27 Mayıs 2024 Pazartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
S21 NİSAN 2004 ÇARŞAMBA CUMHURİYET SAYFA JV. LJ JL J. LJ MX kultur<ş cumhuriyet.com.tr 15 ALLEGRO EVtN İLYASOĞLU Bir ilk yapıtlabir sonyapıt• Gerek Verdi son yapıtı clan Falstaff'ta, gerekse Janacek ilk büyük operası olan Jenufa'da cn dokuzuncu yüzyıl sonunun duyarlılığını aktanyorlar. Avrupa'nın opera tarihini kasıp kavurmuş Wagner'in etkileri/tepkileri de her ikisinde değişik biçimlerde ortaya çıkıyor. Geçen hafta yepyeni iki opera pro- düksiyonu ızledim: Istanbul Devlet Operası'nın Jenufa'sı ve Izmır Dev- let Operasf nın FalstafTı. Her ikisi- ru de Türkiye'de ilk kez sahneleme yürekhlığı gösteren bu kurumlan- mıza teşekklir etmehyiz. Biri ağır bir trajedi, diğeri hafif bir güldürü olmasına karşın bu operalarda ben- zeşen birçok yön bulmak olası: Ge- rek Verdi son yapıtı olan Falstaff'ta, gerekse Janacek ilk büyük operası olan Jenufa'da on dokuzuncu yüzyıl sonunun duyarlıhğım aktanyorlar. Avrupa'nın opera tarihini kasıp ka- vurmuş VVagner'ın etkileri tepkile- ri de her ikisinde değişik biçimler- de ortaya çıkıyor. Örneğin Roman- tik dönemin o uzun aryalan ortadan kalkmış; orkestra artık solistlere eş- lik görevinde değil de şarkılarla ya- nşır halde; 'sürekli müzik' yaratma kaygısıyla akıcıhk yakalanmış. Her ikisinde de dramatik yapıya büyük ağırlık venlmiş, sohstler sahne üs- tünde özgürce tiyatroculuklannı ser- giliyorlar. Her ikisi de üvertürsüz açıyorperdesini. Her iki yapıttaki iç içe örülen döngüsel devinim, oyun- lan ileriye doğru sürüklüyor. Italyan romantik operasının bü- yük ustası Gıuseppe Verdi (1813- 1901) onca ağulu yapıtı ardmdan yaşammın son büyük operası olarak 1892'de bir güldürü yazmanm kı- vancı içindedir. Öte yanda ünlü Çek bestecisi Leos Janacek( 1854-1918), henüz tanınmaya başladığı yıllarda, 1893 'te Jenufa'yı yazmaya koyulur: on yıl sonra, kızının öldügü sıralar- da, acılar içinde tamamlar. Verdi de evlat acısı görmüştür Janacek gibi. Ve her iki sanatçı da acılanndan son- ra yaşama müzikle tutunmuşlardır. Jenufa'da etklleyici bir reji tstanbul Operası'nda Jenufa'yı re- jisör Aytaç Manizade sahnelemiş. Abartısız dekorun simgesel özellik- tstanbul Devlet Opera ve Balesi'nin Aytaç Manizade rejisiyle sahneye koyduğu Janacek'in 'Jenufa' (altta) ile tztnir Devlet Opera ve Balesi'nin Mehmet Ergüven'in rejisiyle sahneye koyduğu Verdi'nin 'Falstaff (üstte) operalannın benzeşen birçok yönü bulunuyor. leri (arka plandaki buğday tarlası- nın ışıklarla değişimi, sonunda kır- mızı gelinciklerle bezenmesi gibi) son derece etkileyici. Gri, bej giy- siler, sıradan köylülerin kaba saba davTanışı, içtenlikleri, parlamalan, bağışlamalan, gelgit dalgalan ha- linde, ince ince işlenmiş. Yirmin- ci yüzyıl opera anlayışına kapılan açan yapıttaki 'ses özellikleri' de yalnız müziksel ses değil, zaman- la her türlü sesin müzığe gireceği- ni öncelleyen bir anlayışla aktanl- mış. Janacek yalnız halk ezgilerini değil, çevresindeki her türlü sesi inceleyip müziksel olarak notayla algılamış bir sanatçı. Orkestra şe- fi Serdar Yalçm, aynı zamanda yapıtı Türkçeleştirmiş. Harika bir Türkçe uyarlama! Janacek'in söz- cüklerin içsel ritmindeki buluşlan Çekçeden başka dillere çevrildi- ğinde yitip gider. Oysa Serdar Yal- çın'ın özenli Türkçesiyle bu özel- lik korunmuş. Opera sanki özünde Türkçe yazılmış gibi. Orkestra da çalgı gruplannın tertemız tonla- masıylaçokbaşanlı. BaştaHakan Aysev olmak üzere Burçin Çilin- gir, Gülderen Erdoğmuş rolleriy- le özleşmişler. Şancılıklan kadar iyi birer tiyatrocu olarak da kendi- lerini kanıtlıyorlar. Gerçek şu ki, biz oyunlan genellikle henüz otur- madan, gala temsillerinde izliyo- ruz. Bu kez orkestrasıyla, solistle- nyle, korosuyla ve rejisiyle çok be- ğenerek izlediğim Jenufa'nın dör- düncü ya da beşinci temsiliydi. izmlr'de başarılı bir Verdi başyapıtı Kimileri opera içın, "kadınla- rın ölürken şarkı söyledikleri sa- nat dalı" diye eğlenir! Şaka bir yana, sürekli ağulu operalar gör- mekten içimiz kararmışken bir- denbire ışıl ışıl bir Falstaff izlemek, tzmir'den esen dinçleştirici mel- tem rüzgân gibiydi. Binanın küçü- cük sahnesinin olanaklanna göre yerleştirilmiş yalın bir dekor, ina- nıhnaz güzellikteki giysilerle bir- leşince yepyeni boyutlar ortaya çıkmış. Mehmet Ergüven'in ya- ratıcı rejisı ve şef Ercan Yenal'ın büyük çabalanyla aylardır çahşılıp kotanlmış bir yapıt. Verdi'nin sürekliliği sağlamak içın kullandığı 'parlando' (konu- şurcasına şarkı söyleme) tekniği- nin zorluğu. yüklü ansambl sahne- lerinde dörtlü, beşli gruplann aynı anda farklı metinleri seslendırme- si, orkestranın solistlerle yanşırca- sına devıngen müziği, bu operanın bugüne dek neden hiç sahnelen- mediğinin kanıtlan! Ne soüstlerin, ne de orkestranın baştan sona so- luk alacak zamanı var. Bir koşuş- madır. bir telaştır gidıyor! Verdi, bütün on dokuzuncu yüzyılın 'buf- fa' özelliklenni bir arada sergili- yor. Gala gecesine göre çok oturmuş sayabileceğimız bir prodüksiyon ızledik. Başta Birgül Su Arınç ol- mak üzere sopranoların tümü de birbirinden başanlıydı. Falstaff ro- lündekı Cengiz Sayın, bir gülme- ce ustası olarak rolünü çok iyi çiz- miş, sesiyle fiziğıni bağdaştırmış- tı. Işığı, dekoru, korosu, gıysileri, orkestrası ve solistleriyle bütün ekip canla başla ve de belli kı yap- tıklan işi çok severek çalışmışlar. Falstaff 'ın gala gecesinin bir başka özelliği daha vardı. tzmir'in ünlü liselerinden Çamlaraltı Kole- ji 50. yılını kutlamak için bu tem- sile sponsor olmuştu. Üç kuşak öğ- retmen bir ailenin aydınlığında ör- nek bir kutlama. Sanat kurumlan- mıza sahip çıkmanın, onlara destek olmanın örneği. www.evinilyasoglu.com Sanatçının 'Kırnıızı Horozlar ve Paçalı' adlı tablosu. Avcı 'nın doğa sevgisi Kültür Servisi - İsmail Avcı nın 78. kişisel sergisi olan 'Doğa Sevgisi' adlı resim sergisi bugün Karsu Tekstil Sanat Galerisi'nde açıhyor. 7 Mayıs'akadar görülebilecek olan sergide, sanat yaşamı boyunca, çahşmalannda ortamın yaygın imgelerinden çok, doğaya olan özlemini, hayvanlann gizemli dünyasmı resimlerine taşıyan sanatçının son dönem çalışmalan sunulacak. Sanatçının çeşitli tuval ve kâğıt üzerine yağlıboya, suluboya ve karakalem çalışmalanndan oluşan sergi hafta içi hergün 10.00-18.00, cumartesi günleri 11.00-17.00 saatleri arasında gezilebilecek. Kırklareli-Lüleburgaz Kepirtepe Köy Enstitüsü, Öğretmen Okulu ve Ankara Gazi Eğitim Enstitüsü'nde eğitim gören îsmail Avcı, Cumhuriyetimizin 50. yılında MEB adrna Bolu ve Ankara'da gençler arası resim ve 50. yıl afiş sergileri düzenledi. Bir süre yaşadığı Fransa'daki Louvre Müzesi'nde Cezanne ve Van Gogh'dan kopyalar hazırladı. 2003'te Cumhuriyetimizin '80. Yıl Sanat Etkinliği' özel projesini Kadıköy'de gerçekleştirdi. (0 212 288 33 89) Gürdal Duyar, çağdaş Türk heykelciliğinin en önemli adlarından biriydi Heykel ustasız kaldıKAYA ÖZSEZGtN Çok kimsenin. kendinden söz ettirmek için olur ohnaz fırsatlar yarattığı ve çoğu za- man da gülünç durumlara düş- tüğü bir hayat sahnesinde, bir köşeye çekilip mesleğinin onuruyla yetinme çabası için- de olanlardan biriydi Gürdal Duyar. Sağlığı elvermedığinden olacak. sergi açılışlanna da fazlaca katılmıyordu son za- manlarda. tnce yapısı ve gö- nül dostu olmanın verdiği se- vecenlik duygusuyla, yüzün- deki doğal gülümsemeyle, kokteyl kalabalığının arasın- dan sıynlıp çıkar, çevresinde- kilerle hafifçe şakalaşır, güzel bir espriyle ilgiyi bir anda ken- dı üzerine çeker, sahte iltifat- lardan titizlikle kaçınır, kendi kendine yeter bir insan olduğu izlenimini bir anda çevresine yayardı. Gürdal Duyar, 1940'lıyıllar- dan başlayarak günümüze uza- nan gelişme aşamalan içinde, heykel sanatının sıkı isimlerin- den biriydi. Heykel, denebilir ki onun başlıca varlık nedeniy- di. îşine tutkuyla bağhydı, ama bu tutku öyle sıradan bir sanat- çı imajının ürünü olmayacak ölçüde köklü idi. Onun 1970'lerinbaşındaye- rinden sökülüp kaldınlan hey- keli için karar verenlerin isım- leri bugün siyaset sahnesinden silinmiş durumda. Oysa. Gür- dal Duyar'ın Türk sanatındaki yeri dün olduğu gibi bugün de canlılığını koruyor ve bundan sonra da koruyacak. Kanımca, 'Güzel tstanbul' heykeli atıl- dığı Yıldız Parkfndan alınıp îstanbul'da ona yakışacak uy- gun bir yere dikılmelıdır. Araştırıcı yönü hep vardı Günümüzde artık ne yazık ki orta malı olma derekesine düşmüş görünen ve bir kesi- me dünyahk oluşturmanın ötesinde, soylu arayışlara im- kân tanımayan "anıtçılık" furyasına kapılmadı, bu furya- nın hep uzağında kalmayı bil- di Gürdal Duyar. Yaptığı anıt- lara da yeteneğinin temiz im- zasını koymayı başardı. Aka- demide Belling'ın atölyesin- den aldığı köklü eğitimi, bu eğitimle yetinmeyecek düzey- lere taşımanın ve hep araştırı- cı olarak kalmanın verdiği ay- ncalıklı bir noktaya götürme- yi başardı. Bu özelliği, heykelin gün- demden düşmemiş olan "kla- sik" disiplini olarak tanımla- sakbile. Duyar'ın işlerindebu disiplini yorumlamanın ka- zandırdığı değerler her zaman önceliklı bir yer alabilmiştir. Heykel sanatımızda önemli bir "usta"yı, hem de en ve- rimli olabileceği bir dönemın- de yitirdik. Usta sıfatının ayağa düşü- rüldüğü, her önüne gelene bu sıfatın bol keseden layık gö- rüldüğü bir aşamada, acaba Gürdal Duyar'ı bir başka sı- fatla mı nitelemek gerekiyor? İsterseniz ona, "işinin ehli" olan "soylu sanatçı" sıfatını yakıştırmakla yetinelim şim- dilik. Lki gün önce yitirdiğimiz değerli sanatçı Gürdal Duyar; bugün saat 11.00'de Beşiktaş Vişnezade Şairler Parkı'nda düzenlenecek törenden ve Teşvikiye Camisi'nde kılınacak öğle namazından sonra Zincirlikuyu Mezarlığı'nda toprağa _ verilecek. GÜZELtN ARDINDA BERTAN ONARAN Denktaş'ın Bilinci Nedir en zor şey; görmek, gözünün önündekini; demiş Goethe. Pekı, aslında çok kolay olması ge- reken bu iş neden güçleşmiş acaba? Çünkü, ger- çekte gören göz değil, can'dır; nitekim Türk halkı bunu cangözü sözüyle ölümsüzleştirmiştir. Peki, doğaötesi terim ve tanımları bir yana bırak- tığımıza göre, bilımsel açıdan can ne olabilir? Ka- lıtım da içinde, canlı varlığın insan türünün beynin- de biriktirdiği bütün bilgilerin toplamı. Nitekim, Av- rupa dilleri, bu bilgi toplamını anlatabilmek için bi- linç yerine, con-science (ortak-bilim) der; ortak-bi- lim ya da ortak-bilgi. Bakmayın aradaki laf kalabalığına, canlı variığı- nın asal amacı can'ını, ben'ini korumak ve sürdür- mektir; dolayısıyla, kaçinılmaz olarak ben - cil ol- mak zorundadır. Evrim, oluşturduğu bütün ara biçimleri saklıyor, hiçbir yapıyı kaldınp atmıyor; bu yüzden, canlı var- lıktaki yönetım merkezinin, beynin üç aşamasını saklamış insanda: En dipte sürüngen beyni, onun üstünde memeli hayvan, maymun beyni, ikisini de sarmalayan tüysüz maymun, insan beyni. Daha önce de yazdım, timsah, oluşmuş o ilk be- yin biçimiyle, yalnızcanını düşünür; aç kalırsa, yav- rusunu bile yer. Insansa, bu kadar ovündüğüne göre, canının, sı- kı sıkı bütün öbür vahık biçimlerininkıne bağlı bu- lunduğunu BİLMEK ve UNUTMAMAK zorundadır, ben buna, bılinçlı bencıllik diyorum. Mustafa Kemal de, Rauf Denktaş da bunun olumlu örnekleri: Canlarını koruyup sürdürebilmek için önce bir yurtlarının olması gerektiğini; bu top- rak parçası üzerinde, ortalıkta dolaşan bütün o düz- mece eşitlik, kardeşlik, hak, hukuk sözlerine karşın kendilerine yetecek kadar bağımsız ve özerk olma- lannın kaçınılmazlığını eksıksiz bilirler. Canlı varlık, ayrıca, acı dediğimiz ayrıştırıcı, da- ğrtıcı enerji biçiminden kaçar; haz adını verdiğimiz arttıncı, geliştirici enerji biçiminı arar. Ama bilinçli benc/'/'lerin haz arayışı, tanım gere- ği bilinçlidir: Bir yiyecek torbasına, bir cep telefo- nuna, bir koltuğa, bir katrilyona teslim olmazlar; canlarının, bu gezegenin ve üstündeki canlı cansız bütün varlıkların dirlik düzenlık barış içinde yaşa- malarına bağlı bulunduğunu bir saniye bile unut- mazlar - varsayımsal cennete gitmek için değil, bu- rada, şu anda mutlu yaşamak için. Sayın Denktaş, kendini bildi bileli yürüttüğü ay- dınlatma savaşımını geçen akşam Ceviz Kabu- ğu'unda da sürdürdü: Rumların oyunlarını, yalan- larını, Avrupa ve Amerikalıların aşağılık dümenleri- ni sabırla, birer birer gözler önüne serdi. Binlerce sayfalık Annan yutturmacasının ada ve anavatan Türkleri açısından taşıdığı tehlikeleri bilmem kaç kez anlattı. Ama canlarını bir avuç dolar ya da bir tutam ma- sal uğruna satmışlann bunu dinlemesı, anlaması, yola gelmesi olanaksız. Hulki bir ara çok yalın bir soru sordu: "Pekiefen- dim, üç eşeğin yaşadığı Kardak Kayalıklan Kıbns 'tan daha mı önemliydi? Onun için az kalsın Yunanis- tan'la savaşacaktık." Denktaş, olanca efendiliğiyle, bu sorunun kendi- sine değil, Ankara'daki sorumlulara(?) yöneltilme- si gerektiğini anımsattı. "1974 'ten sonraki bütünyöneticilerbize, Kıbns 'ın Tün\iye için çok önemli, vazgeçilmez olduğunu söy- lediler; bu uğurda savaşınz dediler. Şimdi eğer bu görüşü değiştirdiyseler, hiç boşuna kıvırtmasınlar, açıkça o görüşü bıraktık desinler; başınızın çaresi- ne bakın, desinler. Biz de boşuna uğraşmaktan vaz- geçer, kalkar anavatana göçeriz, adayı Yunanistan üzerinden AB'ye, ABD'ye bırakırız; hükümetimiz- den de, tıpkı Bulgar göçmenleri gibi, bize yaşaya- cak yer göstenvesini isteriz" dedi. 24 Nisan'daki oylama aslında, hem Türkiye'de- ki, hem Kıbrıs'taki Türklerın bilinçli benciller olup ol- madıklarını ortaya koyacak; öyleysek, yaşamaya hakkımız olacak; değilsek, yeryüzüne gerekli ol- madığımız belgelenecek. sbonaran < hotmail/yahoo.com ISTANBUL FILM FESTIVAÜNDE BUGÜN • EMEK SİNEMASI'nda 11.00'de 'Bir Şarkı Yetmez', 13 30da 'Ka>ıp Kucak', 16.00'da 'Tahta Kamera', 19.00'da Takım Elbise' ve 21.30da 'Profesyonel'. (0 212 293 84 39) • ATLAS SÎNEMASFnda 11.00'de 'Ağustos Güneşi', 13.30'da 'Kanb Altın', 16.00'da 'Ara'. 19.00'da 'Santiago'nun Günleri' ve 21.30'da 'Beyaz Kadına Dokunma!'. (0 212 252 85 76)) • StNEPOP SİNEMASI'nda 11.00'de 'Sihirli Eldivenler', 13.30'da 'Şeytana Karşı', 16.00'da 'Tuz', 19.00'da 'Güneşe Suikast', 21 30 da Düşüncelerdeki Aşk'. (0 212 251 11 76) • BEYOĞLU StNEMASI'nda 11 OO'de 'İnat Hikâyeleri', 13.30'da 'Anayurt Oteli', 16.00'da 'Küçük Özgürlük'. 19.00'da 'Kırmızı, Beyaz ve Blues (Blues 6)' ve 21.30'da 'tnşaat'. (0 212 251 32 40) • ATLAS 2'de 11.00'de 'Yeşil Kobra', 13.30'da 'Küçük Gariban Bashu', 16.00'da 'Etki Altında Bir Kadın', 19.00 da 'Kahramanlara Rahat Huzur Yok' ve 21.30'da 'Sonsuz Sokaklar'. (0 212 252 85 76) • REXX'te 11.00'de 'Elveda Sinema', 13.30'da 'Pupendo', 16.00'da 'Yeniden Sev Beni', 19.00'da 'Beton Aşklar' ve 21.30'da 'Marie ve Julien'in Hikâyesi'. (0 216 336 01 12) BUGÜN • AKM'de 20.00'de İDOB'dan 'La Traviata' operası. (0 212 251 56 00) • BOĞAZİÇİ ÜNtVERSİTESt ALBERT LONG HALL BİNASI'nda 19.30'da Şahan Azruni ve Emrecan Yavuz'un piyano resitali. (0 212 358 15 40) • CASMINE RESTAURANT-BAR'da 21.30'da Mehmet Gümüş'ün konseri. (0 212 660 77 51) • OKAN OtVERSİTESİ YAK.4CIK YERLEŞKESİ'nde 14.00'te Antonina Sverçevskaja'yı anma toplantısı. (0216452 42 $L)
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle