11 Mayıs 2024 Cumartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
27 OCAK 2006 CUMA CUMHURİYET SAYFA KÜLTÜR kultur?cumhuriyet.com.tr Spielberg son filminde MOSSAD ajanlarından oluşan bir öldürücü takımın hikâyesini anlatıyor 15 KEDİ GÖZÜ VECDİ SAYAR Milliyetçilik insancıllığa karşı Günümüzden 34 yıl önce 1972 Münih Olimpiyatları’nda, Kara Eylül grubundan 8 Filistinli teröristin, 11 İsrailli sporcuyu olimpiyat köyündeki kamplarını basıp rehin alması, sonra da öldürmesi, yakın tarihin dünya çapındaki ilk büyük terörist eylemiydi. İsrailli atletlerden, önce ikisini öldürüp dokuzunu rehin alan, Kara Eylülcü Filistinlilerin, İsrail’in elindeki 234 politik tutuklunun serbest bırakılması isteği reddedilince devreye giren Alman yetkililerin arabuluculuk çabaları bir karşı atak formülüne dönüşecek ve hava alanında teröristlere ateş açılınca da tam bir felaket patlak verecekti. Olayı TV’den şaşakalmış ve ürkmüş bir halde, canlı canlı, tipik bir felaket filmi gibi seyreden milyonlarca insanın gözü önünde cereyan eden bu dehşetengiz terör eylemi bütün dünyayı altüst etmişti. TV’den naklen izlediği bu trajik olaydan çok etkilenen milyonlarca insandan biri de, henüz daha parlak sinema kariyerinin başlangıcındaki çiçeği burnunda genç yönetmen Steven Spielberg’di. 25 yaşındayken üstünde silinmez bir acı etki bırakan bu trajediden uzun yıllar sonra kimilerince bütün zamanların en başarılı yönetmeni sayılan Spielberg, 58 yaşının tüm ustalığıyla olayı sinemaya aktardığı son eseri ‘‘Munich’’le yine yeni bir olayfilm imzalamış. Şimdiden Oscar’ların en güçlü adaylarından biri olarak değerlendirilen ve üstadın 24. filmi olan ‘‘Münih’’ bugün gösterime giriyor. Uzun görkemli, sürükleyici bir casusluk gerilimi Spielberg ‘Münih’te, Yahudi kökenleriyle yüzleştiği, en önemli filmlerinden ‘‘Schindler’’den on yıl kadar sonra yine Yahudilerin katledildiği bir başka katliamın ardından neler olup bittiğini konu ediniyor. Ölünce de Şiirler Yazar İnsan İki gün arayla, iki dostu daha verdik toprağa... Aydın Güven Gürkan ve Mümtaz Sevinç. Ortak yanları vardı ikisinin de. İkisi de kendilerinden çok başkaları için yaşadı. İkisi de insanlar mutlu olsun diye didindi tüm yaşamları boyunca. Biri bilim adamı ve politikacı, öbürü sanatçıydı. İkisinin de bu toplum için aydınlık düşleri vardı. Düşleri yarım kaldı... Aydın Hoca, Türkiye solunu bütünleştirmek için uğraş verdi politikaya girdiği ilk günden itibaren. Yalnızca kendi çıkarını düşünen politikacılara inat, hep özverili davrandı. Düş kırıklıkları yaşadı, ama yılmadı. Aklın yolundan hiç ayrılmadı. Yaşasaydı kavgaya devam edecekti... Giderken, sevgili eşi Serap Aksoy ona Şükran Kurdakul’un dizeleri ile sesleniyordu sanki... ‘‘Yoksa biz Masalın yiğidi mi sandık kendimizi Bir solukta meydan okuyan bulutlara, Elleri var ellerimize benzer Gözleri bizimkiler gibi Bir gülüşü dünya kadar umut Bir gülüşü ölümsüz ve insan’’ ??? Mümtaz, benim sevgili arkadaşım, Hakkâri’den Datça’ya uzanan nice yolculuklar yaptık onunla... Tiyatro aşkından hiç vazgeçmedi. Hep kendi tiyatrosunu kurmayı düşledi; kurdu da... Nâzım’la yola çıktı, ‘Bir Çift Sözümüz Var Aşka Dair’ dedi, ama ona kulak verenlerin gücü yetmedi yaşatmaya ‘Düşün Sahnesi’ni. Teslim olmuş muydu? Sanmıyorum. O da, Aydın Hoca gibi inatçıydı çünkü. ‘‘Bir ağaç gibi tek ve hür’’ çıkarken son yolculuğuna, belki de Edip Cansever’den bir dize mırıldanıyordu: ‘‘Ölümün ömrü bir gün galiba aşk ömür boyunca...’’ Tiyatrocu dostları uğurladı onu son yolculuğuna. Her zamanki gibi, alkışlarla. Onu televizyon dizilerinin yıldızı olarak tanıyanlar ise ölümünü bir üçüncü sayfa haberi olarak okuyup geçtiler... ‘‘Şiir insanın içinden dopdolu bir hayat gibi geçerse O zaman ölünce de şiirler yazar insan’’ diyen Cansever’in şu dizeleri düştü o an aklıma: ‘‘Ben Geri çekiliyorum biraz Güçlenip saldırmak için düzlüğe yeniden Ama, hiç bilmiyordum ki, neresinden vurulurdu bu düzlük’’ (Alıntılar, şair Arife Kalender’in ‘Şiir Irmakları’ adlı kitabından.) ??? ‘‘Ölümün gölgesi düşmüş şiirlerimize’’ diyordu Gülten Akın. Nasıl düşmesin ki... Kuşaklar boyu acı çekti, öldürüldü bu ülkenin aydınları. Bu hafta, tam da Uğur Mumcu’yu ölüm yıldönümünde anarken, bir başka cinayetin anıları daha tazelendi. Değerli Kürt aydını Musa Anter’in katillerinden biri televizyonda Anter’in kızından özür diliyordu. Özür neye yarar? Ama, gene de bu röportajın gerçekleri görmek istemeyenlerin yüzüne bir şamar gibi çarpmış olmasını dileyelim. Bu anıların unutulmaması gerek. Unutulmamalı ki, bu karanlıkları bir daha yaşamayalım. Önümüzdeki hafta, 1 Şubat’ı anacağız. Abdi İpekçi’nin 1979’da öldürülmesinin üzerinden 26 yıl; 1 Şubat 1997’de Susurluk karanlığına karşı ‘Sürekli Aydınlık İçin 1 Dakika Karanlık’ eyleminin başlamasının üzerinden 9 yıl geçti. Bu yıldönümü nedeniyle, Yurttaş Girişimi’nin yayımladığı çağrıda şu satırlar yer alıyor: ‘‘Kesin kanıtlara, tanıklara ve resmi raporlara rağmen, devlet içine yuvalandığı ve korunduğu anlaşılan çeteler açığa çıkarılmadı, dağıtılmadı, hesap sorulmadı. Ülkemizin en iyi evlatlarının hayatına mal olmuş yüzlerce faili meçhul’ü gerçekleştiren soğuk savaş döneminden kalmış bu yapının uzantıları, son olarak Şemdinli’de görüldüğü gibi hâlâ işbaşında ve hâlâ korunuyor’’. ‘‘Çetelerden arınmış saydam bir hukuk devletinde, çağdaş ve temiz bir toplumda, barış, güvenlik ve özgürlük ortamında yaşamaya hakkımız olduğu inancıyla; çetelere boyun eğmeyeceğimizi, unutmadığımızı, unutturmayacağımızı, takipçi olacağımızı göstermek için’’ bir araya gelmenin tam zamanıdır. vecdisayar?yahoo.com ? 25 yaşındayken üstünde silinmez bir acı etki bırakan bu trajediden uzun yıllar sonra kimilerince bütün zamanların en başarılı yönetmeni sayılan Spielberg, 58 yaşının tüm ustalığıyla olayı sinemaya aktardığı son eseri ‘‘Munich’’le yine yeni bir olayfilm imzalamış. Şimdiden Oscar’ların en güçlü adaylarından biri olarak değerlendirilen ve üstadın 24. filmi olan ‘‘Münih’’ bugün gösterime giriyor. yımlanmış ‘Vengeance’ adlı kitabından Eric Roth’un yaptığı uyarlamayı yeniden yazan Tony Kushner’in senaryosundan Malta, Macaristan, Paris ve New York’ta çekilen ‘Münih’, İsrailli sporcuların Münih Olimpiyatları sırasında öldürülmelerinin basitçe anlatılması değil, Kevin Macdonald’ın ‘One Day in September’ belgeselindeki gibi. Katliamdan sonra hemen misilleme için harekete geçen İsrail istihbarat örgütü MOSSAD’ın seçkin, gözü kara elemanlarından oluşturulmuş, Avner Kauffman (Eric Bana) adlı ajanın yönetimindeki, katliamın sorumlusu Filistinlileri izlerini sürüp yakalayarak temizlemekle görevlendirilmiş, gaddar ve işbitirici bir intikam ekibinin portresini çizmeye yoğunlaşıyor Spielberg, ‘Münih’te, öldürme hedefine kilitlenmiş bu vurucu takımın hikâyesini, beylik deyişle soluk soluğa izlenen bir 2.5 saate yayıyor. Tarihsel önem taşıyan misyonlarını yerine getirirken giderek suçluluk hissine kapılan, ahlaki sorun ve kuşkularla karşı karşıya kalan Avner’le adamlarındaki insancıl yanları araştırıp deşiyor, ‘Emir her zaman demiri keser mi’ gibisinden bir vicdan muhasebesine de kapı açarak. Azimli, metotlu bir şekilde çalışarak hedeflerini bulup aldıkları emri uygulayan, bu arada bu olaya doğrudan karışmamış oldukları halde MOSSAD tarafından terörist sayılan başka Filistinlileri de (kurunun yanında yaş da yanar misali) temizleyen Avner’le ekibinin gerçek olaylardan esinlenilmiş hikâyesi, tansiyonu, temposu düşmeyen, giderek insancıllığa yoğunlaşan, 160 dakikalık, uzun, görkemli, sürükleyici bir casusluk gerilimine bürünüyor. Dünya ile aynı anda gösterimde Yıllar önce bizde ‘Bela’ adıyla gösterilmiş ‘Duel’den (1971) günümüze dek 35 yıldan beri türden türe atlayan, göz alıcı bir görselliğe sahip, birkaçı dışında tümü geniş seyirci kitlesine ulaşan, gişesi parlak usta işi filmleriyle Amerikan sinema âleminin kralı olagelmiş ve sonunda 1995’te ‘Schindler’in Listesi’yle ondan hep esirgenmiş Oscar’ına da kavuşarak her türlü başarının doruğuna tırmanmış Spielberg ‘Münih’te, Yahudi kökenleriyle yüzleştiği, en önemli filmlerinden ‘‘Schindler’’den (1994) on yıl kadar sonra yine Yahudilerin (bu kez olimpiyatlarda yarışan 11 sporcunun) katledildiği bir başka katliamın ardından neler olup bittiğini konu ediniyor. George Jonas’ın 1984’te ya George Jonas’ın gerçek Avner Kaufman’la yaptığı konuşmalara dayanan, 1972 Münih Olimpiyatları’ndaki teröre ve sonrasına ilişkin ‘‘İntikam’’ kitabından uyarlanan, Spielberg’in gerilimden çok hümanizme ve MOSSAD ajanlarının ayrıntılı protrelerine ağırlık vermesiyle sonuçta Yahudi kamuoyunca Filistin yanlısı diye elştirilen ‘Münih’, yönetmenin en önemli, meydan okuKültür Servisi ‘Ayvalık Uluslararası Müzik Akademisi’ (AIMA) kapsamında bu yıl bestecilik ve yazı atölyeleri düzenlenecek. Akademi Koordinatörü Prof. Filiz Ali, müzik alanında eğitim gören, teknik ve yorum üzerine bilgilerini pekiştirmek isteyen öğrencilere, dünyaca tanınan usta sanatçıların ders verdiği AIMA’nın, dokuzuncu yılında etkinlik alanının genişlediğini belirtti. Genç bestecilerin, 1722 Mayıs tarihleri arasında AIMA’nın deniz kıyısındaki yeni mekânında düzenlenecek ‘Bestecilik Atölyesi’nde birbirlerine eserle yucu ve farklı filmlerinden biri olarak sinema tarihine geçecek gibi görünüyor. Zaten Time’a verdiği demette ‘‘Bu filmi para kazanmak amacıyla çekmedim, Münih benin için bir barış duasıdır’’ dedi Spielberg. Kara Eylülcü teröristlerin eylemine karşı MOSSAD ajanlarının karşı saldırısına odaklanarak bu intikam ekibinin giderek yaptıklarının doğruluğundan kuşku duymaya başlamasının altını çizen Spielberg, Ortadoğu sorunlarını 3 yıldır Irak’ı işgal ederek çözeceğini zanneden ABD emperyalizminin gemi azıya aldığı günümüzde, 11 Eylül sonrası paranoyasına kapılan her Amerikalının bugünkü durumuna dair kimi dersler çıkarabileceği, sıkı, sert, etkileyici bir seyirlik çekmiş koymuş ortaya bu kez. Öldürücü takımın lideri Avner Kauffman’ı canlandıran Avustralyalı oyuncu Eric Bana’nın rolüne iyice asıldığı, adamlarını oynayan ‘‘yeni James Bond’’ Daniel Craig, Ciaran Hinds, Hanns Zischler’le Fransız yönetmen Matthieu Kassovitz’in canla başla Eric Bana’ya ayak uydurdukları ‘‘Münih’’in görüntüleri, Spielberg’in demirbaş kameramanı Janusz Kaminski’nin, müzikleriyse yönetmenin değişmez bestecisi John Williams’ın. Harcanmış, tükenmiş Avner’in sonunun sürgün oluşu, yurt ve kimlik temalarının da öne çıktığı filmin ana fikir mücadelesinin ironik bir yansıması: Milliyetçilik insancıllığa karşı! Avner’le amiri Ephraim (Geoffrey Rush arasındaki anahtar sahnede, ikilinin arkasına devasa ikiz kuleleri yerleştirerek 11 Eylül’e gönderme yapan Spielberg’in, hemen hemen yılda bir yaptığı son dönemdeki ‘‘Catch me if you can Sıkıysa Yakala’’ ya da ‘‘Terminal’’ gibi kıytırık filmleri arasında başyapıt gibi duran ‘‘Münih’’i, bu filme beş yıldızı layık gören, Empire dergisinin eleştirmeni Ian Nathan’ın deyişiyle, ‘‘zirvede bir Spielberg operasyonu. Münih, çağımız için sıra dışı, kışkırtıcı ve hayati önemde bir film’’ sonuçta. Poyraz ayazının yüzümüzde kamçı gibi şakladığı, kara, tipiye teslim olduğumuz bu kar, kış kıyamette kuşkusuz sokağa çıkmayı göze aldıracak nitelikteki son Spielberg filmi, tüm dünyayla birlikte bugün sinemalarımızda. rini tanıtıp bestecilik yöntemlerini ve felsefelerini tartışacaklarını ifade eden Ali, Avusturya Besteciler Birliği Başkanı Klaus Ager ile Mimar Sinan Üniversitesi öğretim üyelerinden besteci Özkan Manav’ın burada genç bestecilere kendi bilgilerini, yaratıcılık süreçlerini ve deneyimlerini aktaracağını bildirdi. Ali, genç yazar adaylarının ise 1728 Temmuz tarihlerinde düzenlenecek ‘Yazı Atölyesi’ kapsamında yazdıklarını birbirleriyle tartışma ve Pınar Kür’ün yönlendirmesi ışığında değerlendirme fırsatı bulacaklarını söyledi. İZLEYİCİ GÖZÜYLE... Filmde, Antonio ve Julie, kendi yaşamlarını ilkeleriyle yaşamak isteyen bir çift. Bir arsa teklifiyle karşılaştıkları zaman da ilerisi için iyi bir yatırım olduğunu düşünüyorlar. Bu arsayı aldıkları zaman başlarına neler geleceğinden elbette haberleri yok. ERDAL ATABEK Ayvalık Müzik Akademisi AHMET VEFİK PAŞA SAHNESİ’NDE Dolunay Meksika. Siyaset yolsuzluğun her çeşidine bulaşmış. Polis örgütünün başında bu işlere karışan yetkililer var. Mafya yasadışı işlerin yapıldığı her yerde olduğu gibi burada da işin içinde. Uyuşturucu ticareti kara paranın atardamarı. Böyle bir ortamda medyanın kullanılma gücü, bu güçle orantılı çıkarlar doğrultusunda kullanılıyor. Böyle örülmüş bir ağın içinde yaşamak, dürüstlükle yaşamak zor. İnsanlar istemedikleri halde kimi zaman bu işlerin içine giriveriyorlar. Politikamafya ve medya ‘Hitit Güneşi’ Siyasetyolsuzluk medya... 31 Ocak’ta doğacak... teklifiyle karşılaştıkları zaman da ilerisi için iyi bir yatırım olduğunu düşünüyorlar. Bu arsayı aldıkları zaman başlarına neler geleceğinden elbette haberleri yok. Fakat siyaset içinde yaşanan bir suikast, gizlenmek istediği için hiçbir şeyden haberi olmayan Antonio’nun üstüne yıkılmak isteniyor. Konudan kuşkulanan bir arkadaşı Antonio’yu İngiltere’ye kaçırıyor ama karısı Julie Meksika’da gözaltına alınarak işkenceye görüyor. Bunun amacı Antonio’yu bulmak ve geri getirmektir. Bu süreçte bütün aktörler ve roller ortaya çıkıyor. Filmin ilginç yanı, bu olayların nasıl işlediği konusunda bir belgesel gibi olay zincirini ortaya koymasıdır. Ülkemizde Susurluk olayı olarak bilinen benzer olayın ilmikleri bir bir ortaya çıktıkça işin nerelerde tıkandığı da anlaşılıyor. Jorge Ramirez Suarez’in hem senaryosunu yazdığı hem de yönettiği film bir İngilizMeksika yapımı. Oyuncuların tek tek parlak oyunlar çıkarmadığı filmde ağırlık politika ile iç içe geçmiş devlet görevlileri, mafya ve medya ilişkileri. Medyanın tarafsız bir haber merkezi olmaktan çıkıp da çıkarların emrinde yayın yapmasının mekanizması da çok iyi vurgularla verilmiş. Bu da dünyada yaşanan başka bir gerçeğe, medyanın nasıl bir güç odağı olduğu ve kimlerin emrinde yönlendiği konusuna dikkat çekiyor. Film polisiye görüntüsü veren politik özüyle izlenmeye değer. Kültür Servisi Bursa Devlet Tiyatrosu, Turgay Nar’ın yazdığı, Zafer Karaokay’ın yönettiği ‘‘Hitit Güneşi’’ adlı oyun ile 31 Ocak’ta ilkgösterimini yapacak. Yönetmen Zafer Karaokay, Ahmet Vefik Paşa Sahnesi’nde sahnelenecek oyunun iktidar hırsının kişi ve toplumlara nelere mal olduğunu anlattığını söyledi. Oyunda Cem Arabacıoğlu, Nazan Kırılmış, Demet Oran, Süheyla Elbaş, Elif Nutku, Serdar Seçkin, İbrahim Şahin, Taner Turan, Jale Çiçek, Turan Günay, Meltem Evcioğlu, Sitare Tuna rol alıyor. Karaokay, Bursa Devlet Tiyatrosu’nun, oyun ile Anadolu’nun çok bilinmeyen bir yüzüyle yüzleştiğini belirtti. Yönetmen Karaokay sözlerine şöyle devam etti: ‘‘Gün geçtikçe farklı bir noktaya giden Anadolu, kendi öz kültürüne sahip çıkmaya başladı. Devlet Tiyatroları, kendi öz kültürünü dünya platformuna taşımalıdır. Devlet tiyatrolarının amiral gemilerinden birinin de bu olduğunu vurgulamak isterim. Batı’ya uygun yüzüyle dünya kenti olan Bursa, bu oyun ile hem dünya hem de Anadolu insanına ışık tutacak.’’ Oyunda, alışılmışın dışında ölümden sonrasının da işlendiğine dikkat çeken Karaokay, ‘‘bu oyunda diğerlerinden farklı olarak çok alışık olmadığımız bir yapıda yeraltını, mezarlık içlerini, ölülerin ne yaptığını ve neler yapmaya çalıştığını göreceğiz. Daha doğrusu onların ne yaptığını göstermeye çalışacağız’’ dedi. K Ü L T Ü R ? Ç İ Z İ K K Â M İ L M A S A R A C I Antonio ve Julie, kendi yaşamlarını ilkeleriyle yaşamak isteyen bir çift. Julie İngiliz asıllı. Küçük bir çocukları var. Bir arsa CUMHURİYET 15 K
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle