17 Mayıs 2024 Cuma English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
SAYFA CUMHURİYET 12ARALIK2000SAU 14 KULTUR kulturracumhuriyet.com.tr TİYATRO DÜNYASINDAN DİKMEN GÜRÜN ^Leeııane'ııîn Güzellik Kraliçesi'• Leenane'nin Güzellik Kraliçesi'ni ilginç kılan yönlerden biri, yazann dışlanmışlık, göç ve aidiyet olgulannı işleyiş biçimidır. Günümüzde çarpıcı resimlerdir bunlar. Istanbul Devlet Tiyatrosu tarafm- dan Aziz Nesin Sahnesi'nde oynanan ve sağlam bir ekip çahşması olarak dikkat çeken Martm McDonagh'ın "Leenane'nin Güzellik Kraücesi" ad- lı oyunu, yazıldığı günden bu yana (1996) çeşitli ödûllere aday gösteril- miş ve bunlann çogunu almış bir ya- pıt Bıldığim kadanyla dört Tony ve bir Lawrence Olivier Ödülü sahibi... Bu küçük bılgileri oyunun broşûründen veya program dergisinden öğrenmiş değilim. Çünkû program basılmamış. Belki yılbaşından sonra basılacak- mış! Kanımca tiyatro seyircisi elinde bir program dergisi, bir broşûr, en azın- dan bir kâğıt parçası olmasını profes- yonelliğın ıcabı olarak bekler. Hele ödenekli bir tiyatroya gidiyorsa, iki sayfalık bir programın maddi sorun- lar nedeniyle basılmaması gibi bir ge- rekçeyi anlamakta oldukça zorlanır. Herneyse... "Leenane'nin Güzellik Kraliçesi" aynı zamanda "LeenaneÜçkmesi''nin de ilk oyunu. Diğer ikisi 1997'de ya- zılan "TbeSkullinConnemarra* (Con- nemarra'daki Kafatası) ve "TheLan- some West" (Yalnız Baü). Bu oyunla- nn ortak özelliği, sert ve gerçekçi bir ûsluba sahı'p oluşlan. Cüneyt Çahşkur'un metni tıtizlikle irdeleyen yorumu ve başta Samru Yav- rucuk olmak üzere. Rüçhan Çahşkur, Hakkı Ergök, Yurdaer Okur'un aynı ritizlıkle örtüşen oyunculuklan "Leena- ne'nin Güzellik Kraliçesrnı sezonun önemlı çalışmalanndan biri olarak be- lırliyor. Oyunda. ınsanlar arasındaki gü- vensizlik, ilişkilerdeki tedirginlik, şid- Sumnı Yavrucuk Maureen'de ince bir oyunculuk serginyor, Rüçhan Çalışkur ise Meg'i ölçülü biçimde sahneye taşryor. det, kin ve nefretin yaşam koşullann- dan beslenmesi gözlemleniyor. Bu sü- reç, yazann dilinde biçimleniyor. Oyun dilini Connemarra dağltk bölgesinde- ki (Gahvay) insanlann kısır yaşamla- n içindeki sıradan patlamalarla oluş- turan McDonagh'ın üslubunun Türk- çeye de taşınabılmiş olması, Seygi San- lı'nın akıcı çevırisinden kaynaklan- makta. Connemarra'nm bir kesımının ka- yalarla, bir kesimının de batakhkla kaph bulunduğu, yerleşim alanının dar bir bölgeye sıkıştığı, toprağın kum ve yosundan oluştuğu, insanlann bu top- raklar üzennde birbırlennden uzak, bırbirlerinden kopuk yaşadıklan düşü- nülürse ilişkilerdeki sertlik, acımasız- lık, umutsuzluk daha net çizgiler için- de gözlemlenebilir. Doğanın koşulla- n kaçınılmaz olarak yaşamlara da yan- sıyacaktır. Yalnızhk, ıssızhk McDonagh'ın lrlanda'sı ıssız ve yal- nız bir trlanda'dır. Yönetmen Cüneyt Çalışkur, yaratnğı atmosferde bu ıssız- lığın ve umutsuzluğun altrnı her an bir arada olan iki insanın kendilerine ve birbırlerine olan acımasızlıklannda çizmiştir. Maureen ve Meg arasındaki ilişki, şiddet içeren bir ilişkidir. Garip bir mücadeledir. Bir yerde kısıhp kalmış olmanın, çaresizliğin sonucudur. Bu mücadele, kaçak olarak lngütere'de çalışan ve Amerika'ya göçmeye hazır- lanan Pato ile onun kardeşi Ray'in devreye girmesiyle zaman zaman bir kara komediye dönüşür. Pato, sanki bir biçimde "göç" olgusunun simge- sıdir. Zorunlu göçün sancılan, umut- suzluklan ve her şeye karşın taşıdığı umut kınntılan onun, o çok basit tüm- celerinde derinlik kazanır. Maureen'in ona tutkusu ise aşk değil, kaçıştır. Yağmurdan, çamurdan, bataklıktan, orada ölmekten ve Meg'den kurtul- mak için bir arayıştır. Bunun bir uzan- tısı olan Maureen ve Pato'nun buluş- ma sahnesi, acemice oynaşmalan bel- ki içinde bir güldürü unsunı banndı- nr, ama bu aynı zamanda çok buruk bir sahnedir de. Hasret çekmek, kaç- mak, korkmak gibi duygulann kişisel ilişkilerin dışına taşarak bu iki insanın ötesine yayılmasıdır. "Leenane'nin GüzellikKraocesin ni ilginç kılan yönlerden biri, yazann göç, dışlanmışlık ve aidiyet olgulan- nı işleyiş biçimindeki yalınlıktır. Cü- neyt Çalışkur da yorumunda bu husu- sun altını çizer. Oyun kişilerinin tümü kendi topraklarında, kendi mekânlann- da dışlanmışlardır ve bunun sancısı içindedirler. Bu sancıyı en yoğun bi- çimde yaşayan kişi Maureen'dir. Sum- ru Yavrucuk, 40'ına gelmiş ve tüm ya- şamı sert doğa koşullanyla ve kin do- lu, kışkırtıcı bir yaşlı anneyle müca- dele ederek geçmiş bir kadının buna- lımlannı, acılannı, hırçnılıklannı izle- yiciyi daha ilk andan itibaren içine çe- ken ince bir oyunculukla sergiliyor. Maureen'in yaşadığı evle, o evi çev- releyen verimsiz topraklar ve o evin bir parçası olarak sevdiği ve nefret ettiği Meg'le ilişkisi; asiında trajik bir sahip- sizlik ve sahiplenmeme sürecinden başka bir şey değildir. Rüçhan Çahş- kur'un ölçülü bir oyunculukla sahne- ye taşıdığı acımasız ve tatminsiz Meg için de aynı sorun söz konusudur. Roy ise yörenin genç kuşağını bekleyen karanlığı ve umutsuzluğu vurgular. Yurdaer Okur, bu kaybohnuşluğu den- geli bir oyunculukla veriyor. Öteyandan, Pato mekânsızlığınbir uzantısı olarak göç olgusunun ezik- liğini çeker. Halda Ergök'ün genç ada- mın zaman zaman böbürlenen, zaman zaman burukluğunu sergileyen oyun- culuğu bu ilginç dörtlüğu tamamlıyor. Etfaem Ozbora'nın mekân tasanmı, oyunculann hareket alanlannı özgür bı- rakırken sıkışmışhk duygusunu da des- tekliyor. "Leenane'nin Gü2effikKraliÇesi''nde insanlann ıçıne sıkıştıklan mekânlar- da, alanlarda yaşadıklan şiddet ve ai- diyet duygusunun yitıp gidişi, sahip- sizlenme,yerdeğıştirme gibiolgular, salt trlanda'nın Connemarra bölgesin- de değil, dünyanın pek çok yöresinde- ki yaşamlarla örtüşmektedir. Equinox Miizlk, Mesut cemil'in yorumlarından oluşan albümleri ithal ettl Ustadın kayıtları CD'lerde toplandı CUMHUR CANBAZOĞLU Yerlı müzikte, arşive, kataloglara, nostaljiye yönelik yayımlardakı artış, popüler üretimdekı kalite düşüîdüğünden yakman kitlelere, geçmiş- te üretilmiş yapıtlara ilgı duyanlara sık sık ilginç sürprizler yapıyor. Arşivcilere ve Türk musikisi tutkunlanna son armağanı, Mesut Cemil'in iki al- bümünü Türkiye'ye ithal eden Equinox Müzik adlı şırket verdi. ABD'de Golden Horn etiketiy- le yayımlanmış bu albümlerde, teknik açıdan bu- günün kulaklannı rahatsız edecek birkaç parça dışında, yapıtlann kayıtlan genelde temız ve tat- min edıci. Geçmişin hazinelerini bugüne ve geleceğe ta- şıyan bu albümlerdeki parçalardan birkaç ömek aktaralım: İlk CD'de (süresi 50 dakika, 7 sani- ye), kendi bestesi Şehnaz Sirto, Tûti-i mucize- gûyem ne desem laf değil, Dök zülfünü meyda- na gel, Ben sana mecbur olmuşum gel yavruca- ğım, Hicaz taksim ve Mandıra gibi çok sevılen yapıtlan yorumluyor Mesut Cemil, koro ve dı- ğer sanatçılar. iki CD'den oluşan ikinci albümde ise (toplam süre: 138 dakika 18 saniye) Tanburi tshak'ın Rehavi Peşrev'i, Nedim Ağa'nın Sultaniyegâh Saz Semaisi, Şevld Bey'in Mecnun gibi ben ge- zerken dağlan, Nikolai Efendi'nin Suzinak Saz Semaisi. Tanburi Cemil Bey'in Çeçen Kızı gibi klasık Türk musikisinin yine en çok bilinen ya- pıtlan yer alıyor. Mesut Cemil 1902 tstanbul doğumlu. Temel kemençe eğirimini babası Tanburi Cemil Bey'den gördükten sonra. onun öğrencileri Kadı Fuat Efendi ve Refîk Fersan tarafından yetiştirilmiş. Hukuk fakültesindeyken öğrenimini yanda bıra- kıp Sadettin Arel'in yardımıyla 1921 yılında mu- sikı eğitimi için Almanya'ya gitmiş. Hugo Bec- ker'den viyolonsel dersleri almış. Türkiye'ye dö- nünce bir süre liselerde müzik öğretmenliği yap- mış. 1926 yılında Türk Telsiz Teîefon Şirketi'nin başlattığı yayınlan yürüten Istanbul Radyosu'na spiker göreviyle girmiş ve zamanla Ankara Rad- yo Müdürlüğü'ne kadar yükselmiş. Bu arada Ga- zi Eğitim Enstitüsü ile Ankara Devlet Konserva- tuvan'nda eğitmenlik yapmış. Ankara ve Istan- bul radyolannda kurduğu korolarla buralarda birçok öğrenci yetiştirmiş ve Türk musikisinin çok genç bir dönemine, öğretmenliği, müzisyen- liği, besteciliği ve yöneticiliğiyle damgasını vur- muş. Kâni Karaca ile dini ve din dışı musikı programlan hazırlayarak birçok yapıtı radyonun arşivine kazandırmış. Mûnir Nurettin Sdçuk'la konserler verip plaklar doldurmuş. Mesut Cemil 31 Eylül 1963 tanhinde aramız- dan aynlmış. Kemençeden lavtaya, uttan kema- na, viyolonselden bağlamaya kadar birçok enst- rümanı başanyla çalabüen Mesut Cemil'in tan- burda babasmın seviyesine yükseldiğini iddia eden müzik adamlannın sayısı fazla. Aynca ko- ro yöneticıliğindeki üstün yetenekleri ve eğıt- men niteliği de kitaplarda en çok vurgulanan di- ğer bir özelliği. Türk musikisi camiasında, gelenekçiler, diye tanımlanan bir grup tarafından, sade üslubuyla musıkiyı sıkıcı hale geürmekJe suçlansa da bu çiz- gide devam etmesi ve farklı bir yol açması ayn- ca önemli. Pes sesli çalgı sıkıntısı çeken Türk musikisi- nin icrasında yaylı tanburu ve viyolonseli kulla- nıp büyük bir eksikliği gideren babası Tanburi Cemil Bey'in ardından giderek konserlerinde vı- yolonsel çaldıran ya da bizzat kendisi ıcra eden Mesut Cemil'in kalemınden çıkma 'TanburiCe- mil'in Hayaa' adlı kitabı da var. Tanburi Mesut Cemil (Kalan Müzik arşrvinden) Sinan Demirtaş'ın taşbaskdarı Galeri BînyıPda 40saııatçıdan 75yapıt Bu koleksiyon, Sinan Demirtaş'ın 1993 yılından bu yana 40 sanatçı ile yapmış olduğu yaklaşık 75 taşbaskı resimden oluşuyor. Sergide yer alan sanatçılar arasında Adnan Çoker, Ömer Uluç, Erdal Abmtar, Burhan Doğançay, Özdemir Altan, Zekai Ormancı, Mustafa Ata, Güngör Taner, Zahit Büyfi kişleven, Ergin tnan, Tülin Onat, Tomur Atagök, Mustafa Ahmtaş. Ayten Yetişdogu, Cihat Burak, Asım îşler, Neşe Erdok, Leyla Gamsız, Taner Ceyian, Mehmet Güreli, tsmail Ilhan. Muzaffer Tire, Antonkı Cosentino, Ruhcan Akil, Ferhat Özatar. Semiramis Sokul, Pınar Haşlakoğhı. Tülay Tura Börtecene, Tanju Demirci, Ali Teoman Germaner, Mehmet Slazoviç, Savastin Dimitri, Nü Yaher, Hale Sontaş, Gfiroi Sözen, Habip Aydogdu. Hüseyin Bffişim ve Sinan Demirtaş bulunuyor. (Galeri Binyıl, Zeytinoğlu Caddesi Beşiktaş Bel. Akatlar Kültür Merkezi No: 8, Tel:0212/ 3519713-15) ZEYNEPRONA Sinan Demirtaş yıllardır taşbaskı üzerine çalışan bir sanatçı. Onun bu alandaki başansuıı önce Aksanat atöl- . yelerindeki işlerinden izledik. Taşbas- kı, diğer çoğaltma yöntemleriyle kar- şılaştınldığında en zor olan baskı tür- lerinden biri, dolayısıy- la da pek yaygın değil; daha çok bu eğitimi ve- ren kunımlarda yapılı- yor. Sinan Demirtaş da 1993'te bu atölyelerin başına getirilince bu ek- sikliği fark etmiş ve tüm gücüyle bu tekniğin di- ğerleri kadar tanınma- sına katkıda bulunmuş. Taşbaskı geleneği çok eski bir gelenek ve ne- redeyse 200 yıldır pek fazla değişikliğe uğra- madan günümüze ulaş- mış. Her renk için tek tek hazırlanan baskı bloklan ise diğer yön- temlere oranla hem da- ha fazla zaman alıyor hem daha yorucu, ancak sonuç son derece çarpı- cı. Sinan, bu teknikle il- gili yeteıii bilgi ve dene- yimi olmadığından, ba- şında Aksanat'ta bir miktar zorlanmış, ama çok sevdiği bir baskı türü olduğu için araştırmaktan, denemekten vazgeç- memiş. Açıldığından bugüne Aksanat atölyelerinde, 50 sanatçıya özgünbas- kılar hazırlanmış. Sinan Demirtaş, kendi gibi sanatçı olan eşi Gülay Se- mercioğlu ile birlikte 1997'de Deri- mod'un sahiplerinden Hasan Yel- men'in desteğiyle Sanyer'de kendi özel taşbaskı atölyesini açtı ve 2000 yılının ilk aylannda Gümüşsuyu'nda- ki yeni atölyesine geçti. Demirtaş'ın atölyesi bütün sanatçılara açık oldu- ğu gibi bu konuyu öğrenmek isteyen- lere de açık, aynca atölyede bu konu- da kurumsal bilgiler de veriliyor. De- mirtaş'm amacı bu tek- niği Türkiye'de sevdir- mek, özeUikle de genç sa- natçı adaylannın bu tek- niği el yordamıyla öğren- mek yerine, bütün yönle- riyle öğrenebilecekleri bir atölye hizmeti sunmak. Demirtaş atölyesinde yapılan baskılar gerçek- ten son derece nitelikli ve ustaca. Yeni atölyelerinde bugüne kadar yaptıklan baskılan sürekli olarak sergiliyorlar. Özgün bas- kının bir özeUiği de çoğal- nlmış oknası, dolayısıy- la sanat yapıtlannın yay- gınlaşmasma hatın sayı- lır bir katkısı var. Günümüzde resim alma imkâm ohnayanlann bu yolla sevdikleri bir sanat- çmın yapıtma sahip ol- malan mümkün. Demir- taş'ın baskılannı Galeri Binyıl'da 12 Aralık-6 Ocak tarihleri arasında açık kalacak bu sergide iz- Sman Demirtaş (sağda), Erdal Alantar'm da baskrsını yapmış. leyebilirsiniz. YAZI ODASI SELtM İLERİ Unutamayışın Tortusu Arzu Başaran'ın Galeri Apel'deki sergisine gi- derken Leyla Erbil'i düşünüyonjm. Daha doğru- su Leyla Erbıl'den nefis bir öyküyü: "Trianon Pas- tanesi". Trianon Pastanesi bu sokakta mıydı diyordum kendi kendime. Istanbul'da Zaman'da yer alan öykii, günlerce düşündüğüm, gizini çözmeye ça- lıştığım öykü. Tomris Uyar'la Sırma Köksal'ın hazırtadıklan, Büke Yayınları'nın venmi Istanbul'da Zaman, in- celikli yazılarla örülü bir kitap. Çok severek oku- dum. Ama Leyla Erbil'in "Trianon Pastanesi" bam- başka: "Birde insan, hiç tanımadığı bilmediği birdille, kültürie konuşup duran kaçık bir kan kocayı (?), aradan bunca yıl geçtikten sonra hâlâ neden öz- ler, adamın elini tutuşunda, parmaklannın kımıltı- sında duran El Greco duyarlığını neden unutmaz, neden sever, arar, ıster o gunleri, neden kimı geç- miş mekânlann önünden geçerken içi trtrer?" Galatasaray'daki Hayriye Caddesi. Biraz sonra Apel'den içeriye girer gimnez, Arzu Başaran'ın ina- nılmaz portrelerinde aynı giz ve acıyla karşılşaca- ğımı bilmiyordum. Girdiğim mekân öyküdekı gibiydi: "Tonozlann, tuğlalann, kemerterin arasında ne aradığını yeni- den anımsıyor." Daha ilk resimler böylesi bir arayışı, arayışın anımsanmastnı dile getiriyordu. Hemen hepsine bi- rer 'otoportre' denebilecekken resimleri bambaş- ka okumak da olası. Otoportre tutumundan yoîa çıkılmış olunsa bile, zamanın hem işlediği hem si- lindiği, hem dağılıp parçalandığı hem yeniden bir- leştiği ya da birieşir gibi olduğu, acı dolu resimler. Zaman, bir bakıma, ressamın portrede aradığı, yansrtmak ıstediği her şey olup çıkmış. Tanpınar gibi Arzu Başaran da, "Ne içindeyim zamanın, I Ne de büsbütün dışında;" diyor sanki. Ama şiirin "Içim muradına ermiş I Abasız, postsuz bir der- viş" dizeleriyle htç mi duygu bağı kurmadan. Tam tersine, Arzu Başaran'ın sanki kazındıkça ortaya çıkmış, sanki ortaya çıkarken sanatçı tara- fından silinmiş ürpertici portreleri, boyuna içe atıl- mış, susulmuş, hep susulmuş bir şeylen söylüyor, belki de haykınyor. O kadar suskun, oylesine ses- sizler ki, uğuttuyu çok geçmeden hissediyorsunuz. Bir kez daha Leyla Erbil'e başvurmak ihtiyacını duyuyorum: "(...) hayretle seyrettiğim sonsuzca insan anısı, insan acısı, sonsuzca mekân, sonsuzca insan, sonsuzca kitap..." Günün begenilmek, güzel görünmek, herkes için geçerli akçe olmak özlemlerine, tutkulanna, o silik, adeta bile isteye yanm bırakılmış, bazılann- da akıp giden mürekkep lekelerine, yollanna, izle- rine gönül vermış resimleriyle Arzu Başaran'tn o kadar uzak durduğunu şaşırarak gördüm. Şaşırarak diyorum; çünkü her biri cıcili bicili ev- lerin duvarlarını süsleyebilecek, eli ayağı düzgün (!) portreler olabılecekken ressam, kaskatı anılar, unutamayışlar, içsel kederteryotculuğunda tek ki- şi olmayı ve öyle kalmayı seçmış. Kişisel üslubun artık çok az yakalanabildiği gü- nümüz yaygın sanat anlayışında, ressamın kişisel üslup peşinde yol alması herhalde başına buyruk- luğu simgeliyor. Herkes gibi olmaktan uzak duruş, çok geçmeden, hepimızin yaşayıp, ama itiraf et- mekten kaçındığımız birçok şeyi söylemeye koyu- luyor. Bellek asla merhametlı olamıyor. Arzu Başaran da, yaldızlar serpiştirdiği bir portresinde bile, bel- leğin çektirdiklerini ifade etmiş. Yüzler, gitgide si- linirken ya da bu kazı çalışmasında hep yıprak, asıl- lanna ulaşamayacak kadar tahrip görmüş olarak karşımıza çıkartılmışken, belleğin ürkünç öyküsü- nü bir kez daha yakalıyoruz. Galeri Apel'den çıktığımızda gün çoktan karar- mıştı. Gündelik şeylerden konuşuyorduk. Ne var ki resimler içtekı sızıyı yineleyip duruyordu. Yani re- simlerin bellekteki hırplayıp duran anısj. Takvimde h Bırakan: "Uyandığımda akşam oluyordu, masanın üze- rinde bir kâğıt, 'Işte hepsi bu teşekkür ederim,' yaz- mıştı, imza yoktu." Leyla Erbil, Gecede, 1968. 'YönetmeıUer Derneği Ödüllepi' verttdi • NEVVYORK (REUTER)-Geçen günlerde New York'ta yapılan bir törenle 'Directors Guild Awards' (Yönetmenler Derneği Ödülleri) sahıplerine verildi. Törende dernek tarafından sinema dünyasının dışından bir kişiye verilen en prestijli ödül olan 'The National Honaree Award' (Ulusal Onur Ödülü), Gwyneth Paltrovv'un elinden. sanata olan destek ve bağışlanndan dolayı Amerikah Senatör Edward M. Kennedy'ye verildi. Törende aynca, ünlü yönetmen Sydney Pollack. sanatçı haklan için yaptığı çalışmalan ve gösterdiğı çabalanndan dblayı, Sanatçı Haklan Vakfı'nın ' John Houston Ödülü'nü aldı. Frank Capra Jr.'a da North Carolina-Wilmıngton'ın hem televizyon hem de sinema alanında bölgesel bir prodüksiyon merkezine dönüşmesi için gösterdiği çabalar için Shirley McLaine'in elinden 'Yönetmenler Derneği Ödülü' verildi. Sting HoHyvvood'da • HOLLYVVOOD (REUTER) - tngiliz rock şarkıcısı Sting. geçen günlerde Hollywood'da, şarkılannı seslendirdığı animasyon filmi 'The Emperor's New Groove'un tanıtımına katıldı. Tanıtımda filmdeki karakterlerden birinı seslendiren Eartha Kıtt'le yer alan Sting. Sahnan Rüşdü ile de bir süre sohbet etti. Film, 15 Aralık'ta Amerika'da gösterime girecek. Ünlü şarkıcı, bir süre önce de Hollywood'daki yıldızlar kaldınmında yıldızı olan sanatçılar arasına katılmış ve duygulannı, 1978'de Hollyvrood'a ilk kez geldiğinde bunu hayal bile edemeyeceğini söyleyerek ifade etmiştı.
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle