17 Mayıs 2024 Cuma English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
SAYFA CUMHURİYET 8 OCAK 2001 PAZABTCSİ OLAYLAR VE GORUŞLER olay.gorusfa cumhuriyet.com.tr eri, Olüm Oruçlan ve Medikal Etik Prof.Dr.KemaIÖNEN 1 998 tarihli 20. Avrupa Insan Haklan Anlaşması'nda, bi- raz spekülatif de olsa, he- kimlik ile ilgili bazı husus- lar var. Anlaşmanın 2. mad- desi: Yaşama hakkını tarif eder ve onun yasalarla korunacağını beiirtir. Bittabi zaruri biyolojik soru şudur: Yaşam nedir? Sorunun yarutı adı geçen anlaşmada açık seçik belli değildir. Bu durum ister istemez me- sela bir fetusun (rahim içindeki cenin) kûrtajı ve bununla ilişkili çatışma ve tartışmalan gündeme getirir. Ötana- zi konusu ise biraz daha açıktır. Eğer kişinin yaşam hakkı varsa, yaşammı sona erdirmeyi isteme hakkı da var- dır denilebilir. Örneğin, "solunum yardHnmı" sonlandırma karar ve ta- lebinde bulunan hastalarda olduğu gi- bi. Eğer bu önerme doğru ise. aktif öta- nazi ve/veya hekim yardımlı pasif öta- nazi önündeki hukuki engelle kalkar demektir. Hekimlerin böyle bir so- rumluluğa hazır olup olmadıklan ise ayn ve önemli bir konudur. 1998 söz- leşmesinde, daha başka kompleks- etik sorunlara cevap bakımından da bir yöntem ve/veya bir çözüm getirfl- miş değildir. (1). Yukandaki satırlar saygın bir tıp dergisi olan The Lancet'te insanın ya- şam haklanna ilişkin olarak yayınla- nanyir yazıdan alıntıdır. Son hafl&lârda çezaevlerindeki aç- lık grevleri, ölüm oruçlan; medyada, gerek medikal ve gerekse tıp dışı çev- relerde ileri-geri tartışma ve eleştiri- lere konu oldu ve olmakta devam edi- yor. Sorun nesnel (objektif) bir yak- laşımla ele ahndıktan önce aşağıdaki sorulann yanıtlannı aramak gerekli sanıyorum. Açbk grevleri, ölüm oruç- lan, ilk bakışta çağnştırdığı gibi, öta- nazi olarak ele alınabilir mi? ötana- zi, güncel anlayışa göre "iyileşmesi beklenmeyen ve aynca kişiye ya da çevTesine bedensel,moralvebaşka ba- kunlardan çok acı ve sdanü veren bir hastalık varsa, hasta kişinin özgûr is- tend (hür iradesi) ve isteği Ue yaşamı- na son vermesi ya da verilmesini iste- mesidir." Ötanazi, bu şekilde anlaşıl- dığına göre cezaevlerindeki açbkgrev- lerinin ötanazi kavramı içinde düşü- nülmesi olası değildir. Bu savın bir başka dayanağı da bu kişilerin kendi "serbest iradeleri" ile (?) girişimleri- nin neden ve hedeflerini belirtmiş ol- malan ve birtakım taleple de ilişkilen- dirmiş bulunmalandır. Cezaevlerin- deki vatandaşlanmızın bu girişimleri aslında "kompleks bir etik ve hukuk- sal" sorundur. Hekimlik ve hekimler hatta, gerek aktif ve gerekse pasif öta- nazi konulannda genel bir konsensûs içindebulunmazlarken ötanazi ile iliş- kisi olmayan ölüm orucu, açlık grevi gibi girişimlere karşı ilgisiz ve pasif kahnalanbeklenemez. Bu tür girisim- leri, "insanm yaşam hakkı ve medikal etik" açısmdan ele ahnakvesoruna bu yönden yaklaşmak durumundadıriar. Bu aşamada ise soru şu hale gelir: He- kim(ler)in yukanda adı geçen türde- ki girişimlere müdahale etme hakkı var mıdır? Bu soruya çeşitli çevreler, (ör- gütsel, kişisel ve resmi) çeşitli yanıt- lar verdiler. Ancak, az bifip, az incele- yip, çok konuşmak bizde âdet oiduğu için, tartışmalar, yenni çatışmalara bı- raktı gereksiz şekilde. İşte bu aşama- da bazı yazarlar ve kurumlar, Dünya Tabipler Birliği'nin 1991 tarihli Mal- ta Bildirgesi'ni ortaya çıkardılar ve onu ya dayanak olarak alıp yanında ya da karşısında düşünceler belirttiler. Acaba ne deniliyor 1991 tarihli "Dünya Tabipler Birliği Budirgesin- de"? Malta Büdirgesi ele alınıp ince- lendiğinde açlık grevlerine yönelik olarak, iki husus üzerinde durdugu görülmektedir. Önce "Açhk grevleri De karşı karşrya kalan hekimlerin çelişen değerler karşısında bulunduğu beiir- tilir." Sonra esas itibanyla şunlar üze- rinde durulur. Bir yandan "Hastamn kendi aldığı karara saygı göstermek hekimingörevidir'' denilmekte.. ama, hemen arkasından da "ancak acil mü- dahale durumlan ortaya çıkbğmda hastanın ryüiğj için hekim elinden ge- len uygulamayı yapmak zorundadır" diye sürdürmektedir yaklaşımını. Dik- kati çeken, buradaki hasta deyimi kap- samına açlık grevinde olanlann da girdiğinin bildirgede aynca belirtil- mesidir. Bildirge daha sonra (madde 2) "müdahaleyi reddertiği konusun- da açık bir beyana sahip olan açhk grevcisi komava girdiğinde ... ahlaki yükümlûlüklcri açısmdan doktor. has- tanın iradesine aykın da olsa hastayı yaşama döndfirmek zorundadu-" di- ye sürdürür görüş tarzını. Ve nihayet madde4'te: "Sonkarar-hekiminbi- rejsel inisiyatifıne terk edilmeüdir'' denilerek yukanda adı geçen 4. mad- deye göndermede bulunmaktadır. Böylece Dünya Tabipler Birliği Mal- ta Bildirgesi'nde de hak kavramın- dan daha da önce gelen husus "yaşa- mı sûrdürme çaba ve ahlaki göreviola- rak ele ahnmakta ya da en azmdan bu hususa ağniık verilmektedir". Şahscn konunun, bu medikal-etik ruh ve anlayış içinde ele aonması ge- rektiği inancı ve düşüncesindeyim. Bu yaklaşunın dayanağı. esas itibanyla biyolojik nedenlerle ölme tehlikesi içindeki insana (ille de klinik anlam- da hasta değil, kim olursa olsun suç- lu ya da suçsuz) yarthm ve hizmete iliş- kin moralve ahlakiyükümlülükrür.As- lında 1991 Dünya Tabipler Birliği Bil- dirgesi'nin ruhu da buna yöneliktir. Yoksa hekimve hekimlikölüme seyir- ci ve ilgisiz durumda kalama? Elbet- teki açık ve bilinçli olan bir kişiye zor kullanarak müdahalede bulunmak do- ğal olarak olası değildir. Ancak mü- dahale edilecek aşamaya vanldığında başımızı çeviremeyiz. Türk Tabipleri Birliği'nin ve bazı meslektaşlann beyanlan ile adeta "Ce- zaevlerindekiler istemiyorian. arnkbiz biçbirşekildemüdahale edemeyiz" gi- bi bir yaklaşım ve tutumu ifade etmek istediklerini dûşûnemiyorum ve san- mıyorum. Asıl düşüncelerinin, medi- kal etiğe dayalı olması kaçımknaz ol- duğuna göre yaklaşım ve tutumlannın yanlış ve çarpıtılmış ya da mübalağa- lı olarak yansıtılmış bulunduğuna inan- mak istiyorum. Hekimlikte klasik has- tayayaklaşımda dahi "Primum non no- cere" kuralı geçerli iken sağlam insa- nın göz göre göre yaşamını yitirme- sine ilgisiz kalınamaz ve bir aşama- da, kaçınılmaz şekilde, yardım yapı- lır. Prof. Dr. S. Papper'in dediği gibi, "Bizlerin. hekimlerin, etik ve moral gelişmelerinin hedefı ve de dayanağı, tûm olarak insanyaşammasaygıdır.Bu konsept bizleri, deger yargîlanmıza göre hûkûm verme eğüimlerimizin üs- tüneçıkanr." (2) (1) RichardHorton, TheLancent (2000), 356, 1196-88. (2) S Papper M.D . Doing rtght, every day medical ethıcs. Lıttle and Brown & Company 1983, sah:l33-134. ARADABİR NEŞE DOSTER Yazm öğretmeni Karar da Sorumluluk da... Felsefe, toplumbilim (sosyoloji), mantık dersle- rinin bir yana itildiği, müzik eğitiminin "o/masa da olur" sayıldığı, beden eğitimi derslerinin raporla ge- çiştirildiği, edebiyat kitaplannın çağın gerisinden ha- ber verdiği eğitim sistemimizde, neyi, kime, nasıl anlatacağız? TV'lerin yozlaşmayı hızlandırdığı, kitap satışlan- nın her geçen gün azaldığı, gazete tirajının promos- yonla bile artmadığı, sanat değeri olmayan kaset- lerin milyonlarsattığı, "sanatçı" unvanının giderek ayağa düştüğü ülkemizde toplumu aydınlatma ve bilinçlendirme görevini kimden bekleyeceğiz? 1920'li, 30'lu yıllann alfabe kitaplannda labora- tuvarönlüğü, doktor gömleği, yargıç cüppesiyle gö- rünen kadını, 194O'lı, 50'li yıllann abece, (atfabe) kitaplannda elinde örgüsü ve önünde bulaşık ön- Klğüyle öne çikarmayı nasıl açıklayacağız? Çahşan kadından ev kadınına geçişi sağlayan ve hızlandı- ran sürecin yanrtını kimden, kimlerden alacağız? Ülkenin geçmişinde valilere telgraf çekerek "///- nize öğretmen gönderiyorum. Onu karşılayınız" di- yen milli eğitim bakanlarından, makamından baş- hekim kovan sağlık bakanlanna nasıl gelindiğini kim- lere soracağız? Felsefe, toplumbilim, mantık kitabı yazan ba- kanlardan sonra, makamlannda TV kamera- manlanyla güreş tutan, il sınırında karşılanma- dığı için yöneticilerie ilgili sürgün kararnamele- ri hazırtatan bakanlara niye gelindi sorusunu nasıl açıklayacağız? Yoksul ve yorgun halka ABC öğreten Millet Mek- tepleri'nin, aydınlık kapılar açan Halkevleri ve Hal- kodalan'nın, çağdaş eğitimin ne olduğunu kanrt- layan Köy Enstitüleri'nin boşluğunu nasıl doldura- cağız? 8 milyonu kadın, 3 milyonu erkek 11 mil- yon okuma yazma bilmeyen yurttaşımızı Avrupa Birliği'nin bekleme salonunda hangi gerekçeye sığdıracağız? Okulöncesi okullaşma oranının yüzde 10, yok- sul çocuk sayısının 6 milyon, nüfus kaydı olmayan çocuk oranının yüzde 26 olduğu ülkemizde çocuk «karnemizin zayrflarla dolu olmasının suçunu kim- de arayacağız? Açlık sınınnın 182 milyon TL, yoksulluk sınınnın 567 milyon TL olduğu 65 milyonluk ülkemizde, yalnızca 5 milyon kişinin iyi yaşadığını nasıl açık- layacağız? Yunanistan'da devtetin kişi başına yıllık eğitim har- camasının 240 dolar, Türkiye'de 90 dolar olduğu bilinirken, 2000 yılı bütçesinde eğitime aynlan pa- yın yüzde 7.2'yle, 1920'lerin çok gerisinde oldu- ğunu hangi mantığa sığdıracağız? Toplumsal baskı, aile içi şiddet, geleneksel ya- pıyla çelişen davranışlar, göç, kendini ifade ede- meme, baba-koca dayatmalan gibi nedenlerle Dc- ğu'da kadın intihariannın giderek arttığı günümüz- de, belediye başkanlannın çarşaflı eşlerinin parti genel başkanlarınca ödüllendirildiği ülkemizde, görkemli gökdelenlerimizle, devleşen bankalan- mızla, banka batıran kahramanlanmızla övünme- yi sürdürecek miyiz? 3 büyük şehirde aile içi şiddetin yüzde 70'e ulaş- tığı, Adli Tıp Enstitüsü araştırma raporunun insan- lan şaşkına çevirdiği ülkemizde biz yine gelişen tu- rizmimizle(!), yeni açılan metromuzla(!), özelleştir- me başanmızla(!) avunacak mıyız? Islam el kitaplannda "Kadın Dövme Teknikleri'nin anlatıldığı, dayak sırasında tabanca, demir, sopa gibi aletlerin kullanıldığı, yargı ve güvenlik mensup- lannın kadının dayak yemekten zevk aldığını açık- ladığı ülkemizde, kişiiiksiz ve kimliksiz olmayı mı, zoriuklara ve koşullara meydan okumayı mı yeğ- leyeceğiz? Karar da, sorumluluk da bizim. Yaşam, kalbin iki vuruşu arasındaki zamandır Kalbinizi koruyun TÜRK KALP VAKFI 19 Mayıs Cd. No: 8 Şişli/İSTANBUL Tel: (0 212) 212 07 07 (pbx) 10 Hat Faks: (0 212) 212 68 35 Yargının Sorumluluğu... • çişleriBakanıSadettinTantan'ınbaşın- I da bulunduğu güvenlik örgütü, kimi kuş- kulara karşın başta Muammer Aksoy, Bahrtye Üçok, Uğur Mumcu ve Ahmet Taner Kışlah cinayetleri ohnak üzere, yıllardır çözühneyen ve çözülebileceğine iliş- kin umutlann hemen hemen kınldığı bir dönem- de, işleyeni belirsiz (faili meçhul) birçok siya- sal cinayeti çözmeye başlayarak ardmdan da hal- kın iliğini kurutan mali suçlann üzerine gide- rek toplum içinde büyük saygınhk kazanmış- tır. Ancak başka ülkelerde böylesi suçlarla sa- vaşımda etkin adlar olarak ortaya öncelikle hu- kukçulann çıkmasına karşın bizde kolluğun, yar- gıç ve savcılardan daha etkin oluşu nasıl açık- lanabüir? Başka deyişle, bu cinayetlerin aydın- lanlmasında, çetelerin ortaya çıkanlmasında, yol- suzluklann üzerine gidilmesinde etkin ad, m- çin bir hukukçu olmamıştır? Çünkü olağan, normal bir sistemde suç işlenmeden önce ön- lem almak idarenin, işlenen suçu kovuşturmak ise yargının görevidir. Öyleyse toplumu derin- den sarsan bu suçlan aydınlatıp cezalandırmak da öncelikle yargının sorumluluğundadır. Yargmın bu sorumluluğunu yerine getir- mekte geride kalmasının nedenleri arasında ilk akla gelen neden, hâkim ve savcılann yetersiz ya da isteksiz obnalandır. Kuşkusuz her mes- İek grubu gibi onlann içinde de yeteneklileri, yeteneksizleri, isteklüeri ya da isteksizleri bu- İunmakla birlikte böyle bir sav, tûmûyle öznel, başka deyişle kişisel özeflüdere göredegişenni- tetik taşıyacak, bunun için de güvenihnez ola- caknr. Buna karşın yargıya suçla savaşımda yeter- li olanaklann tanınmadığmı söylemekte ise hiçbir duraksamaya yer yoktur. Çünkü yıllann birikimiyle hâkim ve savcılar ceza yargılama- sında köşeye itümiş, suç kovuşturma olanak- lan -en başta savcı emrinde çalışacak, doğru- dan savcıya baglı adli polis kurulmayarak- sa- yı, eleman ve teknik olarak kısıtlanmış, önce- likli görevi suç işlenmesini önlemek olması gereken kolluk gücüne ise suçun kovuşturul- masında hukuki ve eylemsel geniş alanlar ka- zandınlmıştır. Bunun doğal sonucu olarak Su- surluk kazası sonrası toplumdan yükselen tüm istemlere karşın bizde bir Di Pierro çıkmamış- nr. Tüm iyi niyetiyle çıkmak isteyen biri de, doğ- rudan kendi denetıminde olmayan ve siyasi, idari etkilenmeye açık kolluk gücüyle her an yaya bırakılabileceğını, "adamyerine konuhna- yabilecegini'' (1), öngörmek zorundadır. Önemli olanın, sorunlann çözülmesi olduğu inancıyla halk yığınlan ve aydınlar da böylesi çarpıklıklan sorgulayamayuıca toplumun ger- çekleri bilme hakkı tehlikeye düşmekte, yalnız- ca söyleneni ve izin verildiği kadannı bilme ve inanma şansı ohnaktadır. Örneğin, adı faili meçhul cinayetlerle çok sık gündeme gelen w Yeşü kod adh MahmutYudınnTın sağ kolu ol- duğuUerisürülen Zakir Selvı'nin sorgusu sıra- sında ahnan şok itiraflan yazüı kayıtiara geçi- rilmezken ilk olarak üst dûzey emniyet yetldli- lerine bildirilmiştir'" (2). Oysa Sayın Tantan'a göre, ".-polisin yetkisi belli bir noktaya kadar (dır). Polis, adli olaylarda savcınm direktifleri- niyerine getiriyorfdur). Türkiye'denitetikü sav- cılar eksik olduğu için de soruşrurma ve y^rgı makammm suçu tanıma ve anlama sorunu vaıtdn-)" (3). Buna karşm Zakir Selvi örneği, Ceza Muhakemeleri Usulü Yasası'nın emredi- ci düzenlemesine karşın polisin bazı olaylarda kanıtlan en azından kendi süzgecinden geçir- dikten sonra, eğer sakınca görmüyorsa cumhu- riyet savcılığına ulaştırdığını göstermektedir. Bunun yanında toplumun temeli olan adalet duygusunun sarsılmasını ve hukuk devletinin iyi işlememesinin faturasının, gelir dağılımın- daki adaletsizlikten yarar sağlayan kesimlerce bilinçh bir çabayla yargıya çıkanldığı yolunda ciddi işaretler vardır. "Bizyakabyoruz,hâkvm- ler sauveriyor" boş sözlerinden sonra, toplum- sal dengelerdeki degışımleri önceden sezme yetisine sahip bazı medya aktörleri de, bu ko- roya hemen katılarak sistemdeki çarpıklıklann düzeltilemeyişinin sorumluluğunu yargıya yük- lemeye kalkışmışlardır. Hatta genel af gibi top- lumsal, hukuksal, ekonomik derin kökleri olan bir konuda bile gerekçe olarak, -yüzde 50 gibi akıl almaz bir rakam da belirterek- adli hata gös- terilmiştir (4). Yani yazısuıda tanınmış bir hu- kukçuyu -Uğur Alacakaptan- kaynak gösteren yazara göre cezaevinde yatan iki kişiden biri- si, hâkimler yanlış karar verdiği için oradadır. Cezaevlerinde 2000 yılının son günlerinde, on- ca iyi niyetli çabaya karşuı inatla yaşanan bir karabasan gibi izledığimiz ölümlerin ve bütçe, personel yetersizliği bilinen, bir bakanlığın ka- pasitesini çok aşan, aslında herkesin, her kesi- min payı olan ihmalin ve yaşananlann sorum- luluğunun, henüz üzerlerindeki dumanlar da- ğılmadan en yetkili ağız tarafından bir çupıda Ceza ve Tevkifevleri Genel Müdürü'ne yük- lenivermesi de kolluğun, yargıya bakışı açısın- dan düşündürücüdür. Bu yaklaşımla, örneğin Yeşil'in bugüne dek yakalanmayışının sorum- lusu kimlerdir? Ömekler çoğalrüabilir ama so- kağa taşan gösterilerden tutun da üst kademe- lerde de sıkça dile getirilmeye başlanan, başa- nlan kendine mal edip her fırsatta yargıya yük- lenmenin arkasuıdaki nedenler toplum banşı açısndan irdelenmeye değer niteliktedir. Bura- da ilk akla gelen, kolluğun yargı karşısında ar- tan gücünün, artık çok sınırlı alanlarda bile de- netimi sindiremeyecek, önemsemeyecek bo- yuta ulaşmış olmasıdır. Ikinci nedense, insan haklan alanında hukuk devleti ilkesinin iyi iş- lememesınden kaynaklanan -aslında işlevsel olarak birbirini bütünlediği halde- yargı, kol- luk karşıtlığına duyulan bilinçli veya bilinçal- tı tepki sonucu yıllardır tohumlan atılan yargı- yı sindirme, etkisizleştirme çabalandır. Ancak bilerek ya da bilmeyerek hukukun üstünlüğü il- kesinin sarsılmasına yol açanlar, idarenın doğ- rudan siyasi iktıdannın etkisi altında olduğu- nu, hâkimlerde olması gereken bağımsızlık ve güvencenin kollukta olmadığuıı, soluduğumuz hava gibi görülmeyen, elle tutuhnayan ancak yoksun kalındığında önemi ve değeri anlaşılan hukukun üstünlüğünü, devirler değiştiğinde, güçlerini yitirdiklerinde ve olası bir haksızlığa uğradıklannda arayabileceklerini, bulduklan- nın ise kendi bıraktıklanndan daha kötü olabi- leceğini öngörmelidirler. Dahası, adaletin top- lumun temeli olduğu özdeyişini anımsarsak toplumun temelinden verilen ödünlerle duvar- lann ve çatının güçlendirilmesi, bizim gibi dep- rem kuşağında yer alan bir ülke için, hiç de akıl- cı bir tutum değildir. Iğneyi, yargı mensuplanna batırmak gerekir- se saldınlan kolaylaştıran içsel nedenlerden biri, Susurluk ben/cri kazalarda kirli ilişkUeri ortaya çıkan, yaşamlanna ve toplumsal ilişkile- rine özen göstermeyen baa hâkim ve savcılann varfağKhr. -Ancak bunlann oranı, öbür kamu ça- lışanlanna göre çok azdır. Gönül, Istanbul Ba- rosu'nun yaptığı "yargıda rüşvet" araştuması- nın, kolluk ve idareyi de kapsayacak, malvar- hğını da içerecek biçimde yapılmasını arzu- lar.- Konumuza dönersek bu bireysel yanlışlar- dan öte temel yanlış, hâkim ve savcılann vk- dan ile cüzdan arasına sıkıştıklanna ilişkin ta- lihsiz sözde anlatımını bulan ve kıyak emekli- Bkörneğinde gösterilen tepkinin. yüksek dere- celi hâkimlere yapılan maaş artışıyla kesilme- si, dolayısıyla duyarlılığm salt parasal konular- da olduğuna ilişkin kamuo\una verilen kötü ile- tide saklıdır. Hele maaş zammı için, adalet da- ğıtmanın özünde var olan nitelik bir yana bıra- kılarak trilyonluk davalar görülüyor gibi nice- liksel bir gerekçeyle yola çıkıhnası, gişe me- murlan, tahsildarlar ve veznedarlarla kıyaslan- mak gibi sonuçlar doğurmakla sakıncahdır. Güçlü devletin az denetlenen yönetimle ola- nakh olduğu inancındaki yanlış önermeden yo- la çıkan ve yargryı idare karşısında zayıflatan, ashnda her gün, füriü örneklerini yaşadığımız, veneyazık ki kanıksadığımı/. bu yaldaşımın ada- letsizlikleri de beraberinde getirmesi kaçıml- mazdır. Gelir dağılımındakı korkunç çarpıkh- ğuı yarattığı adaletsizliklere karşı da kimi za- man topluma günah keçisi olarak sunulan hâ- kim ve savcılann oyuna gelmemeleri, özlük haklan, maaş artışlan da içinde ohnak üzere te- mel sorunun hukuk devletinin yaşama geçiril- mesi olduğunu her fırsatta dile getirmeleri. güç- lerini bunun için tüketmeleri bir zorunluluktur. Yoksa saldınlar sürecek ve bu gidişle yeri gel- diği durumlarda bile, "Ben hâldnüm" diyebil- mek zorlaşacaktn-. (1) Umut Operasyonu gibi önemli bir soruşturmalar dizisindeAnkara DGM Başsavcısı ' 'Operasyonlan med- yaâan öğrendiğım, medyadan önce savcılığa bılgi ve- rilmediğinı, kendısım adamyenne konulmamış gibi his- settiğini'' söylemektedır 25 Mayıs 2000 tanhli tüm ga- zeteler. (2) Bkz. 25 Mayıs 2000 tarihli Yeni Bınyıl gazetesi- nin 17. sayfası (3) Bkz, Nese Düzel Pazartesı Konuşmaları, 17. 04. 2000 larihlı Radıkal gazetesi. (4) Bkz, Güneri Ovaoğlu, 23 Mart 2000 günü Mil- liyet gazetesi Yeni Yüzyılda KESK YaşarSEYMAN K amu Çalışanlan Konfederasyo- nu (KESK) 3. olağan genel ku- rulunu Ocak ayının son haftasın- da Istanbul'da yapıyor. 199O'lı yıllarda kamu çalışanlan sendi- kalan örgütlendi. 1995 yılında da Kamu Ça- lışanlan Konfederasyonu, kısa adı ile KESK kuruldu. 90'lar Türkiyesi'nde kamu çalışan- lan zor koşullarda, sürgünlere, coplanmala- ra, tazyikli sulara, gözalülara karşın hızla ör- gütlendi. Tıpkı işçi sınıfinda Türk-lş, Hak-Iş ve DlSK gibi, kamu çalışanlannda da üç üst kuruluş ülke gündeminde yer aldı: KESK, Kamu-Sen ve Memur-Sen... KESK'in merkez yürütme kurulu 11 kişi- den oluşuyor. KESK, üyesi 20 sendika ve iki yüz bini aşan üye sayısı ile sendikal savaşı- mını (mücadelesini) sürdürüyor. Beş yaşında- ki genç örgüt, yaşamının büyükçe bir bölümü- nü eylemlerle geçirdi. Merkez yürütme kuru- lunun 11 yöneticisinin 3'ü kadın. KESK yeni olağan genel kuruluna giderken üye sendikalardaki genel kurul sonuçlannı araştırdığımızda kadın başkanlar açısmdan iç açıcı bir tabloyla karşılaşmadık. Daha önce 3 kadın başkanı olan KESK, 3. olağan genel ku- ruluna, kuruluş aşamasında olduğu gibi tek ka- dın başkanla giriyor. Tek kadın genel başkan, 12 yıldır sendikası Tüm-Bel-Sen ve KESK'in kurucu başkanı Mcdan Baykara. Daha önce KESK'e bağh Tüm Sosyal-Sen Başkanı Fat- ma AkyoL SES (Sağlık Emekçileri Sendika- sı) Başkanı Cevher Tosun başkanlıklannı ko- rumazken Tüm- Bel-Sen Başkanı Vicdan Bay- kara, adayhğı sırasındaki tüm barikatlan ör- gütünün gücüyle aşarak yeniden seçiliyor. Ba- şannın ölçüsü seçilmek değil, kalıcı olmak- tır. Baykara, örgütle bütünleşerek bu gerçeği yaşama dönüştürüyor. KESK 3. olağan genel kurulunu yaparken değişimin gücü olan ka- drnlan değerlendirmehdir. KESK'in etkin mücadelesınde kadınlann katkısı yadsma- maz. KESK eylemlerinin ön saflannda ka- dınlar vardu". Sürgünü, tazyikli suyu, coplan- mayı, saçlanndan sürünmeyi ve gözaltılannı, savaşun arkadaşlanyla paylaşmanın onurunu taşıyorlar. Sendikacılık, evrensel bir uğraş olsa da her ülkenin kendine özgü koşullannda örgütleni- yor. Dünyanın her ülkesinde farklı sendikal ör- gütlenmelere ve giderek yerleşen gelenekle- re rastlayabiliyoruz. Kısacası, sendikal örgüt- lenmede her ülke geleneğini yaratıyor. Yine de sendikacılık evrensel uğraş oldu- ğundan tüm sendikal örgütlerde ve üst kuru- luşlarda model vardır. El yordamıyla günü kurtarmak olanaksızdır. Ve sendikalar siyasal yönlendirmelere açık değildir. Başka türlü güçlü ve baskı grubu olamayacaklannı bilir- ler. Örgütlerinin öz gücüne güvenirler ve ar- kalanna sendikal gücü alarak yürürler. Bu an- lamda KESK 3. olağan genel kuruluna gider- ken yeni yılda yeniden yapılanarak yeni kad- rolarla kamu çalışanlan örgütlerine örnek ve önder olmalı. KESK'in savaşım anlayTşına, öde- diği bedellere yaraşan; ilerici, dinamik, çağ- daş bir sendikal örgütlenmeyle yeni yüzyıla girmeyi başarmaktır. CUMHURİYETTEN OKURLARA O R H A N E R İ N Ç ._••-. Türkfye'nin GayyaKuyusu Türkiye'nin enerji sorununu çözmenin, gayya kuyusundan adam çıkarmaktan daha zor dduğu her gün bir başka yanıyla kanıtlanıyor. 50'li yıllarda Türkiye'nin altında var olduğu sanı- lan petrol denizinden yararlanma hayaliyle yaban- cı uzmanlara hazıriatılan Petrol Yasası da bugün- küne benzer amaçlarla gerçekleştirilmişti. "Enerji bunalımından kurtuluşun büyük adımı' denilip, halktan gizlenerekyabancılaratanınan hak- lann, enerji sorununun çözümünde ne kadar yarar sağladığı pek bilinemiyor. Ama kesin olarak bilinen bir şey var. "Yasa çık- tı" diye gelenler olmadı, ama tastnı tarağını topla- yıp giden uluslararası petrol şirketlerini gördük. Denebilir ki gidenler PKK terörü nedeniyle git- tiler. Doğrusu bu göruşe gönül rahatlığıyla katıl- mak zor. Acımasız bir serbest pazar ekonomisinden ya- na olan küreselleşme yanlısı sermaye sahiplerinin, kendileri için ölüm tehlikesi yaratmayan bir du- rumda, çalışanlannı korumak niyetiyle böyle bir yolu seçtiklerine inanmak aşın iyimserlik olur. Aynı görüş sahiplerinin, dünyada milyarlarca, Türkiye'de de milyonlarca kişiyi gözlerini kırpma- dan açlıktan ölüme terk etmeleri de işin cabası sa- yılır. Terör yüzünden g'ıttilerse terör bittiğine göre ne- den gelmiyortar sorusunun yanıtı da henüz orta- larda yoktur. • , * • ••• Aradan yıllar geçti. Hem teknoloji ilerledi hem de enerjiye dayalı üretim yapan sanayi kuruluşlan ço- ğaldı. Bu nedenle de elektrik enerjisinin yıldızı parladı. Enerji üretimi ve pazariaması da en kârlı yatınm- lardan birine dönüştü. Yerli sermayenin yetmediği gerekçesiyle kollan sıvayan DSP-MHP-ANAP koalisyonu, önce Da- nıştay'ın imtiyazlı sözleşmeleri onaylama yetkisini bir anayasa değişikliği ile tırpanladı (14 Ağustos 1999). Sonra da bu değişikliği yaşama geçirecek yasa- yı çıkardı (22 Ocak 2000). (Aynntılar için: 17 Ocak, 14 Şubat, 6 Mart ve 10 Eylül 2000 günlerindeki "Cumhuriyet'ten Okuhara" köşesi.) Yasa tasansının gerekçesinde güdülen amaç açıkça vurgulanmıştı: "Enerji üretim ve dağıtım ihalelerini cazip hale getirmek." Yerli işadamlanmız, cep telefonu ihalelerine gi- rebilmek için yabancı ortak peşinde olduklanndan olsa gerek, şu aşamada bu konudaki istekterini frenlemiş görünüyoriar. Ancak, elektrik enerjisi ihalelerinin gerçekten ca- zip duruma gelmiş olabileceği anlaşılıyor. Ankara DGM Savcısı Talat Şalk'ın talimatıyla aözaltına alınan TEAŞ (Türkiye Elektrik Anonim Şirketı") yöneticileri, 4 trilyon liralık bir ihale yolsuz- luğuna adlan kanştığı iddiasıyla sorgulanryortar. Aralannda, 1987'deki ANAP hükümetinin bakan- lanndan biri de var. ' ' *""' İlk soruşturmanın gizliliği nedeniyle değeriendir- me yapmaya kalkmak bir yanıyla yasak, bir yanry- la da, aynntılar bilinemediğinden haksızlık yapma tehlikesi var. Ancak Cumhuriyet Savcısı Şalk'ın. yeni gözaltına almalar olabileceğini açıklaması da dikkati çekiyor. Görülüyor ki, sonunda ne yapıp edip elektrik enerjisini de yüzümüze gözümüze bulaşürmışız. Bi- ze de bu yakışırdı. * Önümüzdeki pazartesiye kadar gönlünüzce bir hafta geçirmeniz dileği ve saygılanmızla. [email protected] Gurbet yalnızlığında, sıla özlemini yüreğinde yaşatarak göçtü aramızdan ERTAN UYAR bu alçakgönüllü, güleç yüzlü dostumuzu, bu kavgasının yüzakı güzel insanı, hep sevgiyle anacağız. Istanbul Erkek Liseli dostlan adına YILMA2 ÖZTÜRK ^ Sevgili ERTAN UYAR Nasıl sığdın o "küp"e, yüneği altından değerli "huysuz" arkadaşım? SEVİNÇÖZTAN MAVİ BİR MffiHABACumhuıiyet k ı t a p I a r ı DMye Alpay Bu kitap "1999 Yunus Nadi Öykü Ödülü"nü paylaşö.Yöceyi bulma çabasında bir yazarla tanışmai isterseniz okuyun bu kitabı. Yepyeni bir öykü bıçemi, pml pınl bir dıl, insanı sarsan kahramanlar.. Yazınımıza kutlu olsun. Fr C"">hurN<»t Çağ Pazarlama A.Ş. Türkocağı Cad. No:39/41 ^ . kitap kulubü (34334)Cağaloğ!ü-istanbul Tel: (212)514 01 96
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle