Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
- 2024
- 2023
- 2022
- 2021
- 2020
- 2019
- 2018
- 2017
- 2016
- 2015
- 2014
- 2013
- 2012
- 2011
- 2010
- 2009
- 2008
- 2007
- 2006
- 2005
- 2004
- 2003
- 2002
- 2001
- 2000
- 1999
- 1998
- 1997
- 1996
- 1995
- 1994
- 1993
- 1992
- 1991
- 1990
- 1989
- 1988
- 1987
- 1986
- 1985
- 1984
- 1983
- 1982
- 1981
- 1980
- 1979
- 1978
- 1977
- 1976
- 1975
- 1974
- 1973
- 1972
- 1971
- 1970
- 1969
- 1968
- 1967
- 1966
- 1965
- 1964
- 1963
- 1962
- 1961
- 1960
- 1959
- 1958
- 1957
- 1956
- 1955
- 1954
- 1953
- 1952
- 1951
- 1950
- 1949
- 1948
- 1947
- 1946
- 1945
- 1944
- 1943
- 1942
- 1941
- 1940
- 1939
- 1938
- 1937
- 1936
- 1935
- 1934
- 1933
- 1932
- 1931
- 1930
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
SAYFA CUMHURİYET 22 TEMMUZ 1999 PERŞEMBE
14 KULTUR kultur@cumhuriyet.com.tr
Bolşoy Bale Tiyatrosu; Romeo ve Juliet, Carmina Burana ve Carmen Süiti'ni sahneliyor
'Duyguları öne çıkanyorum'
ESRA ALİÇAVTJŞOĞLU
Yapı Kredi Sanat Festivali, '99
çerçevesinde bu gece ve yann,
Cemil Topuzlu Açıkhava Tiyat-
rosu'nda saat 21.15'te, önemli
bale ekolünün yaratıcılanndan
Valentin Yelizariev yöneriminde,
Belarus Cumhuriyeti Utusal Aka-
demik Bolşoy Bale Tiyatrosu, üç
bale gösterisiyle Istanbul'da ola-
cak. Topluluk bu gece Romeo ve
Jüliefi. yann gece ise Carmina
Burana ve Carnıen Suiti'nı sah-
neleyecek.
Vaganov Okulu'nda koreog-
rafi, St. Petersburg Rimski-Kor-
sakov Konservatuvan'nda bale
master eğitimi alan Valentin Ye-
lizariev. 1973 yılında, Belarus
Cumhuriyeti UlusaJ Akademik
Bolşoy Bale Tiyatrosu'ndan da-
vet alarak burada çalışmaya baş-
ladı. Yelizariev. Carmen Süiti,
Spartaküs, Fındıkkıran. Bolero.
Romeo ve Juliet, Bahar Ayini,
Kuğu Gölü gibi yapıtlann kore-
ografisinı üstlendi. Yelizariev ıle
Bolşoy Bale Tiyatrosu üzerine
görüştük.
- Belarus Cumhuriyeti Llusal
Akademik Bolşoy Bale Tiyatro-
su'ndan söz eder misiniz?
1978 yılından itibaren balenin
direktörlügünü ve sanat yönet-
menliğinı yapıyorum. Belarus'ta
balenin tarihçesi 18.yüzyıladek
uzanıyor. 20. yüzyılda Moskova
ve St. Petersburg ekolü bir ara-
ya gelerek çalışmalannı sürdür-
meye başladı. Ekibimiz bugün
100 kişiden oluşuyor. Aynı za-
manda Minsk kentinde 400 öğ-
rencinin eğitim aldığı milli bale
okulu bulunuyor. Bu okuldan her
yıl yetenekli 5-6 öğrenciyi kad-
romuza dahil ediyoruz. Bale oku-
lunun deviet tarafından fınanse
ediliyor olması bizim için çok
önemli. Topluluğumuz; dünya
balesinın önemli yapıtlannın ya-
nı sıra çağdaş ve milli yapıtlara
da eşit derecede önem veriyor.
Ulusal ve uluslararası bale yanş-
Valentin Yelizariev (Fotoğraf: KADER TUGL A)
apıtlardaki karakterlerin iç dünyalan
her zaman daha çok önem taşıyor benim
için. Sahneye koyarken bir düşünce varsa,
metin ve müzik de güzelse o zaman ortaya
çıkan yapıt dört dörtlük oluyor.
malannda ödüller kazanan sa-
natçılarla birlikte çalışıyoruz.
Çok çalışkan ve yetenekli sanat-
çılarla çalışmaktan büyük bir
mutluluk duyuyorum.
-1992 > ılında Yapı Kredi Ban-
kası'nın 50. >üı dolayısıyla tstan-
bul'da Spartaküs'ü sahnelemiş-
tiniz—
Evet. Çok hoş anılanm var bu-
rada. Spartaküs'ü sahneledikten
biryıl sonra tstanbul Deviet Ope-
ra ve Balesı ile Don Kişot'u sah-
neledik. Bunun benim için en
güzel tarafı, yapıtın 4-5 sezon
sahnelenerek büyük ilgi görme-
si oldu.
-Sovyetter Büiiği'nin dağdma-
sı ve şimdiki durum baleyi nasıl
etkiledi?
Çok etkilendiğimizi söyleye-
mem. Ben işime aynı biçimde
devam ediyorum. Eski Sovyetler
Birliği'nde de bizi seviyorlardı,
şimdi de seviyorlar... Deviet yar-
dımı gereken ölçülerde sürüyor.
Insanlar Rusya'nın bugünkü du-
rumunu abartıyorlar. Rusya şu
anda kötü bir durumda değil. aşı-
n bir yoksulluk içinde bulunmu-
yoruz. Dükkânlar dolu, her şey
var... Eski Soyvetler Birliği hak-
kında efsaneler üretiliyor sade-
ce.
'İyive kötü bale vardır'
- Romeo ve Juliet, Carmina
Burana ve Carmen Süiti'nin sah-
nelenmesine nasıl karar verildi?
Yapı Kredi ile birlikte düşün-
dük. Çünkübuyapıtlardünyanın
pek çok kentinde sahnelendi ve
büyük ılgi gördü. Aynı ılginin
Istanbul'da da olacağını düşünü-
yorum
-Klasik yapıtlan tekrar sahne-
ye koyarken neleri göz önünde
bulunduruyorsunuz?
Bu yapıtlan yeniden sahneye
koyuyorum... Bir anlamda ya-
pıtiann anne ve babası gibiyim.
Özellikle insani duygulan ön pla-
na çıkarmayı seviyorum. Örne-
ğin Carmen Süiti'nde Carmen'ı
sokak kadını olarak yorumlama-
dım. Onu, acı çeken ve sevgiye
ulaşmak isteyen bir kadın ola-
rak göstermek istedim. Yapıtlar-
daki karakterlerin iç dünyalan
her zaman daha çok önem taşı-
yor benim için. Bir yapıt sahne-
ye koymadan önce insanın anla-
tacağı bir şeyler olmalı, bir şey-
ler söylemek istemeli. Bir dü-
şünce varsa, metin ve müzik de
güzelse o zaman ortaya çıkan ya-
pıt dört dördük oluyor. Bütün bu
unsurlann bir arada olması gere-
kiyor. Dışavurumcu tarafim ol-
duğu dogru. Devamhhğı ve can-
lılığı seviyorum. Şunu özellikle
belirtmem gerekiyor: Sanatçıla-
nm tek tek yıldız olmasalar da
hepsi bir araya geldiğınde çok
büyük bir yıldız kümesi oluştu-
ruyorlar.
-Klasik ve modern bale arasın-
daki aynmı nasıl tanımlrvorsu-
nuz?
Benim için klasik ve modern
bale diye bir şey yok. lyi ve kö-
tü bale var. Ancak şöyle diyebi-
lirim; modernde iyiyi seviyorum,
klasikte ise kötüyü sevmiyorum.
Bunu çok iyi ayırmak gerekiyor.
Bugün modern baleyi yaratan ki-
şiler yeni bir üslup geliştirebilir-
ler ama içinde manevi bir metin
olmalı. Bunu görmüyorum. Gö-
rebilirsem çok sevineceğim.
-Azerbaycan kökenlisiniz. Bir
röportajuuzda doğduğunuz yer
için bir şeyleryapmak istediğini-
zi belirtiyordunuz. Azerbaycan
için bir projeniz var mı?
Azerbaycan'ı vatanım olarak
görüyorum. Babam Azerbay-
can'da doğdu ve mezan orada.
Hazar Denizi'ni. çocukluk arka-
daşlanmı, mersin balığını çok
seviyorum; Azerbaycan'ı çok se-
viyorum. Beni davet ederlerse
orada iyi şeyler yapmak için ha-
zınm. Ama kendiliğimden gıt-
'Carmen Süiti', cnma akşarru Açıkhava Tiyatrosu nda.
mem dogru olmaz.
- Önümüzdeki aylarda hangi
ülkelere turncierdüzenley eceksi-
niz?
Ağustos ayında Yunanistan'a,
kasımda Çin Cumhuriveti'ne ve
arahkta lspanya'ya gideceğiz.
Çin'de Kuğu Gölü ile Romeo ve
Juliet'i. Yunanistan'da Sparta-
küs ve Carmina Burana'yı, tspan-
ya'da ise Bahar Ayini ve Ateş
Kuşu'nu sahneleyeceğiz.
29 bölümHikserüvent
Asuman Ercan 'ın 'Dolunay Yansımaları' adlı kitabı
ay söylenceleriyle örülü düşler dünyası sunuyor
GÜLERÇETtS
"Ay da, ten de, ruh da
sanki var oluşa dair son
kozlarını oynarlar. Ay, bü-
yüsünün ve kışkırtıcılığı-
nın; ruh başkaldırısınm ve
sarhoşluğunun; ten, hayat-
ta kalma arzusunun sınır-
larını zorlar. Bu kozlar bir-
birlerine yakın güçlerdey-
se, işte o zaman. belki de
hayatın en büyüleyici oyu-
nu soluk alıp vermeye baş-
lar. Bu oyunun adı aşktır."
Asuman Ercan. ''Dolu-
nay Yansunalan" adlı ilk
kitabında aşkı ve ayın ruhu-
muz ile tenimiz üzerinde-
ki etkilerini böyle tanımlı-
yor. Yirmi dokuz parçadan
oluşan kitap adeta ayın yir-
mi dokuz günlük yolculu-
ğunu izleyerek bir düşler,
fanteziler dünyasına çeki-
yor okuru. Can Yayınla-
rı'ndan çıkan öykü/'anlatı
türündeki kitap, ayın baştan
çıkancı çekimi üzerine an-
latılagelen söylenceleri bü-
tünleştirerek sezgilerle iz-
lenebilecek bir roman his-
si uyandırıyor.
"•Dolunay Yansunalan'',
yazann sırküpügibı kapa-
lı. su gibi berrak imgeleri
arasında gidip gelirken din-
gin bir müziğin notalannı,
içsel bir şiirin dizelerini su-
nuyor okura. Basın sektö-
ründeki yazı ve çizimlerin-
den tanıdığımız Asuman
Ercan ile ilk kitabı üzerine
konuştuk:
'Çağuı hıa rahatsız ediyor'
-Kitaptaki 29 parçanm türü öykü/an-
laü olarak tanımlanmış. Ancak bu tür-
leri de aşan; romanı, şürL denemeyi
çağnştıran yanlan var kitabın. Siz öy-
kü >a da anlatı türünde yazacağım, di-
ye mi çıkmıştınız yola ya da bu sapta-
ma sonradan mı yapddı?
Ben zaten yazarken türünü düşünme-
den çıkmıştım yola. Basılma noktası-
na geleceğini bile düşünmüyordum
başlangıçta. Zaten elimdeki işleri bi-
tirdiğim az görülmüştür. Bu kitabın di-
ğerlerinden tek farkı, bitirebilmem ol-
du. Ancak diğer işlerim gibi nereye
gittiğini bilmeden ilerledim. Bu da ba-
na bir serüven duygusu verdi. Kitabın
tam bir türünün olmaması da benim ki-
tabı yazarken yaşadığım serüvenden
kaynaklanıyor sanınm.
- Kitabın 29 bölümden oluşması da
ayın 29 günlük yolculuğunu çağnşdn-
Y Y (Fotoğraf: KADER TUGLA)
JL-LQX gece penceremin karşısında bana
bakıyor ay. Feministlerin amblemindeki cadı
da süpürgesiyle ayın önünden geçer. Kadınla
bağlantılı bir yanı vardır ayın. Beni en çok
çeken yanı insanın yabani yanını kışkırtması.
yor. Ayın yolculuğunun peşinden sü-
rüklenmek nasıl bir duygu?
Ay üzerinde yoğunlaşmak gibi bir
amacım yoktu başlangıçta, ancak yaz-
maya koyulduğum dönemde ay imge-
lemimi harekete geçirdi. Aynı konu.
yazdığun birkaç bölümde tekrarlayın-
ca ay üzerine daha fazla düşünmeye baş-
ladım. Zaten her gece penceremin kar-
şısından bana bakıyor ay. Feministle-
rin amblemindeki cadı da süpürgesiy-
le ayın önünden geçer. Yani kadınla
bağlantılı bir yanı vardır ayın. Beni en
çok çeken yanı da insanın yabani ya-
nını kışkırtmasıydı. Bütün dinlerde,
özellikle çoktanrdı dinlerdepekçok söy-
lence vardır ay üzerine. Böyle düşün-
meye başladığımda, ay üzerine söyle-
necek, yazılacak şeylerin sonunun ol-
madığını gördüm. Buna artık bir son
vermem gerektiğini, nerede bitirebi-
lecegimi düşündügümde de yine ayla
ilgili bir sayı olsun istedim. Ay da en
fazla 29 gün gözüktüğü için
böyle bir seçim yapmış ol-
dum.
- Kent teması neredej'se
hiçyokyazdıklannızda.Ğö-
rûnse de mizahi bir vakla-
şunla ayın önündeki anten
görüntülerhle sızabiliyor
kitaba ancak. Bilinçli bir
kaçış mı bu?
Evet, biraz benim mo-
dern çağdan kaçışımdan
kaynaklanıyor. Yapı olarak
sosyal, kentin olanaklannı
çok fazla kullanan bir insan
değilim. Biraz kapalıyım,
ama kentten kaçıp doğaya
gittiğimde de yapıp yapa-
mayacağımı pek bilmiyo-
rum. Modem çağm hızı be-
ni rahatsız ediyor. Sürekli
baskısı altmda olduğumuz
bilgi ve imaj bombardıma-
nının insanın kendi içinde-
ki ya da doğadaki akışı his-
setmesine engel olduğunu
düşünüyorum. Bu yaşantı-
yı insanın biyolojik ve psi-
kolojik gelişimine aykın
buluyorum. Birçok konu-
da insanlann önüne mitler
sunuluyor. Sanki kımse yaş-
lanmayacakmış gibi genç-
Hk, genç gibi davranmak
yüceltiliyor. Bir de her ko-
nuda bir şey bilme zonın-
luluğumuz doğdu artık. Bu
bılgiler de bir yerlerde yı-
ğılıp duruyor, sonuç ola-
rak. Yararlı dönüşümü yok
yaşamlanmıza... Modern
çagı en çok kentler temsil
ettiği için uzak duruyorum
kentlere.
- Çok açık ve çok kapalı anlatnn tür-
leri bir araya gelmiş krtapta. Kimi za-
man imgelerinizi takip etmek güçleşi-
yor. Kimi zaman da kolay izlenebilir
bir öykü kurgusuyia karşüaşrvor okur.
Ne tür bir üişki kurmayı amaçhyorsu-
nuz okurla?
Yazarken kimin için yazdığımı pek
düşünmüyorum. Böyle bir kaygınız ol-
madığı zaman da asıl okurkendisi olu-
yor yazann. Bu noktada da şöyle bir
durum çıkıyor ortaya. Kendi imgele-
rinizden çıkan bir şeyi çok kolay anla-
yabiliyorsunuz. Bu yazılanlar basılıp
kitap oldugunda ise durum değişiyor.
Sadece kendi yaşamlan, bakış açılan
çakışan insanlar çözebiliyor bu imge-
leri. bağlan. Bunun dışında sizin de
belirttiğiniz gibi giriş, gelişme sonuç
sırasını izlediğim öykülerimde imge-
ler çok daha somut. Çok özel kesişme-
ler gerektirmeden anlaşılabiliyor bu
öyküler.
Montrö Caz Festivali'nde Ertegün ün anısına
!
Kudsi Erguner ve
'Ottomania' projesiEMtNE KARAKİTAPOĞLL
MONTRÖ - Dünyanın en önemli
caz festivallerinden bınsı olan Mont-
rö Caz Festivali bu yıl 33. kez, dün-
yanın en ünlü müzisyenlerini bir ara-
ya getirdi. Başlangıcından beri, adı
caz olmasına karşın her türlü müziğe
ve müzisyene kapılannı açan festi-
val, Leman Gölü kıyısmdaki Isviçre
kasabası Montrö'nün yaşam şeklinı yi-
ne 16 günlüğüne değiştırdi. Göl kıyı-
sına kûrulan sahnelerde gün boyu ke-
sintisiz konserler verildi, geçit tören-
leri düzenlendi; ünlü caz. blues, pop,
rock sanatçılannın konserleri tıklım
tıklım doldu. Salsa ve Gospel
botlan Leman Gölü'ne açıldı;
konuklannı gemideki konserler
eşliğinde Isviçre ve Fransız sa-
hillerinde dolaştırdı. Festival ala-
nında yapılan ve satılan her şe-
yin bedeli, festivalin geleneksel
parası, ortası delikli metal caz
ile ödendi. Bu yıl Alanis Mori-
sette,Garv Moore. Bktndie, B.B.
King,JamesTa\lor,Herbie Han-
cock, Pat Methenv Trio v e diğer
birçok soul, funk&gospel, hip
hopçunun yanı sıra,Türk ney-
zeni Kudsi Erguner ile altı
Grammy ödüllü besteci ve aran-
jör ArifMardin de, Montrö'nün
önemli konuklan arasındaydı..
Nasuhi Ertegün'ün ölüm yıl-
dönümü anısına ıthaf edilen 15
Temmuz gecesi bir konser veren
neyzen-müzıkolog Kudsi Er-
guner ve grubu, - (Christof La-
uer, Mkhel Godard (özel ko-
nuklar). Dery^ Turkan, Mehmet
Emin Bitmez, Hakan Güngör,
Kej'van Chemirani)-Ottomania
Sufı-Caz projesi ile büyük beğeni top-
ladı. Montrö Caz Fesrivali'nin kuru-
luşunda etkili olan Ertegün'ün ölümü-
nün 10. ve caz tarihinin ünlü ismi Du-
ke EIBngton'm doğumunun 100. yılı
anısına düzenlenen gecede, Est Esb-
jörn Trio, Christof Lauer Group ve
Arif Mardin'in yönettiği NDR Big-
band da birer konser verdiler.
Erguner, Osmanlı klasik müzıgini
ilk kez "farklı bir anlayısla" Batı caz
emprovizyonlan veritimleriile büieş-
tirdiğini ve Sufı-Caz Projesi "Otto-
mania"nın bir "ilk" olduğunu belirt-
ti. Dünyanın birçok ülkesindeki mü-
zisyenlerle birlikte çalarak mistik, ev-
rensel ve esasa ait müziğe ulaştıgı be-
lirtilen Erguner'e göre, bugün üreti-
len "fiısion" müziğin yüzde 99'u, ba-
sitçe, kötü bir şekilde birbirine yapış-
tınlmış kolajlardan öteye gidemiyor.
"Celaleddin Rumi bugün yaşasaydı,
saksofonu kutsal enstrüman olarak
adlandırabiurdi" diyen Erguner. Al-
man saksofoncu ChnstofLauer, Fran-
sız tubacı Michel Godard ve Ameri-
kalı davulcu MarkNausserie birlik-
te yaptığı Ottomania ile gerçek bir
fusionun oluşmasını saglamaya ça-
lıştığını belirtiyor. 1975 yılından be-
ri Fransa'da yaşayan Erguner, daha
önce de film ve tiyatro müziklennde
Peter Gabriel, Maurice Bejart, Peter
Brook gibi isimlerle çalışmış. Gele-
neksel Türk müziği ile Batı müzigi-
nin en farkli stillerini ve dönemlerini
birpotada eriten Kudsi Erguner, son
yıllarda Türkiye'de de konserler
vermişti. Babası, büyük ney ustası
Ottomania'nın CD'si Abnanya'da çıkb.
Uhi Ergunertaranndan klasik ağız ge-
leneği ile ney eğitimi verilen. Erguner,
kuşağının tek müzisyeni ve toplam
58 CD'si var.
Erguner, bir ay önce Almanya'da pi-
yasaya çıkan Sufi- Caz Projesi Otto-
mania CD'sinin. iki günde ortaya çı-
kan bir proje olduğunu belirterek şun-
lan söylüyor: "Türk sanatçılannın
Türk cazı adı altmda vaptığı müzik-
lervar. Kullarulan hep popüler müzik-
ler, oyun havalan. Halbuki cazın kö-
keninde dinsel bir yapı var. Bizim ta-
sa>wfve klasikmüzigimizdedebu his-
ler daha fazla. Avnca daha teknik bir
yapısı var bu projenin: Bizim müziğj-
mizin kendine has aralıkları var. Ba-
tı müriğinc geçtiğûniz zaman bunlar-
dan vazgeçme gibi bir anlayış hâkim.
Biz tam tersini yaptık ve saksofon,
kontrbas, tuba gibi Batı müzik aletle-
rini de kullandık ve bunlan bizim ma-
kamsal yapunıza çektik."
IŞILDAK VE YELPAZE
ATİLLA BİRKİYE
Yaşamın En Güzel Şiiri
Yaşamın yazdığı en güzel şiir aşk değil midir?
Binlerce tanımı olmasına karşın, yine de kimile-
ri, hani yürekten inanmış birkaç kişi, zaman zaman,
hani sırası geldiğinde aşk nedir diye sormaz mı?
Aslında, soruyu sormak bile, bu soruyu sorma
gereksinimi bile çok güzel!
Yazarlar, özellikle de şairler çağlar boyu aşkın pe-
şinden koşmamışlar mı?
O gizemli imgeyi yazma serüveni biter mi?
Aşk, her şeyden önce dolunaya dokunmaktr, öz-
cesi benim sözlüğümde yazan.
Böylesine bir açıklamayı hiçbir yerde bulamaz-
sınız; hiç aramayın.
Peki dolunaysız gecelerde, ne olacak, diye de
sormayın.
Ya da bulutların dolunayı kıskandığı gecelerde,
ne olacak, diye sormayın.
öyle ya, çoğunlukla dolunay, ayda bir gecedir
ve yaşam ne kadar bulutluysa gökyüzü de öyle-
dir.
Onun da yanıtı açık değil mi?
Dolunaysız gecelerde, yüreğinizde duyumsadı-
ğınız dolunaya dokunmaktır aşk, bu kez de...
Bu bir tanımlamak uğraşıdır hiç kuşkusuz, inkâr
edilemez; belki şiirsel, belki imgesel ama nerden
bakarsanız bakın birtanımlama çabasıdır.
Belki de genetik bir şeydir bu, illa da bir tanım
getirmek. Belki de tanım getirmek insanın bir tür
kendini güvenceye almasıdır.
Aşk için binlerce tanım vardır; bu da inkâr edi-
lemez.
Neden bir nilüfer çiçeği aşkı tanımlamasın; ya da
bir yüreğin size gülüşü...
Ya da haziranda açan kırmızı bir gül...
Belki aşk fazlasıyla sevmektir birini. Belki de aşk
"seni seviyorum" diyebilmektir, birinin gözlerinde
yiterken.
Aşklar da aşk tanımı gibi çoktur.
Imkânsız aşklar, yasak aşklar, platonik aşklar...
Öyle aşklar vardır ki, uzak aşklardır bunlar.
Bir şiirin dizesi gibi gelir ilk duyduğumuzda, ama
gerçekten de uzak aşklar vardır.
Zorunlu ayrılıklardır: Araya kentler, kıtalar, ülke-
ler, denizler, göller girmiştir.
Yaşamın akışıdır aşkian uzak kıian.
Aslında aşk varsa, gerçekten yaşanıyorsa iki yü-
rekte, gerçekten de dokunuluyorsa dolunaylı ge-
celerde dolunaya...
Ya da dolunaysız gecelerde duyumsanan dolu-
naya dokunuluyorsa...
Dünyanın öbür ucu da olsa...
Aşkın önüne kim geçebilir? Hangi güç aşkın bü-
yüsüne karşı koyabilir?
Aşk engel tanımaz; coşan bir ırmak gibidir, tut-
kuyla yatağında akar.
Gerçekten seviyorsa insan, hani tüm tutkusuy-
la, tüm coşkusuyla seviyorsa...
Gerçekten aşkı, yani yaşamın kendisine olan
gülüşünü yakalamışsa...
Ve bir daha kolay kolay o gülüşü bulamayaca-
ğını biliyorsa...
Ve aşk şiirlerde, yazılarda, resimlerde durdunj;
lamaz bir yaratıcılığa dönüşmmüşse...
Haziranda açan kırmızı bir gül kadar tutku do-
luysa...
Her türlü özveri vardır, artık o aşkı yaşatmak için.
Çünkü aşk yaşamın yazdığı en güzel şiirdir.
Çünkü, aşk bulutların üstünde olmaktır.
Çünkü, aşk yüreğinizi cesurca, saf haliyle orta-
ya koymak, birine sunmaktır.
Yürekten sevdiğiniz bir kadına sunmaktır.
Bir haziran günü kırmızı bir gülü, büyüsüne ka-
pıldığınız bir kadına vermektir, aşk.
Evet dedik, bazen uzak aşklar yaşanır, uzakla-
ra giden bir sevgili vardır; ya da uzaklara giderken
geride bıraktığınız bir sevgili.
Siz istemezseniz de yaşam çığlık çığlığa böler
birlikteliğinizi, kuşkusuz geçici bir çığlıktırbu, çün-
kü gerçek aşk öyle kolay kolay silinmez yürekler-
den ve anlardan.
Uzaklara giderken, bazen, haykırışlar denizin
engin maviliğinde dalgalanır, iki dize olarak bir kı-
yıya vuruverir.
Uzaklara giden bir sevgilinin ardından haykınş-
lar, bazen gökyüzüne çıkar, sonsuzluğa uzanan üç
boyutlu bir resim oluverir:
Yûzün hep gökyüzünde '{
Yüzün silinmeyen
Çünkü, bir hayat imgesi
Keşfettiğim gülüşün
VVolfgang VVagner festivalin
başkanlığını bırakmıyor
• Kültür Servisi - Vv'olfgang VVagner, her yıl
düzenlenen VVagner Festıvali'nin başkanlığını
bırakacağı yolundaki söylentilerin asılsız olduğunu
açıkladı. Önümüzdeki ay 80. yaşını kutlayacak olan
Wagner, Richard Wagner anısına düzenlenen ve
dünyanın en ünlü yaz festivali olma özelliğini
taşıyan festivalin başkanlığını kendisinden sonra
yürütecek bir isim aradığı konusunda yaptığı
açıklamanın yanlış anlaşıldığını belirtti. .-':
Festivalin geleceğini garanti altına almadan
görevinden asla aynlmayacağını söyleyen
Wagner'in ileride görevi devretmeyi düşündüğu
adaylar arasında, aile bireylerinin yanı sıra
Israilli ünlü orkestra şefı David Barenboim de
yer alıyor.
Altinoluk Film Şenligi başhyor
• Kültür Servisi - Altinoluk Belediyesi tarafından
düzenlenen Altinoluk Film Şenligi yann başhyor.
25 temmuza dek sürecek şenlikte ücretsiz film
gösterimlerinin yanı sıra "Fotoğraflarla Sinema'
başlıklı bir sergi. paneller. oyuncu ve yönetmenlerle
söyleşiler gerçekleştirilecek. Şenlik programı
çerçevesinde yann 19.30'da Şerif Gören'in yönettiği
'Yol' ve 21.30'da Turgut Yasalar'ın yönettiği
'Leopann Kuyruğu' adlı filmler; cumartesi günü
saat 17.00'de yönetmen Reis Çelik'in de katılacağı
'Türk Siyasetinin Sinemaya Yansıması' başlıklı
panel, 19.30'da Canan Evcimen'in yönettiği
'Hoşçakal Umut' ve 21.30'da Reis Çelik'in
yönettiği 'Hoşçakal Yann' isimli filmler
gösterilecek. Pazar günü saat 17.00'de Canan
Evcimen'le oyuncu Berhan Şimşek'in de katıldığı
'Yerel Yönetimlere Sanatın Katkısında Sinema
Örneği' başlıklı panel, 19.30'da Başar Sabuncu'nun
yönettiği 'Yolcu' ve 21.30'da Tunca Yönder'in
yönettiği 'Çökertme' adlı filmler izlenebilir. Aynca
cumartesi-pazar 11.00 ve 12.00 saatlerinde Sahil
Çay Bahçeleri'nde oyuncularla söyleşiler
gerçekleştirilecek.