25 Kasım 2024 Pazartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
SAYFA CUMHURİYET 12 MART 2001 PAZARTESİ ARADABİR HÜSNÜ A. GÖKSEL Hırçınlık Hiç kimsenin, ama hiç kimsenin, dorukta mr- CD çınlık yapmaya hakkı olmadığının bilinmesinde"" sayısiz ülke yaran vardır. Pariamentoda gögsü- neyedığitekmeile "kalp yetmezSiğindenÇ)"öten milletvekili ve Milli Güvenlik Kuaılu'nda anaya- sayı önüne fıı I.Uıp "Nankör, seni bu üç kişi bu- raya getırd," diyebilen bakanı ile Cumhuriyet ça- tırdıyor. Vah Türkiyem, vah!.. Sevgili Atatürk'üm, ben senin "Mustafa Ke- malleryirmiyaşına -jr- diler" diye sevindiğin, kı- vandtğın, güvendiğin Kuşağın çocuğuyum. Ba- na emanet ettiğin Cumhuriyeti ancak bu kadar koruyabildim. Utanıyorum. özür dilemeye bile lü- zum yok. Utanıyorum. Başkalannı suçtamanın bir anlamı yok. Suçlu benim. Olan oldu. Türkiye kontrol edilemeyen bir hır- çınlık sonucu yıllarca geri gitti, geri götürüldü. Ar- tık hiçbir şey eskisi gibi otmayacak. Hırçınlık öy- lesine güçlü, öylesine denetim dışı idi ki bilinçal- tı baskılar ve duygusallık sarmalında ertesi gün- lere de sarktı. Meclis grubu toplantısında üstü kapalı olarak geçiştirilen "Cumhurbaşkanı'nın, komutanlann önünde yaptığı suçlamalannın al- tında yatan asıl nedeni düşünmek bile istemi- yonım" gibi bir rfade yaalı metinde var mıydı, yok- sa o sırada konuşanın denetimi dışında dilinin ucuna geldiği için mi söylendi, elbet bilem'ryo- rum. Hangisi olursa olsun, ne niyette olursa ol- sun, ne amaçla olursa olsun, keşke hiç söylen- memiş olsaydı. Boyie varsayımlar ocak başın- da çay içerken bir iki yakın dost arasında konu- şulabilir ancak. Neyse ki medya da bu sözierin üstünde durmadı. Ciddiye alınmadı galiba. Medyada günlerdir 19 Şubat patlamasının etik yönü ile ekonomiye vurduğu büyük darbe tartı- şılryor, irdeleniyor haklı olarak. Ekonomik sar- sıntı herkesi ilgilendirdiği, herkesi etkilediği için elbet çok önemli. Gerçek şu ki, herkesin sofra- sındaki ekmek küçüldü. Zaten zor olan yaşam koşullan otumsuz yönde etkitendi. Ekonomide de artık hiçbir şey eskisi gibi olmayacak. Ülkede eko- nomi boşlugu yaratıldı. Bu boşlukgeometrik hız- la büyür. Ve her boşluk gibi içini başka şeyler doh durur. Orta sınrftümüyte silinir, işsizlik ve açlık do- ğa yasalannı geçerii duruma getirir. Ekonomik boşlugun yanı sıra siyasal boşluk da oluştu. Sozcüklerin sihirine kapılıp "Hükümet işinin başındadır", "Gereken önlemleri alacak- tir" gibi demeçler siyasal boşluğun üstünü örte- miyor. Hükümetterin pariamentodan güven alma- sı, almış olması yetmiyor artık. Toplumun ülkeyi bu duruma getiren parlamentoya güveni kalma- dı ki onun güvenoyu verdigi hükümete güveni ol- sun. Evet neekonomide, ne siyasette hiçbirşey es- kisi gibi olmayacak. Bunun tersini düşünenter ken- dilerini kandımnış oluriar sadece. Ve insan bir kez kendini kandınnca bir daha gerçeği görme şansınıyakaiayamazartık.GruptopiantısındaBaş- bakan kürsüye çıkıncaya kadar kendisinı coşku ile alkışlayanlar onun hangi davranışını ya da ut- kusunu alkışlıyortardı acaba! "A// the Kings men..." Lewis CarroU'un "Alice Harikalar Ülkesinde" krtabını bilirsiniz. Duvann üstünde oturan biryu- murta vardır. "Hempty Dumpty"ö\T onun adı. Düşer ordan aşağıya bir gün. Düşünce ne ola- cağı belli elbet. Kralın tüm adamlan ve atlan top- laşırtar. Ama onu bir daha eski durumuna geti- remezler. O coşkulu, ayakta bitmek bilmeyen al- kışlar, belki de kendilerini atayana karşı son te- şekkürieri idi, kimbilir. O Başbakan Yardımcı- sı'nın, Cumhurbaşkanı'na söylediği yakışıksız sözlerte "minnet ve şükran borcunu " ödeme fır- satını kaçırmamış olması gibi. Ya ağlayanlara ne demeli! "Ağla gözüm ağla, hicran yaraşır..." Tepede ve tabandaki bunalıma ekonomik ve siyasal boşlukların getirdiği koşullar da eklendi. Cumhuriyet çatırdıyor. Bir toplumda, tepede ve tabandaki bunalımlara olumsuz ekonomik ve si- yasal koşuilann eklenmesi toplum için çok cid- di, iç karartıcı bir gostergedir. Peki şimdi ne olacak?.. Bugünkü koşullarda paıiamento ve hükümet, ömrünü tamamlamış go- rüntüsü veriyor. Toplum yasalan geçeriiliğini gös- terirse, yakın getecekte gerek pariamentonun, ge- rekse hükümetin yenilenmesi gündeme gelebi- lir. Vakit yitirmeden, yasalarda yapılacak gerek- li değişikliklerie parti liderierinin diktasından kur- tulmuş, özgüriükçü, pariamenter, çağcıl demok- rasiye yumusak geçişi sağlamaya çalışmak her yurtseverin amacı ve görevi olmalıdır. Bu arada "dönülmezakşamın ufkuna" varmadan, "çekil- sek izzet-i ikbal ile bab-ı hükümetten", bu yumusak geçişe yardımcı olur mu diye de geç- miyor değil insanın aklından doğrusu. O L A Y L A R V E G O R U Ş L E R olay.gomswcumhuriyet.com.tr ve Sosyal Demokratlann Son Şansı ;CI Emekli Öğretim Üyesi HavaCELL Hep de """ A İ merikaBirleşikDev- ğ^ Jp letleri'ndeyıÜannsa- "~"~m ^ L yısına göre olgunluk J^^^L yaşına gelmiş bir ki- # ^ şi, yaşına uygun ol- ^ L .^L» gurilukta davranma- dığı y3man) ona "KoJejü yınanndaki gibi davranryorsun" diye sitem edilir (Burada kolej üniversite anlamına- dır). Sayın Deniz Baykal CHP'yi yö- netirken hâlâ üniversite yıllanndaki tutku ve davranışlanyla etrafinı ür- kûtmeye devam ededursun, CHP'yi kendisinin örnek alıp da uygulaması- nı yanhş yapüğı ŞeyhEdebai'nin "Ey oğul,geçhnsizlikier, çaüşmalar, anlaş- mariıkfar bize, adalet ve bağıştamak sana" sözlerinin içeriği gibi yönet- mediği ortamda Türkiye'deki sosyal demokratlar büyük bir sorumluluk al- tındadırlar. Sanınz bu sorumluluSun büyük birbölümü de Sayın ErdalInö- nü'nünpayınadüşmektedir. CHP'nin Deniz Baykal'ın yönettiği gibi yöne- tilmesini istemeyenler haklı olarak Erdal înönü liderliğinde yeni bir olu- şumun başlatılması çabasındadırlar ama.. înönü karar vermek için kılı kırk yarmaktadır. tnönü'nünbelkiken- dine özgü nedenleri vardn" ama, bu sorumluluk öyle omuz silkeleyip de "Benüçüırökttabıındarnuhalefetva- pıyorum" diyerek üzerinden atabıle- ceği bir şey değildir. Bu güzel ülke ve onun temiz insan- lan bir sürü sorumsuz politikacınuı beceriksizlikleri yüzünden çok, hem de çok kötü yönetümektedir. Ipler el- den çıkmıştır ve artık bu iplerin çahş- kan, yetenekli, dürüst ve de ülke sev- gisini en üst düzeyde duyan ve yaşa- yan insanlar tarafından tutulması ge- rekmektedir. Bunun tersine, biz bun- dan da kurtuluruz felsefesi ile gjder ve temel değışiklikler yapmayarak ken- dimizi aldatmaya devam edersek şim- diye değin olduğu gibi bundan sonra da bir ileri iki geri temposuyla yolu- muza devam ederiz. Tabii kı bu yol- da gideriz ama.. işte kırk yıl nasıl git- tiysek öyle gideriz... Kesin olan bir şey var ki o da bu ülkenın, doğası, kaynak- lan ve diğer potansiyelleriyle, bulun- duğu noktadan çok daha ileride ol- ması gerekirdi. Bugünkü durumun baş sorumlusu Türkiye'yi kırk yıldır yöneten, kişisel çıkarlann hep önde tutulduğu sağ po- litikacılar grubudur. Bunlar salt Türkiye'yi kötü yönet- mekle kalmamışlar, ayru zamanda, il- kelerini topluma hizmet ideali teme- line oturtmuş sosyal demokrat olu- şum için; onlar komünisttir, dinsiz- dir, kâfırdir gjbi söylemleri yayarak hal- kımızı düşünsel olarak zehirlemişler- dir. Böylece sosyal demokrasinin halk arasında anlaşılması da oldukça zor- laşmıştır. Bu söylemleT dogmatik söy- lemlerdi ve halka aksini kanıtlamak çok zordu. Şu anda, Türkiye'deki sosyal demokratlar lidersizlikten kaynakla- nan bir parçalanmışhğın düş krnklı- ğı ile politikaya karşı küskünlük için- dedirler. Her ne kadar, bu insanlann büyük bir bölümü son seçimlerde umutlannı Sayuı BûkntEcevit'e bağ- layarak oylannı ona venp ıktidara ge- tirdiyse de Ecevit, beklentileri yanıt- layamamış ve düş kınklığı daha da derinleşmiştir. Son seçimlerde Ecevit'in CHP'yi parçalama çabalan başanya ulaşmış ve Deniz Baykal'uı da yardımıyla hem CHP'nin kaleleri olan büyükşehir be- lediye başkanlıklan yitirihniş hem de CHP, parlamento dışında kahnıştn-. Her neyse, şimdiye değin olan ol- muş, yiten yitmiş ve bugüne gelin- miştir. Artık sosyal demokratlar doğ- ru yolu bulmak zorunluluğundadır- lar. Şu an CHP'deki en önemli sorun Udeıük sorunudur. Bu nedenle, ilk önce CHP'deki bu sorun çözülmelidir. Artık sosyal de- mokratlar herkesin istediği yetenek- li, sağlıklı, dengeli, dürüst, güvenilir, karizmatik ve de îngihzceyi çok iyi bi- len mükemmel bir liderin çevresinde toplanmak zorundadırlar. Ingiliz Işçi Partisi lideri Tony Blair seçilmeden önce partinin ileri gelen- leri bir araya gelerek önce seçilecek liderin taşrması gereken özelliklerini ortaya koydular ve sonra da bu özel- likleri kişilere giydirmeye çahştılar.. elbise en güzel Tony Blair'e uyduğu için onu parti başkanı yaptılar. Bu se- çimde kişiler hiç de önemsenmemiş- ti; çünkü önemli olan parti ve parti- nin kazanmasıydı.. kişiler değil. Thafc- ber ve Major'ın on iki yıllık iktidan büyük bir çoğunluk ile ancakböyle yı- kılabilmişti. CHP de buna benzer bir yöntemle kendisine böyle bir lider seçmelidir.. aksi takdirde gelecek se- çimler yeni bir hüsran olabilir. Çok enteresandır, Sayuı Deniz Bay- kal'uı, bir liderin sahip olması gere- ken birçok özelliği taşımasına karşrn heyecaruna yenümesi onu birkaç kez başansızlığa uğratmıştrr. Ama o bun- lardan hâlâ ders almamış görünüyor ki partininbaşına geldikten sonra par- ti içi kargaşa yeniden başladı. Ne ya- zık ki bu. büyük bir eksikliktir. Geçim- siz üısanuı arkasından hiç kimse git- mez. Çünkü onlar başkalanna güven vermezler. Güven ise bir liderde olma- sı gereken önemli bir özelliktir. Bay- kal'ın bu tutumuyla istatistikler öyle gösteriyor ki.. CHP Baykal ile bir da- ha parlamentoya giremeyecektir. Sa- yuı Baykal anlayış ve özveri gösterir- se ilerde kendisine büyük şans tanı- mış olur. Durum öyle gösteriyor ki, şu anda Türkiye'deki sosyal demokrat toplu- mu bir araya getirecek tekkişinin Sa- yın Erdal Înönü olduğu inkâr edilemez. Halk bunu büyük bir özlem içinde beklemektedir ve Sayın Înönü buna po- zitif bir yanıt vermek durumundadır. Çünkü sosyal demokrat birliğin baş- ka bir şansı kalmamıştır. Ulus bu bir- lik ve dengeye acıkmıştır. Aynca böy- le bir girişim düşkınklığı içinde olan her Türk yurttaşuıı peşinden sürükle- yecektir. Işin acıklı yönü, çevremize şöyle bir baktığunızda bu birlik ve dengeyi sağlamanın başka bir seçene- ği de yok gibi. Yani, Sayın Erdal Înö- nü'nün bayrağı ele alıp öne düşmesin- den başka çare yoktur. Kendisiyle yaptığımız bir görüşme- den anlaşıldığı kadarıyla Sayuı înönü bu konuda pek istekli görünmüyor. înönü'nünbu çağnyı kabul etmek zo- runluluğu vardır. Bu, onun için tarih- sel ve ulusal bir sorumluluktur. îsmet înönü'nün oğlu ohnak bu sorumlulu- ğu ona hakh olarakyıkmaktadır. "Ben ûçûncfi kitabunda muhalefetimi ya- IMyonun" demek onu bu sorumluluk- tankurtarmaz. Saynı înönü bunu cid- di bir biçimde düşünmek zorundadır. Ama Sayuı Înönü bu yeni oluşumun başı olmamakta direnirse, en azından yaklaşık bir seçenek olan, yine onun açık desteği ile, yukan da saydığım özelliklere sahip, yani Tony Blair' in seçiliş yöntemiyle seçihniş, yıpran- mamış bir kişinin çevresinde toplan- mak da bu gırişimi hedefine ulaştu^- bilir. Ve, beylerbu sizin son şansuıız- dır. Bir 'Enflasyon' Araştırması! B Ikılkanlar'dan iielir. 5 TURKCELL UlküAYVAZ endeniz sokak- ta hep rastgel- diğinızvurttaş- lardanbiriyim. Sinemalara, ti- yatrolara giderim. Şiir okur, anneme, dostlanma mektuplar yazanm. Ön- celeri düş de görürdüm, ne olduysa ansızuı kesil- di düşler, uykuya dahna- dan türlü planlar kursam da yararsız. Yakınlanm, düşlerin kesilmesini ha- zımsızhga bağhyorlar, bol bol yürüyüş öneriyorlar. Oysa son aylarda "me- mur" yürüyüşlerinde o kadar yol kat ettim ki, ayakkabım ayağıma düş- man oldu. Yine de düş gö- remedim. Dün gece ansızmbirdüş görmeyeyim mi? Çeşme- lerden âb-ı hayat akmı- yordu, hayır. huriler gıl- manlar da gezinip durmu- yordu öyle! Nerede o şans bende. Düş şöyleydi: Yük- sek mi yüksek bir duvar var idi. Hepsi bu. Duvann üzerine oyma yazılarla "enflasyon" yazılmıştı. Bunu, hayatımın yön değiştireceğine dair bir işaret sayıp kollan sıva- dım. Yıllar yılı hep işitti- ğimiz tuhaf bir melodisi olan bu sözcük ne anla- ma geüyordu? Geçim der- diyle, parayla, sizin ve biz 17. dereceden memurlar ile yakın ilgisi açıktı. Am- ma neydi bu? Nereden ge- lip nereye gidiyordu? Bi- zim ülkemızın havasına suyuna mı kanşmıştı? Düşlerimizi bile işgal eden bu sözcüğü hangi rüzgâr sûrüyüp getirmişti. Kollan sıvadım, tıpkı birhafîye gibi peşine düş- tüm garip melodisi olan sözcüğün. Hemen TBMM kütüp- hanesine gittım. Memura şöyle dedim: "Enflasyon üzerine yazümış ve de çi- zflmişnevarsa,okuyup ez- bo-edeceğim.'' Adam, tu- haf tuhaf yüzüme baktı. 120 adetkitap koydu önü- me. Meğer ne büyük söz- cükmüş bu. (Doğrusu iyi yere mesken kurmuştum. Bir defa bu TBMM kü- tüphanesi sıcakü. Koltuk- lan insanı uykuya davet ediyordu. Dahası burada profesör kaynıyordu. Ben de onlardan biriydim işte.) Çevredekilerin tuhafba- kışlanna aldırmayıp baş- ladım araşürmaya. Meğer "enflasyon", ıktısatta *pa- raarztnm,parasalgelirie- rin ya dafiyatianntoplu- caarüşı''dernekmı§. "Top- hıca artışı" biz de biliyo- ruz zaten. Durun durun, bu işin başlangıcı daha. Sevi- nelim diye bir tümcede Ujplamışlar sözümona an- Snı. Bu tümcenin anlamı aa yok ya, neyse... Bakın bu "enflasyon", David Hume adında bir adama kadar uzanıyor- muş; yani "miktar kura- muun" kökleri uzanıyor- muş 18. yüzyıla dek. Bu adama göre "Fivat dûze- yi para miktannca beür- lenryormuş". Hani cebımizdeki para miktan var ya, yani var sayalım canun. işte para mıktanrun, yaptığınız yıl- lık harcamarun "değerine oranı", ücret ödemelerin sıkhğı, tasarruf ve alışve- riş ahşkanlıklan gibi et- menlerce behrieniyormuş. Demek ki, bu durumda hükümet ve onlaruı adam- lan haklı. Ücretleri, efen- dim, ne olursa olsun dü- zenli ödedikleri için "enf- bsyon" oluyor. Yani kaba- hat bizde, en başta biz 17. dereceden memurlarda. Çünkü, "bu etmenler değişmedikçe,fiyatduze- yi para arzryla doğru, ûre- timin fizikselhacmiyie ters orantn olacaknr". Bunu bıraz düşünmeli derken, bu kuramın son- raları "gözden düştüğö- nü" okudum. I. ve D. Dün- ya savaşlan arasındaki dö- nemde, öne sürülen deği- şiklikler kat kat başka de- ğışikliklergösterince "göa- dendüşmüş". Pekâlâ gözden düşün- ceye kadar geçen zaman- da 17. dereceden memur- lara enflasyon hakkrnda nelersöylemişler? İşte bu- nu açıklayan tek sanra rast- layamadım! Aman Tannm, inanıl- maz şey. Bukuram hani şu "gözden düşen" miktar kuramı, 1950'ler ve 1960'larda, bazı adamlar- ca "inceletUmiş"! Bu adamlar, MFriedman ile Chicago Üniversitesi ikti- satçılanymış. Şu"incdnlnıişvoruma" doğrusu hayran olmamak elde değil. Bu iktisatçıla- nn asıl iddiası, parasal ge- lirdeki değişikliklerin, farklı aralıklarla para ar- zındaki kısa dönemli de- ğişiklikleri izlediği ve do- laşun hızının (bir ölçüde para arzına bağlı olarak dalgalanmasına karşın) özellikle uzun dönemde oldukça'istikrart" oldu- ğuymuş! Zorbirkonutabii.. "ln- ceince" duşünecegiz elbet! J31 Keynes, resmine ba- kıyorum da sevimli gö- rünmeye çahşan bir adam. Biz 17. dereceden kişi- lere hiç benzemiyor. Ce- bi dolar dolu besbelli, cin gibi "sağ" tarafa bakıyor. Resim sadece yüzünü gös- teriyor göstermesine ya, sanki yüksekbiryerde otu- ruyor. Keynes Bey, dur- muş oturmuş bir adam iz- lenimi bıraktı bende. Bay Keynes'in annesi de babası da kendisi gibi Cambridge Üniversitesi mezunu. Yokluk görme- mişçokşükür. 1929'daki büyük bunalımdan önce, tersane, dokuma ve kö- mür madeni işçileri ara- sındaki işsizliğe çareler üretmiş kendince. Aferim adama doğrusu. (Yine er- ken karar verdik tabii.) Keynes'in hısımlanna göre Uluslararası Para Fo- nu (IMF) ile Dünya Ban- kası'nuı "mRD" kunılu- şu "kuşkusuz" suf Key- nes'in düşüncesinden de- ğil, ABD Maliye Bakan- lığı'nnı tutucu kuramlan- nın damgasını taşıyormuş. Akıllı adamuı hali baş- ka elbet, Keynes Bey, 1925'te hisse senedi spe- külasyonundan büyük bir "gefir" elde edip gösteriş- li bir yaşam sürmeye baş- lamış Londra'da. Boş dur- mamış.. bu ara sol eğüim- li dergi ve gazetelere yaz- dığı makaleler ona büyük ün sağlamış. Keynes Kuramı'na gö- re "Tüketicüer,getirierin- deld her arnsın değişmez bir oranınıharcama egüi- mi"ndeymiş. Bu yüzden gelir ile tüketim harcama- lan arasında "tahmin edi- lebilir" büyüklükte "bir farkvar"mış. "Ulusal ge- lir düzeyinisağiamak" öy- le göründüğü kadar zor değil, korkmayın. Şöyle:" Ulusal getir dü- zeyinisagamakvesürdür- mekiçin,ruketimeyöneKk olmayan mal ve hizmet harcamaiannıboşhığudc*- duracakdüzeydesabhieş- tirmek" yeterlı oluyor! Kuramm enflasyonu açıklamaya yönelik en önemli "sav"ı konusun- da, "Bu olgununbütünüy- le, tam istihdam düzeyin- de üretflebüecek mal ve hizmet miktanndan daha fazla saün atana cabasın- dan kaynaklandiğıdır!" deniliyor. Ah şu satın al- ma hastalığı! Herbelanın altında bu var. Bir de maöyet enflasyo- nu kuramı var: "îşsizlik- leficretarüşlanters oran- ütadn-." Bunu öne süren, doğrusu, dürüst biri: A-W. Philips. Adında zaten bir asalet var. Yiğidin hakkı yiğide, cesaret de var. Bizim Philips'e göre "ücretffler"ile"kârgeB- ri sahipleri" ürettikleri- nin toplam değerinden da- ha fazla gelir elde etmeye çalışıyorlar. (Tam istih- dam düzeyinde ama.) Do- layısıyla bu iki grup aynı anda mutlu olamıyorlar. Ücretliler hoşnut değilse, ücret arnşı talep ederler, di- yor Phillips. Sonra diyor ki, ücret artışı için; "Top- lu pazarhksüredndeişve- renler, bu talepleri kısmen de olsa kabul ederler ve başlangıçta kârlarm düş- mesinegözyumarlaıf Ge- çici bir göz yumuş tabii. Daha sonra, yükselen ma- liyetleri karşılamak için fıyatlan arttınr ve kârla- nnı yeniden eski düzeyi- neçıkanrlar! Buyurunba- yanlar, baylar! Ücretliler geri kalır mı, fiyatlar ar- tuıca, ücretlüerin reel ge- lirleri düştüğü için, tutup yeniden zam istiyorlar. 1970'ler ve 8O'lerdeki durgunluk dönemlerinde gerçekleşen hızh ücret enf- lasyonu, yüksek de olsa siyasalbaknndan katiana- bflecekbir ışsızlık düzeyi- nin enflasyonu azaltacağı ya da sona erdireceği yo- lunda kimiçevreleree bes- lenen umutlan sarstı. İşte Phillips'in sonu böyle. Bir de "Yapısala Kuram" var. îlgili kuram, Phillips'ten etkilenmiş ama, besbelli "umutlan sarsmanuş".. yani kimi çevrefcrin umutlannı. Ku- rama göre zamanımızda "en zayıfkonumdakBerin dtşmda", bütün ücretlile- rin parasal ücretleri ister is- temez arnyor. Bunu gös- terilen güçjü dirence bağ- hyorlar. Ücretlerdeki artış, enf- lasyonun temel nedeni olu- yor böylece! TBMM kütüphanesini terk etmekten başka da çı- kar yol yoktu. Çıkıp kar- h sokaklara vurdum ken- dimi. 17. dereceden me- murlar yine direnişteydi- ler. Para istiyorlardı. On- lar nereden bılecek, her aldıklan kuruş, enflasyo- nun tepelere çıkmasma neden olacak. Herkesi de kütüphanelere sokamaz- sınızki! Aradan günlergeçti. So- nunda namuslu bir enflas- yon yorumu buldum: Bu namuslu adamuı satırlan 17. dereceden memurlann arasına kattı beni. MarksistKuram: Mark- sist iktisat kuramı, enflas- yonun, gelir dağılımını yönlendirici ve sermaye birikimini destekleyici bir işlev gördüğünü öne sürer. Fiyatiann sabit olduğu ko- şullarda ücretler artarsa kâr oranı düşer. Bu du- rumda kapitalistler, mal- lann fıyatlannı arttırarak ücretlilerle aralanndaki bölüşümü yeniden eski konumuna getirirler. Bü- tün fiyatlar aynı anda art- bnldığı için göreli fiyat- lar değişmez. Enflasyon aynı zamanda kâr oranın- daki düşme eğılimini ön- lemenin bir aracıdn-. Sö- mürü oranı yükseltilemi- yorsa, artan yatmmlar kâr oranının düşmesine yol açar. Bu durumda kapita- listler, fıyatlan yükselte- rek reel değerinin düşme- sini sağlarlar. Böylece sa- bit sermayenin değişken sermayeye oranındaki (ya- ni sermayenin organik bi- leşimindeki) arnşın olum- suz etkisini tüketiciye yan- sıtma olanağı bulurlar. DUC Tarih onyedi sıfıraltı Milyonlarca öğrencinin heyecanlo beklediği . ' bir tarih, 17 Haziran 2001. Sınav maratonunda öğrencilere rehber olacak bir program tv8'de başlıyor. "Tarih onyedi sıfıraltı" Cihat Şener, sınavlarda başarılı olmonın yollorını anlatıyor. hafta ici her gün
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle