17 Mayıs 2024 Cuma English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
SAYFA CUMHURİYET 9 ARAUK 2000 CUMARTESİ OLAYLAR V E G O R U Ş L E R [email protected] AB'ye Üyeliğimiz ve Son Gelişmeler Tevfik ÜNAYDIN Emekli Büyükelçi H aziran ayında Cumhuriyet'teçı- kan bir yazımda, AB'ye giden yol- da bize türlü en- gellerçıkanlabik ceğinin güçlü bir olasılık olduğun- dan söz etmiştim. Perşembenin ge- lişinin çarşambadan belli oluşu gi- bi, HelsinJri belgesinde yer alan "Kıbns" ve "sınır soruıılan"nın (Ege) AB organlarında karşımıza çı- kanlacağı daha o zamandan belliy- di. Bu arada, firsat bufirsatdenilip önümûze bir de Ermeni sorunu sü- rüldü. ABD Temsilciler Mecli- si'nden sonra konu önce Fransız, sonra AB Parlamentosu'nda ve Ital- ya'da gündeme getirildi. Bu geliş- meler, örnek almak istediğimiz Ba- tı'nın bu kurumlannm ne ölçüde uygar (!) davranabildiklerini ömek bir şekilde gösterdi. Bunlara son günlerde Dışişleri Bakanımızın Av- rupa Birliği Dış Ilişkiler Komite- si'ndeki konuşması esnasında 2 DHKP-C militanının salona bırakıl- ması, bunlara göstermelik müda- hale edilmesi, hele AB Türkiye Ma- sası Şefı'nin PKK'ye saygı ifadeli mektup göndermesi de eklenirse Batı'nın bizi köşeye sıkıştırma ni- yetleri açık olarak önümûze serilir. Kıbns ve sınır sorununa (Ege) ilişkin hususlar zaten Helsinki bel- gesinde yer ahyor. Üstelik zamanın Finlandiya Devlet Başkanı'nın Baş- bakanımıza verdiği yazılı teminat da var. Kaldı ki Helsinki belgesinde yer alan bu koşullar ileride tam üye- lik aşamasında AB' ce diğer husus- larla birlikte dikkate alınarak tam üyeliğe yeşil vey*kırmızı ışık ya- kılacak. Böyle olunca bu sorunla- nn katdım o^khğı belgesine (KOB) önkoşul olarak konmasına ne gerek vardı?. AB dışişleri bakanlannın son Brüksel toplantısında, KOB'de bi- zi rahatsız eden hususun bir ölçü- de giderildiği anlaşılıyor. Belgede yapılan ayarlama, diplomaside sık- ça başvurulan "diplomatikincelik'' denilen bir taktik örneğidir. Uyuş- mazlık taraflanndan biri, arzuladı- ğını elde etmek için önce aşın bir tutum alır, sonra araya girenlerin çabalan (bu danışıklı da olabilir) sonucu. ilgili taraf geri admı atmış gibi görünür, ama gerçekte istedi- ğini elde etmiş olur. Bu son geliş- me nedeniyle pek de rehavete ka- pılmayalım. Zira pürüzler gideril- miş değil, sadece bunlann belgede- ki yen oynatılmış, söylem yumuşa- tilmıştır. Sözün özü, bize bir süre ra- hat nefes alma olanağı tanınmıştır. Bu tür ayak oyunlanyla ileride hep karşılaşacağtz, yeter ki bizim ayak- lanmız dolanmasın. Kıbns'taki çözümsüzlüğün so- rumlusu olarak bazılannca neden- se Denktaş gösterilmek isteniyor. Eski görevim dolayısıyla sorunun geçmişini büen, Rum siyasetçiler ve kilisesinin, bu arada başta Yunan Cumhurbaşkanı olmak üzere Pan- galos ve onun gibi düşünen, perva- sızca tutum sergileyen Yunan siya- setçilerinin hâlâ Kıbns'ın tamamı- nı ele geçirmek özlemini sürdür- melerini gören bir kimse olarak, Denktaş'ın neden suçlanabildiğini anlamakta güçlük çekiyorum. Denk- taş'ın ve Türkiye'nin istediği ne- dir? Geçmişteki olaylann yenilen- mesinin önlenmesi ve soydaşlanmı- zın kendi topraklannda güven için- de yaşamalandır. Bunun koşullan belli ve basit. Rumlarla eşit ege- menliğin kabul edilmesi, Türki- ye'nin güvencesinin sürmesi. Bu- nun da yolu iki ayn devlet ve top- lumdan oluşan konfederasyon ve- ya konfederasyon koşullannı içeren bir çözüm. Haklıhğını çetin koşul- lar ve binbir güçlükler içerisinde, ama inançla, bilinçle savunmak ne tür suç olabilir? Geçmişten ders alınmadan atılan adunlann nelere mal olduğunu her- halde biz Türkler kadar iyi bilen olamaz. Kaldı ki sorunun çözümü (Türkiye ve Yunanistan'ı saymaz- sak) Türk tarafindan çok Rumlara bağh. Neden Denktaş "uyuşmaz", Rum- lar ise "uyuşmacı-masmn" taraf olarak gösterilmek isteniyor? Dış güçleri anlamak kolay, ama içimiz- den olanlan anlamak pek o kadar kolay olmuyor. Kıbns sorununda Türkiye'nin stratejik çıkarlannı öne sürmesini de yadırgayanlar var. Böyle düşü- nenler AB'ye girildiğinde bu *ya- pay endişenin" de ortadan kalkmış olacağı gerekçesini ileri sürüyor- lar. AB'ye henüz girmedik, girip giremeyeceğimiz de belli değil. Ba- zı koşullann oluşması, Kıbns soru- nunun hakça çözümlenmesi halin- de, stratejik etken bugün için veya görülebilir bir gelecek için geçerli sayılmayabilir. Ancak uzun vadeli düşünüldü- ğünde, gelecekte neler olabileceği- ni göz ardı etmemek gerekir. Bugün için var olmayan bir durum, yann neden ortaya çıkmasın, daha doğ- rusu çıkanlmasın? Yeri gelmişken şunu da anımsa- makta yarar var: Bazılannca zaman zaman tüm komşulanmızla sorun- lu olduğumuz vurgulanıyor ve bu durumun sorumlusu Türkiye imiş- çesine, bunlan çözümlememiz ge- rektiği ileri sürülüyor. Bu görüşe bilmem nasıl cevap verilir? Doğu- dan başlayıp batıya gelsek ve bir an- da kuzeye bakıp durumumuzu an- lamaya çalışsak... Bu sorunlann gi- derilmesi komşulanmızın istekleri- ni kabul etmemize, onlann emelle- rine göz yummamıza bağh. Çözüm uğruna bunlan kabul ettiğimiz tak- dirde ülkemizin ne duruma düşece- ğini -eğer geriye bir şey kalırsa- dü- şünebilir misiniz? Dikensiz gül bah- çesini kim düşlemek istemez... An- cak dikenlerin Türk yapımı olma- dığını da iyice bilelim. Ege sorunu da öyle. Türkiye şim- diye kadar sorunu çözmek için -el- bette yaşamsal çıkarlannı da düşü- nerek- karşı tarafa mümkün olan her türlü yaklaşımı ve açılnnı yap- tı. Diğer taraf için aynı şeyi söyle- mek olası mı? Konunun Helsinki belgesinde de yer almasına karşın sorunu KOB 'ye önkoşul olarak sok- turmaya, uyarmalara karşın uğraşan ve bunu başaran gene Yunanistan de- ğil mi? Avrupa Birliği'ne üyehği büyük çoğunluğumuzun içtenlikle arzu- ladığı kuşkusuz. Hatta yıllann ge- tirdiği siyasal düzensizlik, becerik- sizlik ve keyfiliğin sonucu ulusu- muzun taşımak zorunda bırakıldı- ğı hastalıklı bünyeden kurtuhnak için Türkiye'nin AB'ye girmesinin tek çıkar yol olduğunu düşünenle- rin sayısı da küçümsenmeyecek bo- yutta. AB'ye girmeliyiz, ancak "Tûrk- ler ne istenirse boyun eğmekzorun- dacfar" inancından kaynaklanan dav- ranışlarla, küçümsenerek, hatta aşa- ğılanarak asla!.. Zaman zaman ba- zı siyasetçilerimiz ve yazarlanmız- ca " Atatürk'ün yolu buydu ya da Atatürk'e ihanet etmeyetim" türün- den Atatürk istismarcıhğı da yapıl- mak isteniyor. Atatürk de böyle bir gelişmeyi kuşkusuz arzulardı, ama onun Türkiyesi de herhalde bugün- kü Türkiye olmazdı. Atatürk'ün dü- şü, Osmanlı yılontısı üzerine ya- rattığı, onurlu, kendine güvenen, inançh ulusunun Batı uygarhğı de- ğerlerini benimsemesi, hatta bu uy- garlığı aşmasıydı. Ama o, herhal- de kolu kanadı kırık, neresinden bakılırsa bakılsın çürük yapıh bir toplumun, başı önde bir Türkiye'nin AB'ye itile kakıla girmesini aklın- dan geçirir mıydi? AB'ye katılabilmek için ölçütler belli. Bunlan da bilerek kabullen- diğimize göre bu ölçütlere uymak zorundayız. AB'ye girmesek de bu ölçütler bizim Batı uygarhğı ama- cımızı (her ne pahasına olursa ol- sun değil) gerçekleştirmenin yolu- dur. Ancak bu yolda ilerlerken, ace- leci, düşüncesiz davranışlardan ka- çınmamız, akılcı, kişilikli, kararh ve onurlu bir siyasa izlememiz gere- kiyor. Kanımca o zaman AB bizi hırpa- lamaya cüret gösteremeden, bizi bizden daha çok arasında görmek isteyecektir. Türkiye'nin çıkarlan kadar Avrupa'mn çıkarlan da bizi AB içerisinde görmeyi gerektiriyor. EVET/HAYIR OKTAY AKBAL KöyrienyadaKenttenGebnek! Bir gazete manşeti: "Köyden gelmedim ki, tabii yalıda oturacağım." Bir soruyu böyle yanıtlamış, DYP Genel Başkanı Tansu Çiller!.. Bir yanlışlık olmalı, dedim; bir sürçü lisandır, kos- koca bir profesör, bir eski başbakan, bir parti lideri böyle konuşamaz; köyü, köylüyü, köysoylu insanla- nmızı aşağılayıcı bir tutumu olamaz... Böyle düşün- düm, bekledim bir açıklama yapmasını... Ertesi gün bir açtklamasını okudum. Bakm ne di- yor bu kez: "... Kesinlikle kırsalkesim insanını kûçümsemean- lamında değil, geçmişte de yoksul olmadığımı vur- gulayarak 'ben bilmem nerenin köyünden' gelme- dim. Ben siyasete girmeden önce de yalıda oturv- yordum. Bunlar benim için geçerli değil. Şu an ya- lıda oturmam gayet normal. Iddia edryorum ki be- nim kadar temiz siyasetçi yok" dedim. Olabilir, belki çocukluğundan beri yalılarda yaşa- mıştır; belki onun kadar temız siyasetçi de yoktur!.. Ama en gerçek olan, 'ben bilmem nerenin köyün- den gelmedim' sözünün hiç de dediği gibi olmadı- ğıdır. Köyden gelmek, yani köysoylu olmak ya da kent- te doğup kentsoylu sayılmak!.. Birfarklılaşma, bir eşit- sizlik, bir önem ya da önemsizliktaşır mı? Köyde doğ- muş, büyümüş, yetışmiş nıce insanlanmız var. Bilim, sanat, kültür adamlan, yönetim adamlan, say saya- bildiğince!.. Ne köylü olmak, ne de kentli olmak bir yükseklik ya da aşağılık anlamı taşır. önemli olan 'adam' olmaktır. Yurduna, ulusuna yararlı olmaktır. Birden Atatürk'ü düşündüm. O nerden gelmişti? Tüm ilkokul kitaplanndayazılıdır, Mustafa Kemal'in çocukluğunda tarlalarda karga kovaladığı!.. 0 da bir köysoyluydu. Doğduğu ev Selanik'te duruyor. Ne bir köşk, ne bir yalı, ne de saray! Sıradan bir ev!.. Ni- ce yaltda, köşkte, saraycia doğup büyüyenler vardır ki, yaşamlan boyunca hiçbir başan kazanamamış- lardır. Oysa, köyden yetişenler arasında halkımızın onur duyduğu insanlar sayılamayacak kadar çoktur. DYP Genel Başkanı'nın hangi yalıda doğduğunu bilmediğimi söyledim. Babasının öyle köşk möşk sahibi olduğunu da duymadık. Istanbul Betedryesi'nde bir görevli olduğu, salt yüksek maaş alabilsin diye kısa bir süre bir ilde valilik yaptığı söylenir. Bir de an- nesinin yastık altında sakladığı altınlar söz konusu edilmiştir. Çiller Hanım, bu paralarla ve babasından kalan birkaç yüz bin lirayla bugünkü servetine, ma- lına mülküne kavuşmuştur diye anlatılır. Sorun, onun bunun parası değil! Yalıda doğmak, yaşamak, ömrünü zengin bir kentsoylu olarak geçir- mek yaşamın bir rastlantı- sıdır. Köyde doğup büyü- mek de öyle! Ama zor olan, önemli olan, saygı duyul- ması gereken, en güç, en çetin koşullarda savaşıp toplum yaşamında üst yer- tere, sorumlu görevlere ge- tebihnektir. Çiller Hamm ken- disini politikayasokan kişi- nin, Süleyman Demirel'in de bir köy çocuğu olduğu- nu bilmem nasıl düşüne- medi? 'Çoban Sülü' diye bilinmekten onur duyan bir kişidir Süleyman Bey... Hak- lıdır. savaşarak, didinerek başbakanlığa, cumhurbaş- kanlığına gelmiştir. Ne derse desin, nasıl bir yorum yaparsa yapsın, "ben bilmem nerenin köyünden gelmedim" demek her şey- den önce çirkin bir söz... Hele köylünün oylannı da alarak önemli yeriere yük- selebilmiş bir politikacıya hiç yakışmıyor. Onun hâlâ hangi çizgide, hangi anlayışta ya da an- layışsızhkta olduğunu gös- teriyor. Tiyatronun Cadısı: Macide Tanır Pnof. Dr. Enver TALİÇETİN Y aşamuıı başanh ve sergi- lemeye değer bulanlar, toplumda yer edinip tanı- nanlar, çeşitli sanat dal- lannda ad yapanlar, skan- dal olaylan ile ön plana çıktığını düşünenler yaşamöykülerini ya- zıp kitaplannı bastırmak istiyorlar. Yaşa- mınnı ilginç olaylarını kronolojik sırayla öy- külemeye (hikâye etme) ya da günden ge- riye dönüşlerle anılan anlatma seçenekle- rine' göre' kitaplar yazılıyor, bir kısmı se- naryolaştınhp tiyatro olarak seyirciye su- nuluyor. Bu kitaplann kimileri yılın en çok satan kitaplan olabiliyor. Macide Tanır'uı kitabı insanın yaşadığı olaylann anlatıldığı su-adan bir anı kitabı değil, bir yaşam felsefesi. Yazar yüreğini, canını, karunı, gönlünü, aklını ve duygulannı katarak yaşamında- ki birikimlerini ve deneyimlerini aktan- yor. Kitabı dolu dolu, doya doya okudum. Bitirdikten bir gün sonra özlemle yeniden okumaya başladığımda, kitabı yazan ile paylaşmakta olduğumu gördüm. "tnsan olmanın değerini bilmek"ten yok- sun kalmamalan için has insanlara öner- mek istiyorum: Kitabı okuyarak siz de de- ğerinizi ölçün. Bu kitapta mütevazı kazançlı, dürüst, na- muslu, kültürlü, eğitimli Türk ailelerinin ço- cuklannın yetişme biçimi var. Kızının ye- teneklerini sezen, toplumda sayguı yeri bu- lunan bir babanın, sanata duyduğu sevgi ve kızının sağlam karakterine inancı ile çev- renin ne düşüneceğini umursamadan güzel kızını tiyatro sanatçısı olmaya özendirişi var. Bu kitapta Atatürk döneminde yetişen bir çocuğun ve genç kızm öyküsü var: Ne yap- ması, nasıl hareket etmesi gerektiğini, sev- meyi, saygıh ohnayı, okumayı, çalışmayı, komşularla ve başka insanlarla iyi ilişkiler içinde olmayı, toplumdaki davranış biçim- lerini sezgileri ile algılayan ve yanlış yap- madan ailesine yakışır olarak toplumda büyümeye çalışan bir çocuk; Atatürkçü, vatansever, insansever, dürüst, ciddi, namus- lu, haysiyetine düşkün, onurlu, mükem- meliyetçi, dünyadakı bütün insanların mut- luluğunu isteyen bir genç kız var. Bu kitapta konservatuvarda okuyan kız- lan "yoldan çıkü" diye yorumlayan öğret- menlerin de bulunduğu dönemde, genç bir kızm tiyatro sanatının dikenli yollannda yü- rüyerek başanya ulaşması var. Lise öğren- cisiyken yeteneği sezilen, babasının iste- ğiyle tiyatroya yönelen, yöneldiği tiyatro- da güçlüklerden yılmayıp istenciyle (ira- desiyle) ayakta durmasını bilen, beyaz değ- neğiyle kendi sanatına yol açıp ülküsüne (idealine) ulaşmaya çalışan genç bir insan var. Bu genç insan Devlet Tiyatrosu disip- linini benimseyip sahneye konacak eser için rollerin belirlenip saptanması, genel okuma provasında yapıtın okunması, sanat- çının yapıtı ve rolü okuyup öğrenmesi, pro- valarda rejisörün öğretisi ile yapıtuı hazır- lanışına uyarlanarak (adapte olarak) yeti- şiyor. Dürüst kişiliği, görevini zamanında ve tam yapma yetkisi ile kendisine verilen çogun- lukla yaşlı kadın rolündeki kadının kalıbı- na girip kadını evine götürerek onu yaşa- ması ile sanatçı Macide kişiliğine bürünü- yor. Rolünün gerektirdiği duygulan hakkuı- ca verebihnek için yapıtın yazan, ülkesi, olaylann geçtiği dönem, yapıttaki kişilerin yaşayış biçimleri, âdetleri, kıyafetleri hak- kındaki kitaplan araştınp okuyarak hırsla, daha çok bilgi sahibi olmak istiyor. Bu bil- gıleri özümseyip roldeki kadın olarak onu yaşamaya başlıyor. Tiyatroyu kültür, eğitim ve müzik olarak tanımlayan, sahneden geri kalmamak için sağlığını hiçe sayıp tehlikeye atan, kendi- sini tiyatroya adamış sanatçı Macide sev- giler, hoşgörüler, yalanlar, kıskançlıklar, engellemeler, hayranlıklar, başanlar, alkış- lar dolu tiyatroyu mabet kabul edip onsuz yaşayamayacağına inanıyor. Bu kitapta tiyatro sanatçısı, kansını çok seven, başanlannın devamını dileyen, ya- şamındaki yahıızlıklan özveriyle, fedakâr- ca karşılayan ve götürebildığince evliliği- ni sürdüren özekinli (kültürlü) eğitimli, hoşgörülü bir eş var. Bu kitapta sanatçısının kendisini tiyatro- ya adadığmı, oynadığıroDerde yaşadığmı bi- len, sanatçısına tutkun, oyunlannı seyrede- bflmek için her türlü zahmete katianıp don- durucu kjş aylannda gece yanlan bilet kuy- nığuna giren, Istanbul'dan Ankara'ya ucak- la giden seyirciler; radvo temsOlerinden se- sine vurgun dinleyicüer; rasüadıklan yer- de ona dokunarak, sanlarak coşkulannı sergileyen, ona yakuüaşmayı onur sayan hayranlar; sanatçnı yurtdışındaJd başan- h sanatçüardan üstün tutan övgüler; sanat- çının üsrünlüğünü yazüanna döken kalem- ler var. Bu kitapta ülkesini ve halkını çok seven, yurtdaşlannm çoğunluğunun geçim sıknı- tısmı her zaman yüreğinde duyumsayarak acı çeken, milletinin sırtından vurgunlar- la arsızca yaşayanların varlığından mut- suz olan, ülkesınin çözümlenemeyen sos- yal sorunlanndan üzüntü duyan, eğitim ve düşünce özgürlüğünü her şeyin üstünde tutan, hep "Cumhuriyet" okuyan, Atatürk- çü olduğunu devamh haykıran, haksızlık- lara yürekten itiraz eden ve kabulleneme- yen, hileye hurdaya, aklı yatmayan, iman- lı ve içi insan sevgisi dolu bir Türk kadını var. tnandığı haysiyetli tiyatro düşüncesini ön planda tutup ilkelerinden ödün ver- meyen, çok istediği halde senaryosunu, kadrosunu, rejisörünü uygun bulmadığı için çok da gereksinimi olan para girdisi fazla olacak rolleri kabullenemeyen inanıl- maz bir sanatçı, bir has insan var. Tiyatro yapılıyor diye sahnede dolaşan, rolünün gerektirdiği duygulan veremeyen, sahne sırası geldiğinde ezberlediklerini söyleyen oyunculan ve oynadıklan tiyatroyu onay- lamayan, sorulduğunda eleştirilerini esir- gemeden açıklayan sanatçıya ''tiyatronun cadısı" denmesini beğenen Macide Tanır insan ohnanın değerini bilerek yaşıyor. Hayvansal içgüdülerin toplumu ele geçir- mek için pusuda beklediği, yozlaşmanm o vurdumduymazlığına ve tembelliğine ken- diıü kaptırmak üzere olan bir garip top- lumda Macide Tanır gibi yürekli aydın- ların kitaplan bir meşale gibi insanın yüreğini ısıtmakta ve güç vermektedir. Hâlâ bir şeylerin her şeye karşın yitmediğine, yitemediğine bir örnektir Tanır'ın kitabı (*) (*) Tiyatronun Cadısı, Macide Tanır, Bilgi Yayınevi, 352 sayfa. PENCERE Oruç... Ramazan geldi.. Kenttetrafikderahatladı, iftarvakticaddelerten- halaşıyor. Oruç tutan tutana... Allah kabul etsin!.. • Ancak yalnız dışarda oruç tutulmuyor, mapusa- nelerde de oruç tırtanlar var... Ama bu, ölüm orucu!.. Içerdeki ölüm orucu kimisinin umurunda değil; ra- mazan ayında tuttuğu orucu başına vurmuş olan MHP'li bir polıtikacı öfkeyle demış ki: "- Gebersinler!.." Az değil böyle düşünenler, ölüm oruçlannı dışar- da yenilgiye uğrayan PKK'nin içerdeki bilinçli eyle- mi sayanlan azımsamakolanaksız!.. Apo'yu asmak üzerine kurulmuş mantığın ağırlığını kimse hafrfe al- masın. 40 bini aşkın can yitirdi bu toplum... Mübarek ramazan ayında tutulan ölüm orucu, günahlanmızın kefaretini ödeyebilir mi?.. • Kim olursa olsun, suçu ne olursa olsun, amacı ne olursa olsun, 'ölüm orucu'na yatan bir insanı kur- tarmak insanlık görevidir. Peki, ne yapmalı?.. Yapılacak şey, bir çözüm yolu bulmaktır; içerde- kiler F tipi cezaevine karşı direnişe geçtiklerini söy- lüyoriar. F tipi eninde sonunda bir mekân; çeşitli ga- zetelerde yayımlanan fotoğraflanna bakarsanız, F tipi cezaevindeki bolümler, dört yıldızlı otellerdeki tu- ristik odalara benziyorlar; ama, bu mekân bir hüc- re de olabilir.. ;• Çünkü kullanımına bağlıdır. • F tipi cezaevindeki bölümleri bir "tecrit hûcresi" gibi kullanmak yerine hapıshanedeki ortak yaşamın bütünlüğünde bir bölüme dönüştürmek, yasalarla düzenlenebilir; çünkü olayın püf noktası odanın için- deki masa, iskemle, yatak ve tuvalette odaklanmı- yor. Yasalar ne diyor?.. Sorun bu!.. Yoksa iki veya üç kişilik konfonu odalarda vakit geçirip de günün çeşitli saatlerinde cezaevindeki or- tak mekânlarda öteki hükümlülerie buluşmak bir hapishaneci için en elverişli yaşam biçimi sayılabi- lir. • TİHAK (Türkiye İnsan Haklan Kurumu) bugün bir basın açıklaması yapryor. Ve talep ediyor *F tipi c©2aevterinin yapdmastna gerekçe okış- turan Terörle Mücadele Yasası'nın 16'ncı ve öte- ki ilgiti maddeleri deglstirilene ve bu değlsikH- ğe koşut olarak cezaevi planında değişiklikler yapHana değin, F tipi cezaevi astoya ahnmak, fiUm orucunun nedeni ortadan kaldmlmalı..." TlHAK'ın açıklamasının altındaki imzalar şunlar Halit Çelenk, Sadun Aren, Nevzat Hervaci, Mu- zaffer llhan Erdost, Vahap Erdoğdu, llhan Sel- çuk... Bekliyoruz... Her dakikaartıkbirsaat gibi... An .!ıu iL"; .L BAKIRKÖY 5. SULH HUKUK HÂKtMLİĞt'NDEN 2000/868 Esas - 2000/1452 Karar tkame olunan vası tayinı davasınm yapılan duruşması so- nunda, Davanın kabulü de, Hûseyın ve Nazile lozı 1928 do- ğumlu, Zonguldak, Devrek, Sabunlar köyû nüfusuna kayıth Hatıce tnce'nin mevcut bunama hastalığı nedeni ile mümey- yız olmadığı anlaşıldığından hacır altına alınmasına, kendisi- ne aynı yerde nüAısa kayıth oğlu Cemıl tnce'nm vasi olarak atanmasma 30.11.2000 tanhınde karaı verümış olup ilan olu- nur. 4.12 2000. Basın: 74174 BEHÎÇ AK Oyun Kitaplan l.Bına : Günümüzde her şeye yabancılaşan insan ve çıkmazlan... (Kültür Bakanhgı Oyun Yazma Yanpnası Ödülü) Z.Ayrüık : Çagdaş kadın-erkek ihşkilerine ıronılc bir balaş... (Afıfe]ale - En lyı Yazar Ödülü) 3. Hastane : Bir hastane ortamında toplumsal amaçkra sırt çevımış bilim adamlan ve çelişkilerle onaya çıkan kara nuzah Mitos Boyut Tiyatro Yayınlan A|a Çırağı Sok. 7/2 Gümüşsuyu-Ist. Tel: 212 249 87 37; Faks: 212 249 0218 Türkiye Gazeteciler Cemıyetı'nın yayınladığı günlük Bizim Gazete Ulke sonjnlanna ilişkin raporianyla, araştırmalanyla, köşe yazılanyla, tarafsız haberienyle sivil toplumlann gazetesi. Düzenli okumak için abone olun. Tel: 0.212. 511 08 75 mobilmail \ Z I It K A R T itfl UnfVl.Cİ.1- H I I M E T I , ^eî3inlzden e-maft yoUarken îstersötir^ tsareti yerine
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle