18 Mayıs 2024 Cumartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
27 EKİM 2000 CUMA CUMHURİYET SAYFA JvLJI-i± LJİV [email protected] 15 'Nora', James Joyce'un sevgilisiyle yaşamının sonuna dek süren ilişkisini aktanyor Firtinah,sıva(hşı aşköykiisüGÖNÜL DÖNMEZ-COLIN Ünlü sanatçılann özel yaşamlan. yapıtlanna ılgi duyanlar için merak konusudur. Bir okuyucu ya da bir iz- leyici, yetenekli bir yaratıcının yaşa- mının da olağanüstü öğeler içermesi- ni mi bekler, yoksa olağanüstü yete- neğine karşı onun da herkes gibi 'nor- mal' bir kışi oldugunu kanıtlamak mı ister; buna ruhbilim karar verebilir, ama sanatçılann yaşamlan üzerine ro- manlar, filmler hiç eksik değildir. Bu sanatçı, James Jayce gıbi. yazın sanatı ıle pek ilgısi olmayanlann ko- lay yaklaşamayacağı bir yazar olunca ilk soru yönetmenin amacı olacaktır. Sözü edılen fiim "Nora"nın amacı, ünlü bir yazan kutlamak mıdır, yok- sa güç ve zorlu bir yazın devini 'po- pülarize' etmek midir? Bir festival sı- rasında iki orta yaşlı hanımın, "Irlan- dah yazann metresinin filmini gönne- ye gideBm" gibı bir konuşması kula- ğıma çalınınca ikinci olasılıkta karar vermiştım daha görmeden bu filmi. Gördükten sonra ise yönetmen iki amaç arasında takılıp kalmış gibi gel- di. Gerçi filmin adı "Nora" olduğun- dan, konunun bir kadın üzennde odak- lanması beklenir ve "Bir Sanatçmm Bir GençAdam Olarak PortresT ve " H s " gibi iddialı yapıtlara imza atan James Joyce'un hayatımn kadını Nora'nın yaşamında bir değil onlarcafilmeko- nu olacak gereç vardır. 20. yüzyılın en ünlü aşk öykülerinden bin, 1904 yı- oyce'un üstün yetenekli bir yazar olarak tanınntaya başlandığı 22 yaşında karşüaştığı Nora Barnacle ile ilişkisi ölümüne dek binbir engele karşın sürdü. lında, daha 22 yaşında, adı üstün ye- tenekli bir yazar olarak duyulmaya başlamış Joyce'un bir Dublin soka- ğında Nora Barnacle ile karşılaşıp yıl- dınm çarpmışa dönmesiyle başlamış ve Joyce 59 yaşında son nefesini ve- rene dek binbir engele karşın süregit- miştir. Bir otelde hizmetçilik yapan genç Nora'nın, onu bir manastıra ka- patmak isteyen ailesinden kaçtığını öğreniriz filmde. Ama artık Dublin de ona küçük gelmektedir. Genç Joy- ce'la karşılaşınca hiç düşünmeden ina- nır birbirleri için var olduklanna ve en- telektüel dilinden pek anlamadığı bu adamın peşıne düşüp Trieste'de bulur kendini. Genç adamın kıskançlık ve al- kol sorunlan, koyu Katolik ülkesinde açık saçık bulunan yapıtlannın ve do- layısıyla kişiliğinin dışlanmasının ya- rattığı güvensizlik ve bunlann ılişkı- lerine olan yankılan bir yana, iki de ço- cuk doğurur. Ama en çok dışlanan No- ra'dır. Joyce'un çevresindekilerin di- linden anlamaz, çok özel anılannı pay- laştığı zamanlar romancmın bunlan yapıtlanna gereç olarak kullanmasıy- la yıkılır. Hele boş kıskançlıklar sömü- rür duygulannı. Nora'nın yalın sevgi- sine karşın James devamlı yeni coşku- lar bekler ihşkiden ve bu coşkulan im- geleminin yardımıyla yaratır. ama son- ra gerçek ve yapıntı birbinne kanşır. Nora'yı arkadaşlanndan, erkek kar- deşi Stanislaus'tan kıskanır. Nora-Ja- mes Joyce ilişkisi, iki ateşli insanın firtınalı aşk öyküsüdür. Filmin bize vermek istediği ve ge- nellikle verdiği bunlar. Yalnız £wan McGregor, James Joyce rolünü pek benimseyememiş. DannvBoyle'ın "Sığ Mezar" (Shallovv Grave) ve "Irains- potting" filmlennde, Peter Greena- way'ın «Yastık Kftabı" (The Pillovv Book) yapıtında ve hele Todd Hay- nes'ın "VelvetGoldmine''ında başan- lı rollerçıkaran McGregor, çağdaş ko- nularda yakaladığı doğallığı, içtenli- ği yansıtamıyor Joyce'un karamsar ve karmaşıkkişiliğinde. Izleyiciyi dışla- yan oturmamış bir oyun çıkanyor kı- saca. Belki de burada yönetmenin oyuncuyu yönlendirmesi söz konusu. Daha önce, yine bir kadının yaşamöy- küsü "Anne Devlin"i beyazperdeye getiren kadın yönetmen Pat Murphy'nin, bir kadın yazar, Brenda Maddox'un kitabmdan uyarladığı bir yapıtta kadın açısının üstün çıkması normal de olsa, bana kalırsa Joyce'a biraz haksızhk etmiş bu film, onu ar- ka plana alarak. Neil Jordan'ın "Bir Vampir ile Söyleşi" (lnterview With a Vampıre) filminden anımsayacağımız Susan Lynch, ateşli Nora'nın coşku- lannı gereğince yansıtamasa da birçok sahnede temiz ve sıcak ya da kınlmış ve soğuk duygulan yalnızca bakışla- nyla verebilecek kadar başanlı. Montreal Dünya Fihn Festivali'nin ardından diğer önemli festivallere de konuk olan "Nora", salt konusunun al- benisi ile bile gişelerde de iyi iş yapa- cağa benziyor. YENİ BAŞLAYANLAR 'Oyunbozan' bize benzemeyen kahramanlanyla eksik biryorum 'Fast-food' komediCUMHUR CANBAZOĞLU small Tlme Crooks / Ufak sahtekârlıklar Woody ADen'ın hem yönetip hem oynadığı filmde Hugh Grant, Tracey UUman, Toqy Danw rol alıyorlar. 1999 yapımı fılm, zenginlik peşinde koşan bir kan-kocanın macerasını konu ediyor. Her zaman beleşten para kazanmayı bekleyen Ray Winkler, günün bınnde zengin olacağma ınanmıştır. Kansmın ışlettiği ve içmde arkadaşlannın da çalıştığı ufak bır kurabıye dükkânı vardır. Banka yanında hayaller kurarken bankayı soymaya karar verirler ve bankayı alttan delerek soymaya başlarlar Zenginlik sonunda onlann olmuştur fakat 'kutsal lanet' onlann üstündedır. Freguency/Frekans Yönetmenliğını Gregory HobBt'm yaptığı filmde Dennis Quaid, Jim Caviezel, Andre Braugher, Eüzabeth Mitchefl, Noah Emmerich, Shawn Doyle, Jordan Bridges, MeSssa Errico rol alıyor Fılm, 1969 yıhnda Bnucton yangınında babasını kaybeden John Sullıvan'ın çocukluğundan beri süre gelen yalnızlığını, bır baba oğul hikâyesinde anlatıyor. Yönetmen Hoblit, zaman yolculuğu içinde ilerlerken akıllan kurcalayan bir gerilimle izleyıciyı bağlıyor. John Sullivan, babasının ölüm yüdönümünden bir gün önce, evin içinde babasının eski telsız radyosunu keşfeder ve kendini, bir ıtfaiyeci olduğunu iddia eden ve 1969 dünya kupasını beklediğini söyleyen bir adamla konuşurken bulur Bu adam John'un babasıdır. Nutty Professor 2: The Klumps/ çatlak Profesor2 Yönetmenhğini Peter Segal'ın yaptığı filmde Eddie Murphy, Janet Jackson, Larry MiDer, John Ales oynuyorlar. Profesör Sherman Klump evlılık hazırhklan içindedır ve tüm aıle çok mutludur. Fakat Sherman'ın ikinci kişüiği olan Buddy Love bilinç düzeyine yükselerek profesörün başına büyük dertler açacaktır. İZLEYİCİ GÖZÜYLE Sezonun az sayıdaki yerli yapımlanndan biri daha bugün göstenme giriyor: Oyunbo- zan. Nesli Çölgeçen'ın. on yıllık aradan sonra yönettığı Oyunbozan, Züğürt Ağa (1985) gi- bitüm zamanlann en başanlı yerh kara kome- dilerinden birineünzaatmış, ardından Sefcun- sızBandosu (1987) ve tmdatile Zarife'yle (1990) aynı çizgide dikkat çeken işler üretmiş bir yönetmenin bugüne nasıl baktığını, etra- fında olup biteni nasıl değerlendirdiğini yan- sıtması açısmdan çok önemli. Konu kısaca şöyle: Kahramanlar, genç tak- si şoförü Cemal (Ofcan Bayülgen) ıle köşe ya- zan ve şair Kemal Yıhnaz (Zeki Alasya). As- kerliğinde keskin nişancı olan ve bizzat çatış- malarda yer alan Cemal, terhisten sonra direk- siyon başında daha fazla çalışıp sevdıği kızla bir an önce evlenebümenin peşinde. Kemal Bey'ın derdi başka; elinden kayıp gı- den değerierin acısıyla huzursuz; insanlığm ay- dınlanmasındanbaşka amaçlan olmayan fikir adamı dostlannı katledenlerin ortaya çıkanl- masını ıstiyor. Cemal'in eski müşterisi yazar, zamanla ara- larmda güçlü birdostluk ohışmuş ve taksi ade- ta yazann özel otosuna dönüşmüş. Ûlümcül bir hastalığın pençesinde Kemal Bey; rurin hastane seferlerine muhakkak Cemal'in tak- sısiyle gıdiyor ve yine onunla dönüyor. Bu hastane ziyaretlerinden bınnde kapıda beklerken büyük tesadüf eseri içinden çıkama- yacağı belaya düşüyor Cemal ve bir mafya ci- nayetıne şahit oluyor. Yaşamak için mafya ta- rafindan ıayatılan tetikçiliği kabul ediyor ve kötülerin hak ettikleri cezayı görecekleri sah- neye dek sürecek bir maceranın ortasında bu- luyor kendini... Oyunbozan'ı biz 37. Altın Portakal Fihn Fesn'vali'nde izledik. Abuzer Kadayıf tan son- ra en fazla seyirci toplayan filmdi Oyunbozan, ama Antalya'dan eli boş döndü. Fihnin, mo- da deyimle. festıvalde 'sfirçekmesi'nın, ödül çıkarmamasının nedeni tamamen jürinin öz- nel değeriendirmesi miydi, yoksa Çölgeçen ve ekibi beklenenin aksine vasat bir performans mı sergilemişh? Bizce ikinci değerlendırme daha gerçekçi gözüküyor, ashnda fısıltı gazetesi festival bo- yunca Oyunbozan'ın aleyhine çalışmış, fil- min yapımcısı olan Türfcer tnanoğhı'nun or- ganizasyondaki gücünün ve 'kartnnas'nınjü- riyi taraflı davranmaya zorlayacağı ileri sü- rülmüştü. Üstüne üstlük, ana teması banş olan bir festivalde, kadrosunda Yunan oyunculann da bulunduğu birfihninbüyük ödülü alması- nın sürpriz kabul edihnemesi gerektiği de, ku- lislerde dolaşan söylentiler arasındaydı. Bu dedikodulann olumsuz etkisı muhakkak ki değerlendırmeye yansıdı, ama fihnin, diğer- lennin önünde yer alacak kartlan da pek sağ- lam değıldi... Çölgeçen, bugünün karmakan- şjkTüriayepanoramasmdanskeç- ler halinde kareler sunarken fil- min kendine aıt dokusunu oluş- turmayıbaşaramamışöncelik- ^ le.'Fast-food'yaşamayaahştı- * •* nlan Doksanlar kuşağımn ta- dına uygun, hızh, kolay tüke- nlen beylik esprilerle komedi- yi arayan ve derinine incelen- meden sahneye sürülen ve en azından bu üDceye ait olma- yan kahramanlanyla eksik bir yorum, Oyunbozan. Oyuncuhıklarda ise Okan Bayülgen, yetersiz diya- loglara rağmen üstün ça- basıyla birkaç sahnede yeteneğini gösterme ola- nağı yakalamış. Zeki Alasya'nın ise, Gö- le Gök'den bu fil- me atlamış tıpının inandıncıhğmı sağlamak gibi bir şansı yok. iki Yunan oyuncu, NikolousSer- gianopoolos ile Dimitra Masouka'nın Türkçe diyaloglarda ezberlen ve dudak hareketleri yerinde, ama olaylardaki reaksiyonlan hiç mi hiç bizden değiL Belkı de, yurtdışındaki gişe hasılatı ve de birkaç Avrupa TV'sine satış dü- şünülerek çekilen bir film için fazlası da ge- reklidegil. Sinema salonundakı tepkiye ve çıkıştakı de- ğerlendirmelere bakılırsa seyircinin bu fibn- deki favonsi, 'esas mafya babaa'nı canlandı- ran'usta'Soner Ağm. Eski Yeşilçamfilmlerindekimannk hatala- nyla, yapaylıkla alay etmeyi sevenler, sanınz yeni yerli yapımlarda hayli bol malzeme bu- lacaklardır kendileri- ne... ERDAL ATABEK Büyülü bir dünyanın faııtazyası 'Fantasia 2000' özel dünyalann filmL Müzik dinlerken aklımızdan ne- ler geçer? Kemanlann yarattığı tit- reşımli dünya içimizde neleri kı- pırdatır? Pıyanonun ezgileri koşu- şurken içimizde neler koşar? Da- vullann tok vurgulan, borulann çağnşımlı sesleri bizı hangi duy- gularda hoplatır? Hayal dünyala- nmız kadar geniş, düşlerimiz ka- dar beklenmedik etkiler içinde ka- hnz müzik dinlerken. Üstelik de bu hayaller, bu düşler herkesin kendi- sine özeldir. Bu fihn de özel dün- yalann filmi, "Fantasia 2000". Halt Disney'in ilk "Fantaaa B sı 1940'larda yapıhnıştı, çok ılgi çe- ken özel bir sinema şöleni olmuş- tu. Fihnin yaratıhşı da "mfiziğeeş- Bk eden hayafler" ohnuştur. Ger- çek bır yaratıcılık böyle bır filmi düşünmüş, "müzikle birükte han- gihayaüar yaşanır" temalı bır fihn yapıhnış. 1yi ki de yapümış. Beethoven'ın 5. Senfonısı'nı din- lerken aklımızın içinde, aklımızın üstünde, içimizde dışımızda neler uçuşur?Yükselen sesler, alçalan ez- güer, tınılar, tıtreşimler, gökyüzü- ne açılan görkemrn renklen... Mü- ziğe eşhk eden her şey. Büyülü bir dünyanın fantazyası. Gerçekten büyük bir başlangıç. Dâhice bir seçım. Sonra Respighi'nin Roma'nın Çamlan geliyor. Ama Roma da, çamlar da yerinı başka hayallere bı- rakmış. Müzığın ntmıyle, ezgile- riyle, dalgalanmalanyla siz de dal- galann içine giriyorsunuz. Kendi- nizi bırakın, müziğin içine girin ve hayallerinızi yaratın. Gershvvin'in "Rapsodie in Bhıe"suyla New York'a gıdıyorsu- nuz. Orada hayallen yıkıknış ınsan- lan göreceksiniz. Yapmak istedik- lerini yapamayan, yapmamak iste- diklerini yapmak zorunda kalan insanlar... Ama müzik dünyayı ora- da bırakmaz, her şeyi değiştirir. Güçlü bır mızahın eşhk ettiği bö- Iüm size doyumsuz anlar yaşata- cak. Şostakoviç, Camille de SaintSa- ens, Stokovsky; müziklerinin böy- lesıne renkler, formlar, inişler, çı- kışlar yapan bir fanteziyle yeni- den dile getinldiğinı görselerdi kim bilir neler düşünürlerdi? Bel- kı karşı çıkarlardı, belki de dinle- yenlenn böyle haklan olduğunu kabul ederlerdı. "Büyöcü Çıragı'', gerçekten ne- fis bir bölüm. Masal dünyalannın ilginç bir fantezısi. Igor Stravinski'nin "Ateş Ku- şu", doğanın yandıktan sonra ye- nıden dirilişine eşlik ediyor. Doğa- nın her parçasınuı canlı olduğunu anlatan bu bölüm, her yok oluşun kendi içinde yeniden doğmanın gücünü taşıdığını ileten güçlü bir mesaj. Keşke, çocukluk döneminden beri hayran olduğum Italyan Kap- riçyosu'nu (Çaj'kovski), Peer Gynt süitini de (Grieg) filmde görebil- seydik. Büyük bır fantazya. Çocuk fihni diye gelen çocuk- lann bır bölümü sıkıldı, bir bölü- mü çok beğendi. Büyükler de fil- mi "çizgi fihn'' sanarak gelmedi- ler herhalde, salon kalabahk değil- di. Böyle giderse göstenmden ça- bucak kalkar ne yazık ki. Oysa in- sanın yaratıcı gücünü, özellikle müzikve görüntüalanındanelerya- pabildiğini merak edenler ve geri kalanlar olarak herkes bu filmi görmeh. Içınin genışledığini, ufuk- larının renklendiğini görecekler- dir. Bir filmlik özgür hayal bile çok güzel. KEDİGOZU VECDt SAYAR Duvarın Ardındakiler "Nişantaşı'nda 'Duvar'a ilgiaz" diye yazdı ga- zeteler. Türkiye'nin pek çok köşesinde filmin gösterildiği sinemalar dolup taşarken Istanbul'un 'kibar' mahalleleri Yılmaz Güney'in "Duvaı JI \na itibar etmemiş. Neden etsinler ki? Televizyon haberlerinde izledikleri hapishane isyanlan ne kadar ilgilerini çekiyorsa bu film de o kadar çe- kecek elbet... New York borsasındaki iniş çıkış- lar, Bayrampaşa Cezaevinde yaşananlardan çok daha önemli onlar için, Elbette, "Duvar'dan sı- kılacaklar, "Çok fazla şiddet, canım" diye yakı- nacaklar. Yılmaz Güney'in yaşayıp, aktardığı şid- detin gerçekliğine inanmak işlerine gelmeye- cek... Onlann tanıdığı şiddet Hollyvvood filmlerinde- ki şiddettir. Yani, gösteri dünyasının şiddeti. Ger- çek yaşamın şiddeti ile tanışmamışlardır. "öfe- ki"\ere uygulanan şiddet ise onlan hiç mi hiç il- gilendirmez. Böyle ilgilerin sağlığa yararlı olma- dığı öğretilmiştir onlara. Bazılan, televizyon ha- berlerindeki şiddet sahnelerini bir Amerikan fil- minin sahneleri gibi izlerier. Bazılan daha duyar- lıdır, yürekleri kaldırmaz gördükleri sahneleri, 'zap'layıverirler... Bütün bunlar şaşırtıcı değil. Şaşırtıcı olan, bazı kedilerin de benzer duygula- n, lafın Türkçesi, benzer korkulan paylaşması. Konforiarına pek düşkün bu tür kediler. Yıl- maz'ın ve toplumsal sorumluluk duygulannı yi- tirmemiş öteki sinemacılann yapıtlanndan sıkı- lırlar, Hakkâri projesini "popülizmle suçlayıp, sırça köşklerinde yaşamaya devam ederler. Allahtan sayılan fazla değil. Kedilerden çok büyük bir destek gören "istanbul- Hakkâri Sa- nat Köprüsü" bunun en güzel kanrtı. "Duvar"\a- nn ardında yaşayanlar için bir şeyler yapmak uğruna kendine 'vazife' çıkaran bu kedilerie ola- ğanüstü bir dört gün yaşadık Hakkâri'de. Köp- rünün İstanbul ayağındaki duyarsızlığı unutturan coşku dolu günler... Bir dostumuzun deyişi ile, orada yalnızlıklanna merhem buldu Istanbullu kediler. Yalnız olmadıklannı, çabalannın karşılık- sız olmadığını anladılar. Hakkârililer, kente yanm saat mesafede, Erzikte karşıladılar konvoyu. Yüzlerce araçla, Istan- bul'dan gelen kedileri karşıladılar. Saatlerce yağ- mur altında halay çektiler, se-pe (üç ayak) oyna- dılar. Bu coşku seli karşısında etkilenmemek ola- sı mı? Yazar, ressam, müzisyen dostlann göz- yaşlannı tutamadığnıı gördüm. Hep birlikte, Hak- kari'ye ulaştık. Belediye lokaline girmek bile ko- lay olmadı. öylesine büyük bir kalabahk bekli- yordu bizleri. Belediye Başkanı, HADEP ve CHP örgütleri, ildeki tüm sivil toplum kuruluşlan el ele vermişti. Bu ilgi, dört gün boyunca hiç eksilme- den devam etti. Film ve tiyatro gösterileri, söy- leşiler dopdoluydu. (Istanbullu kediler şaşırma- dılar desem yalan olur). Etkinliklerden arta kalan saatlerde de bu biriiktelik sürdü. Birlikte türkü- ler söyledik, Türkçe, Kürtçe türküler. Düğünlere katıldık. Gözyaşı hiç eksik olmadı. Kimi zaman mutluluğun, paylaşma sevincinin, kimi zaman böl- gede yaşanan acılann sonucuydu bu gözyaşla- n. Ama, hepimiz biliyorduk ki, gözyaşlan hiçbir şeyi çözemez. Yaşanan acılann tekrarianmama- sı, banş sürecini hızlandırmaktan geçiyor. Ve bu süreçte, hepimizin üzerine düşen görevler var... Iştetüm kediler bu bilinçle ayrıldı Hakkâri'den. Belki, o güne dek bu sorunlara uzaktan bak- makla yetinenler vardı aramızda, ama artık böy- le devam edemezdi. Çünkü, Hakkârililere gönül borçlan vardı (Hakkâri, bir simge olmuştu. Elbet- te, Hakkâri'nin yanı sıra daha pek çok ilimiz var- dı, aynı zor koşullardan geçmiş ve geçmekte olan. Bu gönül borcu hepsine yönelikti). Artık, o bölgeyi unutamazdık. "Orada bir köy var uzak- ta. GHmesekde, görmesekde... "diyemezdik. Git- miştik ve görmüştük (elbette aramızda bölgeyi çok iyi tanıyanlar da vardı). Zeynep Oral'ın de- diği gibi "Çocuklann oyunlannda Bir... iki... üç... tıp" sözcükleri yerine, "1... 2... 3... ölüm" söz- cüklerini kullandığı bir bölgede hayatın normal- leşmesi sürecinde sanatçılara düşen öemli gö- revler vardı. Orada bulunan arkadaşlar, işte bu görev bilinci ile döndüler Istanbul'a. Bilmem, başka kedilere de yaşadıklannı gördüklerini ak- taımayı becerebilecekler mi? Orada yaşayan in- sanlara yapılan muameleden duyduklan utancı başkalanyla paylaşabilecekler mi? Ya yetkililer, onlar da bu serüvenden paylan- na düşen sonucu çıkarabilecekler mi? Gelecek yıl, nasıl bir ortamla karşılasacağız? Gene, orta- lığı kanştırmaya gelen 'potansiyel suçlular' gibi mi karşılanacağız, yoksa devlet tüm gücü ile ya- nımızda mı olacak? Oğretmenler, öğrenciler, dev- let memurlan gene korkular mı yaşayacak ge- len sanatçılarla konuşurken, onlara sorular so- rarken?.. Televizyonculann sorulanna yanıt ve- ren gençler gene alınıp götürülecek mi? Gene yasaklamalar, baskılar devam edecek mi? Dev- let halkına güvenmeyi öğrenemeyecek mi? Bizseneye gene gideceğiz Hakkâri'ye. Merak ediyorum, bir tek iş adamı çıkıp da maddi des- teğe ihtiyacınız var mı diye soracak mı? Yoksa, gene her şey kedilerin sırtına mı yüklenecek? "Du- var"lann ardında yaşayanlann hak ettikleri ilgiyi ve desteği er geç bulacaklarına hiç kuşkum yok. Ama ne olur, o kadar geç olmasın. Çocuklar kor- kulanndan annsın. Enerjilerini sanat eserterine yan- sıtsın. Hakkâri'nin değerti öğretmeni ihsan Çöleme- rik, yaptığı konuşmada Hakkâri'nin yarattığı kül- türel değerierden söz etti. Hakkâri halkının ya- ratıcı potansiyeline tanıklık eden kediler, bu de- ğerlerin çağdaş yapıtlara dönüşmesini bekliyor şimdi. Ama elbette, kollanmızı kavuşturup bekleme- yeceğiz. Bir şeyler yapacağız. Toplumun tüm duyariı kesimlerini göreve davet edeceğiz. Du- yarsızlara çağn çıkaracağız: "Duvartann ardın- dan gelen sesleri duymuyor musunuz? Kör, sa- ğır ve dilsiz olarak yaşamaktan bıkmadınız mı? Kendiniz için hak gördüğünüz şeylerin başkala- nnın da hakkı olduğunu söylemek bir gün aklı- nızdan geçecek mi?" BUGUN • AKSANAT'ta saat 19.00'da Ali Fuat Yılmazoğlu Quartet, 'Bir Endülûs Gecesi: Flamenko ve Dans' adlı konserle yer alacak. (252 35 00) • MAYMUN CAFE'de Serdar'm 'Aşk Şarküan' dinlenebilir. (292 72 11}
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle