürü İsmail Hakkı Tonguç. (Sonraları ‘‘Tonguç Baba’’ demeye alıştık.) Hemen çevre temizliğine başlandı. İşyerleri, derslikler, üst baş bir bir gözden geçirildi. Köy Enstitüleri, bir bütünlük içinde olarak; çok amaçlı yeni tip okul olmasına karşın, alışılmış gösterişli teftiş hazırlığının gereksizliğini de sonradan anlayacağız... Tonguç Baba gelince, öğrencilerin okul salonunda olmalarını istemiş. 184 öğrenci duvar boyu tek sıralı olarak dizildik. Çıt yok. Küçük yüreciğimiz hızlı çalışıyor... Aldığımız aile eğitimiyle büyükler yanında terbiyeli olmak duygusuyla birlikte, bir büyük adamı ilk kez görebilme hevesinden de olsa gerek, öylesine heyecan duyuyorduk. Az sonra görünen Tonguç Baba’nın ‘‘nasılsın’’ sorusuna yanıt olarak ‘‘sağol’’ diye gürleyen sesimiz den sonra, yine sessizliğe gömüldük. Tonguç Baba tek tek gözlerimize baka baka dolaştı. Şimdi anımsamadığım bir şeyler sormuştu. Hiçbirimizden ses çıkmadı. Sorusunu yineledi, yine ses yok!.. Sakınganlığımız, utangaçlığımız üstümüzdeydi. Orta Anadolu’nun bozkırından gelen, tane zeytini ilk görünce erik kurusu sanan biz çocuklardan hemen ileri atılarak konuşmak, kolay olmuyordu. Soruyu bilenler de suskundu sanırım... Tonguç Baba az durdu, cebinden çakısını çıkardı ve sordu: ‘‘Kim at gibi kişnerse bu çakıyı ona vereceğim!’’ Sessiz gülümsemeler oldu, ama at gibi kişneyecek biri çıkmadı. Soru yinelenince bir parmak göründü: Arkadaşımız Kemal Kavraal, at gibi kişnemeye başladı! Öyle bir kişnedi öyle bir kişnedi ki, böyle kişnemeyi geriden duymuş olsaydık Köroğlu’nun atı sanırdık... Kişnemenin arkasından alkış başladı. Hepimiz rahatlamıştık ve önümüz açılmıştı... Artık kıpırdamalar, gülüşmeler, konuşmalar başlamıştı... Küçük gibi görünen ‘‘kişneyişle’’ konuşmalara başlayışımızın, kendine gelme ve yurtiçinde söz sahibi olmanın bir çekirdeği olacağını da sonraları kavramış olacaktık... Yüzyıllar boyunca, bilinçsizliğe, uyuşukluğa bırakılmış bozkır insanı; yol isteyen at gibi olmaya başlamıştı. Böyle bir başlangıç, elbette verimli yılları getirecekti. Köy Enstitüsü kurumlarında yetişen toplam 17 bin dinamik öğretmen, hızlandı köye doğru... Bunu sağlayan ise, Köy Enstitülerinin kurucusu, büyük eğitimci, derin kültürlü Tonguç Baba ile Bakan Hasan Âli Yücel oluyor... Kafayla kolun birleşmesiyle eğitim gören bizler de yeni tip okul, yeni tip öğretmen olarak halkın yanında, hakkın yanında ve yurt yüzeyinde yankılanan sesimiz, Köroğlu’nun atının sesine benzemeye başladı... İSTANBUL ÜNİVERSİTESİ MEZUNLARI DERNEĞİ, DEMOKRATİK DAYANIŞMA DERNEĞİ AYDINLANMA SÖYLEŞİLERİ Yıl: 7, No:6 Konu KENTLEŞME VE İNSAN Yönetmen Doç. Dr. TONGUÇ GÖRKER Konuşmacı OKTAY EKİNCİ Mimarlar Odası Genel Başkanı, Cumhuriyet Gazetesi Yazarı Gün: 25 Mart 2006 Cumartesi, saat 10.3013.00 Yer: Beşiktaş Belediyesi Ortaköy Kültür Merkezi Dereboyu Caddesi, Dere Çıkmazı, No: 1 Ortaköy İletişim: İ.Ü. Mezunları Derneği (Fatoş Taştan) 0 212 238 03 21 Aydınlık Yarınlar Özlemi İçindeki Tüm Yurttaşlarımız Davetlidir. Giriş Serbest ve Ücretsizdir. ÇANAKKALE CUMOK ÇAĞRISI 25 Mart 2006 Saat: 14.0016.30 “Yetmediyse acısı, şiddetin, savaşın Anlamı kalmadıysa, Yurtta sulh, dünyada barışın. Eğer varsa ödülü, silahlanmayla yarışın, Unutun tüm dediklerimi, Yıkın, diktiğiniz heykellerimi” YAŞAR HACISALİHOĞLU Doç. Dr. (İ.Ü.) Strateji Enstitüsü Müdürü Harp Akademileri Öğretim Üyesi Konu: ‘Dünü ve Bugünü ile Çanakkale’ Prof. Dr. (ÇOMÜ) Atatürk ve Çanakkale Savaşları Araştırma Merkezi Müdürü METE TUNCOKU Konu: ‘Çanakkale 1915’i Anlamak’ Tüm yurttaşlarımızı, sivil toplum örgütlerimizi ve Cumhuriyet Gazetesi okurlarını bekliyoruz. Yer: Terzioğlu Yerleşkesi Ziraat Fakültesi Amfisi. İletişim: Abuzer İnanmaz 0 286 214 13 56 0 544 728 18 83 0 542 674 58 01 0 286 474 45 11 0 532 415 97 62 0 505 659 83 31 Ulaşım: Ücretsiz Belediye otobüsleri Cumhuriyet Meydanı’ndan saat 13.00 ve 13.30’da kalkacaktır. www.cumok.org eposta: istanbull?cmok.org CUMHURİYET 02 CMYK
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle