23 Kasım 2024 Cumartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
3 EKİM 2006 SALI CUMHURİYET SAYFA DİZİ Egemen olanlar, bu egemenliği mümkün kılanları, yani kadınları, sıkı, şiddetli bir şekilde kontrol etmeye yönelirler 9 Neden kadın üzerinden? NÜKHET SİRMAN nlü Fransız antropoloğu Claude LeviStrauss’a göre kadınlar, erkekler arası değiş dokuşun nesneleri. Yani erkekler birbirleriyle barışçı bir şekilde yaşayabilmek için birbirlerine en kıymetli varlıklarını armağan olarak verirler: Kendi kızkardeşlerini. Bu sayede düşmanla kayın birader ilişkisine girerler, diğer grubun zürriyetini sürmesine imkân verecek paha biçilmez bir armağan vermiş olurlar. Feminist antropologlar bu çözümlemeyi erkek bakış açısının bir ürünü olmakla eleştirmişler, ancak kabile toplumlarında kadın alıp vermenin önemini yadsımamışlardır. Bu tip toplumlara ‘kayınbiraderler cumhuriyeti’ adını veren Germaine Tillion, enbun hizmetine sunuluyor. Ü KARŞITLIĞI GÜÇ TANIMLAR Bir ötekine, sonsuz ve koşulsuz özen kavramının neleri içerdiğine bakarsak bu özenin sadece yedirmek, giydirmekten ibaret olmadığını görebiliriz. Toplumlarda kadınerkek karşıtlığını tanımlayan en önemli olgu güçtür: Birinde var, diğerinde yok. Antropologların çalıştığı toplumların hiçbirinde kadın egemen değildir; erkek egemendir. Gücü elinde o tutar. Aile içinde, sülalede, imparatorluklarda, eski ve yeni tüm devletlerde. Toplumun her kademesindeki güç, güçlü olduğunu statikliği ile belirtir. Etrafta koşturmaz, başkaları bunu onun için yapar. Egemen olan, egemenliğini durağanlığı ile hem simgeler hem de başkalarına yaşatır. Koşuşturanlar ise güçsüz erkeklerle kadınlardır. Aile içinde yaşlı kadınlar ve erkekler otururken kendilerine gençler hizmet ederler. Ben bu koşuşturmayı da bakım kavramının içine yerleştirmek istiyorum. Kadınları saklamak isterler. düstri öncesi toplumların tümümün kız kardeşlerini başkalarına vermeye çok da hevesli olmadıklarını hatırlatarak kızlarını kendilerine saklayan toplumların Atlas Okyanusu’ndan Orta Asya’ya kadar geniş bir coğrafyada yüzyıllarca varlıklarını koruduklarını hatırlatmakta ve bu toplumlara Kuzenler Cumhuriyeti adını vermektedir. Bu toplumlarda kadınlar o kadar kıymetlidir ki topluluk onları kimseye vermek istemez, amca oğlu için saklar. Akrabalığın önemini yitirip de meslek, sınıf ve milliyetin toplum edilir, ya da hem doğurganlığından hem de emek gücünden yararlanmak üzere esir alınırdı. Sınıf ayrımları ortaya çıktıktan sonra bu pratikler sürdü. Ulus devletlerin ortaya çıkışı bile kadınların savaşlardaki bu konumlarını pek etkilemedi. Floya Anthias ve Nira YuvalDavis kadınların milliyetçi ideoloji ve pratiklerdeki konumunu irdelemeye çalıştıktıkları kitaplarında kadınlara topluluğun hem biyolojik hem de kültürel yeniden üretiminde aktif rol verildiğini iddia etmektedirler. Nitekim ulus devletler de kadınları yalnızca kendi çocuklarının değil, tüm toplumun anneleri olarak görürler. Annelik de burada hem biyolojik, hem kültürel, hem de toplumsal bir konumdur. Amargi’nin 2. sayısında savaş, şiddet ve militarizm dosyasındaki birçok yazı anneliğin çeşitli boyutlarını irdelemiştir. Özellikle de Zeynep Direk ve Meltem Ahıska bu boyutlara dikkatimizi çekmişlerdir. Konuya felsefi açıdan yaklaşan Direk, anneliğin ölüme bir başkaldırı olduğunu, anneliği ‘‘yaşamın yeri ve zamanın sabrı’’ olarak tanımlamanın üzerinde durmaktadır. Milliyetçi ya da militarist ideolojilerin anneliği savaşın propagandasının malzemesi haline getirmesini, intikama yol açtığı ölçüde, başka annelerin acısına yol açacağı için anneliğin bir İLİŞKİLERİ KADINLAR KURAR Koşuşturmak bağlantı kurmaktır. Birbirine gitmeyen iki kutbu ya da iki egemeni birbirine bağlamaktır. Bu bağlar kurulduğunda risk her zaman bağlantıyı kuranlardadır. Egemenler karşı karşıya gelmezler, birilerini araya koyarlar. Bu yüzden en çok elçilik her zaman tehlikeli bir iş olmuştur; idam ya da merkeze çekilmekle cezalandırılmışlardır. Bağlantı kurma, ara bulma işleri kadınların da öncelikli işlerinden biridir. Eskiden (ve hâlâ) gruplar arasındaki anlaşmaları sağlamanın en iyi yolunun kız alıp vermek olması, kadınların, bu bağlantı işlevlerinin en sağlam biçimlerinden birini üstlenmiş olmalarına dayanmaktadır. Ancak bu iş sadece evlenip her iki grubun da doğacak çocuk üzerinde belirli haklara sahip olmasından ibaret değildir. Her topluluğu birbirine bağlayan ilişkileri de kadınlar kurar. Aile içinde, mahallede, sülalede ya da ulus devlette. Açlıkla boğuşan Parkistan’da sürgündeki Afganlı kadınlar yardımlarla ilgili belgelerini almaya çalışıyorlar. Dünya örneklerinden dersler Farida AHMEDİ (İrticaya Karşı Kadın Örgütü Başkanı / Afganistan) ‘‘Dünyada en feminist anayasanın var olduğu bir ülkeyi temsil ediyorum. 1919 yılında İngiltere karşısında Afganistan’ın bağımsızlığını kazanmasından sonra, Ahmanela Khan, Atatürk’le aynı programa sahipti. Ama İngiltere’nin sömürgeci gücü tarafından desteklenen gerici güçler, Afganistan’da bu ilerici yapılanmayı durdurabildiler. Kıvançla söylüyorum ki, bu süreç bize burada toplanma imkânı sağlayan Türkiye’de devam etmekte; bu zaferden dolayı Türk ulusunu ve özellikle kadınlarını kutlarım. Afgan halkı son yıllarda, soğuk savaşın, büyük güçler ve komşu ülkeler arasındaki çatışmanın kurbanı oldu.. Afganistan’da insan hakları ihlalleri özellikle son yirmi yıl boyunca, öyle boyutlara vardı ki... Birkaç önemli örneği hatırlatmakla yetineceğim.. ...Köktendincilerin kadınlara, demokrasiye, sosyal adalete karşı tavrı, başından beri insan haklarının açık ihlali olmuştur. Direniş sırasında doruk noktasına varmıştır. Binlerce Afgan aydını ve birçok köklü demokratik örgüt lideri, iktidara gelmeden önce köktenci partiler tarafından katledilmiştir. 1992 yılında köktenci partiler Afganistan’da üstünlük sağladılar. Bu olay, Afgan halkı ve özellikle kadınlar için bir başka felaketin başlangıcı oldu. Taliban’ın gelişi bu felaketin en üst noktası kabul edilebilir. Çünkü bu dönemde, nüfusun yarısı kendi evlerinde tutuklu kaldılar. Kız okulları tamamen kapatıldı. Daha önce çalışan binlerce kadın, yaşamak ve ailelerini geçindirmek için dilenci oldular. Hiçbir yerden mali destek almayan binlerce dul şehirlere aktı. Sokaklarda silahlı kişiler tarafından açıkça kadınların dövüldüğü, işkence gördüğü ve hakarete uğradığı birçok örnek vardır... Tarihten öğrenip hatırlamalıyız ki Sovyet işgaline karşı kendiliğinden oluşan ulusal çaptaki halk direnişi, dini veya ideolojik bir savaş değil, kurtuluş ve bağımsızlık amaçlarına hizmet ediyordu... Yabancı ülkelerde yetiştirilen birçok dinsel lider, ulusal kahraman addedildi ve bunun sonucu Afganistan, silah deposuna dönüştürüldü... Gerçekten de Afganistan’da yakın dönemde yaşanan şok edici trajedi, Batılı güçlerin ve medyanın Afganistan hakkındaki yanlış politikalarının mantıklı bir sonucudur. Maalesef henüz geçmişteki hatalarından ders çıkarmadılar... Burada tabii ki Tunuslu, Cezayirli, Filistinli, Ortadoğulu kadınlara seslenmek istiyorum; lütfen İslamı yorumlarken dikkat edin. İnsan haklarının var olduğunu unutmayalım. Din bir taraftadır, insan hakları ve kültür olguları bir tarafta. Bunları karıştırmamak lazım... Feminist fikirleri gerçekten benimsemiş bir kişi olarak; Türkiye’de, Afganistan’da, Tunusta.. bütün kadınların haklarına sahip çıkmalarını istiyorum.’’ Sameena NAZIR (Pakistan Uluslararası İnsan Hakları Yasa Grubu Temsilcisi) ‘‘...Hâlâ liberal ve laik kesimlerin çok çalışmasına karşın Pakistan’daki demokratik ve laik deneyim çok iyi değildir. Ayrı dini nüfus ve gruplar karşısında zayıf kalmaktadırlar... Pakistan’daki değişen iktidarlar süreçlerinde, yavaş yavaş fakat sistemli olarak İslamlaşma işlemi yaşandı. ZiyaülHak okul müfredatını değiştirdi. O zamanlar lisede okuyordum. Kütüphanedeki fizik, biyoloji kitaplarının yerine İslam, Müslüman kadın kuralları ve görevleri ile ilgili kitaplar ve Arapça yazılmış kitaplar geldi. Öğrenci ve öğretmenler başlarını kapatmaya zorlandıgösterecektir. Ancak yaptığım araştırmalar Afganistan, Cezayir, Tunus, Türkiyede.. aşırı dinci hareketlerin hepsinde bazı temel özelliklerin varlığını da ortaya koymakta... Bu ana özelliklere Türkiye’deki insanların da dikkatini çekmek isterim; aşırı dinci gruplar yeni üyelerini her zaman için toplumun en zayıf ve korunmasız gençlerinden seçmektedirler. Sokak çocukları, mülteciler, göçmenler, küçük şehirlerden büyük şehirlere yerleşenler.. sosyal olarak uyumsuzlar, statüleri olmayan gençler... Toplumsal yaşamda onlara yardımcı olmak çok etkin bir yöntem. Aşırı dinsel grupların katı bir disiplini var. Çalışma saatleri çok uzun ve çok fazla çalışıyorlar. Kişisel özveride bulunmaya zorlanıyorlar. Kadınlara yönelik tartışmaları çok yoğun. Müslüman kadın kimliği sorgulanıyor. Kadının görevleri belirleniyor. Müslüman erkeğin sahip KADIN DENİNCE BİR DİZİ İŞ Eğer toplum denilen bütün birbirine çeşitli bağlarla ilişkilendirilmiş bir bütün ise, o zaman toplumu kadınlar kurar, erkekler yönetir denebilir. Dolayısıyla bir düşman toplumu yok etmek ya da ezmek için o toplumdaki kadınlığı yok etmek gerekir; çünkü bu, toplumun toplum olabilmek için kurduğu bağları da yok etmek demektir. Genellikle kadınların toplumsal rollerinden ya da işlevlerinden söz edilirken bu ilişki kurma boyutu hep göz ardı edilir. Bu yüzden kadın denince alt alta sıralanan bir dizi ‘‘iş’’ belirtilir. Bu alta alta diziliş, bu işlerin illaki kadınlar tarafından yapılması gerekmediği izlenimi uyandırır. Ne de olsa ev işi başka kadınlara yaptırılabilir ya da teknoloji sayesinde bu işlerin kadınlar üzerindeki yükü azalır gibi görünmektedir. Haneler arası değiş tokuş büyük ölçüde piyasa mekanizmalarınca yürütülmektedir. Ancak ilişki kurma, egemenlerin birbirleriyle ilintili olmasını sağlama işi, bu iş sıralaması içinde gözden kaçar. Toplumu kadınlar kurar, erkekler yönetir. Dolayısıyla bir düşman toplumu yok etmek ya da ezmek için o toplumdaki kadınlığı yok etmek ister... EGEMENLİĞİN VAR yadsıması olarak görür. Benzer bir çelişkiye Ahıska da dikkat çekmektedir. Daha sosyolojik bir üslupla Ahıska, anneliğin bakımla özdeşleştiğini, yani yine şiddetin karşısında duran bir yaşatma edimiyle ilgili olduğunu ileri sürer. Bakım edimi özel alan sınırları dışında ise topluma ‘‘bir ötekine sonsuz ve koşulsuz özen’’ anlamında annelik, ‘‘ölüme ve şiddete karşı bir tanıklık biçimi’’ olarak düşünülebilir. Birbirleriyle örtüşen bu iki bakış açısı anneliğin felsefi anlamından yola çıkarak kadınları şiddete karşı durabilecek bir güç olarak görmektedir. Bu anlamda bu iki düşüncenin peşinden giderek savaşlarda kadınların üzerinden neyin döndüğünü daha iyi irdeleyebileceğimizi düşünüyorum. Toplumsal düzende yaşamı ve şiddet karşıtlığını kadınların toplumda bakımı üstlenmelerine bağlayan bu bakış açısı, gruplar arası şiddetin bir biçimi olan savaşın Kadın savaşta ganimet olunca başına Irak’ta yaşadıkları kadınları yok ederek, o topgeliyor. lumdaki kadınlığı yok etmeyeterli kanıt oluşturuyor. Ancak savaşların ye dayandığını söylemeyi mümkün kılıyor. kadınları nasıl kullandığı toplumların örgüt Bir diğer deyişle, savaşın toplumu yok etlenme biçimleri ile yakından ilgilidir. Fark me biçimi, toplumu kuran cinsiyet rejimilı toplum biçimleri, savaşı farklı biçimler ne de uygun olacaktır. Savaşlarda erkekler de örgütlerler; ama her nasılsa kadınların sa öldürülerek yok edilirken, kadınlar öldüvaşlarda ne olacağı değişen savaş ve üretim rülmenin yanı sıra o toplum için geçerli teknolojilerinin değiştikleri gibi değişime olan kadınlıklarından da oluyorlar. Ya ırzuğramaz. Akrabalığın toplumun temel ör larına geçilerek kirletiliyor ve o toplumdagütlenme yolu olduğu toplumlarda kadın ki kadınlık değerlerini simgeleyemez hale lar genellikle galip tarafın sülalelerine ilhak getiriliyorlar, ya da kadınlıkları başka bir grusal düzeni sağladığı günümüz toplumları dahil olmak üzere bütün bilinen toplumlarda kadınlar erkeklerin kıymetli varlıkları olarak görüldüğünden olsa gerek, bir topluma zarar vermek isteyenler o toplumun kadınlarına el koymak ya da onları cinsel yollarla ‘‘kirletmek’’ yoluna giderler.Gerçekten de kadınların savaşların en önemli ganimetlerinden sayılmaları neredeyse evrensel bir olgudur. Irak’tan gelen örnekler bunun ne denli yaygın bir biçimde hâlâ sürdüğüne OLMASINI SAĞLARLAR Kadınlar, toplumu, işte bu sebeple hem maddi olarak bir ötekine bakarak, gereksinimlerini karşılayarak, hem de yaşam isteğini ölümün karşısına koyarak kurdukları gibi toplumdaki güç ilişkilerinin kurulabilmesini, egemenlerin var olmasını sağlayarak da mümkün kılarlar. Bu yüzden kadının toplumdaki yeri değişince toplum da değişir. Toplumsal değişim projelerinin merkezinde hep kadınlar vardır; çünkü toplumu değiştirmenin en hızlı ve etkin yolu kadınlar üzerinden geçer. Afganistan’a ya da Irak’a kadınları kurtarmak adına gitmenin büyük bir toplumsal şiddeti beraberinde getirmesinin bir nedeni de bu değişimin silah yoluyla, ordularla gerçekleştirilmeye çalışılması. Sanırım sömürge koşullarında yaşanan bu şiddeti en iyi Franz Fanon anlatmıştı. Germaine Tillion bu çözümlemenin üzerine toplumun kendini koruma refleksini de ekleyerek hızla değişen toplumlarda kadınlar üzerindeki baskının arttığını anlatır. Eski düzende egemen olanlar değişen egemenlik koşulları karşısında bu egemenliği mümkün kılanları, yani kadınları, daha sıkı ve şiddetli bir şekilde kontrol etmeye yönelirler. Namus cinayetlerinden başlamak üzere kadına karşı her türlü şiddetin artması, toplumun özünde olan değişmez bir olgu olmaktan böylece çıkıp, maddi ve tarihsel bağlamına oturur. Keza, yeni toplumsal projelerin kadınlar üzerinden aktarılıp yaşama geçirilmeye çalışılması, projeyi gerçekleştirmeye çalışanların ne fesatlığından ne de ahlaksızlığından kaynaklanıyor. Çünkü toplum zaten kadınlar üzerinden kuruluyor. İran’da rejimin sokaklardaki savunuculuğunun başını hep kadınlar çekiyor. lar. Okullar dışında saçlarını kapatmayan kızları dövenler oldu. Sivil politik özgürlükler kısıtlandı, politik partiler, işçi sendikaları yasaklandı. Üniversitelerde, kolej kampuslarında Cemaati İslami öğrenci kolu, öğrencilerin sosyal haklarını bir bir kısıtladı. Karşı cinsten iki kişinin konuştuğu görüldüğünde, dövüldüler, tabii kadınlar üzerinde daha şiddetli baskı ile geleneksel giysilere geçildi. Kuran, giderek daha kısıtlı yorumlanarak ugyulanmasına geçildi... Pakistan’ı bir tarafa bırakarak birçok ülkedeki aşırı dini hareketler hakkında konuşalım. Aşırı dinci hareketler bütün ülkelerde farklılık olduğu haklar ile, Müslüman kadının görevleri tanımlamaları yapılıyor. Genç üye bu değerlerle biçimlendiriliyor. Kuran, hadis ve İslam hukuku sürekli yorumlanıyor. Sadece erkeklere yorumlama hakkı tanınınyor. ...Önce hepimizin bir şeyi sorgulamasını istiyorum. ilerici bir Müslüman ülke modeli yoktur. Bütün modeller tutucudur... Aşırı dinsel akımlar globalleşmekte.. Müslüman ülkelerin hepsinde, Müslüman olmayan ülkelerde bile. Bu hareketlere ilerici İslam evrenselleşmesiyle, ilerici değerlerin evrenselleşmesiyle yanıt vermeliyiz...” BİTTİ Cumhuriyetçi Kadınlar Derneği’nin “Yeni Dünya Düzeni Kadın ve İrtica” Konferansı’ndan CUMHURİYET 09 K
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle