25 Aralık 2024 Çarşamba English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
27 OCAK 2006 CUMA CUMHURİYET SAYFA DİZİ URANYUM İŞLEME ŞEMASI 3. ISITMA Sarı pasta, florin gazına maruz bırakılır ve 56ºC’ye kadar ısıtılarak gaz (uranyum hekxaflorid) haline dönüştürülür. 9 U Y A R I L A R Y A N I T S I Z 4. DÖNDÜRME Gaz halindeki uranyum santrifüje pompalanarak ses hızında döndürülmeye başlanır. Döndükçe, daha ağır olan U238 dışarı doğru çıkarken daha hafif ve bölünebilir bir izotop olan U235 merkeze doğru yaklaşır. İmal edilmiş nükleer silah 5. TEKRAR DÖNDÜRME 2. EZME Uranyum kurutulur. Sarı pasta olarak adlandırılan işlenmemiş toz haline getirilir. Yüzeysel olarak zenginleştirilmiş U235, daha fazla zenginleştirildiği başka bir santrifüje konulur. %20 oranında saf iken, uranyum yüksek oranda zenginleştirilmiş olarak kabul edilir. Yaklaşık bir yıl gereken %90’dan daha fazla saflık oranına ulaştığında ise, silah seviyesine ulaşmış demektir. İran direnç gösteriyor O. DOĞU SİLAHÇIOĞLU 5Sorun ve Askeri Seçenek ABD’ye göre İran, Ortadoğu’dan Batı dünyasına yönelen tehdidin temel kaynağıdır. İran’ın; Nükleer silah üretme arzusu, Uzun menzilli füzelere sahip olması, Siyasal İslamın yayılması yolundaki girişimleri, İsrail’in varlığına karşı olan tutumu, Petrolün üretim ve nakli üzerindeki kontrol etkisi, Uluslararası teröre verdiği destek, onu Ortadoğu’da hedef haline gelen antidemokratik ülkeler arasında ilk sıraya koymaktadır. İran bugün Ortadoğu’da ABD’ye karşı direnç oluşturan büyük taşlardan biridir ve o direncin simgesidir. ABD Ortadoğu’daki istikrarsızlığın temel nedenleri arasında İran’ı görmektedir. Nükleer güce erişme arzusu içinde olması, İran’ı daha da ön plana çıkarmaktadır. Aslında İran sadece nükleer güce erişme ihtimali nedeniyle ABD ya da İsrail’in hedefi olan bir ülke değildir. İran, ABD’nin ‘‘Büyük Ortadoğu Projesi’’ kapsamında şekillendirmeyi amaçladığı bölge içinde yer almaktadır. ‘‘Nükleer araştırmalar sorunu’’ bir anlaşma ile sonuçlandırılsa dahi, ‘‘Büyük Ortadoğu Projesi’’ ABD gündeminde yer aldığı sürece, İran örtülü ya da açık şekilde ABD girişimlerinin hedefi olmaya devam edecektir. Bu girişimler, bölgedeki diğer ülkelerle birlikte, İran’ın da ABD çıkarları doğrultusunda bir siyasal yapılanmaya kavuşturulmasına kadar sürecektir. ABD, sorunun çözülmesi için AB üçlüsünü de ardına alarak diplomatik seçenek girişimlerini sürdürmektedir. ABD’nin bu yoldan sonuç alması, bir egemen güç olarak kendi itibarı açısından büyük önem taşımaktadır. Ne var ki bu girişimin olumsuz şekilde sonuçlanma ihtimali de yok değildir. O zaman gündeme gelecek yeni girişim ‘‘askeri seçenek’’ olacaktır. ABD bunu göz ardı etmediğini birçok kez açıklamıştır. Hareket tarzları Askeri seçenek iki temel hareket tarzından oluşmaktadır: Bunlar, ‘‘kara harekâtı’’ ve ‘‘ havadan saldırı/hava saldırısı’’dır. Halen 200 bin kişiye yaklaşan bir kuvveti kıta dışında başka bir cephede (Irak’ta ve Afganistan’da) karşıt unsurlara angaje durumda bulunan ABD’nin, denizaşırı konumda; Atlas Okyanusu üzerinden 10 bin deniz milini; Pasifik ve Hint Okyanusu üzerinden 14 bin deniz milini aşan bir uzaklıkta olan; 1.6 milyon kilometrekarelik zorlu bir coğrafyaya ve 73 milyon nüfusa sahip bir ülkede kara harekâtına yönelmesi makul bir hareket tarzı olarak görülmemektedir. Eğer İran’a karşı askeri seçenek üzerinde karar kılınırsa, bu büyük bir olasılıkla ‘‘havadan saldırı / hava saldırısı’’ şeklinde olacaktır. (Bu saldırı şekli, uçak ve füze taarruzlarını kapsamaktadır.) İran’ın, nükleer tesislerini muhtemel bir hava saldırısına karşı korumak üzere, ülkenin geniş topraklarında birbirinden uzak bölgelerde ve yeraltında inşa ettiği bilinmektedir. ABD ve İsrail’in sahip olduğu istihbarat olanaklarının ve gelişmiş silah sistemlerinin bu önlemleri ne derece etkisiz kılabileceği değerlendirilememektedir. Tecrit çemberi ABD’nin bugün Ortadoğu’da İran çevresinde geniş bir tecrit çemberi oluşturduğu göze çarpmaktadır. ABD, İran çevresinde dost ve müttefik ülkelerden sağlayabileceği destek dışında Akdeniz’i ve Hint Okyanusu’nu Deniz Kuvvetleri ile tahditsiz kullanabilme özelliğine sahiptir. Bu özellik; hava harekâtı için bölge ülkelerinden hiçbir destek sağlanamasa dahi, ABD’nin denizde seyyar üsler oluşturarak, seyyar platformlar yaratarak harekâtı icra edebileceği anlamına gelmektedir. Diğer yandan ABD’nin muhtemel bir harekâtta halen işgal altında tuttuğu Irak topraklarından ve hava sahasından geniş ölçüde istifade edebileceği, Irak’ta bu amaca hizmet edebilecek şekilde geniş bir üs inşasına başladığı, aynı amaçla Azerbeycan ile bir üs inşası için anlaşmaya vardığı yolunda bilgiler mevcuttur. Özetle; sahip olduğu askeri güç ve teknolojik imkân ve kabiliyetler açısından ABD’nin, İran nükleer tesislerini hedef alan bir hava saldırısını gerçekleştirebilecek yetenekte olduğu görülmektedir. İsrail de, nispeten benzer imkân ve kabiliyetlere sahip olmakla birlikte, coğrafi konumundan kaynaklanan bir kısım tahditler içerisindedir. (İsrail’in böyle bir saldırıyla hedefler üzerinde etkin sonuçlar alabileceği yolunda tereddütler mevcuttur). Bu resim içinde, ABD ya da İsrail tek başına ya da birlikte İran’a karşı bir hava saldırısı gerçekleştirebilir. Ancak ABD, İsrail’i bu hava saldırısı girişimi dışında tutma eğilimindedir. Bu eğilim, İsrail’in İran’dan yönelecek füze tehdidine, Lübnan ve Filistin üzerinden gerçekleştirilecek asimetrik saldırı riskine karşı korunması için ABD tarafından bir önlem olarak görülmektedir. Ne var ki bu hareket tarzı, İran açısından yine de farklı sonuçlar yaratmayacak; İsrail’i İran’ın hedefi olmaktan çıkarmayacaktır. Çünkü İran, ABD ve İsrail’i farklı iki devlet olarak görmemektedir. ABD’nin niyeti ABD’nin, nükleer silah geliştirdiği savıyla İran’a yönelik bir askeri seçenek gündeme getirmesi, 2003’te Irak’ın işgaliyle sonuçlanan örneği çağrıştırmaktadır. Burada kilit nokta, ABD’nin niyetidir. ABD ve İsrail’in iddiaları eğer gerçeği yansıtıyor ise, İran nükleer silah geliştirme programı olarak nitelendirilen faaliyetten vazgeçerek bu girişimi boşa çıkarabilir. Yok, eğer ABD’nin niyeti İran’a bir darbe vurmak ise, ABD bunu gerçekleştirmenin yollarını mutlaka arayacaktır. Bir gerçek ki; İran’da bir rejim değişikliği olmadığı ve İran ABD çizgisinde bir politika izlemediği sürece bu ihtimal her zaman gündemde olacaktır. ABD’yi endişeye sevk eden husus, Irak’ta durum henüz normale dönmeden, İran’da yeni bir harekâta girişmektir. Böyle bir girişim, ABD’yi ve onunla birlikte hareket eden müttefiklerini zora sokacaktır. ABD bu harekât için uygun koşullar oluşturma arayışındadır. Hangi türde olursa olsun İran’ı hedef alan bir askeri harekâtta bölge ülkelerinden yararlanmak isteyecektir. ABD’nin İran’a yönelik girişimlerini şekillendirecek temel etken, bu ülkelerin ABD harekâtına sağlayacağı destek olacaktır. Bu kapsamda ABD’nin özellikle Türkiye ve Körfez ülkeleri gibi dost ve müttefik ülkelerden destek sağlaması harekâtın başarısı açısından önem kazanacaktır. Bu destek, harekâtın daha uygun koşullarda icrasına imkân sağlayacaktır. Ancak Türkiye’nin desteği bir koşul değildir ve ABD için başka bir seçenek bulunmadığı anlamına gelmemektedir. Sorun ve Türkiye Türkiye’nin sorunlu bir coğrafyada yer alması, çevresindeki gelişmelerden etkilenmesini kaçınılmaz kılmaktadır. Ne var ki, Türkiye ortaya çıkan yeni durumda; ‘‘ABD müttefikim; AB hedefim; İsrail dostum; İran komşumdur. Sorun Türkiye’yi de etkilemekle birlikte öncelikli tehdide maruz kalan ülke İsrail’dir. Anlaşmazlık, temelde ABD ve İsrail ile İran arasındadır. AB üçlüsü aracıdır. Rusya ve Çin ortadadır. Türkiye’nin bu aşamada soruna müdahil olmasını gerektirecek ölçüde bir gelişme ortaya çıkmamıştır’’ genel tavrı içindedir, girişken bir politika içinde değildir. Nükleer silahlara sahip bir İran, şüphesiz ki Ortadoğu, Kafkasya ve Orta Asya’da güç dengelerini bozacaktır. Bu yeni durum, İran’dan Türkiye’ye yönelik bugünkü tehdidin boyutlarını daha da arttıracaktır. İran’ın nükleer güce sahip olmadan engellenmesi Türkiye açısından da büyük önem taşımaktadır. Bunun sağlanması, İran’dan Türkiye’ye yönelebilecek nükleer başlıklı füze taarruzlarının önlenmesi anlamına geldiği gibi, diğer ülkelere yönelebilecek böyle bir taarruzun sonuçlarından Türkiye’nin etkilenmesi riskini de ortadan kaldıracaktır. İran’dan Türkiye’ye yönelik tehdidin bugünkü boyutları, uzun menzilli füzelerin varlığı yanında siyasal İslam yayılmacılığını amaçlayan rejim ihracı ve bu faaliyetin terörle desteklenmesidir. Bu tehdit, İran’ın nükleer güce sahip olmasıyla birlikte Türkiye açısından daha da olumsuz sonuçlara yol açacak, İran bu güçten aldığı destekle Türkiye’ye karşı daha etkili olmanın yollarını arayacaktır. İran’ın nükleer güce erişmesini engelleyebilecek hareket tarzları içinde askeri seçenek gündeme geldiğinde, Türkiye’nin tümüyle bu gelişmelerin dışında kalabilmesi kolay görülmemektedir. Türkiye başlangıçta böyle bir girişimin dışında kalmayı başarabilse bile, daha sonra ortaya çıkacak gelişmelerin onu hangi yönde harekete zorlayacağını kestirebilmek güçtür. SÜRECEK 1. KAZMA Uranyum madeni kazılarak uranyum çıkartılır. Saf uranyumu ayrıştırmak için sülfürik asit ile yıkanır. 6. SIKIŞTIRMA Zenginleştirilmiş uranyum oksit Zenginleştirilen uranyum, uranyum oksit denilen metal bir toza dönüştürülür. 1649 kg ağırlığında küre şekli verilerek silahın içerisine yerleştirilir. AB’nin hedefi mollaları reformla yumuşatmak izinin ilk dört günlük bölümünde İran’ın nükleer gelişimini belgeleriyle aktarırken başta ABD olmak üzere küresel aktörlerin bu gelişime bakışını da sık sık vurguladık. Önümüzdeki ay İran’ın BM Güvenlik Konseyi’ne gönderilmesi konuşulacak. Bunun gerçekleşip gerçekleşmemesi, ABD’nin yanı sıra öteki küresel aktörlerin takınacağı tutuma bağlı. 2000’lerin başından bugüne dek, ABD’nin AB’yi büyük ölçüde yanına çektiği, ancak hiçbir zaman AB, Rusya, Çin denklemini kuramadığı görülüyor. Taraflar İran’a, ulusal, bölgesel politikalarının bir izdüşümü olarak bakıyorlar ve ‘‘Önce kendi çıkarlarımız’’ diyorlar. ABD, AB, Rusya ve Çin’in İran karşısındaki duruşu şöyle özetlenebilir... D si çok zor. En güçlü olasılık, hava harekâtıyla İran’ı yalnızlaştırmak, molla rejimini halkın gözünde küçük düşürmek ve ülkeyi yönetemez hale getirmek! Ankara’ya ulaşan bilgilerin özeti ise şu: ABD, 2010 yılına kadar İran’da kendisine soğuk bakmayacak bir yönetim oluşmasını sağlamayı hedefliyor. AB: Mollayı reformlarla yumuşatalım AB’nin İran politikasını üç ülke biçimlendiriyor: Almanya, Fransa ve İngiltere. İngiltere’nin bir ayağı ABD’nin politikalarına basıyor, öteki ayağı kara Avrupa’sına. Almanya ise İran’la kurduğu ekonomik ilişkilere zarar verecek bir adım atmamaya büyük özen gösteriyor. Tüm bunlara karşın üç AB ülkesi de İran’ın kesinlikle nükleer silah üretmesinden yana değil. Hatta nükleer teknoloji ile gereğinden fazla ilgilenmesini bile istemiyor. Zira nükleer teknolojinin belli başlı ülkelerin dışında gelişmesinin kendi yararlarına olmadığını düşünüyorlar. AB’nin İran tezinin ana başlıkları şöyle: ?İran’ı tecritte tutmak ne bu ülke için ne bizim için yararlıdır. Öncelikle İran’ın uluslararası ailenin bir parçası olmasını sağlamak gerekli. ? İran’ın uluslararası kamuoyu ile ilişkilerinin ilerlemesi ülke içindeki reformcuları güçlendirir. Onların güçlü olması, rejimi ister istemez yumuşatacaktır. ? Bu yumuşama, beraberinde İran’ın nükleer silahlarda ısrarını ve terorizme desteğini azaltacaktır. AB’nin bu yaklaşımı, ABD’nin bir an önce sonuç elde etme aceleciliğiyle örtüşmüyor. Rusya: İran benim pazarım nceki bölümlerde ayrıntılarıyla aktardığımız gibi Rusyaİran yakınlaşması, Ortadoğu’daki bütün dengeleri etkileyecek ağırlığa sahip. Bu ağırlığın üzerine zenginleştirilmiş uranyum da eklenince durum daha da ciddileşiyor. Rusya, ABD ve AB ile iyi ilişkiler kurmanın, İran’la arasını açmaktan geçtiğini kabul etmiyor. Bu nedenle özellikle ABD’nin, İran’ın nükleer programıyla ilgili baskılarına çok dikkatli yaklaşıyor. İran ile 10 yılı aşkın süredir nükleer ilişkisi bulunan Rusya, Batı’yla kurduğu bağlantılarda hiç bağlayıcı söz vermedi. İran’ın nükleer silaha çok yakın olduğunun belgelerle açıklandığı dönemde bile İran’la ilişkilerini sınırlandıracağını açıklamakla yetindi. Tahran’la Moskova 26 Şubat 2005’te geniş kapsamlı bir anlaşma yaptı. Bu anlaşmanın bütün ayrıntıları henüz dünya kamuoyu ile paylaşılmış değil. Rusya sonuç olarak İran’a önemli bir pazar gözüyle bakıyor. İran da Rusya’yı nükleer teknolojinin insan gücü unsuruna sahip olmada önemli bir ortak olarak değerlendiriyor. Rusya’nın binlerle ifade edilen İranlı uzman ve teknik elemanı eğittiği kabul ediliyor. İran’ın bu eğitilmiş elemanlarının kurduğu altyapıyla, nükleer teknolojiyle ilgili araştırmalarını kendi başına da sürdürebilecek aşamaya geldiği tahmin ediliyor. ABD: Enerji bölgesindeki kaçak ABD, İran’a deyim yerindeyse petrol vanalarının arasından bakıyor. Soğuk savaşın sona ermesiyle birlikte oluşan yeni coğrafyada İran’ın, sadece Ortadoğu’da değil, serbest bırakılması halinde Kafkaslar’da, Hazar bölgesinde de etkin olabileceğini düşünüyor. Washington’a göre, İran kendi denetimi dışında kaldığı sürece ABD, Hazar Denizi ve Ortadoğu enerji bölgesinde rahat hareket edemeyecek. İran’ın nükleer silah elde etme girişimi ABD’nin kaygısını daha da arttırıyor. Enerji konusunu çantasında tutan ABD, masanın üzerine İran’ın nükleer çalışmalarını koyuyor. İran’ın ancak bu yöntemle yalnızlaştırılabileceğini düşünüyor. İsrail’in İran’a bakışı, ABD’ninkinden çok daha katı. ABD politikalarında etkin rol oynayan İsrail’e göre, İran’a en geç 2005’te müdahale etmek, en azından ciddi bir gözdağı vermek gerekiyordu. İsrailli uzmanların ABD’ye verdiği raporlara göre İran, 2007 yılında tam anlamıyla nükleer silaha sahip olacak. ABD’nin İran’a saldırı düzenlemesi İsrail, 1981’de Irak’ın Osirak Reaktörü’nü hava harekâtıyla vurmuş, Saddam yönetimine bu alanda ciddi bir darbe indirmişti. Pek çok kaynak, ABD’nin, İsrail’in uyguladığı bu yöntemi İran’a karşı uygulayabileceği görüşünde. Bu kaynaklara göre, ABD’nin İran’a Irak’ı andıran bir saldırı düzenleme Ö Rusya, ABD ve AB ile iyi ilişkiler kurmanın, İran’la arasını açmaktan geçtiğini kabul etmiyor. Çin: ABD’nin düşmanı dostumdur 1980’li yıllardan bu yana büyüme hızını sürekli belli bir çıtanın üstünde tutan Çin, 21. yüzyılın küresel aktörlerinden biri. Petrol gereksiniminin önemli bir dilimini Basra’dan alan Çin, ABD’nin bu yolu çok kritik bir noktada kesebileceğini düşünüyor. Bir başka deyişle, Çin’in İran’la yakın ilişkiler kurmasının nedeni de ABD’ninki gibi, enerji! ABD, dünyadan tecrit etmek istediği İran’ın Çin’le yakın ilişki kurmasını kabul edemiyor. Çin, ABD ile temaslarında konu İran’a gelince ilk söz olarak şunu söylüyor: ‘‘Biz, Ortadoğu’da barışa giden bir yol bulunursa buna engel olmayız!’’ Bu tümceyi Çinceden Türkçeye çevirdiğimizde şöyle diyebiliriz: ‘‘ABD’nin Ortadoğu’yu karıştırma ve daha fazla yerleşme girişimlerini desteklemeyiz. Çünkü bunlar bölgeye barış getirmez. Tam tersine, savaş ve kargaşa getirir.’’ Önümüzdeki aylarda Çin’in güçlü bir olasılıkla şu politikayı geliştir mesi bekleniyor: İran’ın BM Güvenlik Konseyi’ne sevkine karşı çıkmak. Bunun yerine İran’la ABD arasında arabulucu olmak. Böylece diplomatik gücünü ortaya koymak! Çin halen İran’ın önemli bir iş ortağı ve Pekin, ‘‘Rakibimin karşıtı dostumdur’’ diyor. S Ü R E C E K CUMHURİYET 09 K
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle