19 Mayıs 2024 Pazar English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
SAYFA CUMHURİYET 4 TEMMUZ 1999 PAZAR OLAYLAR VE GORUŞLER Arkeoloji Kazılan ve Bilimsel Yayın Prof. Dr. SeilCer ŞAHİNAkdemz Üniversitesi G eçen yıl bu aylarda bi- limsel etik ile doğrudan ilgili bir sorun kamu- oyunda ve medyada uzunca bir süre tartışma konusu olmuştu. Arke- olojik ören yerlerinde devlet izni ve pa- rasıyla çeyrek yüzyılı aşkın bir süredir kazı yapıp da yayın yapmayan arkeolog- lar vardı. Bunlar. bilim çevrelerinin ve kamuoyunun beklentilerine ve yasal ko- şula rağmen yayın yapmamakta direni- yorlardı. O günlerde Anıtlar ve Müze- ler Genel Müdürlüğü görevini yürüten Prof. Dr. Ender Variniioglu. "Kazmın amacı bilimdir: bilim ise yayuıla olur. Şu haide; kazı >apıp da yayın yapmayan ar- keoloğun kazı izni askıya ahnabilir" sin- yalini verince kızılca kıyamet koptu. Meslek hayatlannı ören yeri kazmakla özdeşleştirmiş bir düzine kazı arkeolo- ğu, topluca Kültür bakanına gittiler: onu. genel müdürün kendilerine kişisel hınç beslediğine ve bu nedenle "yayın yap- mıyorlar" suçlamasının bir bahane ol- duğuna; dahası, yayın talebinin kazıla- n da kapsayan 2863 sayılı yasanın 43. madüesine aykın (!) olduğtına inandır- dılar ve "dokunuhnaz hafir* olduklan- nı böylece bir kez daha kanıtladılar. tl- gili kanun maddesi, kazı başkanlannın "nihai bilimsel raporiannı... kazının bi- timinden itibaren beş yıl icüıde yayımla- malarınr öngörmüştür. Kazı ve kazı ızinlen heryılyenilendiği için. bilimsel etikle hareket eden bilim adamı bu mad- deyi "en geç her beş yılda bir toptu kazı yayuıı yapJır" şeklinde doğru yorumla- maktadır. Örneğin 100 yıldırkazı yapı- lan Efes'te, yayın için 105. yıl beklen- memektedir. Kazıyı kendine meslek edin- miş açıkgöz kazı arkeoloğu ise, "kaayap- öğun süreceyaymyok; kazıbftince de ben yokum" mantığıyla kanunu çarpıtarak kendi işine geldiği şekilde yorumladığı için yaşadığı sürece yayın yapma gere- ği duymamaktadır. Bu tûr tartışmalann yapıldığı o günlerde sayın bakan o yıl- ki kazı izni sorununu, genel müdürünün uyan ve itirazına karşın bir koşula bağ- lamıştı: Gelecek yıla, yani 1999 yazına kadar yayın yapmayanlann izni sorgu- lanacaktı. O günlerde ne kadar işbaşın- da kalacagı bile bellı olmayan bir baka- nın geleceğe yönelik böyle veballi bir ta- vır takınmasını, konuyla yakın ilişkisi olanlar hoş karşılamamışlardı. Bunlar arasında ben de vardım ve durumu, 14 Temmuz 1998 tarihli Cumhuriyet s. 2'de yazdığım 'Kültür Bakanına Açık Mek- tup' başlıklı yazımda, bir eskiçağ bilim- cisi olarak değerlendirmeye çalışmış- tım. Aradan koca bir yıl geçti; bakan yi- ne eski bakan ve kendisine izin ricası için gelen o bir düzine arkeoloğun da ne sa- yısında ne de bilimsel işlevinde en kü- çük bir değişiklik var. "Şimdi ne ola- cak?" diye beklerken, takım halinde bu kişilere yine "kazıya devam" izni çıktı ve önümüzdeki günlerde yaşam boyu sahiplendikleri ören yerlerine gidip dev- let, millet, sponsor parasıyla ve ücretsiz ögrenci emeği ile kazı işlerine devam edecekler. Varsayalım ki o günlerde Genel Mü- dür Sayın Ender Variniioglu bu kazı ar- keologlanna karşı "vayım yapmıyorsıı- nuz" siteminde kişisel davranıyordu ve haksız idi. Ve belki ben de taraf tutuyor olabılirdim. Pekiyi, o günlerde aynı ko- nuda büyük bir kamuoyu desteği ile ge- nel müdür ile aynı görüşleri ve endişe- leri paylaşan Murat Bardakçu Özgen Acar, Deniz Som, Oktay Ekinci gibi ül- ke kültürüne, tarihine ve doğasına duyar- h, saygrn gazete yazarlan ve arkeolog der- nekleri de mi taraftutmuşlardı? Sayın Er- dal Inönfi, Cumhuriyet gazetesinin 8 Mayıs 1999 tarihli BffimveTeknik'ekı nın orta sayfalannda (12-13), 'Bilim, Teknik ve Ekonomik Getişmişiik Üçge- ni' başlığı altında bir inceleme yazısı yayımladı. Orada, Türkiye Bilimler Aka- demisi'nde sunulan bir konferansa atıf- ta bulunarak, "Arkeotojkteki getişmele- ri özetkyen bir bilim adamımız. Cumhu- riyet'in ilkyıUannda bu alanda büyük ao- hmlar yapümış obnasına karşın son za- manlarda bir duraklama yaşandığma işaret etti ve dünyadaki gelişmelerin çok gerisinde Itahnamm eteştirdi" diyor ve bilimsel yayınlardaki geriliğimize, ar- keolojiyi "çarpıcr bir örnek olarak gös- teriyordu. Sayın lnönü'nün ve ismini bilmediğimiz sayın meslektaşımızm ora- da vermek istediği mesaj kısaca şuydu: "Arkeologlanmız kaztyapmakta, ama ya- ym vapınaınaktadırlar." Bu mesaj, yu- kandakı savlanmızla harfi harfine örtüş- müyor mu? Şimdı soruyu tekrarlayalım: Acaba Sayın Erdal Inönü ve arkeolog - nomen nescio- meslektaşımız yapükla- n saptamalarda yanılıyor ve gerçekten onlar da taraf mi tutuyorlardı? Buna, Baba tnönü'nün alaturka siyaset cambaz- lannı hedef alan ünlü bir sözüyle cevap verelim: "Hadi canım sen de!" Bana sorulursa, kazıcılara ille "Şwm yapacaksm" diye diretmenin bir anlamı yoktur. Çünkü bu iş ülke olarak bir kül- tür birikimini, birey düzeyinde ise bilim adamı etiğini, kompleks bir bilgi biriki- mini ve bilgınin bilime dönüştürülmesi gibi zorbir işlevi gerektirir ki, Türkiye'de yetişen ya da Türkiye için "bon pour İ'Orient" zihniyetiyle dışanda yetiştiri- len arkeolog böyle bir formasyona sahip değildir ve uzunca bir süre de sahip ola- mayacaktır. Bunun nedeni, temelde ül- kemizin eskiçağına bakış açımızdakı çarpıklıktan ve yüksek öğretim sistemi- mizin bugünkü sorunlanndan kaynaklan- maktadır. Tarihin her türlü lütfuna kar- şın Türk arkeolojisi bugün derin bir kriz içindedir ve buna serinkanlıhkla, aklıse- lim ile bir çare aranmalıdır. Arkeolojiyi tek başına bağımsız bir bilim dalı gibi algılama yanılgunız bukri- zin en temel nedenlerinden biridir. Oy- sa arkeoloji, Anadolu ile birlikte tüm Batı dünyasına kültür bütünlüğü içinde, klasik filqloji ve eskiçağ tarihiyle bütün- leştiği ölçüde bir anlam ve bilimsel iş- lev kazanabilir. Ülkemizde klasik arke- oloji bu iki disiplınden ayn düşünüldü- ğû ve üniversitelerimizde ayn yapılan- dınldığı için bilim dalı olmaktan çıkıp kazı teknikerliğıne dönüşmüştür. Bunun iş hayatına yansıması ise somut biçim- de müzelere atanan klasik arkeoloji ve klasik filoloji kökenli asistanlann maaş göstergelerinde görülür. Klasik arkeolo- ji mezunu bir müze asistanı "teknik ele- nuuT olarak üst göstergeden maaş alır- ken, daha zor bir öğrenimden gelen ve daha çok bilgi birikimine sahip klasik fi- loloji mezunu asıstan çok daha dûşük bir ücretle çalışmak zonında bırakıhr. Bu- gün Edime'den Ardahan'a. üniversitele- rimizde klasik arkeoloji bölümleri var- dır, ama klasik filoloji ve eskiçağ tarihi ancak üç tanesinde mevcuttur. Bu ve bu- na benzer olumsuzluklar arkeolojide zo- ru başarma, yani bilimsel çalışma yeri- ne, kolayla oyalanmayı, yani kazı yap- mayı giderek ön plana çıkarmış ve tüm arkeoloji öğrenimi buna endekslenmiş- tir. Durum böyle olunca, eskiçağ kültür- lerinin dilini anlamadan, tarihini bilme- den, onJann nesnel ürünlerini defıneci zihniyetiyle günyüzüne çıkanp bir yer- lere istif etmek, hatta tahrip etmek arke- olojik uğraş durumuna gelmiştir. Her ne kadar günümüz bilim dünyasmda arke- oloji, eskiçağ kültür kahtının (mirası- nın) bir bölümünü, yani insan eliyle şe- kil ya da düzen kazanmış nesnel ürün- lerini araştıran bilim dalı olarak anlaşıl- makta ise de, bunlann araştınlması Ba- tı üniversitelerinde ilgili kültür mirası- nın ait olduğu dili ve tarihi öğrenme ko- şuluna bağlanmıştır. Avrupa üniversite- lerinin hiçbirinde eski Yunan ve Latin dil- lerini -uzmanlık derecesinde olmasa bi- le- yeterince bilmeden arkeoloji ya daes- kiçağ tarihi profesörü olunmaz. Bizde ise, bu sahalarda kariyer yapmayı amaçlayan yüksek lisans ve doktora öğrencileri bu dillerden -ne hikmetse- tamamen muaf tutulmaktadırlar. Kısacası; arkeolojiyi eskiçağ dilleri ve tarihinden soyutlayarak öğrenmek, öğretmek ve uygulamak yanlıştır. En basitinden bunun anlamı şöyle abes bir savlaortayaatılmakolur: "Okuma-yaz- ma bilmetn ama, bilim yapannı; dünya- da ohıp bitenleri gazete resimlerinden antar, anbbr veöğretirim!" 1şte biz, oku- ması yazması (eski Yunanca ve Latin- cesi) olmayan bu tür arkeoloğu ve onu yetiştiren sistemi eleştiriyor ve "atetur- kaarkeoiog" tanımını bunun için kullan- mak zorunda kalıyoruz. Sonuçta bu tür arkeolog kazar, tarih bozar, şov yapar; ama bflfansei yayın asb yapamaz! EVET/HAYIR OKTAY AKBAL AsmakıraAsmamakmı? Apo asılsın mı? Adamın soyadı öç Alan. Şimdi ulusça öç Alan'dan öç mü alacağız? Korkunç işlerde imzası var, adı var, buyruğu var. Bağışlanır şeyler değil! ölüm bağışlanır mı? Be- besinden yaşlısına, kadınından erkeğine, aske- rinden siviline, Türk'ünden Kürdüne varıncaya... Binlerce şehit, binlerce gazi!.. Ya karşıdakiler? Büyük büyük sözlerie kandın- lanlar? Işsizliğin, acının itişiyle dağlara çıkıp ken- dilerine bir amaç arayanlar? Onlar da bir anlam- sız çarpışmanın, zrtlaşmanln kurbanlan... Binler"- le, onbinlerie.. onların da anası, babası. eşi var. An, şu insanı insana kırdıranlarl. Bağışlanır mı, bağış- lanması olası olmayanlar!.. Ali Sirmen bir kitap çevirmişti, idam kararlan- nın yanlışlığı üstüne... Camus'den Koestler'e ün- lü yazariar ölüm cezalannın kaldırılmasını istiyor- lardı. Adalet yoluyla bir insanın öldürülmesini ka- rartaştırmak, bir çeşit öç almak değil midir? Ka- nın yerde kalmaması!.. Kan yerde kalmasın diye başka bir kan dökmek! Unutmak, kan kanla te- mizlenmez sözünü... "Ibret-i müessire" derler. Insanlar korksun da bir daha böyle suçlar işlemesin... Oysa hiç de ib- retalınmıyoridamlardan... Alınsaidi, cinayetler, kı- yımlar sürüp gider miydi? Birtakım zalimler çıkı- yor, insanları öldürüyor, tutukluyor, kıyımlar yapı- yor, sürüyor, hatta denizlerde boğuyor... Sonra bir gün o zalimi bacağından asıp yerlerde sürüklüyor- lar ya da kapandığı mahzende öldürüyorlar! Ne olu- yor? Başka zalimler çıkmıyor mu? Yeni yeni kıyım- lar yaşanmıyor mu? Işte Sırp kasabı! Aziz Nesin'in "Surname" adlı kitabını anımsa- dım birden. Surname, Divan edebiyatında düğün- leri, ziyafetleri anlatan bir yazı türüdür... Manzum ya da mensur olabilir... Nesin "Surname"sinde düğünü, ziyafeti değil bir idam gecesini anlatır. Bir bayram coşkusuyla yaşanan bir idam olayını!.. Ben de böyle bir idam gecesini yaşamıştım yıl- lar önce... Sultanahmet Meydanı'nda bir berber çırağının asılması... Daha ıkindkjen insanlar doluş- muşlardı meydana... Simitçiler, tatlıcılar, börekçi- ler, köfteciler... Insanlar çolukçocukbirikmişti.Yi- yip içerek, gülüp konuşarak beklemişlerdi berber çırağının asılmasını!.. Nedense idam olaytan halkımızın ilgilendiği bir durumdur. Ben bir türlü çözemedim bu ilgiyü.. Bir insanın gırtlağına sarılan urganla öldürülüşünü seyrefrnek nasıl bir duygudur? "Aman kötü birşey yapmayayım, yoksa benim de başıma böyle bir şey gelir" korkusu mu; yoksa anlaşılması güç bir garip merak mı? Menderes ve iki arkadaşının asılması, Beyazıt ya da Sultanahmet meydanlannda yapılsaydı bin- lerce insan seyre gelmez miydi? Adam asmakla o adamın değerinden. öneminden bir şey eksil- mez. Zaman geçtikçe yanlışlıklan, kötülükleri, ya- nılgılan unutulur, geriye "Ah ne kadar iyi biriydi, yazık oldu" sızlanışı kalır... Asılan kişi olduğundan çok daha büyür, adı caddelere, alanlara verilir, bir çeşit kutsallık kazanır. öç alma duygusu toplumda öylesine baskın ki tutkular, coşkular her şeyin üstüne çıkmış... İlle de Apo asılacak! Bir de işin şu yanını düşünsek ya, Apo dağdakı binlerce aldatılmış gence silahlarını bıraktınrsa!.. Böyle bir dunjm her açıdan Türkiye'nin yaranna olmaz mı? Duygular mı ağır basmalı, yok- sa akıl mı? Apo gibilerini asmak en kolay iş... Adamı asar- sınız ama ardında bir destan bırakır, yandaşlan- nın gözünde bir efsane olur. Aklın yolu Apo'dan yararianmayı bilmektedir. Binlerce insanımızı yitir- dik, neden binlerce insanımızı da tehlikeye atalım? Şu ölüm cezasını kaldırmakla ne kaybederiz? Ba- kın, mahkeme başkanı bile idam cezalarına karşı olduğunu söyledi. Kalemini de kırmadı. Bunlann bir anlamı yok mu? USİAD: Yönümüz Ulusal Ekonomi Zekİ P O L A T Ulusal Sanayici ve tşadamlan Dernegi (TJSİAD) Genel Başkan Yardımcısı U ygarlık yanşında, çağdaş dünya devletlerini her alanda yakalama- yı amaç edinmiş genç Türkiye Cumhuriyeti, yanmış, yıkılmış bir imparatorluğun küllennden yeniden doğmuştur. Batılı ulus devletlerin aldıgı yolun kompleksine kapılmaksı- zm, eksikliklerinden yakınmadan onurlu ve kişi- likli var oluş ugraşı veren ulusumuz, ulusal sana- yısini oluşturmadan ayakta duramayacağını anla- mıştı. Bağımsızlık savaşı verdiği emperyalist güç- lerin kucağına düşmemek, onlara el avuç açma- mak için ekonomisini planlı bir temele oturtmak gerekliliğini iyi anlamıştı. En küçük ölanağını en iyi verimlilikte kullanma anlayışı ile ülkede plan- lı kalkınmanın seferberliği, bir zorunluluk olarak başlatılmıştır. Sermaye birikiminden yoksun, üs- telik Osmanirnın borç kalıtı üstlenilmişken, o dö- nemin tüm olumsuz koşullanna karşın ulusal eko- nominin temelleri atılmıştır. El sanatlan ve tanm ağırlıklı üretim ilişkileri- ne dayanan ekonomik yapı; çivi, bez. ayakkabı bi- le üretebilme yeteneğinden yoksundu. Temel tü- ketim maddelen dışalimla karşılanabiliyordu. Alım ve satımdan kaynaklanan ticaret en gözde uğraş sayılıyordu. Alım gücünün düşük olması- na karşın Osmanlı 'dan bu yana bu gelenek sürdü- riilmekteydi ve genellikle azınlıklann uğraş gös- terdikleri bir alandı. Anadolu insanı, yüzyıllann dayatması olan "aptal, barbar, beceriksiz Türk" imajını kabullenmiş, ticaret gibi ekonomik uğ- raşlan Türk olmayanlann yapması gereken işler- den görmüştü. Anadolu însanının yazgısına bo- yun eğişi, elini kolunu bağlayan bir aşağılık komp- leksine yol açmıştır. Bağımsızlığını kazanmış ulu- sa, yakışmayan bir kompleks idi. Çünkü, sömü- rülen uluslara örnek olmuş, yol göstermış, ba- ğımsızlık kapısını açmış, onurlu Anadolu insanı- na eziklik, hiç mi hiç yakışmıyordu. Ulusal önder yüzlerce yıl yazgısına terk edilmiş, savsaklanmış, karanlıklann yükünü omuzlannda taşımış insan- lann, yeteneklerinin farkında olarak, kendine gü- venmeyi ögreterek gerekli motivasyonu sağlamış ve çağdaş toplum gereklerini vazgeçılmez süreç olarak başlatmıştır. Kendine özgüveni sadece mo- tivasyonla sağlamak süreklilik açısından olanak- lı değildir. Bunun maddi temellerini oluşturmak zorunluluğu kaçınılmaz önkoşuldur. Ancak geBş- mtş bir ulusal ekonomi ulusal onuru ayakta tuta- bflir, oiuşacak özgüveni sürekü kdabflir... Manda ve hımayeyı kabul etmeyen ulusal ön- derimiz, buna benzer teslirrayetçî önerilere, *îa istiklal,yaöHim". diyerek tam bağımsızlığı hedef- lemıştır "Bizim neyimiz var ki? Neyimize güveni- yoruz Id? Savaş teknolojueri gelişmiş, zengin Ba- tılılaria nasıl baş ederiz? Denizaşın bir ülke olan Amerika'ya sırtımızı dayayarak, onun konıyucu- luğunda, >^n gözk bakmavı künse akhndan bile geçiremez. Bu kötü mü olur? Böylettkle biz de uy- gariıktan payımızı ufak ufak alınaya baştanz." Bu hevesle davrananlar. böyle düşünmeye yön- lendirilenler, bu güne kadar bu görevlerinden, as- la vazgeçmediler. Emperyalist ülkeler, Türk ulu- sunun atmış olduğu tokadın acısını unutmuş de- ğillerdir. Rövanşı almak için yaptıklan tek şey sa- bırlı olmak, hesaplaşmayı kendi yöntemlerine gö- re planlamak olmuştur. Çok partili sisteme geçi- şe kadar, bu sabn gösterebildiklerini söyleyebili- riz. Yavaş yavaş geri gidişin hikâyesi işte böyle- ce başlar. Bu dönemi titizlikle günümüze kadar izleyebilenler, yönümüzün kayalıklara doğru yön- lendirildiğini kolayca fark etmiş olacaklardır. Ka- yalıklara çarparak parçalanmış gemi enkazından tutunarak can havliyle kurtulabilme olasılıklan- nı hesaplamak boş uğraştır. tçimizde bu gidişi gö- rüp de yolculara can simidi dağıtma, filikalan her TOPRAKLARIMIZI KADERİNE TERKETMEYİN! (O 212) 249 64 64 Artık hemi » » » , yolculuklartntzhem ı • t • • • alışverışlerınız \şş ço kazançlıÇünkü Türkiye'de ve dünyada yüksek standartta tam hizmet anlayışmı temsil eden iki kuruluş, Budget ve Esbank i yapb. Budget VISA yalnız Esbank'ta. "Hesahm bthm ytrymzm gngım/en if»«." E3 ESBANK Budget VBA kartı saMpleri neler kazamyor? • Pc^ın odemderck %3Ü ındinm • Cç taksıtte, coplamdan %15 ındinm. • Sürekü kullınımda ek avantajlar • Yurtdışı kiralamalannda mınımum %\5 indırim. • Kayıp ve çalıntı sigortası gibi tüm Visa avantajlan. • Türkiye'de 27, dünyada 3200 Budget ofisinin hizmetleri. • Tüm Esbank kredi kartlannda olduğu gibi Budget Visa ile yapılan harcamalardan ESpuan kazanma olanajı. J Tüm Esbank şubeleri ve asağıdaki Budget ofislerine başvurabilirsiniz. İSTMMJL-TMSJM: (0212) 253 92 00-MMCOr: (»16) 449 36 «-ATATÖRK HAVAUMMII: (02121663 06 58 BURSA: (0224)223 42 M «DMM: (0322) 459 00 16 ANKARA [0312! 417 59 K £SB«0ĞA HAVMJIMNI: (0312) 396 03 72 «HTALYA: (0242) 322 76 86 MTTM.YA: !02«l 243 30 06 «KTALYA HAVM.İMAN*. (0242) 330 30 79 İMtT: (0262) 324 51 12 KMTrA. (0332) 321 72 72-73 MANYA' (0242. 513 73 82 ALTtS SOLF OTEL. ;O242I 725 42 42 SIDE: (0242) 753 14 86 İZMht: (0232) 482 05 05 A.MENPCRE8 HAVM.İMANI/DI$ HATUM: (0232) 274 22 03 - >Ç HATUUI: (0232) 274 17 95 0R60P (0384) 341 65 41-42 KUŞAOASI 0256) İU 49 56 B0ORUM: (02») 316 73 82 MMMMfMS: (02») 412 41 44 FETHİYE (0252) 614 61 66 OENİZU: (0258) 264 54 43 GAZİAJHÎP: (0342) 336 12 30-31 TRA«Z0K (0462) 323 13 20 KIMIS: (0392) 815 11 27 Budget CarRentai Amaçlar çeşitli, araçlar Budget... an indirilmeye hazır bulundurma gibi önerileri yapan soğukkanlı kurtancılara soruyorum: Düme- ni neden ulusal ekonomiye çevirmiyorsunuz? Bu çok mu zor geliyor sizlere? Dûnya ile rekabet ede- bilecek üretime çevirin yüzünüzû. Sermaye hare- ketlerinden büyümek yarar getirmez. Kaynağı, dayanağı obnayan sanal getiriler, kara bir günde zehir zıkkım olur insana. Ulusal Sanayici ve İş Adamlan Dernegi rotayı elbirliği ile kayalıklara çevirenleri tanımaktadır. Gayelenni de iyi bilmek- tedir. Dümenin başındakilere kötü gidişatı anlat- mak zor görûnse de biz anlatmaya devam edece- ğiz. Yurtsever sanayici ve işadamlanna çağnda bu- lunuyorum, katılm aramıza sesimiz gür çıkacak- tır, o zaman dümendekiler sağır da olsa duyacak- lardır, uyanlanmızla parçalanmaktan kurtaraca- ğız gemiyi. Yönümüzü yabancı uzmanlann reçe- teleri belirleyemeyecektir. Bağımsızlık sevdalı- lan, bu ülke için kollan sıvayacak, çalışıp, üretip. dünyaya mal satacaklar. Onurlu çalışmanın teıie- rini dökerken "Yurtta banş,dünyada banş" diye- ceğiz. Sözümûzü dinleteceğiz, dünyaya. Ulusal ekonomi yozlaşmaya yüz tuttuğu an, ya- şamın birçok alanında bozulmalarkendini göster- mektedir. Kültür, eğitim, sağlık, güvenlik, politi- ka vb. çözümsüzlüğe doğru hızla gitmektedir. Cumhuriyeti emanet edeceğimiz gençhği değer- lendirdiğimizde endişe verici boyutlarortaya çık- maktadır. Yozlaşmaya elverişli, bireyci, bencil, tüketim meraklısı, yabancı marka hayranı, Batıcı yaşam biçimini benimsemiş, ailesine ve topluma yabancılaşmış bir gençlik tablosu karşırruza çık- maktadır. Bu gidişat endişe vericidir. Eğitim sis- temimiz altüst edilmiştir. Özel okullan çözüm gi- bi gösterenler, ailelere anaokul-lise öğrenimi için yaklaşık 200 bin dolarlık bir fatura sunuyorlar. Bu fatura karşılığında ise aileler. çocuğuyla yaban- cılaşmayı alıyor sadece. Peşinden uyumsuz çocuk- lan bekleyen pedagoglar, psikologlar, ailelerin ça- resizliğı ve şaşkınlığı. Devletin üstlendiği eğitim 70 kişilik sınıflarda sürdürülmekte. Bazı yörele- rimizde bu olanaklan yakala- mak bile büyük şans. Ve genç- lik bunalımda. Uyuşturucu ve şiddet eylemleri, geleceği- mizi emanet edeceğimiz genç- liği knşatmaya devam etmek- tedir. Ulu önder Mustafa Kemal Atatürk, gelişmiş uygarlık düzeyine ulaşmamızı hedef koyarken kuşkusuz bugünkü tabloyu akhndan bile geçırme- mişti. Ban'yı yakalamayı yan- hş anlayanlar Baölı ve Batı- cı olmak arasındaki farkı bir türlü anlayamamışlardır. Ba- öcı olup, söz konusu toplum- lann hayranı, basit kopyacı- sı, onlara yamanarak kendi ulusunu yetersiz bulanlar, şıp diye dünya insanı olmaya ka- rar verirler. Bu o kadar kolay değil. Dlsa olsa onlann peki efendmıcisiolurlar. Ulusal çı- karlanmızı dahi peşkeş çek- mekten çekinmezler. Önü- müze koyulan, dayatılan ulus- lararası her projeye gözü ka- pah imza atarlar. Oysa Batı- îılar, ulusal çıkarlanna göster- dikleri olağanüstü hassasi- yetten dolayı Batılı olmuşlar- dır. "Neobcak bu memleketin haü?!'", "Bir şeyler yapmalı" diyenler, bu ülkeden kazan- dıklanm yine bu ülkeye ver- mek isteyenler. Kötü gidişat- tan etkilenenler, ülkenin du- rumu düzelince kendi işleri- nin de düzeleceğine inanan- lar Ulusal Sanayici ve fşa- damlan Dernegi'nde buluşu- yorlar. Derneğimizin genel merkezi Istanbul'dadır. Biz- le gönül bağını güçlendirmek isteyen yurtsever işadamlan (0212) 247 44 93 No'lu telefondanve(0212)230 70 77 No'lu fakstan bizlere ulaşabilirler. Yönümüz güç- lü ulusal ekonomi, rehberimiz Atatürkilkelen... PENCERE Rus, kendi eliyle komünizmin köküne kibrit su- yu ekmeye karar verince, Amerikalı'ya dedi ki: - Sana bir müjdem var... -Nediro?.. - Seni bir düşmandan kurtanyonım. Ve kurtardı. Berlin duvan yıkjldı, Sovyetler çöktü, Doğu ve Batı blokian yok oldu, eski dünya düzeni tarihe gö- müldü. Eski düşman sizlere ömür... Peki, yeni düşman kim?.. • Düşman, dostun zıt kardeşi!.. Güzellikle çirkinlik. karanlıkla aydınlık, iyilikle kö- tülük gibi düşmanlıkla dostluk da bir elmanın iki yansı... Düşmansız yaşanır mı?.. 20'nci yüzyılın ilk yanşında Avrupa, Avrupa'nın düşmanıydı. İki dünya savaşı çıkanp 60 milyon in- sanı yok edenler, yeryüzünün en uygar coğrafya- sında birlikte yaşamıyorlar mıydı?.. 20'nci yüzyılın ikinci yanşında düşmanın adı de- ğişti. Neoldu?.. Komünizm!.. Batı dünyası İkinci Dünya Savaşı ertesinde ko- münizm düşmanlığına koşullanınca, bir "oh" çek- ti; ortak düşman karşısında 'bihik ve berabehik" içinde yaşıyorlardı; rahata kavuşmuşlard». Komünizm neyi amaçlıyordu?.. İnsan için beş güvenceyi: Eğitim.. '• Konut.. Emeklilik.. Sağlık.. İş.. Detinin zoruna bak sen!.. İnsana bu beş güven- ceyi verdin mi, iki ayaklı yaratık yan gelir yatar, ge- viş getirir. Sovyetler boşuna batmadı! İnsanı sü- reidi güvensizlik korkusuyla güdüleyip çalıştıra- rak suyunu çıkaran düzenin yengisine şaşılır mı!.. Kapitalizmin patronu, en büyük düşmanını ezdi geç- ti.. İyi ama, şimdi Batı dünyası düşmansız nasıl ya- şayacak?.. Yeni düşman kim olacak? Al başına belayı!.. • Amerikalı, Avrupalı'dan dahaakıllı olduğundan, konu üzerinde hemen kafa yormaya başladı. Av- rupalı gölgede kalmıştı, iyi niyetliler ne söylüyor- lardı: "Savaş yapma!.. Aşkyap!.." Ancak aşk kann doyurmuyordu ki; Baü'ya birdüş- man gerektiL Düşman yoksa bileyaratılacaktı. Es- ki düşmanlar yaşlı coğrafyada birleştiler, Avrupa Biriiği'ni kurdular. Bu kez ortaya bir sorun çıktı: Bu birleşik güç, hangi düşmana karşı nasıl bir savun- maya hazırlanmalıydı?.. NATO yetmiyordu; çün- kü Amerikan işiydi.. Üstelik NATO kapsamında da ortak düşmanın saptanmasında soru işaretle- ri aşılamamıştı: . Avrupa'nın düşmanı kim olacaktı?..'" L * Dünyada üç büyük ekonomik güç vardı: Ame- rika, Almanya, Japonya!.. Bu üç büyük gücün son ikisi İkinci Dünya Savaşı'ndan bu yana silahlana- mıyordu. Yeryüzü tarihinde ilk kez ilginç bir olgu yaşanıyordu. Avrupa Birtiği'nin temel taşı sayılan Avrupa Parlamentosu'nun en ağırlıklı grubu kos- koca Almanya neden silahlanamıyordu?.. Ameri- ka, Ingiltere, Fransa dünya silah pazannda voltyi vurun<en Almanya'nın eli kolu neden bağlıydı? Yoksa Avrupa Almanya'dan, Amerika Japon- ya'dan korkuyor muydu?.. • Amerika araya taraya bir düşman bulmuştu: Yoksulluk!.. Ancak "Küreselleşme" sürecinde uy- gulanan "Yeni Dünya Düzen/'ndeki tartjşılamaz eko- nomik model, yoksulları daha da yoksullaştırmı- yor muydu?.. Sistem "düsman'ını kendi elleriyle mi yaratıyordu? "Komünizm tehdidi" gündemden silindikten sonra *6aü'düşmanmı saptamaktayayakakjı. Kim- bilir, belki de insanlığın en büyük açmazı, uygar- lığın en anlamlı sorusu ve yaşanan kargaşanın temel nedeni budur. **L Yaşamımdaki ikinci babam, dürüst insan ve asil Beşiktaşlı ARİF ERTLNGA'yı kaybettim. Tüm sevenleri sağolsun. SELÇUK KIZILKAYAK Yönetmen OĞUZ'umuzu ŞENEMRE'mizi yitirdik Tarihi Son Posta Gazetesi'nin acar, becerikli, Beyoğlu- siyasi muhabıri, Sosyal Sigortalar Kurumu İstanbul Hulcuklşleri'ninkılıkırkyaranmüdürü, Süt Kurumu Endüstrisi (SEK)'in süt gibi temiz personel şefî, Trakya Sanayi AŞ'nin haktan aynlmayan personel müdürü, Asıl yengemiz SSK thtiyarlık Sigortası Müdür Muavini Berra ŞENEMRE'nin yiğit eşi, Barlas ŞENEMRE'nin babası OĞUZ ŞENEMRE o güzel kalbine yenik düştü. Değerli insan, arkadaşımın cenazesi 5 Temmuz 1999 Pazartesı günü (yann) Fatih Camii'nde kılınacak öğle namazmın ardından Topkapı'daki aile kabrine defiıedile- cektir. Oğuz'umuzun, Şenemre'mizin arkadaşlan başımız sağolsun. Son Postalılar haberiniz olsun. Doğan KATIRaOĞLU DüzeHme İlanı 28/6/99 tarihli gazetemizde 1996/857 talimat dosya- lı Mersin 2. lcra Müdürlüğü'ne ait gayrimenkul açık arttırma ilanının satış şartlan bölümünün 6. bendinde tcra dosya numarası sehven 1997/957 talimat olarak yayımlanmış olup doğru şekli; "1996/857 talimat"tır. Düzeltilerek, duyurulur. Basm: 31703
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle