Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
- 2024
- 2023
- 2022
- 2021
- 2020
- 2019
- 2018
- 2017
- 2016
- 2015
- 2014
- 2013
- 2012
- 2011
- 2010
- 2009
- 2008
- 2007
- 2006
- 2005
- 2004
- 2003
- 2002
- 2001
- 2000
- 1999
- 1998
- 1997
- 1996
- 1995
- 1994
- 1993
- 1992
- 1991
- 1990
- 1989
- 1988
- 1987
- 1986
- 1985
- 1984
- 1983
- 1982
- 1981
- 1980
- 1979
- 1978
- 1977
- 1976
- 1975
- 1974
- 1973
- 1972
- 1971
- 1970
- 1969
- 1968
- 1967
- 1966
- 1965
- 1964
- 1963
- 1962
- 1961
- 1960
- 1959
- 1958
- 1957
- 1956
- 1955
- 1954
- 1953
- 1952
- 1951
- 1950
- 1949
- 1948
- 1947
- 1946
- 1945
- 1944
- 1943
- 1942
- 1941
- 1940
- 1939
- 1938
- 1937
- 1936
- 1935
- 1934
- 1933
- 1932
- 1931
- 1930
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
SAYFA CUMHURİYET 11 AĞUSTOS 2000 CUMA
14 i l LJJ\ kuttur@cumhuriyet.com.tr
Oyuncu ve yönetmen Claire Heggen, gövde, hareket ve jestler üzerine çalıştıklannı söylüyor
'Hareketin tiyatwsumıyaptyoruzy
LEMANYILMAZ
Avignon Festivali'nin "Off" bölü-
münde yer alan "Küçük Şeylerin Ka-
yıp ŞarkBi". gündelık yaşamda dikka-
timizden kaçan küçükjestleri, hareket-
Ieri sahneye taşıyor ve izleyicilerin
kendi bedenlerinin, duygulannın, ağız-
lanndan çıkan en küçük kelimelerin
farkına varmasını sağlıyor. Hareket
Tiyatrosu'nun oyuncu ve yönetmeni
Claire Heggen'le çahşmalan üzerine
söyleştik.
-HareketTiyatrosu'nu nasıl tanım-
fayorsunuz?
CLAİRE HEGGEN - Bizim için
öncelikle "HareketTiyatrosu", toplu-
luğumuzun adı. Neden böyle adlandı-
nldığımızı açıklamakla başlayayım.
1970 yıhnda Paris'te çok önemli bir
festivale davet edilmiştik. Ben aslın-
da bir dansçıyun. Oaha sonra Etien-
ne DecroiH ile mim çahştım. Festiva-
lin organizatörlen bizi isim konusun-
da uyardı. Eğermim topluluğu olarak
adlandınlsaydık o zaman izleyiciler
Marcel Marceau tarzı bir gösterinin
beklentisi içerisinde olacaklardı. Bu
tarzdan hoşlanmayan izleyiciler de
gösteriye gelmeyecekti doğal olarak.
Bu nedenle seçtiğimiz teatral tarzda
bir ad bulmak gerekiyordu. "Hareket
Tiyatrosu'' yaptığımız işe çok uygun
düşrü. Bu arada oyunu izleyen gaze-
tecıler de topluluğun adını "Hareket
Tiyatrosu'' olarak kullanınca, biz de
bu adı koymaya karar verdik. Aslın-
da "Hareket Tiyatrosu'' adı, yaptığı-
mız tıyatroyu da tam olarak açıklıyor.
Burada birmetne uyarlanmış hareket-
ler söz konusu değil. Daha çok hare-
ketin tiyatrosunu yapıyoruz. Gövde, ha-
reket,jestler üzerinde çalışarak, bura-
dan nerelere ulaşabileceğimizi ve tüm
bunlann bir tiyatroya nasıl dönüşebi-
leceğini araştınyoruz. Birsenaryodan
ya da metınden yola çıkılarak bunla-
nn harekete nasıl dönüşeceğine bak-
mıyoruz. Tam tersine biçimler, dina-
mikler, imajlar üzerine çalışıyoruz.
Yavaş yavaş sahne üzerinde ortaya çı-
kan malzemeler de bir senaryoya dö-
nüşüyor.
- Çabşmalannızda belli bir yöntem
kullanıyor musunuz?
HEGGEN - Hepimiz farklı teknik-
lerden geliyoruz. Sonuçta vücutlanmız
da birbirınden farkiı. Kendimı örnek
verecek olursam; ben klasik bale eği-
timi aldım. Daha sonra fıziksel eğitim
üzerine uzmanlığımı hazırladım. Bu
çahşmalan da yaparken, Alexander
• Günlük yaşamda dikkatimizden kaçan küçük jestler üzerine çalıştık.
Herkes kendi jestlerini yarattı. Bir başka sahnede özel yaşam, bir diğerinde
yabancılaşma konulannı işledik. Ben 'ben kimim' sorusundan yola çıkarak,
pornografiye kaçmadan kendi vücudumu keşfetmeye çahştım. Bir diğer
sahne ise korku, mutluluk gibi temel duygular üzerine kuruldu. Karşılıklı
öneriler sunarak oyunu geliştirdik, çok farklı şeyleri bir araya getirdik.
'Hareket Hyatrosu', Avignon Festivali'nin l
OF bölümönde Claire Heggen'in yönetöği 'Küçûk Şeylerin Kayıp ŞartasT başlıklı gösteriyi sundu.
tekniği, gibi hareketin analizi, hareke-
tin okunması teknıklerini tanıma ola-
nağım oldu. Daha sonra Amerika'ya
giderek Jose Limon tekniği, caz ve
Afrika dansı, kompozisyon teknıkle-
ri üzerine çahştım. Bu çalışmalanm sı-
rasmda Etıenne Decroux ile çahşmış
olan bir modern dans eğitmeni ile ta-
nıştım. Decroux ile çalışmamı öner-
di. Etienne Decroux çağdaş mimin en
önemli isimlerinden; hareket grame-
n, vücut ve jest üzerine çalışmalar
yapmış. Stanislavski. MeyerhokL Ar-
taud gibi ünlü tıyatroculann çağdaşı.
Marcel Marceau'nun hocası.
'Modern ve teatral dans geüştf
-Günümüzdeizleyici-tiyatroaraan-
daki Uişkjye nasıl bakryorsunuz?
HEGGEN - Toplumsal bakış açı-
sından değerlendirildiğinde izleyicinin
hareket ağırlıklı tiyatroyu metin ağır-
lıklı tiyatroya tercih ettiğini söyleye-
mem. Bence her zaman metne dayalı
tiyatro olacaktır. Fransa'ya baktığı-
mızda ise, 1980'li yıllardan bu yana
modem dansuı ve teatral dansın geliş-
tiğini söyleyebilirim. Bunda Amerikan
dansının ve Pina Bausch'un etkisinın
olduğu bir gerçek. Izleyıciler ise bu bi-
çimlere son derece açık. Tiyatro me-
tinlerine baktığımızda, özellikle çağ-
daş metinler öykülemeden çok, parça-
lı, kesik bir yapıya sahip. Bu açıdan
da koreografiye, harekete yaklaştıkla-
nnı düşünüyorum. Burada önemh bir
nokta da görsel-işitsel, sanal iletişi-
min çok güçlenmiş olması. Bu gelişim
jeste dayalı tiyatro formlannı etkiliyor.
Diğerbir boyut ise sanatalanındaki et-
kileşimler. Kukla tiyatrosu, hareket ti-
yatrosu ve dans arasındaki etkileşim,
plastik sanatlar ve dans, hareket ve
müzik, hareket ve metin ya da hare-
ket ve ses arasındaki etkileşimler. Böy-
lelikle çok sayıda alan yaratmak müm-
kün. Ashnda bu etkileşim oyunculan
da değiştiriyor. Artık sahnede sadece
metin ya da hareket açısından uzman-
laşrruş oyuncular değil, tam tersine
dans edebilen, şarkı söyleyebilen, ha-
reketedebilen, metni yorumlayan oyun-
cular görebiliyoruz. Izleyıci de bu tür
bir oyunculuğu tercih ediyor.
Sahne üzerinde bir beden
- Bu gösterinin çahşma sûrecinden
söz eder misiniz?
HEGGEN-Ashnda çok farklı şey-
lerin bir araya gelmesiyle bu gösteri-
nin oluştuğunu söyleyebilirim. Kimi
zaman oyun yazan ya da oyunun yö-
netmeninin önerileri oluyor. Bu çalış-
mada Yves Mare, günlük yaşamda
dikkatimizden kaçan küçük jestler
üzerine çalışmamızı önerdi. Sonuçta
tüm bujestler insanı anlatan jestlerdi.
Bize önerilergetirdi. Örneğinbenoto-
kontakt üzerine çalışabileceğimi söy-
ledim. Buradan yola çıkarak farklı
noktalara ulaşacağımı düşündüm. Her-
kes kendi jestlerini yarattı. Bir başka
sahnede özel yaşam, bir diğerinde ya-
bancılaşma konulannı işledik. Ben
"ben kimim" sorusundan yola çıkarak,
pornografiye kaçmadan kendi vücu-
dumu keşfetmeye çahştım. Bir diğer
sahne ise, korku, mutluluk gibi temel
duygular üzerine kuruldu. Yves'le kar-
şılıklı öneriler sunarak oyunu geliş-
tirdik. Başlangıçta herhangi bir şema
yoktu. Ortaya çıkan malzemelerden
yola çıkarak da oyunun çatısı kurul-
du.
- Gösterikrin yanı sıra bu alanda
eğitim de veriyorsunuz~
HEGGEN - Paris III ve Paris VIII
üniversitelerinde ders veriyorum. Kuk-
lacılarla çalışıyorum. Tiyatro toplu-
luğumuzda da tiyatro eğitmenleri, öğ-
renciler içinpedagojik formasyan kurs-
lan düzenliyoruz. Unıversite eğitimin-
de öğrencilere bir oyuncunun her şey-
den önce sahne üzerinde bir beden
olarak var olduğu bilincini kazandır-
mak gerekiyor. Oyuncunun vücudu-
nun bilincine varması, sahnede yap-
tığı en küçük hareketin bile bir anla-
mı olduğunu ve bunun da tiyatroyu
oluşturduğunu bilmesi gerekiyor.
Bodrum'un göbeğindeki süngerci
Binlerceyıl geriyegiden çağnşımlar kurdurabilirya da aüeden birigibisevilebilir
LEVENT ÇALIKOGLU
Istanbul ve Ankara'da modern sanat müzesi
kurma gırişimleri ve telaşesi sürerken Bodrum
merkez kıyı gezi alanında bir açık hava heykel
müzesi açıldı. Müzenin koleksiyonunda şimdi-
lik iki eser var: YavuzTanyeH'nin "SüngercT'si
ve Bedia Dipşo'nun "Bukalemun"u. Uzun bir
süredir çalışmalanm Bodrum Peksimet Köy'de
sürdüren Yavuz Tanyelı'nm gayretleri ve Bod-
rum Belediye Başkanlığı'nın ev sahipliği ile
kurulan müze, ilçenin tarihi ve kültüreî geçmi-
şi içerisinde kendisine bir yer anyor. Tanye-
li'ye göre proje, izleyici ile heykel sanatı ara-
sındaki soğuk ilişkiyi yumuşatma açısından
önemli bir basamak.
-Müzefikrinasılgetişti,knnkrtarafindan des-
teklendi?
YAVUZ TANYELİ - Eski dostlanmdan Doç.
Dr. Galip tsen ile birlikte düşündük bu projeyi.
Herkes bildiği şeyi uygulamak ister. Ben mü-
ze kurmak isterim, Galip ise üniversite. Uzun
bir süre Bodrum Belediyesi Halkla Ilişkiler Mü-
diresi Banu DilekHanım ve Başkan Emin An-
terile görüştüm. Sonunda elime üzerinde "Bod-
rum Belediye Başkanüğı AçıkHavaHeykelMü-
zesi" kurulma karannuı yer aldığı bir yazı geç-
ti. Hazırladığım süngerci heykeli dosyasına bu
karan da koyarak tstanbul'a dondüm. Dört ay
çeşitli temaslardan sonra Garanti Bankası Ge-
nel Müdürü Saym Alan Öngör ile göriişme fır-
satun oldu. Bu süre içinde C.A.M. Sanat Gale-
risi yöneticileri Sevil ve Nilûfer hanımlann bü-
yük yardunlarmı gördüm. Akm Bey ve eşi Gü-
lin Hanım heykelin yapımını üstlendiler. Böy-
lelikle süngerci, projede düşünülen boyda, dü-
şünülen malzeme ile dökülebildi. Toplam on ay
süren kolektif bir uğraş, hayal ve emek ile oluş-
turulan Bodrum Açık Hava Heykel Müzesi'nin
ilk eseri oldu bu süngerci heykeli. Birkaç kişi-
nin özverili çabalanyla kurulan bu müze nasıl
iyilikle kurulduysa eminim o hızla da gelişecek.
'Bizde heykel temastan rahatsız olur'
- Birkaç istisnai örnek dışında bizim açık ha-
vaya diktiğimiz anrt ve hej keller izkviciye befli
bir mesafeden bakar, onu kendisinden uzakrut-
maya çataşır. Sünger avcısını hazuiarken bu ihş-
ki üzerine düşündünüz mü?
TANYELİ-Insanın en temel güdülerinden bi-
risi dokunmak ve algılamaktır. Görünmeyen
elektriğe dokunduğunuz an onun gerçekten var
olduğuna inanırsınız. Bizdeki sanat, özellikle de
avuz
Tanyeli'yegöre
Bodrum'da
kurulan Açık
hava heykel
müzesi izleyici
ile heykel
sanatı
arasındaki
soğuk ilişkiyi
yumuşatma
açısından
önemli bir
basamak.
M.üzeninilk
eseri 'Süngerci'
ise Anadolu
heykel
geleneğinin
doğal
oluşumuna
eklemlenmek
isteyen bir
halka
niteliğinde.
heykel bu temastan rahatsız olur. Ellenmeyi,
yanına yaklaşılmasını istemez. Kendisüu yük-
sek kaideler üzerinde güvencede hisseder. Oy-
sa Batı'da anıtsal eserlerin yam sıra insan bo-
yunda yüzlerce heykel ile karşılaşırsınız. Ya da
Uzakdoğu'yu düşünün. Doğu'da heykel "biz"
demektir. Benim Bodrum'a ilk gelişim 1967'ler-
de oldu. O dönemin bir kaygısı vardı. CevatŞa-
kir ve aralannda plastik sanatçılann da bulun-
duğu bir grup aydm, kimsenin düşünmediği bir
açıdan Ege'ye yaklaştılar ve bence üzeri tozla
örtülü bir devi uyandırdılar. Uyanan dev, etra-
fına buyruklar vermeye başladı. Şuramı kazın
orada müthiş bir antik şehir var, buramı temiz-
leyin altındakini görünce şaşıracaksınız. Filan-
ca koya dalış yapın, orada tarih öncesi takılar
bulacaksımz. Bunlan çabuk yapın, sözcükleri
çabuk yığm, kaçakçılar girmeden her şeyi tas-
nif edin. Bu arada sanatçılann kulağma da şun-
lan fısıldıyordu: Benim bir dudağım Ege'de bir
dudağım Ağn'da, çalışın, çabalayın bundan ye-
ni bir şey çıkann. Bu son buyruk anlaşıldı el-
bet. Fakat söylenileni gerçekleştirmek zaman alır.
Dev, sonuca çabuk ulaşılmasını isteyebilir. Bin-
lerce yıl uyuduktan sonra hakkıdır da. Fakat
sanatçı da haklıdır, çünkü her şeyin bir zamanı
vardır. Süngerci, Anadolu heykel geleneğinin
doğal oluşumuna eklemlenmek isteyen bir hal-
kadır. Doğal oluşumdan sürekliliği, iç ilişkile-
ri, organik bağlantılan kastediyorum. Aynı top-
rağa bağlı, aynı tarlamn, aynı iklimın yarattığı,
oturmuş, sindirilmiş bir sanat. Burada yapay bir
çaba, teorik bir zorlama, devşirme bir felsefe
yok. Bu heykel seyircisinde binlerce yıl geriye
giden çağnşımlar kurdurabilir, bu kültürü özüm-
semiş halk ise onu aileden birisi gibi çok seve-
bilir. "SüngercF'nin kısa süre içerisinde Bod-
rumlulann ortak paydalanndan biri olduğunu
söyleyebilirim.
'Uzayh nu, dalgıç nu?'
- Etrafindan, yaşamından bir parça gören iz-
leyfcmin, Bodrum yeriisinin heykele yaklaşunı
nasıl oldu?
TANYELİ-Bodrum halkı heykeli ilk olarak
önceden hazırlanmış kaideye indirilirken gör-
dü. Bu sırada sadece izlediler, hiçbirisi yardı-
ma kalkışmadı. Vinçle aşağıya doğru indirilir-
ken onun bir süngerci olduğunu anladılar. ara-
lannda konuşmaya başladılar. Sadece başı sa-
nlı olan heykelin yerine yerleştirilmesi iki da-
kika kadar sürdü. Aralannda "başındaki örrü-
yü kakfar" diyenler çıktı. Bez kaldınhnca dal-
gıcm pencerelerindeki gözlerle karşılaşhlar, bir
an sustular. Birkaç dakika sonra iyice yaklaşa-
rak aralannda tartışmaya başladılar. Biri "Bu
kör Abktin". diğeri "Kemal Aras" dedi, bir di-
ğeri ise onu "Süleynıan''a benzetti. Çoğunluk
"Kör Abkün'"de karar kıldı. Hepsinin çok iyi
bildiği ve kendi aralannda konuştuklan şey şuy-
du: Bodrumdahemen hemen her aileden birdal-
gıç çıkar, amcalar, babalar, dedeler hepsi de de-
nizin sillesini yemiştır. Bu dalgıç hepsi idi. Om-
zunda ahtapotu, ayaklanmn dibinde kayabalık-
lan, kucağında süngerler ve deniz yıldızlany-
la denizin dibinde dostlan ile oturan ve mec-
bur olmasa hiç yukan çıkmayacak olan bir tür
yan tann. Onlann gözünde geçmiş ve gelecek-
teki tüm dalgıçlara ama aynı zamanda bir uzay-
lıya benzıyordu bu oturan adam. Heykel Pek-
simet Köy'deki atölyemde yani "dağda" du-
rurken de köyün çocuklan uzaylı mı, dalgıç mı
tartışmasını yapmışlardı. Şimdi günde ortala-
ma iki yüz kişi ona sanlarak. çocuklannı om-
zuna oturtarak, -Avrupalılar çimenlere basma
pahasına- fotoğraf çektiriyorlar. O artık her-
kesin.
YAZI ODASI
SELtM İLERİ
Sansüre İhtiyaç Kalmadı
Sanat, düşünce, kültür, Türkiye'de sansürden
epeysıkıntı çekmiştir. Sanatın ve düşüncenin bu-
gün bile suçlanabildiği ender ülkelerden biriyiz.
Yazı çizi, sinema, tiyatro... Hatta resim...
Halid Ziya Uşaklıgil'in anılarını okuyanlar,
dönemin edebiyat ortamını sansür kasırgası için-
de bulurlar. II. Abdülhamid'in hastaiıklı sansü-
rü, edebiyatın, sözün, düşüncenin ufkunu ala-
bildiğine darattmakla kalmamış, yaratımın da
kısırlaşmasına yol açmıştır.
Görece özgüriük ortamına II. Meşrutiyet'le ka-
vuşulduğunda, edebiyat adamlarının kof eser-
lerle yetindiklerini belirtiyor Halid Ziya. Yıllar bo-
yu amansız bir denetimin etkisi altında yaşayan-
lar, yaratıcı olabilmekten uzağa düşmüşlerdir.
Sanat eseri, bir kalemin ansızın silip attığı satır-
lar ve sözcüklerle delik deşik edilmiştir...
Tahtından indirilen Abdülhamid, Selanik'te
sürgündeyken, kendi anılannı yazdırtmak ister.
Bu kez de Ittihat ve Terakki'nin subayları Abdül-
hamid'e izin vermeyeceklerdir. Ürkünç tutum
böylece geleneğe dönüşür. Kendinden menkul
bir denetim mekanizması düşünceyi, anıyı, sa-
nat eserini, duyuşlann, görüşlerin dile getirişini
sürekli engellemekte, tümünü dar kalıplara oturt-
maktadır.
Çocukluğumdan beri, sözgelimi, kaç tiyatro
oyununun şu ya da bu gerekçeyle sahnelerden
kaldınldığına tanıklık ettim. Çok değerli yapım-
lar söz konusuydu. Kimi aklandı, kimi aklana-
madı.
Ahlakın -hangi ahlak?!- korunması adı altın-
da, yasaklanmış, yasaklanmasına uğraşılmış
öyle oyunlar vardı ki, doğrudan doğruya, insan-
ca bir ahlakın sözcüsüydüler.
Yeniyetmelikleri 27 Mayıs günlerine rastlayan-
lar, Metin Erksan'ın Yılanların öcü filminin ba-
şına gelenleri hatırlayacaklardır. Fakir Bay-
kurt'un romanından gerçekleştirilmiş film, o za-
manlar Cemal Gürsel'in izniyle gösterime gi-
rebilmişti. Sanatçı bir eser yaratıyor, bu eserin
kamuya sunulmasını ınsaflı bir ihtilal lideri sağ-
lıyor. Insafsız da olabilirdi...
Ben Deli miyim? adlı romanı savcılık tarafin-
dan genel ahlaka aykın bulunan Hüseyin Rah-
mi Gürpınar, mahkeme önüne çıkanldığında, ha-
zin bir istihza gibi, ak saçlarını gösteriyor, yaşıy-
la eşit eseri olan bir romancıya teşekkürün mah-
keme önüne çıkanlmak olup olmadığını soruyor-
du. Okurlan Hüseyin Rahmi'yi dakikalarca alkış-
lamışlar. Ama savcılık anlayış değiştirememiş.
Sonra Türkiye'de bir şey oldu. Çok denetim-
li TRT'nin yanı başında hiç denetimsiz özel ka-
nallar boy gösteriverdi. Sansür filan kalmadı.
Uzunca bir dönem yeni görece özgürtüğün ta-
dına varıldı.
Bu nasıl bir özgüriuktü? Birçok kanalın yayın-
lanndan kavramak mümkün. Düşüncenin özgür-
lüğü değil. Fakat bayağılığın.. alabildiğine baya-
ğılığın özgürfüğü. ' '••"
Sanat eserinin gündem dışı kalması da sanı-
nm bu sürece rast geliyor. Oldum bittim sansür-
le başı derde girmiş sanat eseri günümüz Tür-
kiyesi'nde pek az insanı ilgilendiriyor. Yalnızca
ucuzluğun, sıradanlığın ya da irkim'ci aykırılığın
kol gezdiği tuhaf bir ortam.
O kadar tuhaf bir ortam ki, sanatın, düşünce-
nin ahlakı adına, zavallı sanat eseri kendi ken-
dini denetliyor bugün. Ucuzluğa kaçmamak için
derin mücadele veriyor.
Okunmayan güzel kitaplar, seyredilmeyen gü-
zel oyunlar, emeğinin degerine vanlamamış gü-
zel resimler... Gerçek sanat bir başına var olma-
ya çalışıyor.
Gerçek sanatçıya şaşmamak elde değil. Bun-
ca yalnız bırakılmasına karşın yaratmaktan cay-
mıyor. Caymayışını neye bağlamak gerekir, kes-
tiremiyorum.
Şairler hâlâ şiir yazıyor. ', .
Bunun bir sebebi olmalı.
Takvimde lz Bırakan:
"Gittim oraya; ilkin çevreyi dolaştım. Evleri
tanıyordum, dükkânlan tanıyordum. Durup vit-
rinlere bakargibi yaptım. Oysa gerçekte kuşku
duyuyordum, çocukluğumun buralarda geç-
miş olması olanaksız gibi geliyordu bana. Artık,
kendimin kendim olmadığım korkusuna kapıl-
mıştım." Cesare Pavese, Yalnız Kadınlar Ara-
sında, Rekin Teksoy'un çevirisi, Can Yayınları,
1998.
K U L T U R ÇİZİK
K AM
¥
4
I L M A
r
S A R A C I
3 ;