24 Kasım 2024 Pazar English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
18 TEMMUZ 1999 PAZAR CUMHURİYET SAYFA JvLJJLİ U-K. kultur@cumhuriyet.com.tr 15 • Hemingway, 28 Mayıs 1934'te yakın dostu Scott Fitzgerald'a yazdığı bir mektupta, "Işe yarar bir şeyler yazabilmek için adamakıllı acı çekmiş olmak gerekiyor. Ama çektiğin acılan harcama, onlara ihanet etme, bir simyacı gibi onlan değerlendir..." diyordu. Hemiııgway puro sevmezdi.SADETTtN DAVRAN Caz festıvali bitiyor. Konserler, müzisyenler, ga- zete ve TV'lerde genış biçimde yer aldı. Siyasefle ıse "intihar''ın yankılan sürüyor. Ölüm, insanın en doğal halierinden bin. Oysa in- tihara pek böyle bakılmıyor. lntıhar sanatta da yay- gın... Müzikte, özellikle cazcılar arasında. seçtikle- n yaşam biçimi göz önünde tutulursa ölüme çok ya- kjn durmuş, sonunda erken sayılacak yaşlarda ya- şama veda etmiş çok sayıda ünlü var. DickTwardzyk. Chariie Parker, Paul Desmond. Chet Baker, hatta Miles Davis»Aynı şeyler, baştaJiınMorrison ve pek çok "rockçı" için de söylenemez mi? Yaşamına kendi elleriyle son vermış edebiyatçı- lann en bilineni Emest Hemingway( 1899-1961). He- mingvvay, 28 Mayıs 1934'te, yakın dostu Scott Fîtz- geraM'a yazdığı bir mektupta "_işe yarar bir şeyler yazabilmek için adamakıllı acı çekmiş olmak gere- kiyor. Ama çektiğin acılan harcama, onlara ihanet etme, bir simyacı gibi onlan değerlendir...*' diyordu. "Papa", savaşta, banşta, aşkta aldığı sayısız ya- rayı satırlan arasında gerçekten de bir simyacı gibi tek tek değerlendirdi. 62 yaşına geldiğinde ıse ar- kasında bir adet Pulıtzer, bir adet Nobel. sayısız "trophy", levrek, alabalık ve bınlerce boş kovan, daktilo şeridi, bilinmedik sayıda içki şişesi, yeryü- zünde eline kalem almış, alacak her yazan kıskan- dıracak binlerce satır; sayısız dost, azımsanmayacak miktarda düşman, bir adet kamaralı deniz motoıu biri Key West'te, diğer ikisi Havana yakınlannda ol- mak üzere iiç ev, üç oğul. bir sürü sılah ve olta takı- mı bırakarak çıftesınin tetiğini çekti. Silahı, Ketchum Tdaho'daki evinin otuıma oda- stnda, daha önce arkadaşlarına da gösterdiği gibi ağ- zına sokmuş ve damağına dayamıştı. Sonuç, bölge- nin deneyimli şerifyardımcısmı bile allak bullak ede- cek, benim ise buraya aktaramayacağım kadar kor- kunçtu. Acılar. sonunda dinmişti... Depresyon ve alkolizm, yüzyılın en kunt kişiliklerinden biri olan Hemingway'i on yıilardır kemirmiş. delik deşik et- mişti. Hemingvvay, 21 Temmuz 1899'da Oak Park Illi- nois'de doğmuştu. Babası, kadın doğum uzmanı Dr. Clarence Edvvards, Emest 28 yaşında iken babası- nın iç savaşta kullandığı "revoİver"i şakağma daya- mış ve tetiği çekmişti. Sonuç, ne yazık ki başanlı idi. Intihar, Hemingway'lerde adeta bir aile gelene- ği olarak sürecekti. Emest'in kızkardeşlerinden iki- si ve erkek kardeşi de kendilerini öldürecelder, dep- resıf kişilik özellikleri, kuşkulu bir kaza sonucu ölen ünlü torun Margaıuf'ya kadar ailenin yakasını bı- rakmayacaktı. 'PapaDoMcJ Margaux'nun babası, yazann en büyük oğlu John Hemingway bugün 75 yaşında. "Kardeşlerim ve ben, bir Hemingvvay'in ne kadar uzun yaşayabilece- ğini göstereceğiz'' diyor. John, Patrick ve Gregory. Hemingway Ltd.'i 1992'de kurmuşlar. Yazann adı geçecek her şeyden pay alıyorlar. Babalanmn adı- nın, her birine yılda yüz bın dolan bulan getirisi on- lan yaşama sımsıkı bağlıyor. Hemingway adını ta- şıyan tüfekler. Montblanc'dan tanesi altı yüz dola- ra satılan dolmakalemler, (Papa her ne kadar ro- manlannı kurşunkalemle yazmış idiyse de) ve ede- ri on bin dolan geçen imzalı "ilk baskılar" çok tu- tuluyor. Küba hükümeri, Hemingvvay'in Havana'ya 25 ki- lometre uzaklıktaki Finca Vigia adlı arazisi ve 22 yı- lını geçirdiği evini bugün bir müze olarak turistle- re açık tutuyor. Ev, aynı zamanda yazann dünya üzerinde en uzun yaşadığı ikametgâhı. Burada yaz- dığı, dev bir "Pasifik kıbcT ile yaşlı bir Kübalı ba- lıkçının öykûsünü anlattığı "OM Man and the Sea" (thtiyarAdam ve Deniz, ilkbasımı 1952)ile 1953'te Pulitzer, ertesi yıl ise Nobel almıştı. Öykü 1958'de fılme ahnmış, balıkçı Santiago'yu SpencerTracyoy- namıştı. Deneyimli balıkçı Papa, filmde bızzat da- nışmanlık da yapmıştı. Hemingway, bu Papa adını henüz 27 yaşında iken kendi kendisine takmıştı. Havana'nın bugün de en çok ziyaret edilen barlanndan El Floridita'nın o za- manki barmenJeri ise müdavimleri olan üstadın ikı büyük ölçü rom, iki "Kme"ın ve yanm greyftırt su- yu ve nihayet altı damla yabankirazı likörünün tı- raşlanmış bol buzla mikserde döndürülmesi ile el- de edilen "diaquiri"sine "PapaDoble" adını takmış- lardı. Papa Doble, bugün El Floridita'nın en çok sa- tan kokteyllerinden. Puro firması "TabalaceraA. Fu- entoy Cla." ise 1986'dan bu yana çıkardığı çeşitli boylardaki sigarlannı, "Kısa Öykü", "Çok Satan" ve "Başyapıt" olarak pazarlıyor. Son yıllarda "Caz FestivaK*'nde Küba ritimleri çok duyuldu. Bolca puro içildi. Hemingway'in pu- ro ile arası yoktu, ama Küba'yı sevmişti. Hemingvreryl00.doğumyıimda bütün dümada anıbyor Henri Cartier-Bresson 'un 90. yaşı nedeniyle düzenlenen sergi ağustosta Istanbul da ü lıırsızı'ııın 6 Avrupalılar'ı Türkive, 1964. Kültür Servisi -XX. yüzyılın en büyük fotoğraf ustası olarak kabul edi- len HenriCartier-Bresson. yanm yüz- yıllık bir süre içinde Avrupalı kimli- ğini sorguladığı fotoğraflanyla ül- kemize konuk olacak. Pamukbank Fotoğraf Galerisi. 1999 yılı sergi programı kapsamında dünyanın en büyük fotoğraf ustalan ve Magnum Fotoğraf Ajansı kuruculan arasında yeralan Bresson'un 'Avrupahlar-Eu- ropeans'ını IstanbuFa getiriyor. Türkive Ekonomik ve Toplumsal Tarih Vakfı Işbirliği iJe 3 Agustos'ta Darphane-i Amire'deki Sıra Oda- lar'da açılacak olan Avrupalılar- Eu- ropeans sergisi, Bresson'un 1920"li yıUann başından 1970'lere kadar uza- nan ellı yıllık bir süreçte Portekiz'den Irlanda'ya, Norveç'ten Türkiye'ye, Avrupa'yı oluşturan halklann ve ye- rel coğrafyalann ortak kimliklerini ve benzerliklerini sorguladığı yaklaşık iki yüz fotoğraftan oluşuyor. tlk kez Paris Maison Europeenne de la Photographie'de acılan ve Hen- ri Cartier- Bresson'un 90. doğum yıl- dönümü kutlamalan çerçevesinde çeşitli dünya metropollerinde de iz- leyici ile buluşan sergi Istanbul'da da bir dizi yan etkinlik ile gerçekle- şecek. Sahip olduğu artistik bakış ile fotoğrafın sanat olarak kabul görme- sini sağlayan, modernist ve postmo- dernist fotoğrafta yüzyılın dehası sa- yılan Bresson'un yapıdan 30 Eylül'e dek Darphane-i Arnire'de görülebi- lecek. 'Bir sûreci anlatan o tek an' Bresson, 1908 yılında Fransa'da kentsoylu bir ailenin çocuğu olarak dünyaya geldi. Sanat ve estetiğe duy- duğu yoğun ilgi, döneminin önemli ressamlanndan ders almasına yol aç- cı. Gertrude Stein, Max Jacob, Sal- vador Daü, Mas Ernest gibi. bu dö- nem sırasında tamştığı seçkin şair, ya- • Bresson'un elli yıllık bir süreçte Avrupalı . kimliğini sorguladığı fotoğraflan sergilenecek. tspanya, 1933. zar ve ressamlar Bresson'a kültürel ve görsel olarak mesleğinın çatısını oluşturmasında yardımcı oldu. 1929'daki bir yıllık zorunlu asker- lik döneminden sonra kendisini ön- ce Kamerun'da, daha sonra da Fildı- şi Sahilleri'nde buldu. Her türlü se- rüvenpeşindebu dönem Bresson'un hayatmda bir dönüm noktası oldu. Afrika yolculuğundan sonra için- deki serüvenci sesin. yeryüzünde de- rin izler bırakan olaylara fırçadan da- ha hızlı bir araçla tanıklık etmesini söylediğini belirten Bresson, ilk fo- toğraf makinesini de bu sırada edin- di. Karasu hummasınayakalanması. Avrupa'ya dönmesihe neden oldu. 'Müziğin büyük leydisi'yle buluşma ERHAN KARAESMEN Müziğin büyük leydisi TülayGerman, otuz yıllık bir ay- nlıktan sonra Türk dinleyicisiyle buluşuyor. Yirmi beş par- çalık bir albümü Türk pazanna sunuluyor. Bu kendi ala- nında, yılın değil, yıllann olayıdır. "Kalan Müak"' grubu- nu ve Hasan Sahık'ı bu olağanüstü girişimden dolayı te- şekkürlerle kutlamak gerekiyor. Tülay German gerçek bir "büyükleydi"dir. Türk popun- da gelmiş geçmiş en güzel. en kristal kadm sesinin sahibi- dir. Çok önemli uluslararası plak ödüllerine değer görül- müş pek az sayıdaki Türk müzısyeninden bindir. Dünya- nın en büyük müzik basım şirketlerinde yıllarca en üst dü- zey uzman olarak çalışacak kertede olağanüstü bir evren- sel musiki külrürü insanıdır. llerici aydındır. Hem de tavır koyabilen aydmlardan. Bir zamanlar Türkiyesi'nin ilerici aydınlannarevagörülmüş mağduriyetlerden fazlasıyla na- sibini aldığı halde, vakur bir ıçine kapanmayla en küçük ya- kınma, mızıidanma izi vermeden yaşamış gururlu bir in- sandır. Ve Türk müzik dünyası, Türk aydın katmanlan, Tülay'ı bu topluma unutturmak için neredeyse özel birgayretin için- de olmuşlardır. Bir çeyrek yüzyıl boyunca bu aydın kadın ve olağanüstü müzisyenin, buralarda lafı hiç geçirtilmemiş- ti. Burçak Tariası'nm benzersiz etkUeyiriliği Yirmi yıla yaklaşıyor, arada bir kez sessız sedasız Tür- kiye'ye uğradı. Nasıl olduysa, TRT varlığını fark edip ek- randa bir söyleşiye çıkardı. Içi fırtınalar dolu. ama dışa az dönük, kontrollü, farfarasız ve alabildiğine alçakgönüllü bu üstün kadın, o söyleşide Avrupa'daki plaklannın en ciddi ödülleri kazandığını, satış rekorlan kırdığını falan söyle- medi. Programcının ve sunucunun da bu olağanüstü başa- nlardan herhalde haberleri yoktu ki sorup deşmediler. Bir de on beş yıl önce kadar, bu satırlann yazan Paris'te çık- mış ve Tülay German'ın da kısa, ama tok ve anlamlı kat- kılannı taşıyan bir ZüMB IJvaneli albümü dolayısıyla, Tü- lay efsanesini Türk okuruna biraz tanıftnayı denemişti. Ga- liba hepsi bu kadar. Türk popunun tarihi adlı çok iddialı ya- zı dizilerinde (bir ikisi dışında) ya da televizyon program- lannda ne Tülay var, ne de "Burçak Tarlası" adı geçiyor. Erdem Buri ve Tülay German. (Bu yakınlarda, ze\'ksiz ve müzik diksiyonu çok bozuk ba- zı amatör gruplann ekranlarda Burçak Tarlası'nı katletme- leri de cabası). Ne hazin bir düne kapalılık. ne zavallı bir musiki bilmezliği ve duyumsayamazlığı... Burçak Tarlası'nı ilk kez dinledıgimde geçirdiğim zevk krizini hâlâ kuvvetle ansıyorum. Otuz yılı geçiyor. Çok uzun aynlıkJardan ülkeye dönüşünde, müzik-resim ilişkı- lerini falan deşerek "şarkı''nın evrensel öyküsünden falan söz ederek coşkulu sanat sevdırme konferanslan verip du- ruyordum. Dışanda geçmiş bu uzun yıllar boyunca bura- larda ne olduğunu da anlamaya çalışıyordum. IdflBiret Le>- la Gencer, Tülay German deniyordu. ilk ikisini zaten dışa- nlardan da biliyorduk. Tülay'ın çok sözüedilen Burçak Tar- lası 45'lik kara plak pazannda tükenmişti. Daha o tarihler- de başlamış muhtemel birpolitik obstrüksiyon, plağının ye- niden basımını geciktiriyordu. Bir gece yansı vakti, dos- tun dostu bir evde, başka müzik dinlemeye kendimizi kur- gulamışken. Tülay"lı Burçak Tarlası firladı hoparlörden. Benzersiz bir etkileyiciliği vardı. "Zevktentitreme*1 derler ya, öyle bir özel durum yaşadığımı anımsıyorum. Üç beş kez arka arkaya dinlemeden sonra, çevredeki mü- zik meraklısı dostlara şöyle bir tirat yönelttiğimi de ansı- yorum. "Anadolu ezgilerini çok sesliiendirmek Cumhuri- yetin kültür angajmanlanndan birivdi. Tüm bir imtiyazh- ca müzisyen kuşağı, dünyanın en i\i müzik eğitim merkez- lerinde vetiştirilipyurda döndülderindeyıllarca Anadoluez- gikri üzerinde çahşmışlardı. Tek tük sevimli şeyler de çık- mışnr. ama işin geneüne içten duvumsama verine enfelek- tüel bir zorlama damgasuu basnuşar. Sonra bir gün bacak kadar bir kızcağız, birkaç yühközei pivano dersleri dışında. kapsamlı bir müzik eğitiminden fi- lan da geçmeden, ama derin du>umsamalı bir )-aklasunla \nadolu ezgilerini alabildiğine inandıncı bir üst müzik di- Une çe\irivor. Buna, bir de doğa vergisi o billur sesini de ka- tarak." Bu konuda yukanda özetlenmiş ilk tepkiyle kanşık dü- şüncelerim otuz yıldır defişmedi. Pop müzigın kendi için- den bakarak da bir değerlendirme yapabiliriz. Öyle med- ya destekli Tarkan, Sezen falan ile afyon yutrunılmuş bir popdinleyici kitlesıni biraz sarsıp uyandırmaya, German'ın bu ilk antolojik demeti yetecek mi? Bilemiyorum. Hemen arkasından "Burçak Tarlası'' ve "Kıztkıkiar CMdu mu" ve o duygu, coşku dolu politik angajman ezgisi"Vann'uı Şar- laa''nın ve Erdem Buri'den bazı düzenlemelerin de yerala- cağı ikinci bir albümü beldemek galiba hakkımızdır. 1985-1986 kışının donuk ve puslu bir Paris akşamında Erdem (Buri) Abi ve Tülay Hanım ile geçirdiğimiz o keyif dolu saatlere dönmeden bu yazıyı bitiremem. Sıkça yolu- mun düştüğü bir kent oluşuna karşın ve yıllar boyu yüzler- ce kez telefonlaştığımız halde Erdem-Tülay ikilisiyle bir türlü yüz yüze gelememiştik. O akşam şeytanın bacağı kı- nlmıştı. Politik-müziksel-kültürel-eski Istanbullumsu ve evrensel o kadar anlatacak ve paylaşacak şeyimiz var ki. Üçlü bir mutluluk bizi uçuruyordu. Erdem Abi bile yaşa- mında bolca kazık yemişlik ve oyuna gebnişlikten kaynak- lanan yeni tanıdığı insanlara biraz mesafeli dururluğunu o akşam terk etmişti. Üç ağızdan konuşuyor, kahkahalar atı- yor, karmakanşık kasetlerden müzik dinliyorduk. Ama Türk insanı taraftndan hatırlanıp aranma konusunda biraz kötümserdiler. Daha doğrusu, Tülay belli birölçü içinde hâ- lâ umutlu; ama Erdem karamsarcaydı. Hem onlan biraz ra- hatlatmak üzere, hem de çok içten bir dileğimin ifadesi ola- rak gece geç saatlerde vedalaşırken "On yıla kabnaz Tü- lay'ın plaklanTürkive'dekapışılacaktır'' beyanındabulun- muştum. Üç-dört yıl kadar şaşırmıştım. Ama işte, büyük leydi Türkiye'de. Nihayet. Bu arada meslek hayatı boyunca ya- nından ayırmayacağı Leica fotoğraf makinesini almıştı. Gece gündüz fo- toğrafçılıkJailgileniyordu: "Leicka'yı keşfettim ve gözümün bir uzantısı ol- du o günden beri. Bütün gün vollar- da dolaşıp bir süreci anlatan o tek anı yakalamava cabalıyordum." Bresson, Almanya, Polonya, Çe- koslovakya, Macaristan gibi Doğu Avrupa ülkelerini ve 1932'de Fran- sa, ttalya ve lspanya'yı baştan aşağı dolaştı. 1933'te ilk fotoğraf sergisini açtı. Kendisini bir görüntü hırsızı olarak adlandıran Bresson. yaptığı işi dünyayla iletişim kurmak olarak nitelendiriyordu. Sanatçı, 1934'te hükümetin des- teklediği birproje için Meksika'ya git- ti. Meksika'da bir yıl daha kalarak top- lumun uç noktalannı, yaşayan insan- lan ve mekânlan daha kapsamlı bir şekilde yakaJamaya karar verdi. New York'a giderek VValker Ewans ile bir sergi açtı.PaulStrandile tanıştı ve kı- sa süre onun yanında asistanlık ya- parak fihn dünyasını araştırdı. 1936'da Fransa'dayönetmen Jean Renoir'ınasistam olarak çalıştı. 'Ce Soir'da kadrolu fotoğrafçı oldu. Da- \id Cappa \ e David Seymour ile iş- — birliği, 1947 yılında Magnum FotoğrafAjansı 'nın kurulmasın- da rol oynadı. 2. Dünya Savaşı patlak verir vermez Bresson orduya yazıl- dı. Kısa bir süre sonra sahip ol- duğu film ve fotoğraf birimi ele geçirildi, kendisi gözaltına aJmdı. Fransa'ya üç yıl ve iki başansız kaçma girişiminden sonra dönebildi. Savaş sona erdiğinde henüz 36 yaşmdaydı Bresson. ABD'ye dönerekülkeyi baştan sona gez- me düşünü gerçekJeştirdi. Bu arada New York Çağdaş Sanat- lar Müzesi 'nde başanlı bir ser- giye imza attı. Üç yıl Hindistan, Burma, Çin ve Endonezya'yı adım adım dolaştı. YakJaşık 20 yıl daha, bilinen-bilinmeyen yer ve yüzleri belgelemeyi sürdür- dü. Sanatçı fotoğrafı üç söz- cükle özetliyordu: "Seçme, odaklama,deldanşöre basma". Sezgilerinin yoğunlaştığı dek- lanşöre basma anını da şöyle tanımlıyor: "On parmak dâk- tBo yazan bir Idşinin tuşlan unut- masıgibi ben de makinemi unu- tuyorum." Bresson, 1973 yılında ünlü Leica'sını rafa kaldırdı ve ilk gözağnsı resme geri döndü. Şimdi Paris'te yaşıyor ve ka- merasını sadece insanJan gö- rüntülemek istediği zaman eli- ne alıyor. Sefalet ve açlığın hüküm sür- düğü savaş sonrası Avrupası 'mn küçük bir portresi olan 'Avru- pahlar'ın kataloğunda Bresson şöyle diyor "İstersürekli,ister- se geçki bir süre için yaşadjğı- mız bir ülkeyi ya da bir olayı anlatmanm en iyi yolu insan- larla etkfleştm içine girmcktir. Yaşamak zaman alır,ancak kök salmak zaman ister." KUŞBAKIŞI MEMET BAYDUR Bîr Yöntem: SOPU Sormak Nobel Fizik Ödülü'nü almadan yıllarca önce, he- nüz genç bir araştırma asistanıyken Richard Feyn- man Princeton Üniversitesi'nde bir problem üs- tünde çalışmaya başlar. Çiçeği burnunda bir bilim adamı adayı olarak. Feynman'ı yirminci yüzyılın en değerli akıl/annın içinde saymak yanlış değildir. İşte o gençlik yılla- nnda elektronlar üstüne bir araştırmaya girişiyor. Araştırmanın ne üzerine olduğundan biraz sonra söz edeceğim, ama genç asistanın başına gelen- ler de çok ilginç doğrusu. Feynman'ın sorumlu ol- duğu profesör, araştırma üzerine Princeton'da bir seminer vermesini istiyor. Feynman kabul ediyor ve çalışmaya başlıyor. Teknik bir konuda hayatın- da ilk kez bir seminer vermeye hazırlanryor. Konuş- mayı yapmadan bir iki gün önce Feynman patro- nu profesörle üniversite koridorlannda karşılaştyor. "Feynman merhaba, nasılsın? Bu çalıştığın ko- nu gerçekten çok ilginç! Bir iki kişiyi davet ettim seni dinlemeleri için. Russell geliyor. HenryNor- ris Russell, zamanın en ünlü gökbilimcisi. Aynca von Neumann da gelecek, büyük matematik bil- gini. Profesör Pauli de Isviçre'den geldi bu sıra- lar, onu da çağırdık. Çok ilgilendi." Feynman kızanyor, bozarıyor, saranyor. Dünya- nın en değerli/önemli bilim adamlan bunlar. Ama profesör devam ediyor: "Biliyorsun Profesör Eins- tein bu haftalık seminerlere pek uğramaz ama bu ilginç seminere gelmeyi o da kabul etti!" Genç araş- tırma asistanı Richard Feynman'ın halini düşünün. Russel, Neumann, Pauli ve Albert Enistein'a ders anlatacak... Sakın endişelenme demişler Feynman'a. Profe- sör Russel sen konuşurken uyursa bozulma sa- kın, Russel bütün seminerlerde uyuyakalır. öte yandan sen konuşurken Profesör Pauli hiç durma- dan onaylarmış gibi kafasını sallarsa ona da aldır- ma sakın. Rahatsızlığının sonucu böyle bir davra- nış bozukluğu var. Anlattıklarınla ilgilı değil. Tikle- ri böyle. Seminer günü çatmış. Feynman, başlama sa- atinden iki saat önce salondaki karatahtanın üs- tüne formüller yazıyor tek başına. "Merhaba, ben de geliyorum sizi dinlemeye bugün ama bir fin- can çay içmek istiyorum önce. Nerede çay veri- yoriarbiliyormusunuz?" Bunu soran insan Albert Einstein. Feynman profesöre kafeteryanın yolu- nu tarif ediyor. Başlangıç anı geldiği zaman dolu bir salonda, sahnede, karatahtanın önünde yapayalnız bir bi- lim adamı, ellerinin titrediğini söylüyor. Einstein, Pa- uli, Neumann ve Russell ön sıralarda bekliyorlar. Bir mucize oldu diyor Feynman, hayatım boyun- ca defalarca yinelenen bir mucize. Fizik hakkında düşünüp konuşmaya başladığım anda ve izah et- meye çalıştığım olgu üzerine yoğunlaşır yoğunlaş- maz, geriye kalan her şey zihnimden çıkıp gıdiyor. Heyecana, sinirlenmeye, konunun dışında kalan herşeye total bir bağışıklık kazanıyorum. Böyle ola- bildiğim için kendimi hep şanslı görmüşümdür. Salonda kimlerin olduğu artık önemli değildi. Bir fikri izah ediyordum yalnızca. Seminerin sonunda dinleyenlerin soru sorma vakti gelmiş ama. Fizikçilerin en babalanndan Pa- uli kalkmış ve bu teori şu, şu ve şu nedenlerden ötürü doğru olamaz demiş. Sonra Eienstein'a dö- nüp, "öyle değil mi Sayın Profesör" diye sormuş. Einstein, "Yok canım" diyor. Ona göre tek sorun Feynman'ın anlattıklarıyla, yerçekimsel etkileşim arasında bir iletişim kurulmasının çok zor olacağı. Genel Görecelik Teorisi ile bağlantısı yoksa olmu- yorAlbert Einstein'agöre. Feynman, Einstein'm hep hoşgörülü, nazik ve başka fikirlere açık olduğunu ekliyor. İşin en güzel, en can alıcı noktası bambaşka. Yıl- lar sonra Feynman kuantum fiziğinin en önde ge- len isimlerinden biriyken şu "küçük" gerçeği anlı- yor. "Pauli haklıydı, yıllarca sonra anlayacağım gi- bi, benim o gün anlattıklanm kuantum teohsi için yeterii değildi. Bu büyük insan, teorideki boşluğu daha ben konuşurken görüp anlamış ve bana yan- lışlığısoru halinde açıklamayıyeğtemişti." Soru so- rarak, yalnızca soru sorarak izah etmek. Sokra- tes'ten Pauli'ye kadar akıllı insanlann kullandığı bir yöntem. ••• Bir olgunun gerçekle tümüyle örtüşüp örtüşme- diğini, yalnızca soru sorarak kanıtlayabilirsiniz. Cumhuriyetin son elli yılına dikkatli bakarsak ve 1938 yılından günümüze kadar ülkeyi yönetmiş ve yö- netmekte olan kadroları göz önüne alırsak, içinde bulunduğumuz durumdan ötürü sosyalistleri ya da solcuları suçlamanın anlamı var mıdır? Bu da bir soru işte. Türk şaire Romanya'dan ödül • Kültür Servisi - Uluslararası Orient-Occident Akademisi tarafından Romanya'da düzenlenen III. Curtea De Argeş Uluslararası Şiir Geceleri Festivali'nde Türk şair Suat Engüllü'ye akademinin 1999 Balkan Büyük Şiir Ödülü verildi. Festivale aralannda Ispanya, Malta, ABD. Polonya, Hırvatistan, Türkiye, Makedonya, ArnaMitluk. Bulgaristan, KKTC, Yugoslav^a ve Almanya'nın da bulunduğu toplam 25' ülkeden 35 ve Romanya'dan 30 şair katıldı. Önceki yıllarda Adnan Özer ve Tuğrul Tanyol'un katıldığı festival dahilinde, TYS ve tLESAM üyesi olan Engüllü'nün geçen yıl Orient- Occident Yayınevi'nden çıkan •KaranhkJa Söyleşi' adlı şiir kitabının da tanıtımı yapıldı. Akademi'nin 1999 Orient-Occident Büyük Sanat Ödülü Romanyalı heykeltıraş George Illiescu Kalineşt'e, Uluslararası Büyük Şiir Ödülü Makaolu şair Estima de Oliveira'ya verildi. Mungan imza turnesinde • Kültür Servisi - Murathan Mungan, D&R İmza Günleri kapsamında yann saat 17.00'de Antalya D&R'da yeni kitabı 'Üç Aynalı Kınk Oda'yı ve diğer kitaplannı imzalayacak. Mungan aynca 23 Temmuz'da Mersin'de, 24 Temmuz'da Adana'da, 28 Temmuz'da Adapazan'nda. 31 Temmuz'da Trabzon'da ve 1 Agustos'ta Samsun'da olacak. Anjelika Akbar'm albümü çıkü • Kültür Servisi - Piyanist Anjelika Akbar'ın 'Su' isimli albümü RN1 Müzik Yapım tarafindan yayımlandı. Akbar'ın vokal da yaptığı albümündeki besteler kendisine ait. Halen Ankara Üniversitesi Devlet Konservatuvan'nda öğretim üyesi olan sanatçının albümünde flütte Sibel Ayhan, gitarda Kubilay Han Yalçın yer alıyor.
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle