Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
- 2024
- 2023
- 2022
- 2021
- 2020
- 2019
- 2018
- 2017
- 2016
- 2015
- 2014
- 2013
- 2012
- 2011
- 2010
- 2009
- 2008
- 2007
- 2006
- 2005
- 2004
- 2003
- 2002
- 2001
- 2000
- 1999
- 1998
- 1997
- 1996
- 1995
- 1994
- 1993
- 1992
- 1991
- 1990
- 1989
- 1988
- 1987
- 1986
- 1985
- 1984
- 1983
- 1982
- 1981
- 1980
- 1979
- 1978
- 1977
- 1976
- 1975
- 1974
- 1973
- 1972
- 1971
- 1970
- 1969
- 1968
- 1967
- 1966
- 1965
- 1964
- 1963
- 1962
- 1961
- 1960
- 1959
- 1958
- 1957
- 1956
- 1955
- 1954
- 1953
- 1952
- 1951
- 1950
- 1949
- 1948
- 1947
- 1946
- 1945
- 1944
- 1943
- 1942
- 1941
- 1940
- 1939
- 1938
- 1937
- 1936
- 1935
- 1934
- 1933
- 1932
- 1931
- 1930
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
SAYFA CUMHURİYET 21 ŞUBAT 2006 SALI 2 OLAYLAR VE GÖRÜŞLER EVET / HAYIR OKTAY AKBAL Uyanın Heyy Uyanın... İlk şaşkınlığını atan AKP, zaman içerisinde gerçek yüzünü göstermeye başladı. Verilen sözler unutuldu. Dokunulmazlıklar kaldırılmadı. İşsizlik, yoksulluk arttı. Yolsuzlukları yok etme sözü verenler, yolsuzlukların içine gömüldüler. Cumhuriyet tarihimizde hiçbir başbakan için bu denli yolsuzluk sözleri edilmedi. Cumhuriyet tarihimizde, hiçbir Maliye Bakanı hakkında, şimdi söylenenler söylenmedi, yazılmadı. Dürüstlük, erdem yok edildi. PENCERE yor. Yönetimin dümen suyuna girmeyenler görevlerinden alındılar. Aydınlanmacı üniversitelere savaş açıldı. Üniversiteler sindirilmeye çalışıldı. Öyle ki, yargı kararları ile ülkücü katil Ağca’yı salıveren düşünce, Van Yüzüncü Yıl Üniversitesi Rektörü, aydınlanmacı Aşkın’ı tutukladı. Böylece yargı yara aldı. Yargıya duyulan güven sarsıldı. Yargı siyasallaştırılmaya çalışıldı. Şimdi sırada Samsun Ondokuz Mayıs Üniversitesi ve Malatya İnönü Üniversitesi rektörleri var. Aydınlanmacı üniversiteler ve rektörler için akıl almaz olumsuzluklar gerçekleştiriliyor. Yönetimin dinci eylemlerini gizli biçimde destekleyen ya da en azından görmezlikten gelen AB ile olan ilişkiler, AİHM’nin verdiği, sıkmabaşın kamu kurumlarında kullanılamayacağı kararı üzerine yavaşlatıldı. Böylece AB konusundaki içtenlik ortaya çıktı. Ulusçuluk yerilmeye, kötülenmeye, ümmetçilik övülmeye başlandı. Ümmetçiliği öne çıkaran kişiler, devletin önemli görevlerine getirildiler. Ulusçuluk geriye atılıp ümmetçilik öne çıkarıldığı için bölücülüğe, gereken tepki gösterilmedi. Bölücülük hiçbir dönemde bu denli yol almadı. AB’nin ve ABD’nin desteği ile bölücülere görülmemiş biçimde aldırmaz davranıldı. Ekonomide; bu yönetim, inanılır ve gerçekçi hiçbir yeni düzenleme yapmadığı ve ekonomi tümü ile IMF’nin denetimi ve yönetimine bırakıldığı halde, sanki bu yönetimin aldığı önlemlerle ekonomi düzelmiş gibi bir hava yaratıldı. Şeriatçılar ve dinciler yol alırken, Cumhuriyet tarihimizde görülmemiş biçimde ülkemizi yönetenler yolsuzluklara saplanmışken, yolsuzluklar ve yoksulluklar artarken, AB ve ABD ulusal onurumuza aykırı dayatmalarda bulunurken, onların desteği ile bölücüler seslerini yükseltirken, ülkemizin çoğunluğunu oluşturan, ancak dağınık ve sessiz duran Atatürkçüler ve aydınlanmacılar, dağınıklıklarını ve suskunluklarını sürdüremezler. 3 Kasım seçimleri öncesi olamaz dediklerimiz gerçekleşmiş, imam hatip düşüncesi ve sıkmabaş, devlet yönetimine tırmanmıştır. Susarsak, daha yukarılara tırmanacaktır. Susanlar, gelecek kuşaklara karşı sorumlu olacaklardır. Uyanmak, parlamentoda aydınlanmacıların çoğunluğunu sağlamak zorundayız. Duymayanlara, görmeyenlere, ellerindekilerle yetinenlere sesleniyoruz. Türkiye kaybediyor, siz kazansanız ne olur? Uyanın heyy uyanın. Hem Çağır, Hem Kaç! Bir zamanlar her gün yazardım. İlle de gerekliymiş gibi günün konusu ne ise kaçırmazdım... Bir gün oturdum eski yazılarımı okudum. Ne kadar boş şeylermiş! Hem kendimi, hem de okurlarımı boşuna yormuşum dedim. En iyisi arada bir yazmak, haftada iki ya da üç!.. Şu Hamas olayı... Hemen her gün düşüncesini, inancını, kanısını belirtmekle görevli gazeteci arkadaşların yazdıklarını okurken az önce belirttiğim duyguyu yaşadım. Hele köşe yazarlarının yüzleri aştığı günümüzde... Öyle konular var ki üzerinde düşünmek, araştırmak, kitaplar karıştırmak, yabancıyerli tarihlere başvurmak gerekir. Ama sen, o olayın yaşandığı günün ertesinde o şöyledir, bu böyledir diye kesin mi kesin bir şeyler çiziktiriyorsan kendini de okuru da aldatıyor olursun. Okuyan sahi sanır yazdıklarını ama birkaç gün sonra yanıldığını, yanıltıldığını anlamakta da gecikmez... ??? Şimdi ben ne desem boş. Ama, ortaya çıkan bir gerçek var, o da, üç yıldır işbaşındaki AKP hükümetinin, en başta başbakan, dışişleri bakanı olmak üzere, tüm iktidardakilerin yetersiz yeteneksiz olduklarının kanıtlanmasıdır. Ne yaptıklarını, ne istediklerini biliyorlar! Yani hiçbir şey bilmiyorlar. Bilemezler. İktidar koltuğuna oturmadan önce hiçbir sorumluluk almamışlar; ne bir bilgi aydınlığı yaşamışlar, ne de dünya, ulus sorunları üzerinde düşünmüşler... ??? Hamas’lılar geliyorlar. Daha hükümet olmadan geliyorlar. Başbakan onları çağırmış ya da AKP çağırmış veya Bay Gül çağırmış! Orası karışık, ama bir çağrı var. Adamlar geliyorlar ama kapılar kapalı, Başbakan kaçacak yer arıyor. Meşal adlı kişiyle karşılaşmamak için havaalanına gitmeyip bir dükkâna kapağı atıyor! Dünya karışmış, çeşitli uyarılar, azarlanmalar, korkutmalar birbirini izliyor. Bizimkiler sinmiş mi, korkmuş mu, yaptığına ettiğine pişman mı olmuş? Bir karışıklık, bir utanç, bir ayıplanma, hem kendimizi, hem tüm ulusumuzu... Hamas, Filistin’de seçimi kazanmış! İsrail’e göre, dünyadaki tüm Yahudi örgütlerine göre, ABD’ye göre bir terör çetesi... Hak arayana, özgürlük isteyene, bağımsız davranana verilen çağdaş bir tanımlama bu ‘‘terör’’, ‘‘terörist’’. Kimine göre de yurtsever, savaşçı, özgürlüğü için direnen insan!.. Bir zamanlar Mustafa Kemal’e de ‘‘asi’’ bir general tanımı yaparlardı. Neyse ki ‘‘terör’’ diye bir şey yoktu o günlerde. Asi, eşkıya, anarşist gide gide, terörist!.. ??? Hamas çok cinayet işlemiş!.. İsrail, hem de devlet olarak, kaç bin Filistinliyi öldürdü, unuttuk mu? Hem havadan, yerden, tanklarla, toplarla... 1945’ten beri o topraklarda kavga var, savaş var, anlaşmazlık var. Kim barış istese, karşılıklı görüşmelerle bir dostluk kurmaya kalkışsa, hemen öldürülür!.. ??? Sen ‘‘gel görüşelim’’ de, sonra da köşebucak kaç! İsrail kızmasın, ABD azarlamasın, AB öfkelenmesin, IMF parayı kesmesin gibi korkularla vazgeç yiğitliğe heveslenmekten... Sormazlar mı insana niye çağırdın, sonra niye kaçtın? İyi ki her gün yazmıyorum. Aradan günler geçtikten sonra benim bakışımla, anlayışımla, bizlere yaşatılan acı mı acı bir utanç bu!.. Türban Bir ‘Hiç’tir... Bir insan nasıl yaşar?.. Kadın ya da erkek, yaşamak için, çağdaş (medeni) haklardan yararlanırlar; nişanlanırlar, evlenirler, daha başka deyişle aile kurarlar, borçlanırlar, eşya alıp satarlar, miras yerler vesaire... Nasıl yaparlar bu işleri?.. ? Eskiden bu işlere karışan görüşen ‘din’ idi!.. Sözgelimi Osmanlı’da cami, havra, kilise Müslümanların, Musevilerin, Hıristiyanların hukuk düzenlerinde yetkili idiler... Cumhuriyetin ilk üç yılında da Türkiye’de insanların yaşamını dinci hukuk düzenledi... 1926’da Medeni Kanun (Yurttaşlar Yasası) çıkınca iş değişti... Dünyada bu iş ilk kez Fransa’da (1802’de) değişmiş; yurttaşların yaşamını dinci hukuktan kurtarıp laik hukukun düzenlemesine bağlayan Code Civil (Medeni Kanun) ‘Aydınlanma Devrimi’nin hayata yansımasıyla kişinin ve ailenin benliğine işlemişti. Napolyon döneminde gerçekleşen bu devrim, tüm Avrupa’ya ve uygar dünyaya yayıldı; bugün AB’ye egemen olan laik hukuktur. ? Lozan Konferansı 24 Temmuz 1923’te imzalandı, Osmanlı Devleti son buluyordu; ama, imparatorluktaki Rum, Yahudi, Ermeni vatandaşlar ne olacaklardı?.. ‘‘Azınlık Hakları’’ deyişi bu konuda ortaya çıktı... Azınlıklar, kilise ve sinagoglarının dinci hukukuna bağlı kalacaklardı... Müslümanlar da caminin egemenliğindeki şeriat hukuku düzeninde yaşayacaklardı... Bu durum 3 yıl sürdü... 17 Şubat 1926’da, laik hukuka dayalı ‘Medeni Kanun’u Türkiye Cumhuriyeti benimseyince, yasa ilk önce yalnız Müslümanlar için yürürlüğe girdi... Ermeniler, Rumlar, Yahudiler Lozan Antlaşması’na göre bu yasanın dışında kalmışlardı... Ama, kısa bir süre sonra azınlıklar ‘Azınlık Hakları’ndan vazgeçtiler... Türk yurttaşları yasası Medeni Kanun’da Müslümanlarla eşitlendiler. ? Türk Medeni Kanunu, adı üstünde medenidir, çağdaştır, Aydınlanma Devrimi’nin ürünüdür, dinci hukukun yasaklarından insanı kurtarır, özgürleştirir. Laik hukuk (laiklik) yalnız devlet için değildir.. İnsan içindir.. Yalnız kamu için değildir.. Özel içindir.. Atatürk’ün Anadolu’daki Aydınlanma Devrimi, bu nedenle köklü bir özgürlüğü, medeniliği, uygarlığı içeriyor.. Bugün başta Başbakan Recep Tayyip olmak üzere AKP iktidarı bir ilginç oyunu sahnelemektedir. Bu oyunun adı ‘türban’dır... Oysa türban bir hiçtir... Mirasta, ailede, evlenmede, boşanmada, kişilik haklarında dinci hukuka aykırı ve Kuranı Kerim’e ters nice hüküm Medeni Kanun’da yer almıştır... Takıyyeciler neden bu hükümlere karşı seslerini yükseltmiyorlar?.. ? Yurttaşları uyandırmak için laik siyasal partiler ve dernekler bu yolda çalışma, toplantı, seminer yapmalıdırlar; şeriat geldiği zaman özellikle kadınların başına neler geleceğini somut örneklerle vatandaşa anlatmak gerekiyor. Türban, gerçekleri örtbas etmek için kullanılan bir örtüye dönüşmüştür. Erol ERTUĞRUL Hukukçu 3 Kasım seçimlerinden önce yurdumuzda bir koalisyon hükümeti vardı. Dünya Bankası’ndan getirtilen, Ekonomik İşlerden Sorumlu Devlet Bakanı Kemal Derviş’in oyunları ile hükümet erken seçim kararı aldı. Seçimler sonucunda, koalisyonu oluşturan üç parti de parlamento dışında kaldı. Yolsuzluk söylentileri, işsizlik ve yoksulluk, milletvekillerinin dokunulmazlık kalkanına bürünerek yargılanmaktan kaçınıyor olmaları toplumun önemli sorunlarını oluşturuyordu. Ekonomik açıdan IMF’nin Türkiye’yi kıskaca alması, AB’nin çıkarlarımıza aykırı dayatmaları, ulusumuzu yeni arayışlara sürüklüyordu. O günlerde yeni kurulan bir siyasal parti, önce ABD’nin, daha sonra ülkemizdeki egemen çevrelerin desteğini alıyordu. AKP adıyla kurulan, ancak bir kandırmaca ile Ak Parti diye sunulan bu parti, ak bir gelecek sözü veriyor, yetki alırsa, milletvekillerinin dokunulmazlıklarını kaldıracaklarını, yolsuzlukları önleyeceklerini, yoksullukları yok edeceklerini söylüyordu. Ancak, bu partinin kurucularını ve yöneticilerini tanıyanlar, bu söylenenlerin gerçek olmadığını biliyor, bu parti yönetime gelirse, ülkemizin ve ulusumuzun geleceği açısından kaygıya düşüyorlardı. Nasıl kaygılanılmasın ki, yeni kurulan AKP’nin kurucuları ve yöneticileri, daha önce Refah Partisi üyeleri olarak tanınan, denenen, dinci, şeriatçı, yolsuzluklara bulaşmış kişilerdi. O günlerde AKP’nin başına getirtilmek istenilen Tayyip Erdoğan, yasalar gereği yasaklı, İstanbul Belediye Başkanı olduğu dönemlerde yolsuzluklardan yargılanmış, yargılanmakta olan, imam hatip çıkışlı, tarikatçı, uluslararası dinci terörist Gülbeddin Hikmetyar’a yakınlığı ile bilinen bir kişiydi. Ülkemizin aydınlık geleceği için çırpınanlar, aydınlanma sevdalıları, Türk devriminin yılmaz savunucuları, böyle bir şeyi olası görmüyorlardı. Laik Türkiye Cumhuriyeti’nin yönetiminin, hiçbir zaman, laik olmayan bir kadroya teslim edilemeyeceğini düşünüyorlardı. Sonunda 3 Kasım genel seçimleri yapıldı. Küskünlük ve umutsuzluktan, on milyon seçmen sandığa gitmedi. Bu büyük bir sayıydı. On milyon seçmenin oy verdikleri partiler, seçim barajı nedeni ile parlamentoya giremediler. Böylece bu seçmenlerin oyları boşa gitti. Seçim Yasası’ndaki olumsuzluklar nedeni ile, beklenmedik biçimde, AKP kayıtlı seçmenin yüzde yirmi beşinin, oy kullanan seçmenin yüzde otuz dördünün oyunu alarak, parlamentoda yüzde altmış beşlik bir çoğunluğu elde etti. Olamaz denilen şey gerçekleşmişti. Mustafa Kemal Atatürk’ün ‘‘Şeyhler, dervişler, tarikatlar ülkesi olamaz’’ dediği ülkemizde, tarikatçılar yönetime gelmişler, giysi devrimini gerçekleştirmiş ülkemizde, bu devrime aykırı olarak, eşlerinin başları bağlı kişiler başbakan, bakan, milletvekili olmuşlardı. İş bununla da kalmıyordu. AKP’nin, başta Başbakan ve bazı bakanlar ve milletvekilleri olmak üzere 21 tanesi hakkında yolsuzluk dosyaları vardı. Türkiye’yi sömürmek isteyen dış çevreler ve onların yerli işbirlikçileri, demokrasi, insan hakları adına bu kadrolara destek çıktılar. Onların değiştiklerini söylediler. Demokrasiyi yalnızca seçim olarak algılayarak, demokrasinin gereğidir dediler. İlk şaşkınlığını atan AKP, zaman içerisinde gerçek yüzünü göstermeye başladı. Verilen sözler unutuldu. Dokunulmazlıklar kaldırılmadı. İşsizlik, yoksulluk arttı. Yolsuzlukları yok etme sözü verenler, yolsuzlukların içine gömüldüler. Cumhuriyet tarihimizde hiçbir başbakan için bu denli yolsuzluk sözleri edilmedi. Cumhuriyet tarihimizde, hiçbir Maliye Bakanı hakkında, şimdi söylenenler söylenmedi, yazılmadı. Dürüstlük, erdem yok edildi. Pişkinlik, yüzsüzlük öne çıkarıldı. İmam hatip liseleri, Kuran kursları ve sıkmabaş, yönetimin en önemli sorunları oldu. Yoğun bir kadrolaşma gerçekleştirildi. Dinci ve tarikatçı kadrolaşmanın gerçekleşmesi için yoğun bir savaş verildi, verili ‘Medeniyetler Çatışması’ ve Karikatür Krizi Mert ONARAN on günlerde Türkiye ve dünya gündeminin en belirleyici maddelerinden biri, bir Danimarka gazetesinde yer alan ve İslam toplumlarında büyük hoşnutsuzlukla, tepki gösterileriyle karşılanan Hz. Muhammet karikatürleri oldu. Karikatürlerin Hz. Muhammet’i, ahlaki sınırları zorlar bir üslupla ele aldığı gerekçesiyle Suriye, İran gibi Müslüman Ortadoğu ülkelerinde, Danimarka’ya ve daha geniş bir ifadeyle Batı’ya karşı kitlesel şiddet eylemleri gerçekleştirildi. Gerek yerel gerekse uluslararası kamuoyunda, yaşananlar yorumlanırken ‘‘medeniyetler çatışması’’ şeklinde tanımlandı. Peki karikatür kriziyle doruk noktasına ulaşan bu ‘‘medeniyetler çatışması’’ ne anlama geliyor? Ortada gerçek anlamıyla bir medeniyetler çatışması var mı? Bu soruları cevaplamak için önce medeniyet kelimesinin bizdeki anlamı üzerinde durulmalı. Arapça bir kelime olan medeniyet, Medine kökünden türemiştir. İslamiyet öncesi Araplar ilkel bir kabile örgütlenmesi biçiminde yaşarken İslamın kabulüyle beraber dağınık kabile yapısı şehirlerde birleşmiş, Medine, yani şehir kelimesinden, şehirlilik anlamına gelen medeniyet kelimesi ortaya çıkmıştır. S ZEYTİNBURNU 1. ASLİYE HUKUK MAHKEMESİ’NDEN Esas No: 2005/419 Davacı Mümin Yandı tarafından Fethi Yandı’dan uzun süredir haber alınamadığı, hayatta olup olmadığı ve adresi de tespit edilememiş olduğundan; Davacı Mümin Yandı, kardeşi Fethi Yandı’nın gaipliğine karar verilmesini istediğinden davalıyı tanıyan, bilen ve malumatı olan kimselerin Zeytinburnu 1. Asliye Hukuk Mahkemesi’nin 2005/419 esas sayılı dosyasına duruşmanın bırakılmış olduğu 30.03.2006 gününe kadar bildirmeleri M.K.’un 33. maddesi gereğince ilanen tebliğ olunur. 02.02.2006 Basın: 6606 Çeşitli toplumlarda medeniyet kelimesine farklı anlamlar yüklense de ortak diyebileceğimiz bir kanıya göre medeniyet bir topluluğun, çağının milletlerarası yaşam, düşünce, davranış ve özgürlük standartlarına erişebilirliğidir. Günümüzde çağdaşlaşma ile aynı anlamda kullanılır. ‘‘Medeniyetler çatışması’’ konusuna gelince. Öncelikle tarihsel süreç içindeki değişiminde de gördüğümüz gibi medeniyet, bir toplumun, tarihin her sürecinde sahip olabildiği bir gelişmişlik seviyesi değildir. Varlığı iniş çıkışlarla doludur; herhangi bir coğrafya üzerinde bir görünüp bir kaybolur. Bir toplum için bugün medeni diyebiliyorsak, yarın aynı toplumu çağdaşlığın çok uzağına düşmüş olarak görebiliriz. Örneğin ortaçağda medeniyet Avrupa’da değil İslam coğrafyasındayken zaman içinde Avrupa medeniyeti oluşmuş, İslam medeniyeti ise gerilemiştir. Bu bağlamda medeniyet kavramını kelime anlamına ve tarihteki örneklerine göre yorumladığımızda, dünün aksine bugün bir İslam medeniyetinin varlığından söz etmek güçtür. İslam ülkelerinde yaşam standartları çağdaş ülkelerle kıyasla çok düşüktür; sosyal imkânlar kısıtlıdır; rasyonel bir düşünce anlayışı ve bilim yeterin ce gelişememiştir ve en önemlisi halen şeriat hâkimdir. Peki görüldüğü gibi ortada medeniyet denilebilecek iki topluluk yokken, özellikle Batılı toplumlarda yer alan bu ‘‘medeniyetler çatışması’’ ifadesi ne anlama geliyor? Bu soruyu cevaplamak için Batı dünyasının yakın zamanlarda, İslam coğrafyası ve özellikle Ortadoğu üzerindeki eylemlerini kısaca değerlendirmek gerekir. Medeniyete ulaşma sürecinde kendi iç hesaplaşmalarını bitiren Batı, 20. yüzyılla birlikte yayılmacılığa hız verdi. Nitekim Dünya savaşları bu yayılmacı politikaların sonucudur. İslam nüfusunun yoğun olduğu Ortadoğu’ya dönük ilk somut yayılmacı girişimler, bilindiği gibi 1. Dünya Savaşı sırasında İngilizlerle başladı. Soğuk savaş yıllarında, kutuplaşma Batıİslam ekseninden daha geniş bir manada, BatıDoğu ekseninde vücut buldu. Günümüze gelindiğinde ise Batı’nın yayılmacı düşünce tarzının son hedefi yine Irak oldu. Son yirmi yılda aşırı gelişen haberleşme olanaklarının etkisiyle güçlenen ‘‘dördüncü erk’’ medya, gerek Irak işgali süresince, gerekse bugüne kadar meydana gelen gelişmelerde, bir propaganda unsuru olarak görev aldı. Hatırlanacağı gibi medya yoluyla işgalin amacı, Amerika merkez li Batı medeniyetinin, özgürlüklerin, insan haklarının, yaşam standartlarının gelişmediği Irak ve daha geniş manasıyla Ortadoğu halkına, ‘‘Büyük Ortadoğu Projesi’’ bağlamında, medeniyetin bu sayılan temel ilkelerini getirmek istemesi olarak gösterilmişti. Yola çıktığı savı oluştururken Batı, bugünkü İslam toplumunun, ortaçağda sahip olduğu parlak medeniyet düzeyine sahip olmadığını biliyordu. Bu bağlamda Amerika merkezli Batı, İslam toplumunun geri kalmışlığını, politik, ekonomik ve tarihsel hedeflerini gerçekleştirmek amacıyla girişeceği işgal hareketine meşruiyet kazandırmak için kullandı. Yukarıda bahsedilenler, genel olarak olayların akışı hakkında yapılabilecek yorumlardan sadece bir tanesidir. Konuya farklı bakış açılarıyla yaklaşmak mümkündür. Yalnız olayların arkasındaki siyasal, ekonomik ya da kültürel etkenler ne olursa olsun, medeniyet adına, insanlık tarihine mal olmuş dini ve tarihi bir şahsiyeti, bir peygamberi, provokasyon malzemesi olarak kullanması, yahut din adına, ait olduğu milletin onuru olan bir bayrağı yakmaya varan şiddet olayları çıkarması günümüz insanının, medeniyet denilen o yüce erdeme ulaşmak için daha çok yol alması gerektiğinin göstergesidir. KADIKÖY 2. SULH HUKUK MAHKEMESİ 2005/737 Vas. Tayini Mahkememizce verilen 31.1.2006 tarih, 2005/737 E. 2006/15 K. sayılı karar ile HasanMakbule kızı, 1912 d.lu HANİFE ERALP, TMK 405. maddesi gereğince vesayet altına alınarak, kendisine AYNUR ERALP ÖZYILMAZ vasi tayin edilmiştir. 31.1.2006 (Basın: 5912) ‘Yarın’ Çok Geç Olabilir Recai COŞKUN Emekli Eğitimci A tatürkçüler, sosyal demokratlar, demokratik solcular, sosyalistler, tüm demokratlar, bu güzel kavramları derneklerinin, vakıflarının, siyasi partilerinin adlarında kullanan yöneticiler ve liderleri, bu çağrı sizleredir. Ülkemizdeki tüm solcuların birlikteliği için yazılmadık yazı, söylenmedik söz kalmadı. Bu alanda bireysel ve örgütsel girişimler de oldu. Bunların bazıları başarıldı. Arkasından yeniden bölünmeler yaşandı. Bölünmüşlük, ‘‘Küçük olsun benim olsun’’ anlayışı ne yazık ki devam ediyor. Demokrasimizin çok partili yaşama geçmesinden bu yana; ülkemiz, en yeteneksiz, en iş bilmez bir partinin kadroları tarafından yönetilmeye devam etmekte. Toplum hızla ve önlenemez bir şekilde ayrıştırılmaya, bölünmeye götürülmekte. Cumhuriyetimiz ve laik yaşama biçimimiz geriye döndürülemez şekilde tahrip edilmekte, ülkeyi yönetme stratejileri cami avlularında verilen demeçlerle (fetvalar) yönetilir duruma sokulmak istenmekte. Çağ daş cumhuriyetimiz ve demokrasimize BOP projeleri ile, üzerlerine vazife olmayan güçler tarafından ilımlı İslam donu biçilmek istenmekte. Devletin bugüne kadar yetiştirdiği yetkin kadrolar yıldırılarak darmadağın edilmekte ve bu kadrolar sahipsiz kalmakta. Eğitimde yerleştirilmek istenen; bilgiden, bilimden, akılcılıktan uzak medrese eğitimi düzenlemesine sürüklenmekte. Sağlıkta, tarımda, ticarette ve diğer ekonomik alanlarda hiçbir şey denetimde değil. Bunları sıralamanın gereği de yok aslın da. Her gün, her dakika yaşıyoruz bu sorunları Yurttaşlar mutsuz ve umutsuz. Solcular ise bin kere daha mutsuz ve umutsuz. 60 yıldan beridir ülkeyi yöneten sağ iktidarların en gaddarı, solda düşünenlere en acımasızı AKP iktidarı. Öbürleri yargı kararlarını uygularlardı. Bunlar ise yargıyı ve üniversiteleri baş düşman olarak görmekte. Bu gidişle iktidar sırasının size de geleceğini düşünüyorsanız, büyük yanılgı ve gaflet içindesiniz. Toplumsal yapının bu şekilde sürmesi ve sürdürülmesi halinde size sıra gelmeyecektir. Toplam oyla rın yüzde 7075’inin değişik renkteki sağ partilere, yüzde 2530’unun solda veya sola benzemeye çalışan partilere gittiği ülkemizde, nasıl iktidar olacağınızı düşündüğünüzü anlamakta cidden güçlük çekmekteyim. Yapılması gereken, birliktelik, bütünleşme, güç birliğidir kuşkusuz. Ancak bu da iktidar olunmasına yetmeyecektir. Söyleyeceğim son söz; bu birkaç satırlık yazı üzerine düşünür müsünüz bilemem. Ama her ne yapılacaksa hemen yarın, o çalışmaya başlamanızı dilerim. Aksi halde, yarın çok geç olacaktır. CUMHURİYET 02 CMYK