Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
- 2024
- 2023
- 2022
- 2021
- 2020
- 2019
- 2018
- 2017
- 2016
- 2015
- 2014
- 2013
- 2012
- 2011
- 2010
- 2009
- 2008
- 2007
- 2006
- 2005
- 2004
- 2003
- 2002
- 2001
- 2000
- 1999
- 1998
- 1997
- 1996
- 1995
- 1994
- 1993
- 1992
- 1991
- 1990
- 1989
- 1988
- 1987
- 1986
- 1985
- 1984
- 1983
- 1982
- 1981
- 1980
- 1979
- 1978
- 1977
- 1976
- 1975
- 1974
- 1973
- 1972
- 1971
- 1970
- 1969
- 1968
- 1967
- 1966
- 1965
- 1964
- 1963
- 1962
- 1961
- 1960
- 1959
- 1958
- 1957
- 1956
- 1955
- 1954
- 1953
- 1952
- 1951
- 1950
- 1949
- 1948
- 1947
- 1946
- 1945
- 1944
- 1943
- 1942
- 1941
- 1940
- 1939
- 1938
- 1937
- 1936
- 1935
- 1934
- 1933
- 1932
- 1931
- 1930
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
SAYFA CUMHURİYET 9 ARAUK 2000 CUMARTESİ
OLAYLAR V E G O R U Ş L E R olay.gorus@cumhuriyet.com.tr
AB'ye Üyeliğimiz ve Son Gelişmeler
Tevfik ÜNAYDIN Emekli Büyükelçi
H
aziran ayında
Cumhuriyet'teçı-
kan bir yazımda,
AB'ye giden yol-
da bize türlü en-
gellerçıkanlabik
ceğinin güçlü bir olasılık olduğun-
dan söz etmiştim. Perşembenin ge-
lişinin çarşambadan belli oluşu gi-
bi, HelsinJri belgesinde yer alan
"Kıbns" ve "sınır soruıılan"nın
(Ege) AB organlarında karşımıza çı-
kanlacağı daha o zamandan belliy-
di. Bu arada, firsat bufirsatdenilip
önümûze bir de Ermeni sorunu sü-
rüldü. ABD Temsilciler Mecli-
si'nden sonra konu önce Fransız,
sonra AB Parlamentosu'nda ve Ital-
ya'da gündeme getirildi. Bu geliş-
meler, örnek almak istediğimiz Ba-
tı'nın bu kurumlannm ne ölçüde
uygar (!) davranabildiklerini ömek
bir şekilde gösterdi. Bunlara son
günlerde Dışişleri Bakanımızın Av-
rupa Birliği Dış Ilişkiler Komite-
si'ndeki konuşması esnasında 2
DHKP-C militanının salona bırakıl-
ması, bunlara göstermelik müda-
hale edilmesi, hele AB Türkiye Ma-
sası Şefı'nin PKK'ye saygı ifadeli
mektup göndermesi de eklenirse
Batı'nın bizi köşeye sıkıştırma ni-
yetleri açık olarak önümûze serilir.
Kıbns ve sınır sorununa (Ege)
ilişkin hususlar zaten Helsinki bel-
gesinde yer ahyor. Üstelik zamanın
Finlandiya Devlet Başkanı'nın Baş-
bakanımıza verdiği yazılı teminat da
var. Kaldı ki Helsinki belgesinde
yer alan bu koşullar ileride tam üye-
lik aşamasında AB' ce diğer husus-
larla birlikte dikkate alınarak tam
üyeliğe yeşil vey*kırmızı ışık ya-
kılacak. Böyle olunca bu sorunla-
nn katdım o^khğı belgesine (KOB)
önkoşul olarak konmasına ne gerek
vardı?.
AB dışişleri bakanlannın son
Brüksel toplantısında, KOB'de bi-
zi rahatsız eden hususun bir ölçü-
de giderildiği anlaşılıyor. Belgede
yapılan ayarlama, diplomaside sık-
ça başvurulan "diplomatikincelik''
denilen bir taktik örneğidir. Uyuş-
mazlık taraflanndan biri, arzuladı-
ğını elde etmek için önce aşın bir
tutum alır, sonra araya girenlerin
çabalan (bu danışıklı da olabilir)
sonucu. ilgili taraf geri admı atmış
gibi görünür, ama gerçekte istedi-
ğini elde etmiş olur. Bu son geliş-
me nedeniyle pek de rehavete ka-
pılmayalım. Zira pürüzler gideril-
miş değil, sadece bunlann belgede-
ki yen oynatılmış, söylem yumuşa-
tilmıştır. Sözün özü, bize bir süre ra-
hat nefes alma olanağı tanınmıştır.
Bu tür ayak oyunlanyla ileride hep
karşılaşacağtz, yeter ki bizim ayak-
lanmız dolanmasın.
Kıbns'taki çözümsüzlüğün so-
rumlusu olarak bazılannca neden-
se Denktaş gösterilmek isteniyor.
Eski görevim dolayısıyla sorunun
geçmişini büen, Rum siyasetçiler ve
kilisesinin, bu arada başta Yunan
Cumhurbaşkanı olmak üzere Pan-
galos ve onun gibi düşünen, perva-
sızca tutum sergileyen Yunan siya-
setçilerinin hâlâ Kıbns'ın tamamı-
nı ele geçirmek özlemini sürdür-
melerini gören bir kimse olarak,
Denktaş'ın neden suçlanabildiğini
anlamakta güçlük çekiyorum. Denk-
taş'ın ve Türkiye'nin istediği ne-
dir? Geçmişteki olaylann yenilen-
mesinin önlenmesi ve soydaşlanmı-
zın kendi topraklannda güven için-
de yaşamalandır. Bunun koşullan
belli ve basit. Rumlarla eşit ege-
menliğin kabul edilmesi, Türki-
ye'nin güvencesinin sürmesi. Bu-
nun da yolu iki ayn devlet ve top-
lumdan oluşan konfederasyon ve-
ya konfederasyon koşullannı içeren
bir çözüm. Haklıhğını çetin koşul-
lar ve binbir güçlükler içerisinde,
ama inançla, bilinçle savunmak ne
tür suç olabilir?
Geçmişten ders alınmadan atılan
adunlann nelere mal olduğunu her-
halde biz Türkler kadar iyi bilen
olamaz. Kaldı ki sorunun çözümü
(Türkiye ve Yunanistan'ı saymaz-
sak) Türk tarafindan çok Rumlara
bağh.
Neden Denktaş "uyuşmaz", Rum-
lar ise "uyuşmacı-masmn" taraf
olarak gösterilmek isteniyor? Dış
güçleri anlamak kolay, ama içimiz-
den olanlan anlamak pek o kadar
kolay olmuyor.
Kıbns sorununda Türkiye'nin
stratejik çıkarlannı öne sürmesini
de yadırgayanlar var. Böyle düşü-
nenler AB'ye girildiğinde bu *ya-
pay endişenin" de ortadan kalkmış
olacağı gerekçesini ileri sürüyor-
lar. AB'ye henüz girmedik, girip
giremeyeceğimiz de belli değil. Ba-
zı koşullann oluşması, Kıbns soru-
nunun hakça çözümlenmesi halin-
de, stratejik etken bugün için veya
görülebilir bir gelecek için geçerli
sayılmayabilir.
Ancak uzun vadeli düşünüldü-
ğünde, gelecekte neler olabileceği-
ni göz ardı etmemek gerekir. Bugün
için var olmayan bir durum, yann
neden ortaya çıkmasın, daha doğ-
rusu çıkanlmasın?
Yeri gelmişken şunu da anımsa-
makta yarar var: Bazılannca zaman
zaman tüm komşulanmızla sorun-
lu olduğumuz vurgulanıyor ve bu
durumun sorumlusu Türkiye imiş-
çesine, bunlan çözümlememiz ge-
rektiği ileri sürülüyor. Bu görüşe
bilmem nasıl cevap verilir? Doğu-
dan başlayıp batıya gelsek ve bir an-
da kuzeye bakıp durumumuzu an-
lamaya çalışsak... Bu sorunlann gi-
derilmesi komşulanmızın istekleri-
ni kabul etmemize, onlann emelle-
rine göz yummamıza bağh. Çözüm
uğruna bunlan kabul ettiğimiz tak-
dirde ülkemizin ne duruma düşece-
ğini -eğer geriye bir şey kalırsa- dü-
şünebilir misiniz? Dikensiz gül bah-
çesini kim düşlemek istemez... An-
cak dikenlerin Türk yapımı olma-
dığını da iyice bilelim.
Ege sorunu da öyle. Türkiye şim-
diye kadar sorunu çözmek için -el-
bette yaşamsal çıkarlannı da düşü-
nerek- karşı tarafa mümkün olan
her türlü yaklaşımı ve açılnnı yap-
tı. Diğer taraf için aynı şeyi söyle-
mek olası mı? Konunun Helsinki
belgesinde de yer almasına karşın
sorunu KOB 'ye önkoşul olarak sok-
turmaya, uyarmalara karşın uğraşan
ve bunu başaran gene Yunanistan de-
ğil mi?
Avrupa Birliği'ne üyehği büyük
çoğunluğumuzun içtenlikle arzu-
ladığı kuşkusuz. Hatta yıllann ge-
tirdiği siyasal düzensizlik, becerik-
sizlik ve keyfiliğin sonucu ulusu-
muzun taşımak zorunda bırakıldı-
ğı hastalıklı bünyeden kurtuhnak
için Türkiye'nin AB'ye girmesinin
tek çıkar yol olduğunu düşünenle-
rin sayısı da küçümsenmeyecek bo-
yutta.
AB'ye girmeliyiz, ancak "Tûrk-
ler ne istenirse boyun eğmekzorun-
dacfar" inancından kaynaklanan dav-
ranışlarla, küçümsenerek, hatta aşa-
ğılanarak asla!.. Zaman zaman ba-
zı siyasetçilerimiz ve yazarlanmız-
ca " Atatürk'ün yolu buydu ya da
Atatürk'e ihanet etmeyetim" türün-
den Atatürk istismarcıhğı da yapıl-
mak isteniyor. Atatürk de böyle bir
gelişmeyi kuşkusuz arzulardı, ama
onun Türkiyesi de herhalde bugün-
kü Türkiye olmazdı. Atatürk'ün dü-
şü, Osmanlı yılontısı üzerine ya-
rattığı, onurlu, kendine güvenen,
inançh ulusunun Batı uygarhğı de-
ğerlerini benimsemesi, hatta bu uy-
garlığı aşmasıydı. Ama o, herhal-
de kolu kanadı kırık, neresinden
bakılırsa bakılsın çürük yapıh bir
toplumun, başı önde bir Türkiye'nin
AB'ye itile kakıla girmesini aklın-
dan geçirir mıydi?
AB'ye katılabilmek için ölçütler
belli. Bunlan da bilerek kabullen-
diğimize göre bu ölçütlere uymak
zorundayız. AB'ye girmesek de bu
ölçütler bizim Batı uygarhğı ama-
cımızı (her ne pahasına olursa ol-
sun değil) gerçekleştirmenin yolu-
dur. Ancak bu yolda ilerlerken, ace-
leci, düşüncesiz davranışlardan ka-
çınmamız, akılcı, kişilikli, kararh ve
onurlu bir siyasa izlememiz gere-
kiyor.
Kanımca o zaman AB bizi hırpa-
lamaya cüret gösteremeden, bizi
bizden daha çok arasında görmek
isteyecektir. Türkiye'nin çıkarlan
kadar Avrupa'mn çıkarlan da bizi
AB içerisinde görmeyi gerektiriyor.
EVET/HAYIR
OKTAY AKBAL
KöyrienyadaKenttenGebnek!
Bir gazete manşeti:
"Köyden gelmedim ki, tabii yalıda oturacağım."
Bir soruyu böyle yanıtlamış, DYP Genel Başkanı
Tansu Çiller!..
Bir yanlışlık olmalı, dedim; bir sürçü lisandır, kos-
koca bir profesör, bir eski başbakan, bir parti lideri
böyle konuşamaz; köyü, köylüyü, köysoylu insanla-
nmızı aşağılayıcı bir tutumu olamaz... Böyle düşün-
düm, bekledim bir açıklama yapmasını...
Ertesi gün bir açtklamasını okudum. Bakm ne di-
yor bu kez:
"... Kesinlikle kırsalkesim insanını kûçümsemean-
lamında değil, geçmişte de yoksul olmadığımı vur-
gulayarak 'ben bilmem nerenin köyünden' gelme-
dim. Ben siyasete girmeden önce de yalıda oturv-
yordum. Bunlar benim için geçerli değil. Şu an ya-
lıda oturmam gayet normal. Iddia edryorum ki be-
nim kadar temiz siyasetçi yok" dedim.
Olabilir, belki çocukluğundan beri yalılarda yaşa-
mıştır; belki onun kadar temız siyasetçi de yoktur!..
Ama en gerçek olan, 'ben bilmem nerenin köyün-
den gelmedim' sözünün hiç de dediği gibi olmadı-
ğıdır.
Köyden gelmek, yani köysoylu olmak ya da kent-
te doğup kentsoylu sayılmak!.. Birfarklılaşma, bir eşit-
sizlik, bir önem ya da önemsizliktaşır mı? Köyde doğ-
muş, büyümüş, yetışmiş nıce insanlanmız var. Bilim,
sanat, kültür adamlan, yönetim adamlan, say saya-
bildiğince!.. Ne köylü olmak, ne de kentli olmak bir
yükseklik ya da aşağılık anlamı taşır. önemli olan
'adam' olmaktır. Yurduna, ulusuna yararlı olmaktır.
Birden Atatürk'ü düşündüm. O nerden gelmişti?
Tüm ilkokul kitaplanndayazılıdır, Mustafa Kemal'in
çocukluğunda tarlalarda karga kovaladığı!.. 0 da bir
köysoyluydu. Doğduğu ev Selanik'te duruyor. Ne
bir köşk, ne bir yalı, ne de saray! Sıradan bir ev!.. Ni-
ce yaltda, köşkte, saraycia doğup büyüyenler vardır
ki, yaşamlan boyunca hiçbir başan kazanamamış-
lardır. Oysa, köyden yetişenler arasında halkımızın
onur duyduğu insanlar sayılamayacak kadar çoktur.
DYP Genel Başkanı'nın hangi yalıda doğduğunu
bilmediğimi söyledim. Babasının öyle köşk möşk
sahibi olduğunu da duymadık. Istanbul Betedryesi'nde
bir görevli olduğu, salt yüksek maaş alabilsin diye
kısa bir süre bir ilde valilik yaptığı söylenir. Bir de an-
nesinin yastık altında sakladığı altınlar söz konusu
edilmiştir. Çiller Hanım, bu paralarla ve babasından
kalan birkaç yüz bin lirayla bugünkü servetine, ma-
lına mülküne kavuşmuştur diye anlatılır.
Sorun, onun bunun parası değil! Yalıda doğmak,
yaşamak, ömrünü zengin bir kentsoylu olarak geçir-
mek yaşamın bir rastlantı-
sıdır. Köyde doğup büyü-
mek de öyle! Ama zor olan,
önemli olan, saygı duyul-
ması gereken, en güç, en
çetin koşullarda savaşıp
toplum yaşamında üst yer-
tere, sorumlu görevlere ge-
tebihnektir. Çiller Hamm ken-
disini politikayasokan kişi-
nin, Süleyman Demirel'in
de bir köy çocuğu olduğu-
nu bilmem nasıl düşüne-
medi? 'Çoban Sülü' diye
bilinmekten onur duyan bir
kişidir Süleyman Bey... Hak-
lıdır. savaşarak, didinerek
başbakanlığa, cumhurbaş-
kanlığına gelmiştir.
Ne derse desin, nasıl bir
yorum yaparsa yapsın, "ben
bilmem nerenin köyünden
gelmedim" demek her şey-
den önce çirkin bir söz...
Hele köylünün oylannı da
alarak önemli yeriere yük-
selebilmiş bir politikacıya
hiç yakışmıyor.
Onun hâlâ hangi çizgide,
hangi anlayışta ya da an-
layışsızhkta olduğunu gös-
teriyor.
Tiyatronun Cadısı: Macide Tanır
Pnof. Dr. Enver TALİÇETİN
Y
aşamuıı başanh ve sergi-
lemeye değer bulanlar,
toplumda yer edinip tanı-
nanlar, çeşitli sanat dal-
lannda ad yapanlar, skan-
dal olaylan ile ön plana
çıktığını düşünenler yaşamöykülerini ya-
zıp kitaplannı bastırmak istiyorlar. Yaşa-
mınnı ilginç olaylarını kronolojik sırayla öy-
külemeye (hikâye etme) ya da günden ge-
riye dönüşlerle anılan anlatma seçenekle-
rine' göre' kitaplar yazılıyor, bir kısmı se-
naryolaştınhp tiyatro olarak seyirciye su-
nuluyor. Bu kitaplann kimileri yılın en çok
satan kitaplan olabiliyor.
Macide Tanır'uı kitabı insanın yaşadığı
olaylann anlatıldığı su-adan bir anı kitabı
değil, bir yaşam felsefesi.
Yazar yüreğini, canını, karunı, gönlünü,
aklını ve duygulannı katarak yaşamında-
ki birikimlerini ve deneyimlerini aktan-
yor. Kitabı dolu dolu, doya doya okudum.
Bitirdikten bir gün sonra özlemle yeniden
okumaya başladığımda, kitabı yazan ile
paylaşmakta olduğumu gördüm.
"tnsan olmanın değerini bilmek"ten yok-
sun kalmamalan için has insanlara öner-
mek istiyorum: Kitabı okuyarak siz de de-
ğerinizi ölçün.
Bu kitapta mütevazı kazançlı, dürüst, na-
muslu, kültürlü, eğitimli Türk ailelerinin ço-
cuklannın yetişme biçimi var. Kızının ye-
teneklerini sezen, toplumda sayguı yeri bu-
lunan bir babanın, sanata duyduğu sevgi ve
kızının sağlam karakterine inancı ile çev-
renin ne düşüneceğini umursamadan güzel
kızını tiyatro sanatçısı olmaya özendirişi var.
Bu kitapta Atatürk döneminde yetişen bir
çocuğun ve genç kızm öyküsü var: Ne yap-
ması, nasıl hareket etmesi gerektiğini, sev-
meyi, saygıh ohnayı, okumayı, çalışmayı,
komşularla ve başka insanlarla iyi ilişkiler
içinde olmayı, toplumdaki davranış biçim-
lerini sezgileri ile algılayan ve yanlış yap-
madan ailesine yakışır olarak toplumda
büyümeye çalışan bir çocuk; Atatürkçü,
vatansever, insansever, dürüst, ciddi, namus-
lu, haysiyetine düşkün, onurlu, mükem-
meliyetçi, dünyadakı bütün insanların mut-
luluğunu isteyen bir genç kız var.
Bu kitapta konservatuvarda okuyan kız-
lan "yoldan çıkü" diye yorumlayan öğret-
menlerin de bulunduğu dönemde, genç bir
kızm tiyatro sanatının dikenli yollannda yü-
rüyerek başanya ulaşması var. Lise öğren-
cisiyken yeteneği sezilen, babasının iste-
ğiyle tiyatroya yönelen, yöneldiği tiyatro-
da güçlüklerden yılmayıp istenciyle (ira-
desiyle) ayakta durmasını bilen, beyaz değ-
neğiyle kendi sanatına yol açıp ülküsüne
(idealine) ulaşmaya çalışan genç bir insan
var. Bu genç insan Devlet Tiyatrosu disip-
linini benimseyip sahneye konacak eser
için rollerin belirlenip saptanması, genel
okuma provasında yapıtın okunması, sanat-
çının yapıtı ve rolü okuyup öğrenmesi, pro-
valarda rejisörün öğretisi ile yapıtuı hazır-
lanışına uyarlanarak (adapte olarak) yeti-
şiyor.
Dürüst kişiliği, görevini zamanında ve tam
yapma yetkisi ile kendisine verilen çogun-
lukla yaşlı kadın rolündeki kadının kalıbı-
na girip kadını evine götürerek onu yaşa-
ması ile sanatçı Macide kişiliğine bürünü-
yor.
Rolünün gerektirdiği duygulan hakkuı-
ca verebihnek için yapıtın yazan, ülkesi,
olaylann geçtiği dönem, yapıttaki kişilerin
yaşayış biçimleri, âdetleri, kıyafetleri hak-
kındaki kitaplan araştınp okuyarak hırsla,
daha çok bilgi sahibi olmak istiyor. Bu bil-
gıleri özümseyip roldeki kadın olarak onu
yaşamaya başlıyor.
Tiyatroyu kültür, eğitim ve müzik olarak
tanımlayan, sahneden geri kalmamak için
sağlığını hiçe sayıp tehlikeye atan, kendi-
sini tiyatroya adamış sanatçı Macide sev-
giler, hoşgörüler, yalanlar, kıskançlıklar,
engellemeler, hayranlıklar, başanlar, alkış-
lar dolu tiyatroyu mabet kabul edip onsuz
yaşayamayacağına inanıyor.
Bu kitapta tiyatro sanatçısı, kansını çok
seven, başanlannın devamını dileyen, ya-
şamındaki yahıızlıklan özveriyle, fedakâr-
ca karşılayan ve götürebildığince evliliği-
ni sürdüren özekinli (kültürlü) eğitimli,
hoşgörülü bir eş var.
Bu kitapta sanatçısının kendisini tiyatro-
ya adadığmı, oynadığıroDerde yaşadığmı bi-
len, sanatçısına tutkun, oyunlannı seyrede-
bflmek için her türlü zahmete katianıp don-
durucu kjş aylannda gece yanlan bilet kuy-
nığuna giren, Istanbul'dan Ankara'ya ucak-
la giden seyirciler; radvo temsOlerinden se-
sine vurgun dinleyicüer; rasüadıklan yer-
de ona dokunarak, sanlarak coşkulannı
sergileyen, ona yakuüaşmayı onur sayan
hayranlar; sanatçnı yurtdışındaJd başan-
h sanatçüardan üstün tutan övgüler; sanat-
çının üsrünlüğünü yazüanna döken kalem-
ler var.
Bu kitapta ülkesini ve halkını çok seven,
yurtdaşlannm çoğunluğunun geçim sıknı-
tısmı her zaman yüreğinde duyumsayarak
acı çeken, milletinin sırtından vurgunlar-
la arsızca yaşayanların varlığından mut-
suz olan, ülkesınin çözümlenemeyen sos-
yal sorunlanndan üzüntü duyan, eğitim ve
düşünce özgürlüğünü her şeyin üstünde
tutan, hep "Cumhuriyet" okuyan, Atatürk-
çü olduğunu devamh haykıran, haksızlık-
lara yürekten itiraz eden ve kabulleneme-
yen, hileye hurdaya, aklı yatmayan, iman-
lı ve içi insan sevgisi dolu bir Türk kadını
var. tnandığı haysiyetli tiyatro düşüncesini
ön planda tutup ilkelerinden ödün ver-
meyen, çok istediği halde senaryosunu,
kadrosunu, rejisörünü uygun bulmadığı
için çok da gereksinimi olan para girdisi
fazla olacak rolleri kabullenemeyen inanıl-
maz bir sanatçı, bir has insan var. Tiyatro
yapılıyor diye sahnede dolaşan, rolünün
gerektirdiği duygulan veremeyen, sahne
sırası geldiğinde ezberlediklerini söyleyen
oyunculan ve oynadıklan tiyatroyu onay-
lamayan, sorulduğunda eleştirilerini esir-
gemeden açıklayan sanatçıya ''tiyatronun
cadısı" denmesini beğenen Macide Tanır
insan ohnanın değerini bilerek yaşıyor.
Hayvansal içgüdülerin toplumu ele geçir-
mek için pusuda beklediği, yozlaşmanm o
vurdumduymazlığına ve tembelliğine ken-
diıü kaptırmak üzere olan bir garip top-
lumda Macide Tanır gibi yürekli aydın-
ların kitaplan bir meşale gibi insanın
yüreğini ısıtmakta ve güç vermektedir. Hâlâ
bir şeylerin her şeye karşın yitmediğine,
yitemediğine bir örnektir Tanır'ın kitabı
(*)
(*) Tiyatronun Cadısı, Macide Tanır,
Bilgi Yayınevi, 352 sayfa.
PENCERE
Oruç...
Ramazan geldi..
Kenttetrafikderahatladı, iftarvakticaddelerten-
halaşıyor.
Oruç tutan tutana...
Allah kabul etsin!..
•
Ancak yalnız dışarda oruç tutulmuyor, mapusa-
nelerde de oruç tırtanlar var...
Ama bu, ölüm orucu!..
Içerdeki ölüm orucu kimisinin umurunda değil; ra-
mazan ayında tuttuğu orucu başına vurmuş olan
MHP'li bir polıtikacı öfkeyle demış ki:
"- Gebersinler!.."
Az değil böyle düşünenler, ölüm oruçlannı dışar-
da yenilgiye uğrayan PKK'nin içerdeki bilinçli eyle-
mi sayanlan azımsamakolanaksız!.. Apo'yu asmak
üzerine kurulmuş mantığın ağırlığını kimse hafrfe al-
masın.
40 bini aşkın can yitirdi bu toplum...
Mübarek ramazan ayında tutulan ölüm orucu,
günahlanmızın kefaretini ödeyebilir mi?..
•
Kim olursa olsun, suçu ne olursa olsun, amacı ne
olursa olsun, 'ölüm orucu'na yatan bir insanı kur-
tarmak insanlık görevidir.
Peki, ne yapmalı?..
Yapılacak şey, bir çözüm yolu bulmaktır; içerde-
kiler F tipi cezaevine karşı direnişe geçtiklerini söy-
lüyoriar. F tipi eninde sonunda bir mekân; çeşitli ga-
zetelerde yayımlanan fotoğraflanna bakarsanız, F
tipi cezaevindeki bolümler, dört yıldızlı otellerdeki tu-
ristik odalara benziyorlar; ama, bu mekân bir hüc-
re de olabilir.. ;•
Çünkü kullanımına bağlıdır. •
F tipi cezaevindeki bölümleri bir "tecrit hûcresi"
gibi kullanmak yerine hapıshanedeki ortak yaşamın
bütünlüğünde bir bölüme dönüştürmek, yasalarla
düzenlenebilir; çünkü olayın püf noktası odanın için-
deki masa, iskemle, yatak ve tuvalette odaklanmı-
yor.
Yasalar ne diyor?..
Sorun bu!..
Yoksa iki veya üç kişilik konfonu odalarda vakit
geçirip de günün çeşitli saatlerinde cezaevindeki or-
tak mekânlarda öteki hükümlülerie buluşmak bir
hapishaneci için en elverişli yaşam biçimi sayılabi-
lir.
•
TİHAK (Türkiye İnsan Haklan Kurumu) bugün bir
basın açıklaması yapryor.
Ve talep ediyor
*F tipi c©2aevterinin yapdmastna gerekçe okış-
turan Terörle Mücadele Yasası'nın 16'ncı ve öte-
ki ilgiti maddeleri deglstirilene ve bu değlsikH-
ğe koşut olarak cezaevi planında değişiklikler
yapHana değin, F tipi cezaevi astoya ahnmak, fiUm
orucunun nedeni ortadan kaldmlmalı..."
TlHAK'ın açıklamasının altındaki imzalar şunlar
Halit Çelenk, Sadun Aren, Nevzat Hervaci, Mu-
zaffer llhan Erdost, Vahap Erdoğdu, llhan Sel-
çuk...
Bekliyoruz...
Her dakikaartıkbirsaat gibi...
An .!ıu iL";
.L
BAKIRKÖY 5. SULH HUKUK
HÂKtMLİĞt'NDEN
2000/868 Esas - 2000/1452 Karar
tkame olunan vası tayinı davasınm yapılan duruşması so-
nunda, Davanın kabulü de, Hûseyın ve Nazile lozı 1928 do-
ğumlu, Zonguldak, Devrek, Sabunlar köyû nüfusuna kayıth
Hatıce tnce'nin mevcut bunama hastalığı nedeni ile mümey-
yız olmadığı anlaşıldığından hacır altına alınmasına, kendisi-
ne aynı yerde nüAısa kayıth oğlu Cemıl tnce'nm vasi olarak
atanmasma 30.11.2000 tanhınde karaı verümış olup ilan olu-
nur. 4.12 2000. Basın: 74174
BEHÎÇ AK
Oyun Kitaplan
l.Bına : Günümüzde her şeye yabancılaşan insan ve
çıkmazlan...
(Kültür Bakanhgı Oyun Yazma Yanpnası Ödülü)
Z.Ayrüık : Çagdaş kadın-erkek ihşkilerine ıronılc bir balaş...
(Afıfe]ale - En lyı Yazar Ödülü)
3. Hastane : Bir hastane ortamında toplumsal amaçkra
sırt çevımış bilim adamlan ve çelişkilerle
onaya çıkan kara nuzah
Mitos Boyut Tiyatro Yayınlan
A|a Çırağı Sok. 7/2 Gümüşsuyu-Ist. Tel: 212 249 87 37;
Faks: 212 249 0218
Türkiye Gazeteciler Cemıyetı'nın yayınladığı günlük
Bizim Gazete
Ulke sonjnlanna ilişkin raporianyla, araştırmalanyla, köşe
yazılanyla, tarafsız haberienyle sivil toplumlann gazetesi.
Düzenli okumak için abone olun. Tel: 0.212. 511 08 75
mobilmail
\ Z I It K A R T itfl UnfVl.Cİ.1- H I I M E T I ,
^eî3inlzden e-maft yoUarken îstersötir^ tsareti yerine