Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
- 2024
- 2023
- 2022
- 2021
- 2020
- 2019
- 2018
- 2017
- 2016
- 2015
- 2014
- 2013
- 2012
- 2011
- 2010
- 2009
- 2008
- 2007
- 2006
- 2005
- 2004
- 2003
- 2002
- 2001
- 2000
- 1999
- 1998
- 1997
- 1996
- 1995
- 1994
- 1993
- 1992
- 1991
- 1990
- 1989
- 1988
- 1987
- 1986
- 1985
- 1984
- 1983
- 1982
- 1981
- 1980
- 1979
- 1978
- 1977
- 1976
- 1975
- 1974
- 1973
- 1972
- 1971
- 1970
- 1969
- 1968
- 1967
- 1966
- 1965
- 1964
- 1963
- 1962
- 1961
- 1960
- 1959
- 1958
- 1957
- 1956
- 1955
- 1954
- 1953
- 1952
- 1951
- 1950
- 1949
- 1948
- 1947
- 1946
- 1945
- 1944
- 1943
- 1942
- 1941
- 1940
- 1939
- 1938
- 1937
- 1936
- 1935
- 1934
- 1933
- 1932
- 1931
- 1930
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
SAYFA CUMHURİYET 12 MART 2001 PAZARTESİ
ARADABİR
HÜSNÜ A. GÖKSEL
Hırçınlık
Hiç kimsenin, ama hiç kimsenin, dorukta mr- CD
çınlık yapmaya hakkı olmadığının bilinmesinde""
sayısiz ülke yaran vardır. Pariamentoda gögsü-
neyedığitekmeile "kalp yetmezSiğindenÇ)"öten
milletvekili ve Milli Güvenlik Kuaılu'nda anaya-
sayı önüne fıı I.Uıp "Nankör, seni bu üç kişi bu-
raya getırd," diyebilen bakanı ile Cumhuriyet ça-
tırdıyor. Vah Türkiyem, vah!..
Sevgili Atatürk'üm, ben senin "Mustafa Ke-
malleryirmiyaşına -jr- diler" diye sevindiğin, kı-
vandtğın, güvendiğin Kuşağın çocuğuyum. Ba-
na emanet ettiğin Cumhuriyeti ancak bu kadar
koruyabildim. Utanıyorum. özür dilemeye bile lü-
zum yok. Utanıyorum. Başkalannı suçtamanın bir
anlamı yok. Suçlu benim.
Olan oldu. Türkiye kontrol edilemeyen bir hır-
çınlık sonucu yıllarca geri gitti, geri götürüldü. Ar-
tık hiçbir şey eskisi gibi otmayacak. Hırçınlık öy-
lesine güçlü, öylesine denetim dışı idi ki bilinçal-
tı baskılar ve duygusallık sarmalında ertesi gün-
lere de sarktı. Meclis grubu toplantısında üstü
kapalı olarak geçiştirilen "Cumhurbaşkanı'nın,
komutanlann önünde yaptığı suçlamalannın al-
tında yatan asıl nedeni düşünmek bile istemi-
yonım" gibi bir rfade yaalı metinde var mıydı, yok-
sa o sırada konuşanın denetimi dışında dilinin
ucuna geldiği için mi söylendi, elbet bilem'ryo-
rum. Hangisi olursa olsun, ne niyette olursa ol-
sun, ne amaçla olursa olsun, keşke hiç söylen-
memiş olsaydı. Boyie varsayımlar ocak başın-
da çay içerken bir iki yakın dost arasında konu-
şulabilir ancak. Neyse ki medya da bu sözierin
üstünde durmadı. Ciddiye alınmadı galiba.
Medyada günlerdir 19 Şubat patlamasının etik
yönü ile ekonomiye vurduğu büyük darbe tartı-
şılryor, irdeleniyor haklı olarak. Ekonomik sar-
sıntı herkesi ilgilendirdiği, herkesi etkilediği için
elbet çok önemli. Gerçek şu ki, herkesin sofra-
sındaki ekmek küçüldü. Zaten zor olan yaşam
koşullan otumsuz yönde etkitendi. Ekonomide de
artık hiçbir şey eskisi gibi olmayacak. Ülkede eko-
nomi boşlugu yaratıldı. Bu boşlukgeometrik hız-
la büyür. Ve her boşluk gibi içini başka şeyler doh
durur. Orta sınrftümüyte silinir, işsizlik ve açlık do-
ğa yasalannı geçerii duruma getirir.
Ekonomik boşlugun yanı sıra siyasal boşluk da
oluştu. Sozcüklerin sihirine kapılıp "Hükümet
işinin başındadır", "Gereken önlemleri alacak-
tir" gibi demeçler siyasal boşluğun üstünü örte-
miyor. Hükümetterin pariamentodan güven alma-
sı, almış olması yetmiyor artık. Toplumun ülkeyi
bu duruma getiren parlamentoya güveni kalma-
dı ki onun güvenoyu verdigi hükümete güveni ol-
sun.
Evet neekonomide, ne siyasette hiçbirşey es-
kisi gibi olmayacak. Bunun tersini düşünenter ken-
dilerini kandımnış oluriar sadece. Ve insan bir
kez kendini kandınnca bir daha gerçeği görme
şansınıyakaiayamazartık.GruptopiantısındaBaş-
bakan kürsüye çıkıncaya kadar kendisinı coşku
ile alkışlayanlar onun hangi davranışını ya da ut-
kusunu alkışlıyortardı acaba!
"A// the Kings men..."
Lewis CarroU'un "Alice Harikalar Ülkesinde"
krtabını bilirsiniz. Duvann üstünde oturan biryu-
murta vardır. "Hempty Dumpty"ö\T onun adı.
Düşer ordan aşağıya bir gün. Düşünce ne ola-
cağı belli elbet. Kralın tüm adamlan ve atlan top-
laşırtar. Ama onu bir daha eski durumuna geti-
remezler. O coşkulu, ayakta bitmek bilmeyen al-
kışlar, belki de kendilerini atayana karşı son te-
şekkürieri idi, kimbilir. O Başbakan Yardımcı-
sı'nın, Cumhurbaşkanı'na söylediği yakışıksız
sözlerte "minnet ve şükran borcunu " ödeme fır-
satını kaçırmamış olması gibi. Ya ağlayanlara ne
demeli! "Ağla gözüm ağla, hicran yaraşır..."
Tepede ve tabandaki bunalıma ekonomik ve
siyasal boşlukların getirdiği koşullar da eklendi.
Cumhuriyet çatırdıyor. Bir toplumda, tepede ve
tabandaki bunalımlara olumsuz ekonomik ve si-
yasal koşuilann eklenmesi toplum için çok cid-
di, iç karartıcı bir gostergedir.
Peki şimdi ne olacak?.. Bugünkü koşullarda
paıiamento ve hükümet, ömrünü tamamlamış go-
rüntüsü veriyor. Toplum yasalan geçeriiliğini gös-
terirse, yakın getecekte gerek pariamentonun, ge-
rekse hükümetin yenilenmesi gündeme gelebi-
lir. Vakit yitirmeden, yasalarda yapılacak gerek-
li değişikliklerie parti liderierinin diktasından kur-
tulmuş, özgüriükçü, pariamenter, çağcıl demok-
rasiye yumusak geçişi sağlamaya çalışmak her
yurtseverin amacı ve görevi olmalıdır. Bu arada
"dönülmezakşamın ufkuna" varmadan, "çekil-
sek izzet-i ikbal ile bab-ı hükümetten", bu
yumusak geçişe yardımcı olur mu diye de geç-
miyor değil insanın aklından doğrusu.
O L A Y L A R V E G O R U Ş L E R olay.gomswcumhuriyet.com.tr
ve Sosyal Demokratlann Son Şansı
;CI Emekli Öğretim Üyesi
HavaCELL
Hep de
""" A İ merikaBirleşikDev-
ğ^ Jp letleri'ndeyıÜannsa-
"~"~m ^ L yısına göre olgunluk
J^^^L yaşına gelmiş bir ki-
# ^ şi, yaşına uygun ol-
^ L .^L» gurilukta davranma-
dığı y3man)
ona "KoJejü yınanndaki
gibi davranryorsun" diye sitem edilir
(Burada kolej üniversite anlamına-
dır). Sayın Deniz Baykal CHP'yi yö-
netirken hâlâ üniversite yıllanndaki
tutku ve davranışlanyla etrafinı ür-
kûtmeye devam ededursun, CHP'yi
kendisinin örnek alıp da uygulaması-
nı yanhş yapüğı ŞeyhEdebai'nin "Ey
oğul,geçhnsizlikier, çaüşmalar, anlaş-
mariıkfar bize, adalet ve bağıştamak
sana" sözlerinin içeriği gibi yönet-
mediği ortamda Türkiye'deki sosyal
demokratlar büyük bir sorumluluk al-
tındadırlar. Sanınz bu sorumluluSun
büyük birbölümü de Sayın ErdalInö-
nü'nünpayınadüşmektedir. CHP'nin
Deniz Baykal'ın yönettiği gibi yöne-
tilmesini istemeyenler haklı olarak
Erdal înönü liderliğinde yeni bir olu-
şumun başlatılması çabasındadırlar
ama.. înönü karar vermek için kılı
kırk yarmaktadır. tnönü'nünbelkiken-
dine özgü nedenleri vardn" ama, bu
sorumluluk öyle omuz silkeleyip de
"Benüçüırökttabıındarnuhalefetva-
pıyorum" diyerek üzerinden atabıle-
ceği bir şey değildir.
Bu güzel ülke ve onun temiz insan-
lan bir sürü sorumsuz politikacınuı
beceriksizlikleri yüzünden çok, hem
de çok kötü yönetümektedir. Ipler el-
den çıkmıştır ve artık bu iplerin çahş-
kan, yetenekli, dürüst ve de ülke sev-
gisini en üst düzeyde duyan ve yaşa-
yan insanlar tarafından tutulması ge-
rekmektedir. Bunun tersine, biz bun-
dan da kurtuluruz felsefesi ile gjder ve
temel değışiklikler yapmayarak ken-
dimizi aldatmaya devam edersek şim-
diye değin olduğu gibi bundan sonra
da bir ileri iki geri temposuyla yolu-
muza devam ederiz. Tabii kı bu yol-
da gideriz ama.. işte kırk yıl nasıl git-
tiysek öyle gideriz... Kesin olan bir şey
var ki o da bu ülkenın, doğası, kaynak-
lan ve diğer potansiyelleriyle, bulun-
duğu noktadan çok daha ileride ol-
ması gerekirdi.
Bugünkü durumun baş sorumlusu
Türkiye'yi kırk yıldır yöneten, kişisel
çıkarlann hep önde tutulduğu sağ po-
litikacılar grubudur.
Bunlar salt Türkiye'yi kötü yönet-
mekle kalmamışlar, ayru zamanda, il-
kelerini topluma hizmet ideali teme-
line oturtmuş sosyal demokrat olu-
şum için; onlar komünisttir, dinsiz-
dir, kâfırdir gjbi söylemleri yayarak hal-
kımızı düşünsel olarak zehirlemişler-
dir. Böylece sosyal demokrasinin halk
arasında anlaşılması da oldukça zor-
laşmıştır. Bu söylemleT dogmatik söy-
lemlerdi ve halka aksini kanıtlamak çok
zordu. Şu anda, Türkiye'deki sosyal
demokratlar lidersizlikten kaynakla-
nan bir parçalanmışhğın düş krnklı-
ğı ile politikaya karşı küskünlük için-
dedirler. Her ne kadar, bu insanlann
büyük bir bölümü son seçimlerde
umutlannı Sayuı BûkntEcevit'e bağ-
layarak oylannı ona venp ıktidara ge-
tirdiyse de Ecevit, beklentileri yanıt-
layamamış ve düş kınklığı daha da
derinleşmiştir.
Son seçimlerde Ecevit'in CHP'yi
parçalama çabalan başanya ulaşmış
ve Deniz Baykal'uı da yardımıyla hem
CHP'nin kaleleri olan büyükşehir be-
lediye başkanlıklan yitirihniş hem de
CHP, parlamento dışında kahnıştn-.
Her neyse, şimdiye değin olan ol-
muş, yiten yitmiş ve bugüne gelin-
miştir. Artık sosyal demokratlar doğ-
ru yolu bulmak zorunluluğundadır-
lar. Şu an CHP'deki en önemli sorun
Udeıük sorunudur.
Bu nedenle, ilk önce CHP'deki bu
sorun çözülmelidir. Artık sosyal de-
mokratlar herkesin istediği yetenek-
li, sağlıklı, dengeli, dürüst, güvenilir,
karizmatik ve de îngihzceyi çok iyi bi-
len mükemmel bir liderin çevresinde
toplanmak zorundadırlar.
Ingiliz Işçi Partisi lideri Tony Blair
seçilmeden önce partinin ileri gelen-
leri bir araya gelerek önce seçilecek
liderin taşrması gereken özelliklerini
ortaya koydular ve sonra da bu özel-
likleri kişilere giydirmeye çahştılar..
elbise en güzel Tony Blair'e uyduğu
için onu parti başkanı yaptılar. Bu se-
çimde kişiler hiç de önemsenmemiş-
ti; çünkü önemli olan parti ve parti-
nin kazanmasıydı.. kişiler değil. Thafc-
ber ve Major'ın on iki yıllık iktidan
büyük bir çoğunluk ile ancakböyle yı-
kılabilmişti. CHP de buna benzer bir
yöntemle kendisine böyle bir lider
seçmelidir.. aksi takdirde gelecek se-
çimler yeni bir hüsran olabilir.
Çok enteresandır, Sayuı Deniz Bay-
kal'uı, bir liderin sahip olması gere-
ken birçok özelliği taşımasına karşrn
heyecaruna yenümesi onu birkaç kez
başansızlığa uğratmıştrr. Ama o bun-
lardan hâlâ ders almamış görünüyor
ki partininbaşına geldikten sonra par-
ti içi kargaşa yeniden başladı. Ne ya-
zık ki bu. büyük bir eksikliktir. Geçim-
siz üısanuı arkasından hiç kimse git-
mez. Çünkü onlar başkalanna güven
vermezler. Güven ise bir liderde olma-
sı gereken önemli bir özelliktir. Bay-
kal'ın bu tutumuyla istatistikler öyle
gösteriyor ki.. CHP Baykal ile bir da-
ha parlamentoya giremeyecektir. Sa-
yuı Baykal anlayış ve özveri gösterir-
se ilerde kendisine büyük şans tanı-
mış olur.
Durum öyle gösteriyor ki, şu anda
Türkiye'deki sosyal demokrat toplu-
mu bir araya getirecek tekkişinin Sa-
yın Erdal Înönü olduğu inkâr edilemez.
Halk bunu büyük bir özlem içinde
beklemektedir ve Sayın Înönü buna po-
zitif bir yanıt vermek durumundadır.
Çünkü sosyal demokrat birliğin baş-
ka bir şansı kalmamıştır. Ulus bu bir-
lik ve dengeye acıkmıştır. Aynca böy-
le bir girişim düşkınklığı içinde olan
her Türk yurttaşuıı peşinden sürükle-
yecektir. Işin acıklı yönü, çevremize
şöyle bir baktığunızda bu birlik ve
dengeyi sağlamanın başka bir seçene-
ği de yok gibi. Yani, Sayın Erdal Înö-
nü'nün bayrağı ele alıp öne düşmesin-
den başka çare yoktur.
Kendisiyle yaptığımız bir görüşme-
den anlaşıldığı kadarıyla Sayuı înönü
bu konuda pek istekli görünmüyor.
înönü'nünbu çağnyı kabul etmek zo-
runluluğu vardır. Bu, onun için tarih-
sel ve ulusal bir sorumluluktur. îsmet
înönü'nün oğlu ohnak bu sorumlulu-
ğu ona hakh olarakyıkmaktadır. "Ben
ûçûncfi kitabunda muhalefetimi ya-
IMyonun" demek onu bu sorumluluk-
tankurtarmaz. Saynı înönü bunu cid-
di bir biçimde düşünmek zorundadır.
Ama Sayuı Înönü bu yeni oluşumun
başı olmamakta direnirse, en azından
yaklaşık bir seçenek olan, yine onun
açık desteği ile, yukan da saydığım
özelliklere sahip, yani Tony Blair' in
seçiliş yöntemiyle seçihniş, yıpran-
mamış bir kişinin çevresinde toplan-
mak da bu gırişimi hedefine ulaştu^-
bilir. Ve, beylerbu sizin son şansuıız-
dır.
Bir 'Enflasyon' Araştırması!
B
Ikılkanlar'dan iielir.
5 TURKCELL
UlküAYVAZ
endeniz sokak-
ta hep rastgel-
diğinızvurttaş-
lardanbiriyim.
Sinemalara, ti-
yatrolara giderim. Şiir
okur, anneme, dostlanma
mektuplar yazanm. Ön-
celeri düş de görürdüm,
ne olduysa ansızuı kesil-
di düşler, uykuya dahna-
dan türlü planlar kursam
da yararsız. Yakınlanm,
düşlerin kesilmesini ha-
zımsızhga bağhyorlar, bol
bol yürüyüş öneriyorlar.
Oysa son aylarda "me-
mur" yürüyüşlerinde o
kadar yol kat ettim ki,
ayakkabım ayağıma düş-
man oldu. Yine de düş gö-
remedim.
Dün gece ansızmbirdüş
görmeyeyim mi? Çeşme-
lerden âb-ı hayat akmı-
yordu, hayır. huriler gıl-
manlar da gezinip durmu-
yordu öyle! Nerede o şans
bende. Düş şöyleydi: Yük-
sek mi yüksek bir duvar
var idi. Hepsi bu. Duvann
üzerine oyma yazılarla
"enflasyon" yazılmıştı.
Bunu, hayatımın yön
değiştireceğine dair bir
işaret sayıp kollan sıva-
dım. Yıllar yılı hep işitti-
ğimiz tuhaf bir melodisi
olan bu sözcük ne anla-
ma geüyordu? Geçim der-
diyle, parayla, sizin ve biz
17. dereceden memurlar
ile yakın ilgisi açıktı. Am-
ma neydi bu? Nereden ge-
lip nereye gidiyordu? Bi-
zim ülkemızın havasına
suyuna mı kanşmıştı?
Düşlerimizi bile işgal eden
bu sözcüğü hangi rüzgâr
sûrüyüp getirmişti.
Kollan sıvadım, tıpkı
birhafîye gibi peşine düş-
tüm garip melodisi olan
sözcüğün.
Hemen TBMM kütüp-
hanesine gittım. Memura
şöyle dedim: "Enflasyon
üzerine yazümış ve de çi-
zflmişnevarsa,okuyup ez-
bo-edeceğim.'' Adam, tu-
haf tuhaf yüzüme baktı.
120 adetkitap koydu önü-
me. Meğer ne büyük söz-
cükmüş bu. (Doğrusu iyi
yere mesken kurmuştum.
Bir defa bu TBMM kü-
tüphanesi sıcakü. Koltuk-
lan insanı uykuya davet
ediyordu. Dahası burada
profesör kaynıyordu. Ben
de onlardan biriydim işte.)
Çevredekilerin tuhafba-
kışlanna aldırmayıp baş-
ladım araşürmaya. Meğer
"enflasyon", ıktısatta *pa-
raarztnm,parasalgelirie-
rin ya dafiyatianntoplu-
caarüşı''dernekmı§. "Top-
hıca artışı" biz de biliyo-
ruz zaten. Durun durun, bu
işin başlangıcı daha. Sevi-
nelim diye bir tümcede
Ujplamışlar sözümona an-
Snı. Bu tümcenin anlamı
aa yok ya, neyse...
Bakın bu "enflasyon",
David Hume adında bir
adama kadar uzanıyor-
muş; yani "miktar kura-
muun" kökleri uzanıyor-
muş 18. yüzyıla dek. Bu
adama göre "Fivat dûze-
yi para miktannca beür-
lenryormuş".
Hani cebımizdeki para
miktan var ya, yani var
sayalım canun. işte para
mıktanrun, yaptığınız yıl-
lık harcamarun "değerine
oranı", ücret ödemelerin
sıkhğı, tasarruf ve alışve-
riş ahşkanlıklan gibi et-
menlerce behrieniyormuş.
Demek ki, bu durumda
hükümet ve onlaruı adam-
lan haklı. Ücretleri, efen-
dim, ne olursa olsun dü-
zenli ödedikleri için "enf-
bsyon" oluyor. Yani kaba-
hat bizde, en başta biz 17.
dereceden memurlarda.
Çünkü, "bu etmenler
değişmedikçe,fiyatduze-
yi para arzryla doğru, ûre-
timin fizikselhacmiyie ters
orantn olacaknr".
Bunu bıraz düşünmeli
derken, bu kuramın son-
raları "gözden düştüğö-
nü" okudum. I. ve D. Dün-
ya savaşlan arasındaki dö-
nemde, öne sürülen deği-
şiklikler kat kat başka de-
ğışikliklergösterince "göa-
dendüşmüş".
Pekâlâ gözden düşün-
ceye kadar geçen zaman-
da 17. dereceden memur-
lara enflasyon hakkrnda
nelersöylemişler? İşte bu-
nu açıklayan tek sanra rast-
layamadım!
Aman Tannm, inanıl-
maz şey. Bukuram hani şu
"gözden düşen" miktar
kuramı, 1950'ler ve
1960'larda, bazı adamlar-
ca "inceletUmiş"! Bu
adamlar, MFriedman ile
Chicago Üniversitesi ikti-
satçılanymış.
Şu"incdnlnıişvoruma"
doğrusu hayran olmamak
elde değil. Bu iktisatçıla-
nn asıl iddiası, parasal ge-
lirdeki değişikliklerin,
farklı aralıklarla para ar-
zındaki kısa dönemli de-
ğişiklikleri izlediği ve do-
laşun hızının (bir ölçüde
para arzına bağlı olarak
dalgalanmasına karşın)
özellikle uzun dönemde
oldukça'istikrart" oldu-
ğuymuş!
Zorbirkonutabii.. "ln-
ceince" duşünecegiz elbet!
J31 Keynes, resmine ba-
kıyorum da sevimli gö-
rünmeye çahşan bir adam.
Biz 17. dereceden kişi-
lere hiç benzemiyor. Ce-
bi dolar dolu besbelli, cin
gibi "sağ" tarafa bakıyor.
Resim sadece yüzünü gös-
teriyor göstermesine ya,
sanki yüksekbiryerde otu-
ruyor. Keynes Bey, dur-
muş oturmuş bir adam iz-
lenimi bıraktı bende.
Bay Keynes'in annesi
de babası da kendisi gibi
Cambridge Üniversitesi
mezunu. Yokluk görme-
mişçokşükür. 1929'daki
büyük bunalımdan önce,
tersane, dokuma ve kö-
mür madeni işçileri ara-
sındaki işsizliğe çareler
üretmiş kendince. Aferim
adama doğrusu. (Yine er-
ken karar verdik tabii.)
Keynes'in hısımlanna
göre Uluslararası Para Fo-
nu (IMF) ile Dünya Ban-
kası'nuı "mRD" kunılu-
şu "kuşkusuz" suf Key-
nes'in düşüncesinden de-
ğil, ABD Maliye Bakan-
lığı'nnı tutucu kuramlan-
nın damgasını taşıyormuş.
Akıllı adamuı hali baş-
ka elbet, Keynes Bey,
1925'te hisse senedi spe-
külasyonundan büyük bir
"gefir" elde edip gösteriş-
li bir yaşam sürmeye baş-
lamış Londra'da. Boş dur-
mamış.. bu ara sol eğüim-
li dergi ve gazetelere yaz-
dığı makaleler ona büyük
ün sağlamış.
Keynes Kuramı'na gö-
re "Tüketicüer,getirierin-
deld her arnsın değişmez
bir oranınıharcama egüi-
mi"ndeymiş. Bu yüzden
gelir ile tüketim harcama-
lan arasında "tahmin edi-
lebilir" büyüklükte "bir
farkvar"mış. "Ulusal ge-
lir düzeyinisağiamak" öy-
le göründüğü kadar zor
değil, korkmayın.
Şöyle:" Ulusal getir dü-
zeyinisagamakvesürdür-
mekiçin,ruketimeyöneKk
olmayan mal ve hizmet
harcamaiannıboşhığudc*-
duracakdüzeydesabhieş-
tirmek" yeterlı oluyor!
Kuramm enflasyonu
açıklamaya yönelik en
önemli "sav"ı konusun-
da, "Bu olgununbütünüy-
le, tam istihdam düzeyin-
de üretflebüecek mal ve
hizmet miktanndan daha
fazla saün atana cabasın-
dan kaynaklandiğıdır!"
deniliyor. Ah şu satın al-
ma hastalığı! Herbelanın
altında bu var.
Bir de maöyet enflasyo-
nu kuramı var: "îşsizlik-
leficretarüşlanters oran-
ütadn-." Bunu öne süren,
doğrusu, dürüst biri: A-W.
Philips. Adında zaten bir
asalet var. Yiğidin hakkı
yiğide, cesaret de var.
Bizim Philips'e göre
"ücretffler"ile"kârgeB-
ri sahipleri" ürettikleri-
nin toplam değerinden da-
ha fazla gelir elde etmeye
çalışıyorlar. (Tam istih-
dam düzeyinde ama.) Do-
layısıyla bu iki grup aynı
anda mutlu olamıyorlar.
Ücretliler hoşnut değilse,
ücret arnşı talep ederler, di-
yor Phillips. Sonra diyor
ki, ücret artışı için; "Top-
lu pazarhksüredndeişve-
renler, bu talepleri kısmen
de olsa kabul ederler ve
başlangıçta kârlarm düş-
mesinegözyumarlaıf Ge-
çici bir göz yumuş tabii.
Daha sonra, yükselen ma-
liyetleri karşılamak için
fıyatlan arttınr ve kârla-
nnı yeniden eski düzeyi-
neçıkanrlar! Buyurunba-
yanlar, baylar! Ücretliler
geri kalır mı, fiyatlar ar-
tuıca, ücretlüerin reel ge-
lirleri düştüğü için, tutup
yeniden zam istiyorlar.
1970'ler ve 8O'lerdeki
durgunluk dönemlerinde
gerçekleşen hızh ücret enf-
lasyonu, yüksek de olsa
siyasalbaknndan katiana-
bflecekbir ışsızlık düzeyi-
nin enflasyonu azaltacağı
ya da sona erdireceği yo-
lunda kimiçevreleree bes-
lenen umutlan sarstı.
İşte Phillips'in sonu
böyle. Bir de "Yapısala
Kuram" var. îlgili kuram,
Phillips'ten etkilenmiş
ama, besbelli "umutlan
sarsmanuş".. yani kimi
çevrefcrin umutlannı. Ku-
rama göre zamanımızda
"en zayıfkonumdakBerin
dtşmda", bütün ücretlile-
rin parasal ücretleri ister is-
temez arnyor. Bunu gös-
terilen güçjü dirence bağ-
hyorlar.
Ücretlerdeki artış, enf-
lasyonun temel nedeni olu-
yor böylece!
TBMM kütüphanesini
terk etmekten başka da çı-
kar yol yoktu. Çıkıp kar-
h sokaklara vurdum ken-
dimi. 17. dereceden me-
murlar yine direnişteydi-
ler. Para istiyorlardı. On-
lar nereden bılecek, her
aldıklan kuruş, enflasyo-
nun tepelere çıkmasma
neden olacak. Herkesi de
kütüphanelere sokamaz-
sınızki!
Aradan günlergeçti. So-
nunda namuslu bir enflas-
yon yorumu buldum: Bu
namuslu adamuı satırlan
17. dereceden memurlann
arasına kattı beni.
MarksistKuram: Mark-
sist iktisat kuramı, enflas-
yonun, gelir dağılımını
yönlendirici ve sermaye
birikimini destekleyici bir
işlev gördüğünü öne sürer.
Fiyatiann sabit olduğu ko-
şullarda ücretler artarsa
kâr oranı düşer. Bu du-
rumda kapitalistler, mal-
lann fıyatlannı arttırarak
ücretlilerle aralanndaki
bölüşümü yeniden eski
konumuna getirirler. Bü-
tün fiyatlar aynı anda art-
bnldığı için göreli fiyat-
lar değişmez. Enflasyon
aynı zamanda kâr oranın-
daki düşme eğılimini ön-
lemenin bir aracıdn-. Sö-
mürü oranı yükseltilemi-
yorsa, artan yatmmlar kâr
oranının düşmesine yol
açar. Bu durumda kapita-
listler, fıyatlan yükselte-
rek reel değerinin düşme-
sini sağlarlar. Böylece sa-
bit sermayenin değişken
sermayeye oranındaki (ya-
ni sermayenin organik bi-
leşimindeki) arnşın olum-
suz etkisini tüketiciye yan-
sıtma olanağı bulurlar.
DUC
Tarih onyedi sıfıraltı
Milyonlarca öğrencinin
heyecanlo beklediği
. ' bir tarih,
17 Haziran 2001.
Sınav maratonunda
öğrencilere rehber olacak
bir program tv8'de başlıyor.
"Tarih onyedi sıfıraltı"
Cihat Şener, sınavlarda
başarılı olmonın yollorını
anlatıyor.
hafta ici her gün