Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
- 2024
- 2023
- 2022
- 2021
- 2020
- 2019
- 2018
- 2017
- 2016
- 2015
- 2014
- 2013
- 2012
- 2011
- 2010
- 2009
- 2008
- 2007
- 2006
- 2005
- 2004
- 2003
- 2002
- 2001
- 2000
- 1999
- 1998
- 1997
- 1996
- 1995
- 1994
- 1993
- 1992
- 1991
- 1990
- 1989
- 1988
- 1987
- 1986
- 1985
- 1984
- 1983
- 1982
- 1981
- 1980
- 1979
- 1978
- 1977
- 1976
- 1975
- 1974
- 1973
- 1972
- 1971
- 1970
- 1969
- 1968
- 1967
- 1966
- 1965
- 1964
- 1963
- 1962
- 1961
- 1960
- 1959
- 1958
- 1957
- 1956
- 1955
- 1954
- 1953
- 1952
- 1951
- 1950
- 1949
- 1948
- 1947
- 1946
- 1945
- 1944
- 1943
- 1942
- 1941
- 1940
- 1939
- 1938
- 1937
- 1936
- 1935
- 1934
- 1933
- 1932
- 1931
- 1930
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
27 EKİM 2000 CUMA CUMHURİYET SAYFA
JvLJI-i± LJİV kurtur@cumhuriyet.com.tr 15
'Nora', James Joyce'un sevgilisiyle yaşamının sonuna dek süren ilişkisini aktanyor
Firtinah,sıva(hşı aşköykiisüGÖNÜL DÖNMEZ-COLIN
Ünlü sanatçılann özel yaşamlan.
yapıtlanna ılgi duyanlar için merak
konusudur. Bir okuyucu ya da bir iz-
leyici, yetenekli bir yaratıcının yaşa-
mının da olağanüstü öğeler içermesi-
ni mi bekler, yoksa olağanüstü yete-
neğine karşı onun da herkes gibi 'nor-
mal' bir kışi oldugunu kanıtlamak mı
ister; buna ruhbilim karar verebilir,
ama sanatçılann yaşamlan üzerine ro-
manlar, filmler hiç eksik değildir.
Bu sanatçı, James Jayce gıbi. yazın
sanatı ıle pek ilgısi olmayanlann ko-
lay yaklaşamayacağı bir yazar olunca
ilk soru yönetmenin amacı olacaktır.
Sözü edılen fiim "Nora"nın amacı,
ünlü bir yazan kutlamak mıdır, yok-
sa güç ve zorlu bir yazın devini 'po-
pülarize' etmek midir? Bir festival sı-
rasında iki orta yaşlı hanımın, "Irlan-
dah yazann metresinin filmini gönne-
ye gideBm" gibı bir konuşması kula-
ğıma çalınınca ikinci olasılıkta karar
vermiştım daha görmeden bu filmi.
Gördükten sonra ise yönetmen iki
amaç arasında takılıp kalmış gibi gel-
di.
Gerçi filmin adı "Nora" olduğun-
dan, konunun bir kadın üzennde odak-
lanması beklenir ve "Bir Sanatçmm Bir
GençAdam Olarak PortresT ve " H s "
gibi iddialı yapıtlara imza atan James
Joyce'un hayatımn kadını Nora'nın
yaşamında bir değil onlarcafilmeko-
nu olacak gereç vardır. 20. yüzyılın en
ünlü aşk öykülerinden bin, 1904 yı-
oyce'un
üstün
yetenekli bir
yazar olarak
tanınntaya
başlandığı 22
yaşında
karşüaştığı
Nora
Barnacle ile
ilişkisi
ölümüne dek
binbir engele
karşın sürdü.
lında, daha 22 yaşında, adı üstün ye-
tenekli bir yazar olarak duyulmaya
başlamış Joyce'un bir Dublin soka-
ğında Nora Barnacle ile karşılaşıp yıl-
dınm çarpmışa dönmesiyle başlamış
ve Joyce 59 yaşında son nefesini ve-
rene dek binbir engele karşın süregit-
miştir. Bir otelde hizmetçilik yapan
genç Nora'nın, onu bir manastıra ka-
patmak isteyen ailesinden kaçtığını
öğreniriz filmde. Ama artık Dublin
de ona küçük gelmektedir. Genç Joy-
ce'la karşılaşınca hiç düşünmeden ina-
nır birbirleri için var olduklanna ve en-
telektüel dilinden pek anlamadığı bu
adamın peşıne düşüp Trieste'de bulur
kendini. Genç adamın kıskançlık ve al-
kol sorunlan, koyu Katolik ülkesinde
açık saçık bulunan yapıtlannın ve do-
layısıyla kişiliğinin dışlanmasının ya-
rattığı güvensizlik ve bunlann ılişkı-
lerine olan yankılan bir yana, iki de ço-
cuk doğurur. Ama en çok dışlanan No-
ra'dır. Joyce'un çevresindekilerin di-
linden anlamaz, çok özel anılannı pay-
laştığı zamanlar romancmın bunlan
yapıtlanna gereç olarak kullanmasıy-
la yıkılır. Hele boş kıskançlıklar sömü-
rür duygulannı. Nora'nın yalın sevgi-
sine karşın James devamlı yeni coşku-
lar bekler ihşkiden ve bu coşkulan im-
geleminin yardımıyla yaratır. ama son-
ra gerçek ve yapıntı birbinne kanşır.
Nora'yı arkadaşlanndan, erkek kar-
deşi Stanislaus'tan kıskanır. Nora-Ja-
mes Joyce ilişkisi, iki ateşli insanın
firtınalı aşk öyküsüdür.
Filmin bize vermek istediği ve ge-
nellikle verdiği bunlar. Yalnız £wan
McGregor, James Joyce rolünü pek
benimseyememiş. DannvBoyle'ın "Sığ
Mezar" (Shallovv Grave) ve "Irains-
potting" filmlennde, Peter Greena-
way'ın «Yastık Kftabı" (The Pillovv
Book) yapıtında ve hele Todd Hay-
nes'ın "VelvetGoldmine''ında başan-
lı rollerçıkaran McGregor, çağdaş ko-
nularda yakaladığı doğallığı, içtenli-
ği yansıtamıyor Joyce'un karamsar ve
karmaşıkkişiliğinde. Izleyiciyi dışla-
yan oturmamış bir oyun çıkanyor kı-
saca. Belki de burada yönetmenin
oyuncuyu yönlendirmesi söz konusu.
Daha önce, yine bir kadının yaşamöy-
küsü "Anne Devlin"i beyazperdeye
getiren kadın yönetmen Pat
Murphy'nin, bir kadın yazar, Brenda
Maddox'un kitabmdan uyarladığı bir
yapıtta kadın açısının üstün çıkması
normal de olsa, bana kalırsa Joyce'a
biraz haksızhk etmiş bu film, onu ar-
ka plana alarak. Neil Jordan'ın "Bir
Vampir ile Söyleşi" (lnterview With a
Vampıre) filminden anımsayacağımız
Susan Lynch, ateşli Nora'nın coşku-
lannı gereğince yansıtamasa da birçok
sahnede temiz ve sıcak ya da kınlmış
ve soğuk duygulan yalnızca bakışla-
nyla verebilecek kadar başanlı.
Montreal Dünya Fihn Festivali'nin
ardından diğer önemli festivallere de
konuk olan "Nora", salt konusunun al-
benisi ile bile gişelerde de iyi iş yapa-
cağa benziyor.
YENİ BAŞLAYANLAR
'Oyunbozan' bize benzemeyen kahramanlanyla eksik biryorum
'Fast-food' komediCUMHUR CANBAZOĞLU
small Tlme Crooks / Ufak sahtekârlıklar
Woody ADen'ın hem yönetip hem oynadığı filmde Hugh
Grant, Tracey UUman, Toqy Danw rol alıyorlar. 1999
yapımı fılm, zenginlik peşinde koşan bir kan-kocanın
macerasını konu ediyor. Her zaman beleşten para
kazanmayı bekleyen Ray Winkler, günün bınnde zengin
olacağma ınanmıştır. Kansmın ışlettiği ve içmde
arkadaşlannın da çalıştığı ufak bır kurabıye dükkânı
vardır. Banka yanında hayaller kurarken bankayı
soymaya karar verirler ve bankayı alttan delerek
soymaya başlarlar Zenginlik sonunda onlann olmuştur
fakat 'kutsal lanet' onlann üstündedır.
Freguency/Frekans
Yönetmenliğını Gregory HobBt'm yaptığı filmde Dennis
Quaid, Jim Caviezel, Andre Braugher, Eüzabeth Mitchefl,
Noah Emmerich, Shawn Doyle, Jordan Bridges, MeSssa
Errico rol alıyor Fılm, 1969 yıhnda Bnucton yangınında
babasını kaybeden John Sullıvan'ın çocukluğundan beri
süre gelen yalnızlığını, bır baba oğul hikâyesinde
anlatıyor. Yönetmen Hoblit, zaman yolculuğu içinde
ilerlerken akıllan kurcalayan bir gerilimle izleyıciyı
bağlıyor. John Sullivan, babasının ölüm yüdönümünden
bir gün önce, evin içinde babasının eski telsız radyosunu
keşfeder ve kendini, bir ıtfaiyeci olduğunu iddia eden ve
1969 dünya kupasını beklediğini söyleyen bir adamla
konuşurken bulur Bu adam John'un babasıdır.
Nutty Professor 2: The Klumps/ çatlak
Profesor2
Yönetmenhğini Peter Segal'ın yaptığı filmde Eddie
Murphy, Janet Jackson, Larry MiDer, John Ales
oynuyorlar. Profesör Sherman Klump evlılık hazırhklan
içindedır ve tüm aıle çok mutludur. Fakat Sherman'ın
ikinci kişüiği olan Buddy Love bilinç düzeyine
yükselerek profesörün başına büyük dertler açacaktır.
İZLEYİCİ GÖZÜYLE
Sezonun az sayıdaki yerli yapımlanndan
biri daha bugün göstenme giriyor: Oyunbo-
zan. Nesli Çölgeçen'ın. on yıllık aradan sonra
yönettığı Oyunbozan, Züğürt Ağa (1985) gi-
bitüm zamanlann en başanlı yerh kara kome-
dilerinden birineünzaatmış, ardından Sefcun-
sızBandosu (1987) ve tmdatile Zarife'yle
(1990) aynı çizgide dikkat çeken işler üretmiş
bir yönetmenin bugüne nasıl baktığını, etra-
fında olup biteni nasıl değerlendirdiğini yan-
sıtması açısmdan çok önemli.
Konu kısaca şöyle: Kahramanlar, genç tak-
si şoförü Cemal (Ofcan Bayülgen) ıle köşe ya-
zan ve şair Kemal Yıhnaz (Zeki Alasya). As-
kerliğinde keskin nişancı olan ve bizzat çatış-
malarda yer alan Cemal, terhisten sonra direk-
siyon başında daha fazla çalışıp sevdıği kızla
bir an önce evlenebümenin peşinde.
Kemal Bey'ın derdi başka; elinden kayıp gı-
den değerierin acısıyla huzursuz; insanlığm ay-
dınlanmasındanbaşka amaçlan olmayan fikir
adamı dostlannı katledenlerin ortaya çıkanl-
masını ıstiyor.
Cemal'in eski müşterisi yazar, zamanla ara-
larmda güçlü birdostluk ohışmuş ve taksi ade-
ta yazann özel otosuna dönüşmüş. Ûlümcül
bir hastalığın pençesinde Kemal Bey; rurin
hastane seferlerine muhakkak Cemal'in tak-
sısiyle gıdiyor ve yine onunla dönüyor.
Bu hastane ziyaretlerinden bınnde kapıda
beklerken büyük tesadüf eseri içinden çıkama-
yacağı belaya düşüyor Cemal ve bir mafya ci-
nayetıne şahit oluyor. Yaşamak için mafya ta-
rafindan ıayatılan tetikçiliği kabul ediyor ve
kötülerin hak ettikleri cezayı görecekleri sah-
neye dek sürecek bir maceranın ortasında bu-
luyor kendini...
Oyunbozan'ı biz 37. Altın Portakal Fihn
Fesn'vali'nde izledik. Abuzer Kadayıf tan son-
ra en fazla seyirci toplayan filmdi Oyunbozan,
ama Antalya'dan eli boş döndü. Fihnin, mo-
da deyimle. festıvalde 'sfirçekmesi'nın, ödül
çıkarmamasının nedeni tamamen jürinin öz-
nel değeriendirmesi miydi, yoksa Çölgeçen ve
ekibi beklenenin aksine vasat bir performans
mı sergilemişh?
Bizce ikinci değerlendırme daha gerçekçi
gözüküyor, ashnda fısıltı gazetesi festival bo-
yunca Oyunbozan'ın aleyhine çalışmış, fil-
min yapımcısı olan Türfcer tnanoğhı'nun or-
ganizasyondaki gücünün ve 'kartnnas'nınjü-
riyi taraflı davranmaya zorlayacağı ileri sü-
rülmüştü. Üstüne üstlük, ana teması banş olan
bir festivalde, kadrosunda Yunan oyunculann
da bulunduğu birfihninbüyük ödülü alması-
nın sürpriz kabul edihnemesi gerektiği de, ku-
lislerde dolaşan söylentiler arasındaydı. Bu
dedikodulann olumsuz etkisı muhakkak ki
değerlendırmeye yansıdı, ama fihnin, diğer-
lennin önünde yer alacak kartlan da pek sağ-
lam değıldi...
Çölgeçen, bugünün karmakan-
şjkTüriayepanoramasmdanskeç-
ler halinde kareler sunarken fil-
min kendine aıt dokusunu oluş-
turmayıbaşaramamışöncelik- ^
le.'Fast-food'yaşamayaahştı- * •*
nlan Doksanlar kuşağımn ta-
dına uygun, hızh, kolay tüke-
nlen beylik esprilerle komedi-
yi arayan ve derinine incelen-
meden sahneye sürülen ve en
azından bu üDceye ait olma-
yan kahramanlanyla eksik bir
yorum, Oyunbozan.
Oyuncuhıklarda ise Okan
Bayülgen, yetersiz diya-
loglara rağmen üstün ça-
basıyla birkaç sahnede
yeteneğini gösterme ola-
nağı yakalamış. Zeki
Alasya'nın ise, Gö-
le Gök'den bu fil-
me atlamış tıpının
inandıncıhğmı
sağlamak gibi
bir şansı yok. iki Yunan oyuncu, NikolousSer-
gianopoolos ile Dimitra Masouka'nın Türkçe
diyaloglarda ezberlen ve dudak hareketleri
yerinde, ama olaylardaki reaksiyonlan hiç mi
hiç bizden değiL Belkı de, yurtdışındaki gişe
hasılatı ve de birkaç Avrupa TV'sine satış dü-
şünülerek çekilen bir film için fazlası da ge-
reklidegil.
Sinema salonundakı tepkiye ve çıkıştakı de-
ğerlendirmelere bakılırsa seyircinin bu fibn-
deki favonsi, 'esas mafya babaa'nı canlandı-
ran'usta'Soner Ağm.
Eski Yeşilçamfilmlerindekimannk hatala-
nyla, yapaylıkla alay etmeyi sevenler, sanınz
yeni yerli yapımlarda hayli bol malzeme bu-
lacaklardır
kendileri-
ne...
ERDAL ATABEK
Büyülü bir dünyanın faııtazyası
'Fantasia 2000' özel dünyalann filmL
Müzik dinlerken aklımızdan ne-
ler geçer? Kemanlann yarattığı tit-
reşımli dünya içimizde neleri kı-
pırdatır? Pıyanonun ezgileri koşu-
şurken içimizde neler koşar? Da-
vullann tok vurgulan, borulann
çağnşımlı sesleri bizı hangi duy-
gularda hoplatır? Hayal dünyala-
nmız kadar geniş, düşlerimiz ka-
dar beklenmedik etkiler içinde ka-
hnz müzik dinlerken. Üstelik de bu
hayaller, bu düşler herkesin kendi-
sine özeldir. Bu fihn de özel dün-
yalann filmi, "Fantasia 2000".
Halt Disney'in ilk "Fantaaa
B
sı
1940'larda yapıhnıştı, çok ılgi çe-
ken özel bir sinema şöleni olmuş-
tu. Fihnin yaratıhşı da "mfiziğeeş-
Bk eden hayafler" ohnuştur. Ger-
çek bır yaratıcılık böyle bır filmi
düşünmüş, "müzikle birükte han-
gihayaüar yaşanır" temalı bır fihn
yapıhnış. 1yi ki de yapümış.
Beethoven'ın 5. Senfonısı'nı din-
lerken aklımızın içinde, aklımızın
üstünde, içimizde dışımızda neler
uçuşur?Yükselen sesler, alçalan ez-
güer, tınılar, tıtreşimler, gökyüzü-
ne açılan görkemrn renklen... Mü-
ziğe eşhk eden her şey. Büyülü bir
dünyanın fantazyası. Gerçekten
büyük bir başlangıç. Dâhice bir
seçım.
Sonra Respighi'nin Roma'nın
Çamlan geliyor. Ama Roma da,
çamlar da yerinı başka hayallere bı-
rakmış. Müzığın ntmıyle, ezgile-
riyle, dalgalanmalanyla siz de dal-
galann içine giriyorsunuz. Kendi-
nizi bırakın, müziğin içine girin
ve hayallerinızi yaratın.
Gershvvin'in "Rapsodie in
Bhıe"suyla New York'a gıdıyorsu-
nuz. Orada hayallen yıkıknış ınsan-
lan göreceksiniz. Yapmak istedik-
lerini yapamayan, yapmamak iste-
diklerini yapmak zorunda kalan
insanlar... Ama müzik dünyayı ora-
da bırakmaz, her şeyi değiştirir.
Güçlü bır mızahın eşhk ettiği bö-
Iüm size doyumsuz anlar yaşata-
cak.
Şostakoviç, Camille de SaintSa-
ens, Stokovsky; müziklerinin böy-
lesıne renkler, formlar, inişler, çı-
kışlar yapan bir fanteziyle yeni-
den dile getinldiğinı görselerdi
kim bilir neler düşünürlerdi? Bel-
kı karşı çıkarlardı, belki de dinle-
yenlenn böyle haklan olduğunu
kabul ederlerdı.
"Büyöcü Çıragı'', gerçekten ne-
fis bir bölüm. Masal dünyalannın
ilginç bir fantezısi.
Igor Stravinski'nin "Ateş Ku-
şu", doğanın yandıktan sonra ye-
nıden dirilişine eşlik ediyor. Doğa-
nın her parçasınuı canlı olduğunu
anlatan bu bölüm, her yok oluşun
kendi içinde yeniden doğmanın
gücünü taşıdığını ileten güçlü bir
mesaj.
Keşke, çocukluk döneminden
beri hayran olduğum Italyan Kap-
riçyosu'nu (Çaj'kovski), Peer Gynt
süitini de (Grieg) filmde görebil-
seydik. Büyük bır fantazya.
Çocuk fihni diye gelen çocuk-
lann bır bölümü sıkıldı, bir bölü-
mü çok beğendi. Büyükler de fil-
mi "çizgi fihn'' sanarak gelmedi-
ler herhalde, salon kalabahk değil-
di. Böyle giderse göstenmden ça-
bucak kalkar ne yazık ki. Oysa in-
sanın yaratıcı gücünü, özellikle
müzikve görüntüalanındanelerya-
pabildiğini merak edenler ve geri
kalanlar olarak herkes bu filmi
görmeh. Içınin genışledığini, ufuk-
larının renklendiğini görecekler-
dir. Bir filmlik özgür hayal bile
çok güzel.
KEDİGOZU
VECDt SAYAR
Duvarın Ardındakiler
"Nişantaşı'nda 'Duvar'a ilgiaz" diye yazdı ga-
zeteler. Türkiye'nin pek çok köşesinde filmin
gösterildiği sinemalar dolup taşarken Istanbul'un
'kibar' mahalleleri Yılmaz Güney'in "Duvaı
JI
\na
itibar etmemiş. Neden etsinler ki? Televizyon
haberlerinde izledikleri hapishane isyanlan ne
kadar ilgilerini çekiyorsa bu film de o kadar çe-
kecek elbet... New York borsasındaki iniş çıkış-
lar, Bayrampaşa Cezaevinde yaşananlardan çok
daha önemli onlar için, Elbette, "Duvar'dan sı-
kılacaklar, "Çok fazla şiddet, canım" diye yakı-
nacaklar. Yılmaz Güney'in yaşayıp, aktardığı şid-
detin gerçekliğine inanmak işlerine gelmeye-
cek...
Onlann tanıdığı şiddet Hollyvvood filmlerinde-
ki şiddettir. Yani, gösteri dünyasının şiddeti. Ger-
çek yaşamın şiddeti ile tanışmamışlardır. "öfe-
ki"\ere uygulanan şiddet ise onlan hiç mi hiç il-
gilendirmez. Böyle ilgilerin sağlığa yararlı olma-
dığı öğretilmiştir onlara. Bazılan, televizyon ha-
berlerindeki şiddet sahnelerini bir Amerikan fil-
minin sahneleri gibi izlerier. Bazılan daha duyar-
lıdır, yürekleri kaldırmaz gördükleri sahneleri,
'zap'layıverirler... Bütün bunlar şaşırtıcı değil.
Şaşırtıcı olan, bazı kedilerin de benzer duygula-
n, lafın Türkçesi, benzer korkulan paylaşması.
Konforiarına pek düşkün bu tür kediler. Yıl-
maz'ın ve toplumsal sorumluluk duygulannı yi-
tirmemiş öteki sinemacılann yapıtlanndan sıkı-
lırlar, Hakkâri projesini "popülizmle suçlayıp,
sırça köşklerinde yaşamaya devam ederler.
Allahtan sayılan fazla değil. Kedilerden çok
büyük bir destek gören "istanbul- Hakkâri Sa-
nat Köprüsü" bunun en güzel kanrtı. "Duvar"\a-
nn ardında yaşayanlar için bir şeyler yapmak
uğruna kendine 'vazife' çıkaran bu kedilerie ola-
ğanüstü bir dört gün yaşadık Hakkâri'de. Köp-
rünün İstanbul ayağındaki duyarsızlığı unutturan
coşku dolu günler... Bir dostumuzun deyişi ile,
orada yalnızlıklanna merhem buldu Istanbullu
kediler. Yalnız olmadıklannı, çabalannın karşılık-
sız olmadığını anladılar.
Hakkârililer, kente yanm saat mesafede, Erzikte
karşıladılar konvoyu. Yüzlerce araçla, Istan-
bul'dan gelen kedileri karşıladılar. Saatlerce yağ-
mur altında halay çektiler, se-pe (üç ayak) oyna-
dılar. Bu coşku seli karşısında etkilenmemek ola-
sı mı? Yazar, ressam, müzisyen dostlann göz-
yaşlannı tutamadığnıı gördüm. Hep birlikte, Hak-
kari'ye ulaştık. Belediye lokaline girmek bile ko-
lay olmadı. öylesine büyük bir kalabahk bekli-
yordu bizleri. Belediye Başkanı, HADEP ve CHP
örgütleri, ildeki tüm sivil toplum kuruluşlan el ele
vermişti. Bu ilgi, dört gün boyunca hiç eksilme-
den devam etti. Film ve tiyatro gösterileri, söy-
leşiler dopdoluydu. (Istanbullu kediler şaşırma-
dılar desem yalan olur). Etkinliklerden arta kalan
saatlerde de bu biriiktelik sürdü. Birlikte türkü-
ler söyledik, Türkçe, Kürtçe türküler. Düğünlere
katıldık. Gözyaşı hiç eksik olmadı. Kimi zaman
mutluluğun, paylaşma sevincinin, kimi zaman böl-
gede yaşanan acılann sonucuydu bu gözyaşla-
n. Ama, hepimiz biliyorduk ki, gözyaşlan hiçbir
şeyi çözemez. Yaşanan acılann tekrarianmama-
sı, banş sürecini hızlandırmaktan geçiyor. Ve bu
süreçte, hepimizin üzerine düşen görevler var...
Iştetüm kediler bu bilinçle ayrıldı Hakkâri'den.
Belki, o güne dek bu sorunlara uzaktan bak-
makla yetinenler vardı aramızda, ama artık böy-
le devam edemezdi. Çünkü, Hakkârililere gönül
borçlan vardı (Hakkâri, bir simge olmuştu. Elbet-
te, Hakkâri'nin yanı sıra daha pek çok ilimiz var-
dı, aynı zor koşullardan geçmiş ve geçmekte
olan. Bu gönül borcu hepsine yönelikti). Artık, o
bölgeyi unutamazdık. "Orada bir köy var uzak-
ta. GHmesekde, görmesekde... "diyemezdik. Git-
miştik ve görmüştük (elbette aramızda bölgeyi
çok iyi tanıyanlar da vardı). Zeynep Oral'ın de-
diği gibi "Çocuklann oyunlannda Bir... iki... üç...
tıp" sözcükleri yerine, "1... 2... 3... ölüm" söz-
cüklerini kullandığı bir bölgede hayatın normal-
leşmesi sürecinde sanatçılara düşen öemli gö-
revler vardı. Orada bulunan arkadaşlar, işte bu
görev bilinci ile döndüler Istanbul'a. Bilmem,
başka kedilere de yaşadıklannı gördüklerini ak-
taımayı becerebilecekler mi? Orada yaşayan in-
sanlara yapılan muameleden duyduklan utancı
başkalanyla paylaşabilecekler mi?
Ya yetkililer, onlar da bu serüvenden paylan-
na düşen sonucu çıkarabilecekler mi? Gelecek
yıl, nasıl bir ortamla karşılasacağız? Gene, orta-
lığı kanştırmaya gelen 'potansiyel suçlular' gibi
mi karşılanacağız, yoksa devlet tüm gücü ile ya-
nımızda mı olacak? Oğretmenler, öğrenciler, dev-
let memurlan gene korkular mı yaşayacak ge-
len sanatçılarla konuşurken, onlara sorular so-
rarken?.. Televizyonculann sorulanna yanıt ve-
ren gençler gene alınıp götürülecek mi? Gene
yasaklamalar, baskılar devam edecek mi? Dev-
let halkına güvenmeyi öğrenemeyecek mi?
Bizseneye gene gideceğiz Hakkâri'ye. Merak
ediyorum, bir tek iş adamı çıkıp da maddi des-
teğe ihtiyacınız var mı diye soracak mı? Yoksa,
gene her şey kedilerin sırtına mı yüklenecek? "Du-
var"lann ardında yaşayanlann hak ettikleri ilgiyi
ve desteği er geç bulacaklarına hiç kuşkum yok.
Ama ne olur, o kadar geç olmasın. Çocuklar kor-
kulanndan annsın. Enerjilerini sanat eserterine yan-
sıtsın.
Hakkâri'nin değerti öğretmeni ihsan Çöleme-
rik, yaptığı konuşmada Hakkâri'nin yarattığı kül-
türel değerierden söz etti. Hakkâri halkının ya-
ratıcı potansiyeline tanıklık eden kediler, bu de-
ğerlerin çağdaş yapıtlara dönüşmesini bekliyor
şimdi.
Ama elbette, kollanmızı kavuşturup bekleme-
yeceğiz. Bir şeyler yapacağız. Toplumun tüm
duyariı kesimlerini göreve davet edeceğiz. Du-
yarsızlara çağn çıkaracağız: "Duvartann ardın-
dan gelen sesleri duymuyor musunuz? Kör, sa-
ğır ve dilsiz olarak yaşamaktan bıkmadınız mı?
Kendiniz için hak gördüğünüz şeylerin başkala-
nnın da hakkı olduğunu söylemek bir gün aklı-
nızdan geçecek mi?"
BUGUN
• AKSANAT'ta saat 19.00'da Ali Fuat
Yılmazoğlu Quartet, 'Bir Endülûs Gecesi:
Flamenko ve Dans' adlı konserle yer alacak.
(252 35 00)
• MAYMUN CAFE'de Serdar'm 'Aşk Şarküan'
dinlenebilir. (292 72 11}