16 Mayıs 2024 Perşembe English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
SAYFA CUMHURİYET 3 EYLÜL 2000 PAZAR OLLAYLAK \EJ [email protected] Anlayamadıklanm.. Prof. Dr. Tuncer GUVENÇ Y ıllardır ülkemizde, ka- cilik yıllanndan beri aynlmadığım Ata- mu düzeninde olanpek türk'ün yakasında altı ok bulunan res- çok olayı anlayamıyo mim kaldırmamı da sanınm hiçbirisi rum. Dört kuşak devle- anlamadı. Aynı şekilde 12 Eylül önce- te hizmet etmiş bir ai- si gece 22-23 arası fakültedekı odam- leden olmama, hukuk dan çıkıp evime kadar huzur içinde yü- mu düzeninde olan pek çok olayı anlayamıyo rum. Dört kuşak devle- te hizmet etmiş bir ai- leden olmama, hukuk ve siyasal bilımlere de pek yabancı ol- mamama karşın anlayamadığım o kadar olay var ki, artık kendimden kuşku duy- maya başladım. Kusura bakmayın, bu anlayamamak bende 1970'li yıllarda başladı. O kan- şık dönemde evinm balkonünda aşın sağcı öğrencilere çay partisi veren ve son- radan solcu öğrencilerden ölesiye dayak yiyen dekanımı anlayamamıştım. Unı- versitede öğrencilerin forumu var diye ders yapılmamasını ve buna rağmen öğ- rencilerim geldığı için ders yaptığımı gören diğer bir dekanımın, "Sen deli misin" demesini de anlayamamıştım. Öğrencılen toplayıp, "En devrimci öğ- retiın üyesi benim" diye söylev veren meslektaşım doçenti de Almanya'da öğrenciliğinden ben TKP üyesi olduğu- nu söyleyen, üye olun diye tuvalet du- varlanna el yazısı ile yazan ve odamda- ki Atatûrkresmıni göstererek "Sen hâ- lâ bu adamın resmini asıyor musun" dı- yen başka bir doçent meslektaşımı da an- layamamıştım. Aynı şekilde 14 ya da 16 Eylül 1980 günü başka bazı kendını ileri-devrimci sanan ve yöneticilerin odalarmda acele ile Atatürk resmi asma- lannı da anlayamamıştım. O gün, öğren- rüyerek gidebümemı de anlayamamış- lardı. Yine o dönemde polisin,jandarmanın, askerin, gümrük teşkilatının haberi ol- madan Sovyet, Çek, Bulgar, Fransız, Alman, ltalyan ve Amerikan silahlan- nın yurda nasıl sokulduğunu, nasıl ra- hatça satıldığım veya dağıtıldığuu ve taşındığını anlayamadım. Her zaman bol bol kullanılan ve kimsenin adını ver- meye cesaret edemediği "dış mihraklar, dış düşman güçler" deyımlerini de an- layamadım. Darbeci generallerin Ata- türkçülük diye verdikleri söylevleri de anlayamadım. Anayasayı değiştireceğız, demokratik- leştıreceğız dıyen polıtikacılann bu ko- nuda hiçbir şey yapmamalannı ve hat- ta geçici 15. maddeyı büe değiştirme- yi, bunun suça teşvik olmasına rağmen hiçbir gırişimde bulunmamalannı ve hatta ağızlarına bile almamalannı anla- yamadım. Tüm siyasal partilerin YÖK'ü değiş- tireceğiz demelerine rağmen iktidara geldiklerinde hiçbir şey yapmamalan- m ve YÖK'ün askeri düzeninden, en az koltuk düşkünü zavallı üniversite "yö- netküeri" kadar hoşnut görünmelerini anlayamadım. YÖK'te Akademik Inceleme Komis- yonu üyeleri iken öğretim üyeliği için yayın, uluslararası yayın ve atıfın en az belli düzeyde ohnası gerektiği kuralla- nnı koyan üyelenn (kimdi acaba bu üye- ler ve şimdi neredeler?), hiç yaymı ol- mayan, dolayısıyla hiç atıfı olmayan ıkı bının üzerindekı yükseltilenler arasın- da pek çok doçenti kıyak profesör yap- malannı, ikide bir kriterleri yükselten, düşüren bu üyelerin acaba öğretim üye- si veya bilim adamı yetiştirmede bir ha- tamız mı var diye bu üyelerin kendile- rine sormamalannı bir türlü anlayama- dım. Bunlardan bazdannın TÜBlTAK ve YÖK başkam olduklannda aynı söz- leri yinelemelerini de bir türlü anlaya- madım. Hatta bunlardan birinin, bir öğ- retim üyesuıe hangi ulusal ya da ulus- lararası çalışmasında, hangi araştırma projesine ya da öğretim üyesi yetiştir- mesine kurumsal bir katkıda bulunduk (bu katkı birkaç sayfa yazı yazacak sek- reterlik hizmeti, birkaç şekil çizimi ve- ya beyaz kâğıt bile olabilirdi) kendi ken- dısıne sormadan "yaptiğmız uluslara- rası düzeyde yayınlaruuz ve aüflannız, fisansüstü düzeyde vapftğınızeğitim için" kutlama ve başan dileklerinı gönderen YÖK başkanını hiç anlayamadım. Yıllar geçti, şeriat devleti kurmak is- teyen mürteci tekkelen, zaviyeleri açıl- dı. Tarikatçılık, hemen hemen tüm par- tilere, hele kendini sol ve Atatürkçü bi- len partiye bile oy uğruna yerleşti. llk- çağ kıhk kıyafetleri ile ayin yapan, re- jimı değiştirmek ve kendilerini ıktidar yapmak için açıkça konuşan, örgütlenen insanlar televizyona çıkana kadar hiç- bir şey yapılmamasını, Cumhuriyet ya- salannın yok sayümasuıı anlayamadım. Devletin çeşitli haberalmakurumlartnın ya bîhaber olrnalarını veya verdikleri raporlara yöneticilerimizin ve savcıla- nn hiçbir işlem yapmamasını anlaya- madım. Daha da ötesi, yakından tanıdı- ğımı sandığım, yedi yıl kadar da çalış- malanna katkıda bulunduğum bir parti başkamnın tarikatlann cici ve kaka di- ye aynldığını, cicilerin (kendısıne bir parça geçici oy sağlayan tarikatlann) desteklenmesi gerektiğini söylemesini ve bu tarikatın çalışmasından gunırdıry- masrnı (diğer bir deyişle devletin, diğer politikacılann ve bu arada kendisinin bu konudaki acizliğinm itirafindan) hiç mı hiç, bir şey anlayamadım. Tek anla- dığım, "kendisinin de, diğer partilerin de aciz olduklaruu ve bazı işlerin Atian- tik ötesi ıhmb 1slam politikasıgüdengüç- lerin yönettiği tarikatlann yapabilece- ği" kanısmda olduklan itırafı oldu. Şimdi ekonomıden hiç mı hiç anlama- yan ve bunu defalarca kanıtlayan, ayn- ca YÖK dosyalannda bunun kanıtlan bu- lunan, basındaki deyişle bir 'kıyak pro- fesör' ıktıdarda iken polis,jandarma ve ordu dışında bir savaş bırlığı kuruyor, mil- yonlarca dolarlık savaş silahı ithal edı- liyor ve bu savaş silahlannın bir kısmı kayıp görünüyor. Bunlann gümrükte, poliste, ordudajandarmada, ithal eden valide de hiçbir kaydı olmadığı ortaya çüayor. Başbakan birâlem, vali birâlem, HDM bir âlem, gümrükler bir âlem. Ku- sura bakmayın, ben neyı anlayabilirim? Orduda,jandarmada, poliste değil bir sa- vaş silahı, sıradan bir tabanca veya mer- mi kovanı kaybolsa ne olur? Nasıl bir iş- lem yapılır? Bunu her yetkili, daha da ötesi, askerlik yapmış herkes bilir. Bun- lar neden bilmiyorlar? Türkiye'yi bir yol geçen hanı sananlar için ne gıbi iş- lem yapılacak? Mumcu'nun, Kışlah'nın katıllenne ne yapıldıysa o yapılacak de- meye dilim varmıyor. Susurluk'a ne ol- duysa, örtülü ödenek peşkeşine ne ol- duysa, daha nicelerine ne olduysa o ola- cak diyemiyorum. Bana okullanmda, Amasya'dan Ka- bataş Lisesi'ne kadar Cumhuriyet ilke- lerini öğreten, Kurtuluş Savaşı'nı, Ata- türk Devrimleri'ni öğreten, her zaman minnetle ve rahmetle andığım öğret- menlerim mi; yoksa babamdan kalan Vatandaş İçin Medeni BilgUer' kitabı- nı veren ve bana Türkiye Cumhuriye- ti'nde devlet, cumhuriyet, bağlüık, as- kerlik, devlet yönetimi kavramlannı öğ- reten Cumhuriyet öğretmeni annem mi, bana Sorbonne'da hukuk esaslan, ana- yasa ve kamu hukuku esaslannı öğre- tenler mi yanıldılar? Uzun yıllardır bi- zi yönetenler MustafaKemal'inve Cum- huriyet'in gençlığınden değiller mi idi? Anlayamıyorum. Evet, ben yıllardır ülkemde olan pek çok şeyi ve daha pek çok şeyi anlayamıyorum. Ne dersiniz, bundan sonra anlayabilmem umudu var mı? Bilemiyorum. EVET/HAYIR OKTAY AKBAL Aylık Kuyruğunda Emeklilep... Eylül geldı. Emekliler banka kuyruklannda. Gü- neşte, yağmurda, karda... Sabahın beşinde gelir- lersırayagirerter. Belki sabah çayını bile içemeden! Çoğu yaşlıdır. Saatlerce beklerler. Kımi baygın dü- şer, içlerinde son soluğunu verenlef olur. Bu görün- tü bir türlü silinmez. Çare aranır, yazılır. Bir takım açıklamalar yapılır! Denir ki yaşlı emeklilerin aylıklan evlerinde öde- necek ya da aylıklar her bankadan alınabilecek. Ne o olur, ne bu! Yine emekliler düşe kalka gelir sıra- ya girer, beklerler ha beklerler. Sonunda alırlar pa- ralannı... En çok yüz milyondur, hadi yüz elli. Pek çoğununki ise yetmiş sekseni bulmaz... Hepsi devlete ya da çalıştıklan ışyerine en az otuz yıl hizmet vermiştir. Yaşhlık günlerinde azıcık rahat etmek, nerde! Yan açyarı tok, daha da çok aç yaşarlar.. Gazinoda dört kişilik yemek parâsı bi- le değildir aldıklan para... Türkiye'nin altmış beş milyon insanının yüzde otuz beşi açlık sınınnın ya altında ya da çizgisindedir. Istatistikler böyle der, ger- çekler böyleder... öte yanda ülkenin yüzde on beşi, yani dokuz milyon insanımız çok daha yüksek bir yaşam çizgisinde keyif sürer... TV'lerde gösterilir baharda, gazinolarda, Bod- rum'larda Kuşadalarında, Marmaris'lerde, Beyoğlu meyhanelerinde garsonla- nn ceketini elli milyona sa- tın alıp yakanlan, yüz milyon ödeyip masa devirenleri!... Bir çelişkiler dünyasıdır bu. Bir yanda açlar, bir yan- da iyice doymuşlar!.. Doy- gunluklanndan ne yapacak- lannı şaşırmışlar!.. Eski dergileri kanştınrken "Adam "\n bir sayısında Na- hit Ulvi Akgün'ün "Emek- liler" şiirine rastladım. Her zaman gündemde duran bu konuda, şair bakalım ne yaz- mış: "Yüreklerinde usanç kın- şığıl Maaş, kuyruğunda emekliler/ Bu yolda gide gele söner/ Bir gün yaşa- nır gün ışığı".. Kendisi de emekliydi. Izmir Kordo- nu'nda akşam üstleri gider gelirdi. Şapkası başında gençlik günlerinin Charles Boyer benzerleri yansıta- rak!.. Bir gün onun da "gün ışığı" söndü. Geriye şiirleri katdı. Dostlannda güzel anı- lan!. "Kopariargünlükyaşam- danl Sürekli uslanndan ge- çer/ Neden yalnız acılı gün- lerl Nedir bu onmaz kara- basan." Hep görürsünüz yabancı gemilerden, uçaklardan inen yaşlı kadınları, erkek- leri! Yetmişlikler, seksenlik- ler! Hepsi emeklidir. Yaşam- lannın, güzel anlannın tadı- nı çıkanıiar. Dış gezılerde, lüksotellerde, plajlarda, lo- kantalarda. Ordan oraya, Ispanya'sı mı, Italya'sı mı, Yunanistan'ı mı?.. Emeklilik bir çeşit dinlenme çağı ol- mamalı mı? Biraz huzurduy- ma dönemi, sıkıntısız, kim- seye muhtaç olmadan... On- ca çalışma yılının ardından kısacık bir dönem, o kadar kısa ki, ergeç kopacak en in- ceyerinden... Nahit UM şoyte bitirmiş şi- irini: "O üç aylar bu üç aylar derkenl Cemre düşer mev- simler dönerl Birşarkı duy- maya görsünlerf Bir tuhaf oluriar dinlerken." Süleyman Bey'lerin Türkiyesi! HüseyinİLBEY tatürkne yaptıysa Süley- man Bey onun ter- .sini yap- tı. Süleyman Bey'lerin Türkiyesi... Gericiliğin, yolsuzluklann, çetelerin cirit attığı Türkiye. Epeydir kendi kendime "Bjrtophımenindesonun- da kendisini yönetenlere benzer" demeye başladım. Kırk yıldır yönettiği bu toplum da eninde sonun- da kendisine ve tezgâhm- dan geçen çıraklanna, kal- falanna benzedi. Boynuz kulağı geçjp de çıraklany- la kalfalann maval oku- makta, toplumu aldatıp ya- multmakta, beyin hasan- na uğramakta, devlet kay- naklannı mahdumJanna, hısım akrabalanna, eşleri- ne, dostlanna hortumlat- makta seni bile eşekten in- dirtip yaya bıraktıklannda, yaptıklanndan dolayı de- ğil, fakat senin önüne geç- tiklerinden dolayı hep on- lara "küs" oldun, ama so- nunda da sen, hurdaya dö- nen dozer gibi çekilip bir kenara konulurken, ken- dine benzemiş bir toplum bıraktm geriye: Zayıfa ve alttakine zulmeden; bilgi, bilim ve teknoloji üreteme- jçm kendisini hâlâ Aİ-. lah'ın zavallı bir kulu, Araplann Kureyş kabile- sinden bir peygamberin ümmetı ve yabancı analı padişahlann tebası olarak gören; hırsızlan, devlet ri- caline dayanarak kentler- de holdmgleşmiş eşkıya- yı, soygtmcu ve katilleri alkışlayıp başında tutan bir toplum... Çoban Sülü iken güttü- gün kuzularla sıpalara ka- val çalıp çamıadığını bil- miyorum, ama Ameri- ka'nın inayetiyle kırk yıl güttüğün bu topluma dün- yarun en ıyi maval oku- yan politikacısı olduğuna, kimse "öyle değü" diye- miyor. Ülkelerini uzun yıl- lar futbolla, fadpyla ve Fa- tima masalıyla yöneten Saloz'lar oldu, fakat kırk yıl yalnızca mavalla yö- neten bir başka üısan ör- neği yok. Aşkolsun sana Süleyman Bey, aşkolsun sana ve yönettiğin toplu- ma!.. "ÇobanhğT bırakmak zorunda bıraktırıldığın günlerde, zatına devlet tö- reniyle yüksek hizmet ma- dalyası verildi. Bence de verilmeliydi. Ama bu ma- dalyayla birlikte verilecek plakette, bazı şeyler çok özenle açıklanmalı, önem- le vurgulanmalıydı. Örne- ğin, senin neden hep soy- gunculara, hırsızlara, vur- gunculara "üstün hizmet madalyası" verdiğını ya da bu tür madalya verdik- lerin neden sonradan soy- guncu, hırsız, vıırguncu- lukla şaibelı çıkmalanrun açıklanması ve anlaşılma- sı gerekiyor. Senin mutla- ka, "Nereden bUeyim, ka- vundeğillerdikikokiay»- yım'' deyip yeni bir maval okuyacağına eminım. Ama ben, bu adamlann "kavnn'' olduğunu bildi- ğine, bu madalyalan da onları iyice koklayarak verdiğine de eminim. Sim- di de devletin tepesinden yuvarlandığından beri se- ni yere göğe sığdırama- yanlann, siyasetin duaye- ni olarak satmak isteyen- lerin kımler olduğunu, ha- murlannın hangi topraktan yoğrulduğunu bir güzel kurcalamak gerekiyor. Yüce Tann, biraderle- rin Haa AM ile Şevket'ı, yeğenlenn-I. Yabya ile IL Yatava'yı, kaymbiraderin AK'yi, aile fotoğrafindaki Cavh'le Kâmuran'ı; tez- gâhından geçerek pişen çı- rakların, kalfalann Tansu ve Turgırt'u, onlardan dev- raldıklan mirası sürdüren- leri, tümünûn değerli eş ve mahdumlannı başımız- dan eksik ermesin... KAYMAKAMUĞrNDlAN Kaymakamlığımızda eskiden şofor olarak görev yapan Müslüm Çiftçi'nin hakkında lçişleri Bakanlığı Yük- sek Disiplin Kııru- lu'nca Devlet Memur- luğu'ndan çıkanlması- na ilişkin verilen 16.6.2000 gün ve 16 sayılı karan tebliğ edil- mek istenildiğiııden, il- çemizdekı ikamet adre- sinde bulunmadığı ve yeni adresi tespit edil- mediğınden, 7201 sayı- lı Tebligat Kanunu'nun 3220 sayılı kanunla de- ğişik 28, 29 ve 30. maddeleri uyannca ila- nen tebliğine, ilan tari- hınden itibaren 15 gün sonra muhataba devlet memurluğundan çıka- nlraa karannın tebliğ edilmiş sayılacağı ilan olunur. Basın: 48882 PENCERE 30 Yıl Önce, 30 Yıl Sonra ÇetinAltandünküyazısındakiüç-beşsatırdabe)- lek mangalının küllerini eşeleyip geçmişe gömül- müş birkaç köz tanesinin sıcaklığını bugüne taşı- yor. 12 Mart'ın ilk günlerinde, birlikte yaşadığımız Maltepe tutukluluğuna nasıl başlamıştık: İlhan Selçuk'/a birlikte kendimizi biranda Se- limiye'de bulduk. Gözaltına alınmıştık. Benim gö- zaftı-1961 Anayasası'na rağmen- biraz uzuncasür- dü ve çok tatsız şeyler yaşadım. Sonra Kartal- Maltepe Cezaevi'ne göndehldim. llhan'la buluş- mamızı kutladık. Arkasından Aziz NesinV de ge- tirdiler. Ûç ay sonra oradan kurtulunca; bu sefer de Cumhurbaşkanı'na hakaret iddiasıyla gıyabım- da yürütûlmüş bir dava mahkûmiyetinden Sağmal- cılar'a tıktılar..." Bugün gibi aklımda o günler... Çetin'le Kartal-Maltepe Tutukevi'nde buluştu- ğumuz gün bayram etmiştik. İnsanlar cezaevinin dört duvan arkasında da yaşamın keyfini çıkara- bilirter... 1971'in ilkbahanydı... Mayıs gülieri açıyordu dışarda, ilkyazın kokusu sinmişti havaya... •; Kaç yıl geçmiş?.. «, Yaklaşık30. \ • 30 yıl sonra bugün hapishanelerden acılı mek- tuplar alıyorum; içerdeki ölümcül hastalan kurtar- mak için "Cankurtaran Köprüsü" girişimine geç- tik. 2000 yılında bile Türkiye demokrasiyi yerine otur- tamadı. Dünyanın en belalı coğrafyasında, yan nü- fusu köylerde yaşayan, 10 milyonu ABECE'siz bir toplumda demokrasiyi hangi yapının üzerinde ku- racaksın?.. Çok partili rejime geçmenin demokra- siye geçmek olmadığını nice gözyaşı, acı ve kan pahastna yanm yüzyılda ancak öğrenebildik. • Eskiler derler ki: . ,• "Ağustosun yansı yaz, yansı kış." Her yıl ağustosun ikinci yansında bir yağmur ya- ğar; bilinçaltını bir hüzün basar; sonbahann eli ku- lağındadın güzün kokusu siner ortalığa; Ahmet Haşim'in şiiri gelir aklıma: Su değil, mevsimin havası akan, Duyduğun yaprağın dalın sesidin , , j,v, Suda yıldızlann panltısıdır, . . t' v .; Bu karanlıkta bazı bazı çakan. Bir yazar için otuz yıl boyunca cezaevlerini yaz- mak zorunda kalmak, ne talihsizlik!.. Ne demek ha- pishanelere "Cankurtaran Köprüsü" kurmaya ça- lışmak?.. Ne Fethullah umurumda.. NeErbakan.. •'• '• - l Ecevrt demiş ki: "- Sayın Fethullah Gülen için tutuklama karan- na çok üzüldüm." BaşbakanfeezaevlerindeöKlmle boğuşan genç hastalar içiı»«BÜIüyor mu?;?" •• J - '••••- Demokrasinin neresindeyiz?.. • Yine Ahmet Haşim'i anımsayalım; "Yan Yol" ad- lı şiirinin son iki dizesi: "Yan yoldan ziyade yerden uzak, .t, r . , Yan yoldan ziyade mâha yakın." '., ' Ayaklanmız yerden kesik; ekonomkje "hayaliih- racat" gibi politikada "hayali ithalat" yaparak bu sorun çözülemez; aklımız bir kanş havada!.. Boş verelim içi boş demokrasi laflanna, önce içerde ölü- me terk edilmiş gençleri kurtarmaya bakalım... Dr. GÜLŞAHÎDEN DURUCAN ile v - ; ?.?\ v-.v Yük. Mak. Müh. AYDA KALAYO Beyoğlu Öğretmenevi'nde yapılan nikâh ve düğünde evlendiler. LATİF HOTEL Restaurant-Havuz Bar BELDİBİ-KEMER (klimalı) Doğa - Deniz - Tarih ve Insan Sevdalılan; gezmek, eğlenmek, dinlenmek istiyorsanız gönlümüz ve kapımız sizlere açıktır. 7 gece, 8 gündüz yanm pansiyon (açık büfe) 49.000.000 TL Tel. : (0 242) 824 81 08 Faks: (0 242) 824 81 09 - . ü • 01:00'de (Naklen) Kablotu yayında, S banck 5. kanakta. Henwn ûye otun. (0212) 355 ŞS 55 www.supersport.com.tr
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle