20 Mayıs 2024 Pazartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
SAYFA CUMHURİYET 3 EKİM 2006 SALI 2 OLAYLAR VE GÖRÜŞLER EVET / HAYIR OKTAY AKBAL ‘Türklüğü’ aşağılamak serbest mi olacak? Akın ATALAY Avukat, İstanbul Barosu on aylarda, ulusal değerlerimizi kullanarak bunları sahiplenme görüntüsü altında, siyasal ve kişisel ikbal ve prim kazanma güdüsüyle hareket eden bir grubun tahriki ve kanun adamlarının dava açmalarıyla gündemde olan TCK’nin 301. maddesindeki, ‘‘Türklüğü’’ sözcüğü hangi boşluğu dolduruyor?.. Hangi toplumsal gereksinimi karşılıyor?.. Konuyu dağıtmamak için, 301. maddede suç olarak düzenlenen diğer unsurları (Cumhuriyeti veya TBMM’yi, hükümeti, devletin yargı organlarını, askeri veya emniyet teşkilatını alenen aşağılama suçu) bir kenara bırakıyoruz. Yazımız, sadece ‘‘Türklüğü alenen aşağılama’’ suçu bağlamında ele alınmalıdır. Bugünlerde uygulamada önümüze gelen sorun, Ermeni soykırımı savları bağlamında yazılmış yazı ve eserlerden kaynaklanıyor. Bu savı doğrudan ya da dolaylı olarak içeren yazı ve eserlerin, bir görüşe göre ‘‘Türklüğü aşağıladığı’’, bir görüşe göre ise ‘‘ifade özgürlüğü’’ kapsamında kaldığı şeklinde birbirine karşıt iki farklı yaklaşım ortaya çıkıyor. Bu soruna ilişkin, yargının yaklaşımı ise Yargıtay 9. Ceza Dairesi ile bu dairenin kararını onayan Yargıtay Ceza Genel Kurulu’nun (CGK) yeni bir kararıyla (1) şu şekilde belirdi: ‘‘Fıkradaki Türklük kavramı devletin insan unsuruyla ilgili olup bu kavramla Türk milleti kastedilmektedir. Türklükten maksat, ‘Türk milletini oluşturan insani, dini, tarihi değerleri ile milli dil, milli duygular ve milli geleneklerden oluşan milli, manevi değerler bütünüdür’. Sanık, Mustafa Kemal Atatürk’ün ‘Muhtaç olduğun kudret, damarlarındaki asil kanda mevcuttur’ sözünden de çıkarım yaparak ve bu sözü ustaca bir üslupla değiştirerek ‘Türk’ten boşalacak o zehirli kanın yerini dolduracak temiz kan, Ermeninin Ermenistan’la kuracağı asil damarında mevcuttur’ demek suretiyle Türklüğü aşağılamıştır. Kurulca bu sonuca varılırken, sadece bu cümleye dayanılarak değerlendirme yapılmamış, (...) yazıların birlikte değerlendirilmesi gerektiği kabul edilmiş, ayrıca Ermeni kökenli bir Türk vatandaşı olan sanığın, tarihi olaylara bakış açısı, katılınmamakla birlikte ifade özgürlüğü kapsamında değerlendirilmiştir.” CGK gibi üst derecede bir yargı kurulunun, önüne gelen ve karar verdiği bir uyuşmazlıkta, yargılanan kişinin tarihi olaylara bakış açısına katılmadığını (ya da katıldığını) belirtmesinin, yargıcın öznel yansızlığı (kendi düşünce ve inançlarına karşı dahi tarafsız ve bağımsız olması, yargılama faaliyetinin tüm aşamalarında konuyla ilgili kendi duygu ve düşüncelerinden arınması) ilkesini gölgelediğini, bu nedenle kararda yer alan ‘‘katılınmamakla birlikte’’ ifadesinin talihsiz bir ifade olduğunu belirtmek iste PENCERE Dincilerin Azgınlığı.. Dinci iktidarın laik Atatürk Cumhuriyetine dönük saldırılarında boy hedefleri malum: Çankaya.. Ordu.. Yargı.. Üniversite.. Dincilerin bilimi simgeleyen üniversiteyi yıkmak için yapmadıkları rezillik yok... Son kepazelikleri bunun en çarpıcı örneği... ? Hedef iki üniversite!.. Van Yüzüncü Yıl Üniversitesi... İzmir Dokuz Eylül Üniversitesi... Van’da olan bitenleri artık bilmeyen yok!.. Ancak dinciler yalan dolan üzerine saldırılarını şimdi bir başka yöntemle sürdürmeye çabalıyorlar... Neymiş?.. İrtica gazetelerinde deve tabanı büyüklüğünde hurufatla atılan manşetlere bakılırsa, hem Van Yüzüncü Yıl Üniversitesi Rektörü Yücel Aşkın’ın, hem Dokuz Eylül Üniversitesi Rektörü Emin Alıcı’nın sülalelerinde Hıristiyanlar varmış... Maşallah!.. Bak sen şu İslamcı takımının yediği naneye!.. Gericiliğin, dangalaklığın, ilkelliğin, salaklığın bu kadarını başaranlara madalya takılır!.. ? Osmanlı İmparatorluğu 20’nci yüzyılın ilk çeyreğinde tarihe gömüldü... Yaşaması olanaksızdı. Nasıl yaşasın ki?.. Şeriat düzenine dayalı, fetih üzerine kurulu, dinci bir tarım devletiydi... Bizim bugünkü dinciler Osmanlı’dan da daha geri bir kafa yapısıyla İslamcılık yapmaya çabalıyorlar... Osmanlı’da herkesin, en başta padişahlarla halifelerin sülalesinde Hıristiyanlarla al takke ver külah aile kurmak kuşaktan kuşağa ağır basmış bir görenektir... ? Günümüzdeki İslamcılar Osmanlı’dan daha geri bir kafayla laik Cumhuriyeti yıkmaya çabalıyorlar; bunlar kuru iftiralarıyla ancak yaş tahtaya basacaklardır... İslamcılar, dinciler, mürteciler, Müslümanlığı pazarlayarak para ve koltuk savaşını yürütenler saldırdıkça Yüzüncü Yıl ve Dokuz Eylül üniversitelerinin rektörleri yükseleceklerdir... İçi boş saldırı ne yaralar ne de yıkabilir... Yüceltir!.. Asker Elbet Konuşacak! Yabancı politikacılar ikide bir çıkışıyorlar: ‘‘Türkiye’de asker siyasete çok karışıyor.’’ Kimdir böyle konuşanlar? Avrupa’nın üçüncüdördüncü sınıf insanları! Bir rastlantıyla AB’nin yönetiminde, bir yerlere gelmişler. Kendi işlerine bakacaklarına Türkiye’nin yönetiminde söz sahibi olmaya kalkışıyorlar! Ülkemizin içişlerine karışmaya hakları, hadleri varmış gibi!.. Türkiye, asker gücüyle kuruldu. Türkiye’yi asker gücüyle koruyoruz, koruyacağız, asker gücüyle her türlü düşmana karşı savunacağız. Atatürkİnönü dönemlerinde bir tek yabancı politikacı, işimize burnunu sokamazdı. Böyle saygısız bir işe kalkışan da çıkmamıştı. Çünkü Türkiye onurlu, güvenli, kimsenin yardımına, korumasına gerekseme duymayan bir ülkeydi. ??? Bir süredir Almandı, Hollandalıydı, Finliydi bilmem kimdi, ülkemize kadar gelip birtakım eleştirilerde, uyarılarda, hatta korkutucu girişimlerde bulunmaya kalkışabiliyorsa, bunun nedeni, dört yıldır ülkemizi yöneten kadronun beceriksiz, ürkek, kendine güvensiz tutumundandır. Asker konuşmamalıymış! Siyasetçilere düşermiş ülke yönetimi! Evet, öyledir, ama hangi siyasetçilere? Ülkeyi irtica dalgalarına kaptırmayı doğal sayan, demokrasiyi tramvaya benzeten kişilere mi? Bu gibiler her işi batağa sokuyorlarsa, Cumhuriyeti kuran, yaşatan silahlı kuvvetlerin temsilcileri uyarı görevini elbet geciktirmeden yapacaktır. ??? İngiliz devlet adamı Olivier Cromwel’in 1654’te söylediği bir sözüne rastladım: ‘‘Bir başka temel, ordu gücüdür. Ordu eşitçe herkesin olmalıdır ki, ne parlamento içinde, ne parlamento dışında, hiçbir zümre ona tek başına buyruk verme yetkisinde olmamalıdır.’’ 400 yüz yıl önceki bu söz bugünün de gerçeğini dile getirmiyor mu? Daha doğrusu ülkemizdeki birtakım yerli yersiz tartışmaları, kimi politikacıların ‘‘Asker kendi işine baksın’’ gibi anlamsız gevezeliklerini anımsatmıyor mu? Askerin işi bir ülkenin yazgısına sahip çıkmak değilse nedir? Bugün Türkiye düşmanca duygular, hesaplar, çıkarlar karşısında dimdik ayaktaysa, bunu silahlı kuvvetlerimizin sağlam niteliğine borçlu olduğumuzu bilmeliyiz. Cumhuriyetimizin kuruluşundan bu yana zaman zaman karşımıza dikilen engelleri kolaylıkla atlatabilmişsek bunun nedeni, onuru, bağımsızlığı, kişiliği sürekli aynı çizgide korumuş askerlerimizdir. ??? Kuvvet komutanları konuşuyorlar. Genelkurmay Başkanı konuşuyor.. Durduk yerde değil, gerektiği için konuşuyor... Orgeneral Başbuğ: ‘‘İrticai tehdit kaygı verici boyutlara ulaşmaktadır’’ demişse; Orgeneral Cömert, ‘‘Şunu hiç kimse unutmamalıdır ki ulusumuzun çimentosu Atatürk ilke ve devrimleridir. İrticayı ve terörü besleyen farklı yaklaşımlar ulusu felakete götürür’’ demişse; Oramiral Karahanoğlu: ‘‘Bu mihraklar, ya onlar ülkeyi terkedeceklerdir, ya da Anadolu denizinde boğulacaklardır’’ demişse, bunda yanlış bir yan var mı? ‘‘İrtica diye bir şey yok’’ diye direnenin yüzüne iyi bakın, ‘‘irtica’’nın kendisini göreceksiniz. S riz. Bununla birlikte, biz kararı, ‘‘Türkler, 1915’te Ermenilere soykırım yapmıştır’’ savını ifade etmenin, sadece bu soyut ifade şekliyle ‘‘Türklüğü aşağılama’’ olarak değerlendirilemeyeceği ya da en azından ifade özgürlüğü kapsamında kalacağı şeklinde anlıyoruz. Bu kararla açıklığa kavuşturulmaya çalışılan önemli konulardan birisi de, bir yandan demokratik bir toplumda olmazsa olmaz sayılan ifade özgürlüğünün korunması; diğer yandan millete ait ortak değerlerin korunmasının birlikte nasıl gerçekleştirilmesi gerektiğidir. Bazı durumlarda, hukuk düzeninin koruduğu iki ayrı değer, birbiriyle çatışma noktasına gelir. Çağdaş hukuk anlayışında önemli olan, bu iki değerin biri için öteki feda edilmeksizin bir arada yaşatılabilmesidir. Bunun için de değerler sıralaması gündeme gelir. Öncelikle, çatışma içinde görünen ve her ikisi de hukuk düzenince koruma altına alınan değerlerin, gereken sorumluluk içinde kullanılıp kullanılmadığına bakılır. Buna karşın çatışma görüntüsü devam ediyorsa, daha üstün nitelikte kabul edilen değere öncelik verilir. Karara konu olan olayda, CGK ifade özgürlüğünün aşıldığı değerlendirmesinde bulunmuştur. Oysa, karara muhalif kalan yargıçların görüşleri doğrultusunda kullanılan sözcükler ifade özgürlüğü sınırları içerisinde değerlendirilseydi, demokratik bir toplumda üstün nitelikte bir hak ve özgürlük olarak kabul edilen ifade özgürlüğüne öncelik verilecek, eylemin hukuka uygun olarak kabul edilmesi gerekecekti. Türklük kavramı neyi ifade ediyor? TCK’nin 301. maddesinin gerekçesinde Türklük kavramı; ‘‘Maddede geçen Türklük deyiminden maksat, dünyanın neresinde yaşarsa yaşasınlar Türklere has müşterek kültürün ortaya çıkardığı ortak varlık anlaşılır. Bu varlık Türk milleti kavramından geniştir ve Türkiye dışında yaşayan ve aynı kültürün iştirakçileri olan toplumları da kapsar’’ şeklinde açıklanmıştır. Yasa koyucunun bu madde ile neyi korumak istediği, maksadının ne olduğu açıktır. Türklük kavramı ile, anayasada hukuki bağlamdaki ‘‘Türk’’ tanımının ötesinde tarihi, kültürel ve sosyolojik açıdan bir ırk, soy olarak dünyanın neresinde yaşarlarsa yaşasınlar Türk kökenliler kastedilmiştir. Nitekim, bu gerekçe 1997 tarihli TCK öntasarısından aynen alınmış olup, adı geçen tasarıda madde ‘‘Türklüğü tahkir ve tezyif’’ ile ‘‘Türk milletini tahkir ve tezyifi’’ ayrı ayrı kavramlar olarak ele alıyor ve ayrı ayrı suç unsuru olarak düzenliyordu. Yasa koyucunun bu iradesi, kanunun metnini yorumlarken yargı açısından yardımcı olacak bir irade açıklamasıdır. Buna karşın, yargının yalnızca bu iradeyi esas alarak yorum yapmayacağı, yorumda başkaca kaynaklardan ve araçlardan da faydalanacağı genel olarak kabul gören evrensel bir anlayıştır. Nitekim, 301. maddenin gerekçesinde Türklük ile kastedilenin Türk ırkına, soyuna ait ortak varlıkların tümü olduğu açık olarak belirtilmesine karşın, CGK kararında, bu kavramla Türk milletinin kastedildiği belirtilmektedir. Yargıyı, yasa koyucunun açık iradesinin tersine, bu kavramla ‘‘Türk milleti kastedilmektedir’’ yorumuna zorlayan, hatta zorunlu kılan ise anayasa ve uluslararası sözleşmelerde yer alan ‘‘eşitlik’’ ilkesidir. Yargı, bu maddedeki düzenlemeyi anayasanın, ‘‘Herkes, dil, ırk, renk, cinsiyet, siyasi düşünce, felsefi inanç, din, mezhep ve benzeri sebeplerle ayırım gözetilmeksizin kanun önünde eşittir. Kadınlar ve erkekler eşit haklara sahiptir. Devlet, bu eşitliğin yaşama geçmesini sağlamakla yükümlüdür. Hiçbir kişiye, aileye, zümreye veya sınıfa imtiyaz tanınamaz. Devlet organları ve idare makamları bütün işlemlerinde kanun önünde eşitlik ilkesine uygun olarak hareket etmek zorundadırlar’’ diyen 10. maddesi ile ‘‘Anayasa hükümleri, yasama, yürütme ve yargı organlarını, idare makamlarını ve diğer kuruluş ve kişileri bağlayan temel hukuk kurallarıdır. Kanunlar anayasaya aykırı olamaz’’ diyen 11. maddesi çerçevesinde yorumlamıştır. 301. maddeden ‘‘Türklüğü’’ sözcüğü kaldırılırsa ne olur? Türklüğü aşağılamak suç olmaktan çıkar mı? Bu soruya sağlıklı bir yanıt vermek için TCK’nin 216/2. maddesini ve bu maddenin neyi koruduğunu dikkate almak gerekir. TCK’nin 216/2. maddesinde: ‘‘Halkın bir kesimini, sosyal sınıf, ırk, din, mezhep, cinsiyet veya bölge farklılığına dayanarak alenen aşağılayan kişi, altı aydan bir yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır’’ denilmektedir. Buna göre, Türkiye’de yaşayan insanların oluşturduğu Türk milletinin, farklı etnik kökenden gelen (ister Türk, ister Kürt, ister Çerkez, ister olsun) bir kesimine yönelik aşağılayıcı her türlü eylem bu madde kapsamında değerlendirilecektir. Dolayısıyla, Türklüğü aşağılama suçunun da bu madde kapsamı içinde değerlendirilmesi mümkündür. Sorun diğer ırk, soy, etnik kökenden gelen yurttaşlardan farklı olarak Türk etnik kökeninden olan yurttaşlara yönelik ‘aşağılama’ eyleminin ayrıca bir madde ile düzenlenmiş olmasıdır. Sorunun çözümü basittir: TCK’nin 301. maddesindeki ‘‘Türklüğü’’ sözcüğünün kaldırılması. Bu değişikliğin gerekçesi olarak, ayrım gözetmeksizin, bu ülkede yaşayan ve bu ülkeye yurttaşlık bağı ile bağlı olan herkesin, korunması gereken ortak değerlerinin TCK’nin 216. maddesi ile güvence altına alındığının belirtilmesidir. 1 CGK 2006/9169 Esas, 2006/184 Karar sayılı ve 11. 07.2006 tarihli kararı CUMHURİYET 02 CMYK
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle