25 Aralık 2024 Çarşamba English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
SAYFA CUMHURİYET 27 OCAK 2006 CUMA 2 OLAYLAR VE GÖRÜŞLER AÇI MÜMTAZ SOYSAL ‘Mozart Yılı’ ve Türkiye Müzik sanatında ‘‘Klasik dönem’’in başta gelen bestecilerinden olan Mozart, operalarında toplumsal eleştiriyi elden bırakmayarak çağının en ileri ilkelerini benimsemiştir. Besteci olarak ayırt edici tarafı, Alman stilinin yanı sıra İtalyan ve Fransız müzik stillerinden de yararlanması, çağının özgün stil ve akımlarını kullanmasıdır. Bu açılımıyla Mozart, uluslararası bireşime ulaşarak insanlığı kucaklayan hümanist bir kavrayış sergilemiştir. PENCERE ‘Laiklik' Devriminden Sonra ‘Reform'... Üsküdar’ın Subaşı Camisi’nde Beyza Zapsu ve yaklaşık kırk kişilik bir cemaat, hep bir arada namaz kılmışlar... Beyza Hanım ve öteki ‘taifei nisa’ başı açık namaza durmuşlar... Erkeklerle kadınlar birlikte namazlarını eda etmişler... Kıyamet kopuyor... Beyza Hanım’ın eşi Cüneyd Zapsu Başbakan Recep Tayyip’in hem çok yakını, hem Erdoğan’ın iktidar koltuğuna oturmasında kılavuzu, hem Amerika’yla ilişkilerinde akıl hocası değil mi?.. Ne olacak şimdi?.. Kadının bırak başı açık namaz kılmasını başı açık dolaşmasını ‘bidat’ sayan mürteci ehli diyormuş ki: Yıkıldı gitti bizim türban davası!.. Neden?.. Camide bile başı açık namaz kılındıktan sonra, üniversitede türbanı kim takar?.. ? Medyada yayımlanan kimi yorumlara da bakılırsa camide ya da dışında başı açık kadınlarla erkeklerin bir arada namaz kılmaları bir çeşit ‘İslam’da Reform’dur; Hıristiyanlıktaki (Protestanlık) Luther’cilik ya da Calvinizm’e benzer bir akımdır; yeniliklerin habercisidir... Az buçuk mürekkep yalamış herkes bilir ki, Avrupa’da ‘Aydınlanma’ kolay olmadı... ‘Rönesans’ ile ‘Reform’dan geçti Batı ya da Hıristiyan dünyası... Peki, bizde ne oluyor?.. ? Biz Türkler ters adamlarız.. Avrupa’da 1516’ncı yüzyıllarda ‘Reform’ din kapsamında yaşanmıştır; Aydınlanma’ya 18’inci yüzyılda Fransız Devrimi ile sıra gelecektir... Biz işi tersine mi çevirmişiz?.. Önce Atatürk’le Aydınlanma’yı yaşadık... Şimdi hangi akla hizmeten dinde ‘Reform’ gündeme giriyor.. Haydi hayırlısı!.. ? Bugün İslam dünyasında Müslümanlığı politikada tepe tepe kullanan üçkâğıtçıların yapmadıkları yok!.. Bunların iki derdi var: Para.. Ve iktidar!.. Allah’ı, Peygamberi, Kuran’ı, dini, imanı gözlerini kırpmadan ‘iktidar ve para’ için harcıyorlar... Müslümanların coğrafyasına bir bakın!.. Anadolu’yu da ellerine geçirmeye çalışan bu sözümona Müslüman tayfasının tümü cehennemliktir... ? Alevi Bektaşi, bildiğiniz gibi namaz kılmaz. Bir gün kahvedeki arkadaşları Bektaşi’ye bastırmışlar: İlle de namaz kılacaksın!.. Baba Erenler hatır kırmamış, iş bittikten sonra camidekiler demişler ki: Pek güzel kıldın!.. Bektaşi: Ohoo, demiş, bu bir şey mi, bir de abdest alaydım, siz beni görecektiniz!.. Arsız Virginia BİTKİ ‘‘arsız’’ olunca, açgözlü ve utanmaz insanlar gibi yalnız azgınca büyümekle kalmaz, çevresindeki öbür bitkilere dadanmaya, hatta onları yok etmeye kalkar. Amerikalıların ‘‘Virginia tütünü’’ dedikleri tütün türü herhalde öyle bir arsız bitki ki, vaktiyle ‘‘yeryüzünün en nefis tütünü’’ dedikleri Anadolu tütününe de musallat olmuştur. Daha doğrusu, bitkinin kendisi değil, onunla sigara yapıp dünya pazarlarına yönelenlerle yerli işbirlikçileri, Türk tütüncülüğünü öldürerek büyük çoğunluğu tiryaki olan 70 milyon nüfuslu bir pazara da egemen olma peşindedirler. edya pek duyurmuyor ama, biliyor musunuz ki Tekel’in Adana Fabrikası’nda 25 Kasım’dan beri sigara yapımı durmuştur. Ne oldu? İşçi grevi mi var? Hayır, tam tersine 700 işçinin hepsi, ‘‘Çalışıp üretmek istiyoruz’’ diyerek iki aydır hiç ara vermeden fabrikada kalmakta. Gündüzleri, eşlerle çocuklar da onlara yemek getiriyor, hep birlikte fabrikanın toplantı salonunda bekleşiyorlar. Peki, üretim niçin durdurulmuş? Fabrika zarar mı ediyor? Hayır, günde 50 ton yerli tütün işleyip yumuşak ya da karton kutulu 42 ton Maltepe ve Samsun sigarası imal eden bu dev fabrika, Tekel tütün ürünleri satışında yüzde 23 pay sahibi olarak 2002’de 200 milyar, 2003’te 13 trilyon, 2004’te 14 trilyon TL kâr etmiş. Şimdi hükümet kararıyla çalıştırılmadığı için, bir kilo Maltepe 95 milyon TL ettiğine göre, üretim yapılmayan her gün yaklaşık 4 trilyon TL’lik üretim kaybı var. O halde, göz göre göre ve bile bile devlete zarar vermek neden? onunun o yanı gerçekten çok hazin ve utanç verici bir hikâyedir. Çünkü, Özelleştirme İdaresi 2003’te altı sigara fabrikasını birden satışa sunmuş; ama en yüksek teklif veren 1 milyar 150 milyon dolardan yukarı çıkmamış. Oysa, Tekel’in üçte bir büyüklüğündeki Fas Tobacco şirketi 1.5 ve üçte bir büyüklüğündeki İtalyan Tobacco şirketi de 2.7 milyar dolara satılmış. Niçin böyle? Tekel’i satın almak isteyenlerin işine Virginia tütünü işleyen İstanbul, Samsun ve Tokat fabrikaları gelmekteymiş. ‘‘Bunları daha da modernleştirin, Adana, Malatya ve Bitlis fabrikalarını kapatın; işçilerin tazminatlarını ödeyin; o zaman alırız’’ diyorlarmış. Yöneticiler şimdi onların istediklerini yapmaktaymış. Maksat, Türk tütüncülüğünü büsbütün öldürmek, pazarı hepten Virginia tütününe açmak. Kısacası, başka bazı ürünler gibi tütün ekimini de sınırlamakla başlayan haince bir tarım politikasının sanayie yansıması. Öyle anlaşılıyor ki, bu tür ekonomik ihanetler için bir gün Yüce Divan ve ağır ceza mahkemeleri işlemeye başladığında salonların sanık mahalleri çok kalabalıklaşacak. Ahmet SAY Nadir Nadi’nin anısına arihin tanıdığı en büyük sanatçılardan olan Avusturyalı besteci Wolfgang Amadeus Mozart (27 Ocak 1756 5 Aralık 1791), doğumunun 250. yılı dolayısıyla uygar dünyada binlerce etkinlikle anılıyor. 2006’nın ‘‘Mozart Yılı’’ ilan edilmesinin kaynağındaki değerbilirlik, bestecinin kişiliğinde yaratıcı insanlığın değerini vurgulamaktır. Ezgileri birçok ülkede ve Türkiye’de çocuk şarkılarına kadar giren Mozart’ın müziği, insanların gönlünde ayrıcalıklı bir yere oturmuştur. Çünkü bu müzik, insanlığın çok yönlü ortak duygu ve düşüncelerini, izlenim ve tasarımlarını, derin bir anlatım inceliğiyle dile getirir. Mozart’ın herhangi bir olayı, bir insanlık durumunu, bir duyguyu, etkiyi ya da özlemi müzikle anlatma gücüne, gelmiş geçmiş bütün bestecilerden daha fazla sahip olduğu söylenmiştir. Müziği esin doludur, renkli ve cıvıl cıvıldır. Bir duygudan başka bir duyguya geçmekte eşsizdir. Sanki Mozart esini değil, esin Mozart’ı kovalıyor gibidir. Albert Schweitzer’e göre, ‘‘Bütün dâhiler göklere uzanmış, Mozart ise gökten inmiştir’’. Mozart, ‘‘Aydınlanma’’ felsefesinin müzik sanatındaki temsilcisidir. Gençlik yıllarında, Fransız Devrimi’ni hazırlayan düşünce ortamından etkilenerek insanların özgürlüğüne, eşitliğine inanmış, soylular sınıfına nefret duymuştur. Hizmetinde çalıştığı Salzburg Başpiskoposu Colloredo ile çatışmayı göze alarak Salzburg Sarayı’ndan ayrılması (ya da kovulması), Avrupa müziği tarihinde Mozart’ı, bir soylunun korumasında kalmayı reddeden ilk müzikçi katına yükseltmiştir. Bu davranış, kültür tarihinde önemli yeri olan M T K bir ‘‘bağımsızlık bildirisi’’ kabul edilir. 1781 yılında Viyana’ya yerleşen besteci, eserlerinin başarı kazanmasına karşın, o çağda ‘‘bağımsız, özgür müzikçi’’ konumuna geçmenin bedelini ağır ödemiş, otuz beş yaşında yaşamdan ayrıldığı 1791 yılına değin, çoluk çocuğunu zorlukla geçindirebilmiştir. Bu nedenle Avusturyalılar onu, ‘‘Yoksulluk içinde dünyaya en zengin bağışlarda bulundu’’ biçiminde nitelemiştir. Müzik sanatında ‘‘Klasik dönem’’in başta gelen bestecilerinden olan Mozart, operalarında toplumsal eleştiriyi elden bırakmayarak çağının en ileri ilkelerini benimsemiştir. Besteci olarak ayırt edici tarafı, Alman stilinin yanı sıra İtalyan ve Fransız müzik stillerinden de yararlanması, çağının özgün stil ve akımlarını kullanmasıdır. Bu açılımıyla Mozart, uluslararası bireşime ulaşarak insanlığı kucaklayan hümanist bir kavrayış sergilemiştir. Türklerle ilgili konuları işleyen yapıtları ise söz konusu hümanist kavrayışın dikkate değer örnekleridir. Osmanlı Devleti ile AvusturyaMacaristan İmparatorluğu arasında yüzyıllar süren ‘‘sınırdaşlık’’ ya da ‘‘komşuluk’’ ilişkileri, savaşlar kadar barışçı yaklaşımları ve dönemleri kapsar. Osmanlı orduları 1529 ve 1683 yıllarında Viyana’yı iki kez kuşatmış, bir güç ve gövde gösterisi özelliğindeki mehter müziğiyle desteklenen İkinci Viyana Kuşatması sırasında yeri göğü inleten bu müzikten yalnızca Avusturya halkı değil, süreç içinde Avrupa’nın birçok bestecisi etkilenmiştir. Avrupa’da mehter müziğinin ritmik ve melodik etkilerini içeren ‘‘alla turca’’ adlı bir stil geliştirilmiş, bu stili özenle işleyen bestecilerin başında Mozart gelmiştir. Onun ‘‘Türk Konçertosu’’ olarak da bilinen la majör 5. Keman Konçertosu (1776) ile mehter müziği ka rakterinin daha belirgin yansıtıldığı la majör Piyano Sonatı’nın ‘‘Türk Marşı’’ adıyla tanınan ‘‘Rondo alla turca’’ başlıklı bölümü (1778), çalgı müziğinde bu özenli yaklaşımın başyapıtlarıdır. Sahne müziğinde ise Mozart’ın Osmanlı saray yaşamından esinlenerek yazdığı ‘‘Zaide’’ (1779) ve ‘‘Saraydan Kız Kaçırma’’ (1782) adlı iki operası vardır. Tamamlanmamış olan ‘‘Zaide’’, bestecinin en parlak operalarından biri sayılan ‘‘Saraydan Kız Kaçırma’’ya hazırlık özelliği taşımıştır. ‘‘Saraydan Kız Kaçırma’’nın konusu, 16’ncı yüzyılda bir paşa konağında geçer. Korsanlar tarafından paşanın haremine getirilen Constanze’yi kaçırmak isteyen sevgilisi Belmonte sonunda yakalanır, ancak Selim Paşa sevgilileri cellada göndermek yerine özgürlüğe kavuşturur. Bu konu üzerine bestelenen opera, Mozart’ın bütün halklara eşit gözle bakan, hatta doğu halklarına daha da sevgiyle yaklaşan hümanist kavrayışının ürünlerindendir. Avrupa’da Türkler için ‘‘bağışlayıcı’’, ‘‘iyiliksever’’, ‘‘gönlü yüce Türk’’ imge ve izlenimlerinin yaygınlaşmasında, Mozart gibi büyük sanatçıların payı bulunduğu kuşkusuzdur. Mozart, bütün halklar içinde bize çok daha yakınlık göstermiştir, bizim ‘‘dostumuz’’dur o. Bu gerçekleri de göz önüne aldığımızda, Mozart’ın 250. doğum yılında resmi ve sivil kurumlarıyla Türkiye nasıl bir kültürel kavrayış sergileyecek, ne gibi etkinlikler düzenleyecektir? ‘‘Mozart Yılı’’nda devlet ve ulus olarak Kültür Bakanlığı, Milli Eğitim Bakanlığı, hatta Dışişleri Bakanlığı ve Genelkurmay Başkanlığı hangi etkinlikleri planladılar? Devlet Opera ve Balesi birimlerimiz, ‘‘Devlet Senfoni’’ orkestralarımız, korolarımız, şeflerimiz, solistlerimiz, konservatuvarlarımız, üniversitelerin müzik eğitimi, müzikoloji bölümleri, radyolarımız, televizyon kanallarımız, müzik vakıfları ve müzik derneklerimiz, basınımız, basınımızdaki saygın eleştirmenlerimiz, ne gibi bir eşgüdümle ya da birbirinden bağımsız hazırlıklar yaptılar? ‘‘Türkiye Cumhuriyeti’nin temeli kültürdür’’, ‘‘Sanatsız kalan bir ulusun hayat damarlarından biri kopmuş demektir’’, ‘‘Kültür etkinlikleri, yeni ve modern esaslara göre örgütlenip yürütülmelidir’’. Öyle değil miydi? Türban İnanç Gereği mi? Recai COŞKUN Emekli Eğitimci zlediğimiz ve yaşadıklarımızdan biliyoruz ki; türban bağlayan kardeşlerimiz şunu ifade etmekteler: ‘‘Ben türbanı inancımın gereği olarak bağlamaktayım...’’ Varsayalım ki bu söylemlerinde haklı ve samimi olsunlar. O zaman bu kardeşlerimize hemen şu soruyu sormak gerekir. ‘‘Sizin saçınız mı mahremdir, yoksa yüzünüz, gözünüz, burnunuz, dudaklarınız mı?’’ Sakınmanız gereken erkekse ki sizce öyledir, bir erkeğin ilgisini çeken, kadınla erkek iletişimini sağlayan, öncelikle kadının gözleridir, onun yüz hatlarıdır, cildinin rengidir, dokusudur, konuşmasıdır, ses tonudur, güzel konuşmasıdır, vs. Yaşamımızda bir kadının saçına âşık olan erkek tanıdınız mı hiç? Yüzünü görmediğiniz, arkadan sadece saçınıbaşını gördüğünüz kadın ya da erkek sizin ilginizi çeker mi? Aslında türban ile yüzünüzü, bir resim tablosunu çerçevelemek gibi, o tablonun güzelliğini ortaya çıkarmak gibi bir işlev gördürüyorsunuz. Yüzünüzü kontur bir çizgi ile daha netleştiriyor ve ilgi odağı haline getiriyorsunuz. Bilirsiniz, insanoğlu vücudundan iki şeyi kesip atar. Birisi tırnakları, diğeri de saç ve sakalıdır. Yani saçımız, tırnaklarımız kadar ilgi odağıdır aslında. Kesip çöp kutusuna attığınız şey nasıl kutsalınız olabilir? Açıkçası başınıza bağladığınız türban gerçekte bir simgedir. Ne kendinizi ve ne de toplumumuzu aldatmayınız. İnancınız gereği olması hiç inandırıcı değil. Eğer inancınızın gereği olsa; işi biraz daha ileri götürmeniz gerekirdi. Örneğin Afganistan’da olduğu gibi ya burka takmanız ya da birçok Arap ülkesinde örneğini gör İ düğümüz, metal maskelerle kaşlarınızı, gözlerinizi, dudaklarınızı, bir erkeğin daha çok ilgisini çekebilecek güzelliklerinizi örtmeniz gere kir. Daha da ileri giderek; televizyonlara çıkmamanız, sokağa çıkmamanız, okullara gitmemeniz, çarşıpazara gitmemeniz gerekir. Söylemlerinizde belirttiğiniz gibi inancınızın gereği olsa, yaşam şeklinizin böyle olması daha doğru ve inandırıcı olacaktır. Sizler böyle bir yaşam tarzını istiyor musunuz?.. CUMHURİYET 02 CMYK
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle