18 Mayıs 2024 Cumartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
SAYFA CUMHURİYET 22 ŞUBAT 2001 PERŞEMBE L Â Y L A R V E G O R U Ş L E R [email protected] Anayasamızın Sosyal Hukuk Devleti Prof. Dr. Zafer GÖREN YükseköğretimDenetlemeKurulu Üyesi hukuk devleti ilkesiyle aynlmaz bir bağhlık içine yerleştirmiştir. Öte yandan hukuk devleti ve sosyal dev- let düşûnceleri, ne birbirleriyle öz- deş, ne de birbirlerine ilgisiz iki bü- tün (kompleks) olarak kabul edile- bilirler. Hukuk devleti ve sosyal dev- letin, anayasanın her ikisini bir so- lukta ifade ettiği konusunu ele alma- dan önce bu ikisinin kendine özgü (spesifık) bir farkhlık içinde bulun- duğunu da irdelemek gerekir. As- lında hukuk devleti ve sosyal dev- letın zıtlığı ve bağdaşırlığı sorunu, modern anayasal devletin temel si- yasal sorunudur. Hukuk devleti. kent- soyJu (burjuva) toplumunun devle- te karşı savaşından ortaya çıkmıştır. Karşıtlık aynca korunması ve ger- çekleştirilmesi söz konusu olan hu- kuksal değerlerin farklılığında beli- rir. Hukuk devleti bireyin yaşam, özgürlûk ve mülkiyetinin korunma- sına hizmet eder. Sosyal devlet, sosyal açıdan teh- likeye maruz kesimlerin varlıklan- nın, tam çahşmalannın ve işgüçle- rinin güvence altına alınmasına hiz- met eder. Burada devlet gücûnûn kapsamına ilişkin karşıtlık ortaya çıkmaktadır. Hukuk devleti, devle- tin özgürlûk ve mülkiyete yönelik müdahalelerinin sınırlanmasmı is- temektedir. Buna karşılık sosyal dev- let, yaşamın, tam çahşmanın ve iş- gücünün korunmasının güvence al- tına alınması açısmdan gerekli gö- rüldüğü oranda mülkiyet ve özgür- lüğe daha güçlü devlet müdahalele- ri istemektedir. Hukuk devleti, müdahale etme- yen devlettir. Sosyal devlet ise top- lumsal ilişkilere devlet müdahalesi istemektedir. Toplumun, özgürce ya- şam düzenlemesi hukuk-devletsel- dir. Toplumsal alanda devletin, ya- şam düzenlemesi sosyal-devletsel- dir. Hukuk devleti sosyal güvenliğe zarar verse de kişisel özgürlûk iste- mektedir. Sosyal devlet, kişisel öz- gürlûk sınırlanmak zorunda kalsa bile sosyal güvenlik istemektedir. Hukuk devleti özgürlüğün başlangı- cı, çahşmanın temeli ve özendirici öğesi, gönencin, hümanizmin ve kül- türün kökeni olduğu için özei mül- A nayasamız, 2. mad- desindeki sosyal hu- kuk devleti karany- la anayasa kuramı- nın (teorisinin) bir yüzyıldan fazla bir süre sadık kaldığı "hukuk devleti'' kavramını, çok daha az ahşümış ama aynı derecede önem taşıyan "sosyal devlet" kavramıyla birleştirmiştir. Böylece ilk bakışta birbirlerine ya- bancı ve hatta karşı görünen iki te- mel düşünceyi eşgüdüm içinde dü- zenlemiştir. Amacı bireyin özgürlüğü olan hu- kuk devleti, 'bir devlet sistemi'ni ta- nımlamaktadır. Sosyal devlet, amacı, herkesin mut- luluğu ve toplumun gönenci, esen- liği olan bir devlet sistemini tanım- lamaktadır. Hukuk devleti bireysel özgürlü- ğû, sosyal devlet toplumun gönen- cini garanti eder. Ancak bireysel öz- gürlûk ve toplumun gönenci hem dûşüncede hem gerçekte çeşitli ba- kımlardan çelişki oluştururlar. Ana- yasa, sosyal hukuk devleti formülü ile açıkça şunu söylemek istemek- tedir: Sosyal-devletsel ve hukuk- devletsel öğeler, inkâr edilmesi ola- naksız bu karşıthğa karşın mutlaka birbirlerini ortadan kaldırmazlar. Tersine, içinde yaşadığımız devleti birleştirmek zorundadırlar. Anayasa, bu birleşmeyi salt bir topiama olarak sunmamaktadır. Böy- le düşünmûş olsaydı: TürkiyeCum- huriyeti bir hukuk devletidir ve ay- nca -bundan bağımsız olarak- bir sosyal devlettir'' demesi gerekirdi. Anayasa 2. maddesinde bir solukta "sosyal hukukdevteti" demekle, sos- yal-devletsel ve hukuk-devletsel öğe- lerin yaşamımızda eşyanın doğası gereği bir bütünün parçalan olma- suıı koşul (şart) koşmaktadır. Sosyal devlet ve hukuk devleti kavramlannın, anlaşılabilmesi için birbirinden bağımsız değil, birlikte düşünülmeleri gerekir. Anayasaya göre, bir devlet ancak aynı zaman- da sosyal devlet olarak kendini ger- çekleştirirse gerçek bir hukuk dev- leti olabilir. Anayasa, sosyal devlet ilkesini, kryetin korunmasım, buna karşılık sosyal devlet, mûDdyetin bagjanma- smı, smırianmasmı-ve hatta sosyal ih- tiyaçlann dengetibir şekildekarşjbn- ması ve sosyal geriümlerin ortadan kakhnlması için gerekli görüldüğûn- de- mülkiyete el konuhnasuu iste- mektedir. Ancak sadece mülkiyet bakımın- dan değil, ekonomik anayasa bakı- mından da bu karşıthk ortaya çıkmak- tadır. Hukuk devleti, malikin belir- leme yetkisine dayalı bir teşebbüs anayasası ve güişimcilerin (müte- şebbislerin) rekabet özgürlüğüne da- yalı bir piyasa anayasasına eğilim- lidir. Buna karşılık sosyal devlet, ya- nşmacı ekonomik piyasa anayasası- nı, ekonominin sosyal yükümlülü- ğü kuralından ve devletin sosyal gi- rişim yetkisinden kaynaklanan deği- şiİdiklere ve sınırlamalara bağlı (ta- bi) tutar. Anayasa serbest rekabete dayalı bir ekonomiyi smırsız birbiçimde ka- bul ettiğinde, iş koruması, iş saatle- ri ve iş akdi yasalannın içerdiği sos- yal amaçlı devlet müdahaleleri ana- yasaya aykın olacaktır. Çünkü reka- bet özgürlüğü, bu sosyal müdahale- lerle önemli ölçüde sınırlanmış ola- caktır. Bu tûr sosyal müdahaleleri içeren bir ekonomik anayasa, serbest sunum ve isteğe (arz ve talebe) göre oluşan, fiyat otomatizmine göre kendisini dengeleyen bir rekabet sisteminden oldukça uzaktır. "Sosyal bir piyasa ekonomisr salt bir rekabet ekonomisi değildir. Ter- sine sosyal devlet ilkesiyle önemli ölçüde değişikliğe uğramış bir eko- nomik sistemdir. Sosyal devletin ekonomik anayasa hukukunda "re- kabet ekonomisi'' düşüncesi ve "sos- yal ekonomik'' düşünce çok açık bir yanş içinde bulunurlar. Anayasanın istediği, birbirlerine karşıt olanlann bu tür birleştirilme- si, anayasa-hukuksal bir aykırılık (paradoks) değildir. Tek bir yapısal (strüktürel) ilke üzerinde tek yanlı be- lirleme anlamında model saflığı bir anayasanın yapıhşında kullanılabi- lir bir yöntem değildir. Aristoteksbi- le karşrt öğelerden oluşan devlet şek- lini eniyidevletşekB olarak kabul et- miştir. Toplumsal gerçek, iki yapının (strüktûrûn) kendine özgü birleşme- sine dayanır. Bunlar birbirlerinin içi- ne nüflız ederler. Burjuva toplumu ve endüstri toplumu zaman açısın- dan kesin olarak birbirlerinden ay- rümazlar. Burjuva ve endüstri top- lumunun eşzamanlı niteliği nede- niyle butoplumsal duruma uygun bir anayasamn hukuk devleti ve sosyal devlet ilkelerini birleştirmesi gere- kir. Ama bu gerçekten daha fazla, hu- kuk devleti ve sosyal devletin bütün- lüğü, ilke gereği emredilmiştir. Hu- kuk devleti, biçimsel, teknık ve ku- ramsal öğelerden ibaret değildir. Beş öğeden, yani: Erkler ayrunından, yargı bağımsızlığından, idarenin ya- saya bağlılığı, yargı yolu güvence- si, devlet müdahalelerinden doğan za- rann ödenmesi öğelerinden ibaret de değildir. Hukuk devleti düşünce- sine her şeyden önce kişisel özgür- lüğün çekirdek alanının dokunul- mazlığı dahildir. Bu özgürlûk yalnız başına dünya- mızdaki ahlak ve adabuı ve kültürün kaynağını oluşturur. Kişiliğin serbestçe geliştirilmesi- nin zamanımızda birçok yönlerden tehlikede olduğunu biliyoruz. Bu tehlikelerin en büyûğü yaşamımı- zın endüstrileşme ile artan tehlike- leridir. Teknoloji, rasyonelleşme, kitle- leşme (kişiliğin kaybı) ve planlama yani endüstri çağının ayıncı nitelik- leri sadece sosyal açıdan bağımlı kesimlerin sosyal varhğını tehdit et- mekle kalmamışlar, aynı zamanda ki- şiliğin serbestçe geliştirilmesi öz- gürlüğünü de tehdit etmişlerdir. Bi- çimsel hukuk devletinin kurumlan olan erkler aynlığı, kanunilik ilke- si, hukuksal koruma ilkesi yalnız başlanna özgür kişiliği ve hukuk devletinin korumak istediğini, en- düstri çağuıın tehlikelerine karşı ko- rumaya yetmiyorlar. Mülkiyetin, öz- gürlüğün garantisi olduğu zaman- Iar gerilerde kalmıştır. Endüstri top- lumunda sadece mülkû obnayan sı- nıfin özgürlüğü tehlikeye maruz de- ğildir. Endüstri çağında zengin olanlar, kişiliklerini yitirme tehlikesıne yok- sullardan daha az maruz değillerdir. Endüstri toplumu içmde özgür kişi- liğin korunması için hepsinin sosyal devlete gereksinimi vardır. Sosyal devlet, endüstri çağının tehlikeleri- ne karşı bireyi korumaktadır. Sosyal yardım, sosyal koruma, sosyal ba- nş yani sosyal devletin üç büyük görevi sayesinde ancak, endüstri top- lumunun koşullan altında, hukuk devletinin, 'kişiliğin serbestçe geliş- tirflmesi' amacına ulaşılabilir. Günü- müzde hukuk devleti, ancak, aynı zamanda sosyal devlet ise anlamlı ve gerçekleşmesi mümkündür. Gerçek sosyal devlet hukuk devletçiliği, ger- çek hukuk devleti sosyal devletçili- ği şart koşar. Bu belirleme karşıt olan nesnelerin uyumlu duruma ge- tirilmesi anlamına gelmemekte, dev- let, anayasa ve hukukun özlerinde zıt- lıklann karşılıklı etkileşimine da- yandığı anlamına gehnektedir. Bu nedenle sosyal devletle hukuk dev- leti arasındaki gerilim ilişkisinde il- kelerden birine ya da ötekine önce- lik tanınmamıştır. Gerçekte her iki ilke de aynı basamaktadır. Bu basamakta karşılıklı olarak bir- birlerini belirier ve sınırlarlar. Bu, sos- yal devletin mutlak bir ideal olma- dığı anlamına gelir. 0nun gerçekleş- mesi özgürlüğü garanti eden hukuk devletinin sınırlan içinde tutulmalı- dır. Tersine hukuk devletinin amacı kişiliğin korunmasıdır. Ancak bu koruma, endüstri toplumunda sade- ce sosyal güvenlik ve sosyal adalet temeli üzerinde olanaklıdır. Anayasamızdaki "sosyal devlet'' kavramıyla, bireysel özgürlüğü gü- vence altına almayı amaçlayan ama bu görevin yerine getirilmesinde sos- yal olma ek zorunluluğu ile engel- lenmiş bir hukuk devleti kastedil- miş değildir. Aynı şekilde bireyin özgürlüğünün korunması için ko- nuhnuş sınırlar nedeniyle kendisini tam olarak geliştiremeyen bir refah devleti ya da bakım devleti amaçlan- mış olamaz. Ne hukuk-devletsel güvenceler nedeniyle mükemmel olmayan bir sosyal devlet ne de sosyal-devletsel ilkeler nedeniyle indirgenmiş bir hu- kuk devleti söz konusudur. Burada ulaşılmak istenen birbirlerine karşıt görünen iki kavramm, yani hukuk devleti ve sosyal devletin bütün- lüğüdür. EVET/HAYIR OKTAY AKBAL Çamupun Üstünde İsen! "Biz seni seçtik, ne dersek ona uyacaksın." Son MGK toplantısında Bülent Ecevit'in tutu- mu bu!.. Oysa cumhurbaşkanının rıasıl seçildiği anayasada yazılı! Ama kim bakar anayasaya? O bir krtap, orasından burasından delinir, ona ters düşü- lür... önemli olan, siyaset "ağa"lannın egemenlik- leridir... Partilerinde aradıklan yüzde yüz bağlılığı, nerdeyse köleliği, cumhurbaşkanından istemeye kalkblar mı yeri göğü titreten bunalım işte böyle pat- lak verir... "Çamurun üstünde oturuyorsunuz" diyor Cum- hurbaşkanı... "Anayasayı, hukuku bilmiyorsunuz. Yargıyı emrinize aldınız. Yasamayı baskı altına al- dınız. Siz temizlemiyorsunuz biz temizleyelim." Bu sözlerin neresinde "terbiye" dışı bir anlam var? En küçük bir eleştiriye, en içten bir karşı çıkışa yıl- lardır kapalı olan bir politikacıya Sezer'in sözleri bir hakaret gibi gelmiş!.. Oysa aylardır bütün halkımı- zın açık açık konuştuğu. yollan, alanlan çığlıklarla doldurduğu bir arayışın belırtısı... Üçgündüryorumlaryapıldı. Başbakan'ın, Sezer'in sözleri, davranışlan her yönden ele alındı; geçmiş- te buna benzer bir olayın yaşanmadığı; yaşanma- ması da gerektiği dile getirildi... Olmaması gereken, akla hayale sığmayan işler yaşanıyor nice zaman- dır!..Yolsuzluklarsarmış toplumu! Çözüm yok! Ara- yan da var mı ki?.. Hükümet konusunda halk ara- sında dolaşan söylentilerin bini bir para... En son, şu beyaz enerp sorunu: llgili bakanın hemen görev- den alınması gerekmez miydi? Ama ortaklık bozul- masın diye Başbakan işi sulandırmadı mı? Mümtaz Soysal'ın dediği gibi "Birsistem ken- di sorunlannı kendi içinde çözemiyorsa sonınlar anormal yollaria ve beklenmedik yerierde patlak veriyor. MGK'de olması, gerçekten ilk bakışta şa- şırtocı. Ancak yolsuzluk sonınlannın daha yargıya intikal etmeden, partilerde, Meclis'te ele alınma- sı, düşünülmesi gerekir. Ama hiçbir şey yapılmı- yor. Milletvekilleri kendilerini seçüren mekanizma- lann kulu kölesi oluyorlar." Milletvekilleri kul köle, bakanlar kul köle!.. Geçen- de ne diyordu DSP'li bir bakan "Bakan kalacaksam liderimin dediğine uyanm." Bugünkü TBMM üye- leri halk tarafından gerçekten seçilmiş insanlar mı, yoksa parti liderlerince atanmış üyeler mi? Sezer'le Ecevit arasında yaşanan akıl almaz kav- ganın en ilginç, en ayıp bir yönü de Devlet Bakanı Ozkan'ın gerçekten "terbiyesizce>" Cumhurbaş- kanı'na sataşmasıdır. "Sizi biz seçtik" demesidir... Ya seni kim seçti? Sen, daha düne kadar bir "hiç"tin? Mimkamındabirnokta!.. Ecevit akJı seni listeyekoy- du, bakan bile yaptı! Bir bakıma da "yaver." Bu hükümet gitmelidir. En başta Enerji Bakanı Er- sümer, Devlet Bakanı Özkan ve daha başkalan vakit geçirmeden istifalannı vermelidirler. Hükümet kendi içinde gerçek bir temizlik yapmalıdır. Ancak o zaman hükümet halk önünde aklanabilir, bir sü- re daha işbaşında kalabilir. Olan ülkeye, halka oldu! Dışandan yardım bek- lerken elimizdekileri de yitirdik! Sayın Sezer'in hak- lı eleştirilerine katlanamayıp hemen sokağafırlayan her zamanki "aceleci", "sabırsız" hatta bir bakıma "dengesiz" bir Başbakan'ın bu rezaletteki payı küçümsenemez. Türk Dil Kurumu'nun Durumu Mustafa Şerif ONARAN D ilin bağımsız gelişmesini sağ- lamak, siyasetin uydusu ol- maktan kurtarmak için, Ata- türk, birkaç ayn dunımun dı- şında, kalıtını Dil Kurumu ile Tarih Kurumu'na bırakmıştı. Demek ki bu iki kuruma kendi çocuklan gözûyle bakı- yordu. Bu kalıttan pay almak isteyen zamanın CHP'siyle TDK mahkemelik oldu. İki yıl bo- yunca bekletime alınan parası yüzünden TDK zor durumda kaldı. Günlük işlerini yürütmede güçlük çekti. Mahkemeyi ka- zanmış olması ancak onurunu korumasma yaradı. Dönemin Başbakanı Bülent Ecevit kalıt- tan pay almanın haklan olduğuna inanıyor, devlet bütçesinden kuruma destek sağla- mak istiyordu. Oysa Atatürk baska bir kaynağa gereksi- nim duyulmasın, bağımsız kalabilsin diye kalıtını kurumlara bırakmıştı. TDK'ye devlet bütçesinden her yıl pay ay- nlıyordu: Bu pay '1 Lira'ydı. "12 Eylûl Dönemi n nde defteri dürühnesi istenen TDK sıkı bir denetimden geçirildi. Denetlemenin başında bulunan Tavazar Pa- şa, "Ben hiçbir kuruluşun böyle düzenB, he- saplarmın bu kadar doğru olduğunu görme- dün" demek zorunda kalmıştı. Türk Dil Kurumu'nun başkanlan Agâh Sır- n Levent, Macit Gökberk, Seha Meray, Şe- rafettin Turan bilimsel kişiliklerinin yanın- da dürüstlükleriyie de anılan anıt insanlar- dı. Adı TDK ile özdeşleşen kurumun Ge- nel Yazmanı Ömer Asun Aksoy, adını anar- ken bile önümüzü iliklememiz gereken bir insandı. Ama TDK'nin son Genel Yazma- nı CahitKulebi bütün oldu-bıttıJerekarşı koy- masını, kuruma sahip çıkmasını bilen tek ki- şilik bir ordu gibiydi. Kurumun kırk kuru- şuna kırk düğüm vurmasım bilecek kadar tutumlu, dürüst, açık yürekli bir ozandı. "82 Anayasası'' TDK'nin bağımsız kim- liğini değiştirdi, onun bir devlet dairesine dö- nüştürdü. Bütçe musluklan açıldı.TDK'de 'relüah' dönemi başladı. TDK'ye Atatürkçü kimliğini kazandıran- lar yok sayıldı. Bunca üyesinin emeği göz ardı edıldi. Osmanlıca üzerinden bakıhna alışkanlığı başladığı için özleşmenin hızı kesildi, yazım kargaşası başladı, dil kirlen- mesi toplum kirlenmesinin temelini oluştur- du. Bu kirlenme TDK'ye bulaşınca tuz da kokmaya başladı. TDK'deki trilyonluk yolsuzluk söylenri- leri içimizi ezerken devlet dairesi olmadan önceki Atatürk'ûn Türk Dil Kurumu, bir kez daha aklanmış oldu. Siyasetçiler TDK'ye yasal kimliğini ka- vuşturmak, kendi ayıplartnı temizlemek için daha ne bekliyorlar? Hukukun üstünlüğü- ne, dil bilincine inanan Cumhurbaşkanı Ah- met Necdet Sezer, nasıl bir çözüm düşünü- yor? Özlediğımiz temiz toplumun oluşma- sı, TDK'nin eski sahibi olan demek üyele- rine teslim edilerek kimliğini yeniden ka- zanmasıyla başlayacaktır. ARAFAT, FIUSTIN'IN GELECEĞİNİ ANLATIYORI MİTHAT BEREKET SICAK BÖLGEDE ı Salcın pusulanızı şaşırma/ın! BU AKŞAM 21:05 PENCERE Dipten Doruğa Dışavurum... Yıl 1826... Fransa'ya buğday satan Cezayirli Musevi tüc- carlardan Susnach ve Pacri'nin alacaklan boş- lukta kalmıştı. Tartışmalar büyüdü. Cezayir Dayı- sı bu işle yakından ilgileniyordu. Bir konuşma sı- rasında sinirlenip Fransız elçisinin suratına yelpa- zeyle vurdu. Osmanlı yönetimindeki Cezayir'e göz diken Paris bunu fırsat bildi. Dayı yelpazesiyle Fransız'a vurmasaydı, Fran- sa Cezayir'i işgai etmeyecek miydi?.. • Yıl 1914... Saraybosna'da bir Sırp öğrenci Avusturya Ve- liahtı Franz Ferdinand'ı öldürdü. Alman Imparatoru 2'nci Wilhelm'in desteğiyle Avusturya-Macaristan, Sırbistan'a savaş açtı. Birinci Dünya Savaşı böyle başladı. Dünyayı ateşe atan, eylemci Sırp genci miy- di?.. Yoksa savaşın nedenleri çok daha derinler- de önceden hazırlanmış mıydı?.. • örnekler çoğalhlabilir. Tarihsel olaylarda birey- ler azımsanamaz; ama, olaylann anlamını ortaya koymadan kişilerie uğraşmak omnanı bırakarak ağaçlaria oyalanmaktan başka bir şey değildir. Sezer ile Ecevit arasında patlayan tartışmanın aynntılanyla uğraşan medyamız, dedikoduyu öte- den beri seven eline bir fırsat da geçirmiş görü- nüyor; oysa yaşanan olayın anlamı derin... Kafkasya ve Ortadoğu bugün ateş çemberin- de yaşıyor; daha dün Amerika Irak'a saldırdı, Is- rail ile Filistin arasında banş, şimdilik hayal!.. Azer- baycan'ın yüzde 20 toprağını işgal altında tutan Errnenistan, diasporasıyla birlikte Türkiye'ye "soy- kınm savaşı" açmış görünüyor. Ve Ankara'daki dorukta yaşanan birtartışmay- la ülkeden 5 (ya da 7) milyar dolar kaçıyor. • Yalnız Türkiye'nin değil, bütün dünyanın başı- na bela bu sorun... Adına 'finans kapital' (ya da 'mali sermaye") denen yüzergezer para, sınır tanımaz bir vurucu güç gibi ülkelerin ekonomilerini vurabiliyof. Bugün- den yanna ne olacağını kimse bilemiyor. Küresel- leşme sürecini derin bir güvensizliğe bağlayan serbestlik kuralı kuralsızlıktan kaynaklanıyor. Sanayi devrimini gerçekleştirememiş ülkelerde sanal ekonominin "reel ekonomi'yi kıskaca alma- sı "kara para aklama" trafığini hızlandırdıkça °is- tikrar" çıtkınldımlaşıyor; siyasette bir üfürük, eko- nomide fırtnaya dönüşüyon "paradan para ka- zanma " kolaylaştıkça bankalar sistemi yozlaşıyor; yolsuzluklar yumağı tüm ekonomiyi kanser gibi sa- nyor. • Onyıllardan beri Türkiye'de bozulan yapının ce- remesini çekiyoruz... Ve çaresiz çekeceğiz... Bir süreden beri uygulanan IMF patentli prog- ramın patronlan istiyoriar ki ülke siyasetinde yap- rak kımıldamasın, ses duyulmasın, politikada ça- tışma olmasın, kitlelere vurulan ağıryüke sızıltısız katlanılsın... Otur otur. Kalk kalk.. Olası mı?.. Dipten doruğa insaniann sinirieri de bu gerili- me kimi zaman dayanamıyor, bir kibrit çaksan or- talık parlıyori.. Sezer-Ecevit çatışması bir anlık... Ama, birsüreç sonucu!.. Dipten doruğa bir gerçeğin dışavurumu.. NÂZIMHİKMET KÜLTÜR VE SANAT VAKFI SÖYLEŞİ: NÂZIM HlKMET'tN YURTTAŞLIK HAKKI Konuşmacılar Öhan Selçuk Atdla Coşkun 22 Şubat 2001 Perşembe saat 18.30 Nâzım Hikmet Vakfı Kültür Merkezı Sıraselviler Cad. No: 48 Kat: 1 Taksim Tel&Faks (212) 252 63 14 -15 www.carettad8lyan.com Muğla-Datyan'da loğa, tarıh, dostjukta içiçe sıradışı bir BAYRAM TATİÜ için hazır mısınız?/ Caretto Coretta ^ - — - \ PANSİYON "> J infottcarettadalyan.com y J TSl«252 284K01 <^__^^ FATtH 3. ASLİYE HUKUK HÂKİMLİĞİ'NDEN 2000/446 Davacı Berayet Yümaz tarafindan açılan gaıplik da- vasında; tstanbul, Fatih, Hamamı Muhıttin Mah. Cılt 0023, K. Sıra: 0360 no'da nufusa kayıtlı, Hatrullah ile Fat- ma'dan olma, Pri2xen 1.1.1913 doğıunlu Ya^ar Üs- tün'ün gaıplığı talep edıldığinden; adı geçeni bilen ve görenlerin hayat ve mevatından bilgileri olanlann hâ- kımliğımızrn 2000/446 esas sayılı dava dosyasına ilan tarihinden ıtibaren 1 sene içinde bıldırmeleri, aksi tak- dırde adı geçenin MK'nin 32. maddesınin 2 fikrası gereğınce gaiplığine karar verileceğı ilan olunur. 15.2.2001. Basın: 9694
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle