12 Mayıs 2024 Pazar English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
31 EKİM 1999PAZAR CUMHURİYET SAYFA J. LJlı. [email protected] 15 Yekta Kara, opera ve balede 'yeni binyılda daha farklı işler gerçekleştirmek' amacında EDOB, bu sezon da ^derle dohı Yekta Kara'nınsahneye koyduğu'HoffmanıTın Masallan'ülkemizde ilk kez Fransızcaoynanıvor. 'Çok renklifantastik opera' • Yapıtı 'bir sanatçının kendisiyle ve sanatıyla hesaplaşfnası' olarak nitelendiriyor Yekta Kara. Offenbach'ın toplumsal eleştirisini ön plana çıkaran Kara için HofTmann,'dış dünyaya uyum sağlamakta güçlük çeken bir sanatçı'. Yaklaşık 15 yıldır lstanbul'da sahnelenmeyen ve Offenbach'ın hetn başyapıtı hem de tek ope- rası olma özelliğıni taşıyan HofF- mann'ın Masallan, ülkemizde ilk kez orijinal dilinde, Fran- sızca oynanıyor. Bu sezon iDOB'un orijinal dilde sunu- lan tüm yapımlannda kullanı- lacak olan ışıklı üst yazı siste- mi de, Hoffmann'ın Masalla- n'yla birlikte uygulamaya gir- di. Kara, eseri şöyle tanımlıyor: "Hoflmann'm Masallan. prolog •"İ'epitogdaki gerçekçiliğe kar- ın, kahramanının umut ve kor- .uîanıun yansıtıldığı, diiş ile .erçeğin iç içe girdiği öyküler- e fantastik boyutun öne çıktı- ı bir operadır." Operet bestecisi olarak tanı- nan Offenbach, yaşammın so- nuna geldiğini hissettiği gün- lerde kendini sanatına karşı so- rumlu, hatta borçlu hissediyor ve 'Bir opera bestelemeiiyim, bir başyapıt bırakmaiıvım' di- yerek ölümle yanşırcasına ça- lışmaya başlıyor; ancak opera- nın ilk sahnelenişini göreme- den yaşama veda ediyor. OfFenbach, E.T.Â. Hoff- mann'ın öykülerinden yola çı- karak hazırlanan birtiyatro met- ninden librettoya dönüştürülen yapıtm içine, Hoffmann'ı oyu- nun baş kahramanı olarak ek- liyor. Hoffmann'ın düşlerinde yarattığı kadına aıt özellikJerse, yapıtı oluşturan üç ayn öykü- deki üç kadına bölünüyor. Bi- rinci öyküde koronmaya muh- taç, safbir 'bebek' kadm. Orym- pia; ikinci öyküde müzisyen kimliğini ve şarkı söyleme tut- kusunu her şeyin üstünde tu- tan, sadece sanatı için var olan Antonia: üçüncü öyküde ise kış- kırticı güzelliğiyle istedigi her erkeği baştan çıkarabilecek fet- tan Giulietta çıkıyor sahneye. Ancak Hofftnann hem bu özel- likleri aynı kadında bulamıyor hem de üç aşkta da ayn ayn hüsrana uğruyor; çünkü ilham perisi, sadece sanatına ait kılmak adına yaratıcılığını öldürebile- cek her şeyden koruyor onu. tç- kiye olan düşkünlüğü de, alışı- lagelmiş erdemli opera kahra- manlarından ayınyor Hoff- mann'ı. Yapıtı, *bir sanatçının kendi- siyleve sanatıyla hesaplaşması' olarak nitelendiren Kara. Hoff- mann'ı da. 'dış dünyaya uyum sağlamakta güçlük çeken bir sanatçı' olarak değerlendiriyor: " Burada sanatçı naifliğiyle top- lumun acımasızlıgı arasındaki çaüşma var. Yapıttaki üç öykii, Paris, Münih ve Venedikolmak üzere dünvanın üç ayn kenrin- de geçiyor. Ancak bu üç ayn me- kinda da dış dünyayla baş et- mekte, en basit soranlann bik üstesinden gelmekte zorianıyor Hoffmann. Çünkü cinselliğin. paranın ve kaba gücün hâkim olduğu birdünya bu. Beninusa- tır aralannda gördüğüm veken- di yorumumda ön plana çıkar- mak istediğûn de, Offenbach 'm oyuna katoğı toplumsal eleştirl Dış dünyamn acunasızhğı, Hoff- mann gflbi korunmasız bir sanat- çıya göre değü." FECİRALPTEKİN Hem sunduğu nitelikli ve çok çeşitli yapımlar hem de izleyicinin büyük ilgisiyle, yoğun ve başa- nlı bir sezonu ardında bırakarak 1999- 20O0 sezo- nuna, depremzedeler yaranna gerçekleştirilen Mo- zart'ın 'Requiem'iyle giren İstanbul Devlet Opera ve Balesi, sonbahann ilk yeni operası olan, J. Of- fenbach imzalı 'Hoflmann'ın Masallan'nı dün Ata- türk Kültür Merkezi 'nde izley icilere sundu. Opera- yı sahneye koyan. İDOB Müdürü ve Genel Sanat Yönetmeni Yekta Kara 21. yüzyılı da zengin bir re- pertuvar. yeni yapımlar ve 'flkler'le karşılamaya ha- zırlandıklannı sanatseverlere müjdeliyor. 1999 yılımn sonuna dek 19 yapımla toplam 65 tem- sil vermeye hazırlanan İDOB'un repertuvannda bu sezon 7 yeni yapım var. Bu yapımlardan, yılbaşın- dan önce izleyiciyle bulu- şacak olan dördü, Hoff- mann'ın Masallan, Mo- zart'ın 'Saraydan KızKa- çırnıa' operası, J. Bock' un 'BeniSeviyor' müzikali ve 'VTyana Esintüerf başlık- lı bir kolaj operet progra- tm. Yeni yapımlann ve ge- çen yıllarda büyük beğeni topladıklanndan bu yıl da sahnelenmelerine karar ve- rilen "Cannina Btırana, Mfizikallerden Seçmeler, Tatn Charity, Cavalleria Rusticana. I PagBacci. l yu- yan GüzeL Carmen. Ku- ğuGölü,KanşıkDııygular. Fm4kkıran,Külkedisf nın yanı sıra İDOB'un reper- tuvannda, 17 Kasım'da yi- ne depremzedeleryaranna, Paris Operası başdansçıla- nyla ortak bir çalışma için- de gerçekleştirilecek 'Ba- le GalaGecesi've 16 Ara- lık'ta izleyiciye sunulacak 'YeniYılKonseri'yeralı- yor. Istanbul'daki tek opera ve bale kurumu olarak, kendi kendileriyle sürekli yanşmalan ve her zaman, bulunduklan noktanın üs- tüne çıkmak için çalişma- lan gerektiğinin bilincinde • 1999 yılının sonuna dek 19 yapımla toplam 65 temsil vermeye hazırlanan ÎDOB'un repertuvannda 7 yeni yapım var. Rossini'nin 'îtalya'da Bir Türk' operası ve Saint-Saens'm 'Samson ve Dalila'sı Türkiye'de; librettosu Nâzım Hikmet'e ait olan, Azeri besteci Arif Melikoff'un 'Ferhad ile Şirin' balesi lstanbul'da ilk kez sahnelenecek. olduklannı belirten Kara, 'yeni binyılda daha fark- h işler gerçekleştirmek' adına 21. yüzyıla girerken bazı 'ilkler'i yakalamaya çalıştıklannı belirtiyor. Gerçekten de İDOB'un yılbaşmdan sonra izleyici- lerine sunacağı üç yeni gösteriden, Rossini'ninTürk- leri konu alan 'ttaİya'da Bir Türk' operası ve Saint- Saens'm 'Samson ve Daiüa'sı Türkiyede; libretto- su Nâzım Hikmet'e ait olan. Azeri besteci Arif Me- KkofTun 'Ferhad ile Şirin' balesi ise lstanbul'da ilk kez sahnelenecek. Yuri Grigaroviç sahneye koyacak Yıllar önce Ankara'da sergilenen Ferhad ile Şı- rin'i, Türkiye'ye ilk kez konuk olacak dünyaca ün- lü Rus koreograf Yuri Grigaroviç sahneye koyacak. Maliye Bakanlığı 'nın kısıtlamalan nedeniyle yaban- cı sanatçılan Türkiye'ye getirmekte güçlük çektik- lerini dile getiren Kara, Grigaroviç gibi isimlerin iDOB'a konuk olmalannm önemini vurguluyor: "Hem bizim sanatçıianmız yurtdtşına gitmeli hem de yabancı orkestra şefleri, rejisörler, solist sanatçı- lar, koreograflar Türkiye'ye getebilmeli. Bu sayede sanatçıianmız kendi alânlannın önde gelen temsil- cilerini tanıvarak, farklı üsluplan, değişik yorumla- n görerek motrvc olurlar. Dünyada geçerii olan sis- tem bu. Opera ve balevi diri tutan, >araocılığı geliş- tirenbiruygulama.Ötekitüriü, 'kapalı devre' işyap- mışolursunuz!" Sezonun, yeni yılda devam edecek bölümünde de bir Bale Gala Gecesi. Gala Konser ve bir çocuk oyu- nu gerçekleştirilecek. 17 Ağustos depreminin ar- dından. aynı acıyı payla- şan insanlanmızın duy- gulanyla örtüşeceğine inanarak Mozart'ın Re- quiem'ini repertuvarla- nna aldıklannı söyleyen Kara, deprem bölgesin- de bir çocuk oyunuyla başlayan etkinliklerinin de sezon boyunca süre- ceğini bildiriyor. Müzikalden baleye, çocuk oyunundan opera- ya uzanan zengin bir re- pertuvarla izleyicinin kar- şısına çıkan İDOB'un, ödenekli tiyatro olarak 15 milyon nüfuslu Istan- bul'da büyük sorumlu- luk üstlendiğini ifade eden Kara, kaliteden ödün vermemek şartıyla her yaş. kesim ve beğe- niye ulaşabilecek çapta bir yelpaze oluşturmak zorundâ olduklannı belir- tiyor: "Tek vönlü bir re- pertuvar anlavışına hak- kımızyok; zaten asıl olan, opera ve balevi sevdir- nîek,herkesin keyifalabi- leceği evrensel sanadar olduklannı gostermek.- Biz, opera vebalenin Tür- Idye'de vaşav abümesi için özellikle çocuklara ve gençlere yahnm vapma- mız gerektigine inandık. Bu nedenle var olan kla- sik opera repertuvannın dışına taşıp. daha önce sahnelenmemiş eserieri, gör- sdliğin önemini vurgulayacak yapımlan çağdaş be- ğeni dogrulrusunda gündeme getirdik. Öte yandan küçük sevircilerin opera ve baleyle tantşmasını sağ- layan, nnları büyük prodüksiyonlara haarlayan oyunlar sunduk." Knhüvükdü^İlX)B'aaitbirhina!' ~ 21. yüzyıla girerken en büyük düşlerini, 'sadece İDOB'a ait bir bina' ve daha geniş bir bütçe olarak özetleyen Kara'ya göre. yeni sezonun en heyecan verici yanlanndan biriyse, geçen yıl sınavla kadro- ya alınan genç oyuncularla İDOB'un deneyimli sa- natçılannın birçok yapımda aynı sahneyi paylaşa- cak olmalan... Kara tarafından sahneye konulan Hoflfmann'ın Masallan da bu yapımlardan biri. Jeremy Isaacs, yeni kitabında Domingo, Pavarotti ve Carreras'la birlikte çalışmayı anlatıyor 6 2OOO'e girerken üç tenor düşüşte' • Domingo, bariton ve çelloyu andıran sesiyle 'üç tenomn en iyisi' olarak nitelendirilebilecek olağanüstü bir müzisyen. Pavarotti'ye gelince, o bir baritondan çok katıksız bir İtalyan tenoru. Carreras ise ne yazık ki öteki iki tenorun kalibresinin gerisinde kalıyar. Kültir Servisi - "1988 yıhnda Royal Opera >a ilk gekiiğimde,' Uç Tenor" ola- \ı henûr gündemde değildi Gişe rekor- lan kırın çok başanlı opera sanatçılan vardı:aıcak izleyicinin bu denh' 'özel' buldu^ Uk eldpti Domingo, Pavarotti ve Carrens-.' Bir dönem Royal Opera Ho- use'uryönetiminde bulunan Jeremy Isaacı 'Never Mind the Moon: My Ti- me atoe Royal Opera House' adlı kita- bında perada geçen yıllanna ait dene- yimlerni, izlenimlerini ve son bölüm- de de Racido Domingo, Luciano Pava- rotti, Jee Carreras üçlüsüyle ılgili dü- şüncetrini okurla paylaşıyor. Isaas'a göre Domingo, karanhk. ba- riton \ı çelloyu andıran sesiyle, 'üç te- norucn iyisi' olarak değerlendirilebi- lecekcağanüstü bir müzisyen; son dö- nemdtie perfoımansının doruğunda... Pavaroti'ye gelince, o bir baritondan çok kaksız bir İtalyan tenoru. Bazı bü- ^ k rD*rde rakibi yok; ancak ilk kayıt- lanndaü ses kalitesini yitirmiş görünü- yor. Creras ise ne yazık ki diğer iki te- norunialibresinin gerisinde kalıyor... Birtıte verdikleri konserlerin üç te- iora aemli bir prestij ve büyük para- ır kiaıdırdığını söylüyor Isaacs. Dö- lemrae, Domingo 36, Pavarotti 15, rarreRda 18 kez Ğovent Garden'da sah- ıeye ;nuşlar. Domingo ve Pavarotti için )rtalua2000 koltuk satılıyor, hatta hiç değisi.yen fanatik hayranlan dünyamn dört 3 vanmdan düzenli olarak Do- Isaacs, düşüşe geçmiş olsalar da, üç tenorun günümüz müziğinde kendilerine önemli bir yer edindikkrine inanıyor. mingo'yu izlemeye geliyor, istisnasız her konserde salon tıklım tıklım dolup taşıyormuş. Isaacs, üç tenorun, Covent Garden'ın en yüksek ücret ödediği sa- natçılar olarak da tarihe geçecekJerini söylüyor. Isaacs kitabında, üç tenorun. birinci elden yaşamadığı öykülerinden de ör- nekler veriyor. Öykülerden biri, Martin Feinstein'la Domingo arasında geçen bir olaya dayanıyor. Tosca'nın sahnelendiği bir dönemde Domingo aniden rahatsızlanıyor ve son anda temsile çıkamayacağına karar ve- riyor. Bunun üzerine izleyiciye bir açık- lama yapmak bay Feinstein'a düşüyor tabii. Birkaç gece üst üste aynı sahne tek- rarianıyor; Feinstein sahneye çıkıyor ve 'Ne yazık ki sayın Domingo rahatsızlığı nedeniyle bu akşam sizlerle olamaya- cak' sözleriyle izleyiciye yumuşak bir seslenişte bulunuyor. Sonunda Domingo'nun sağlığı düze- liyor, temsile geri dönebileceğine karar veriyor veFeinstein'ikarşısmaalıp şöy- le dıyor: "Gösterdiğin anlayiş için ger- çekten sana teşekkür ederim, Bugün de ben sahneye çıkıp izleyicilere şöyle diye- ceğim: Ne yazık ki bay Feinstein bu ak- şam sizlerle olamayacak!" Isaacs, yüzyılın en büyük seslerinden biri olduğunu_söylediği Pavarotti'nin, aksine çok çocuksu bir ruha ve bu den- li başanlı birinden beklenmeyecek ka- dar basit zevklere (chat yapmak, yemek yemek, futbol izlemek gibi) sahip oldu- gunu, sanat ortammdan çok ailesi ve ar- kadaşlanyla birlikte olmayı yeğlediği- ni belirtiyor. 1990'da 'Aşktksiri', 92-93'te 'Tosca' ve 95'te 'Maskeli Balo' olmak üzere kı- sa sürede üç ayn gösteriyle Royal Ope- ra House'da sahneye çıkan Pavarotti "yle ilk tanıştığında, tenorun hareket etmek- te güçlük çekecek kadar şişman oldu- ğunu yazıyor Isaacs. Kitapta, ünlü teno- ra kolaylık olsun diye sahne düzenleme- lerinde bile büyük değişiklikler yapıl- dığı anlatılıyor. Isaacs, Pavarotti'yi bir aktörolarak as- la Domingo ayannda görmediğini, hay- ranlannın onu sadece sesi için sevdik- lerini de açıkça belirtiyor kitabında. Ona göre yine de Pavarotti'nin en büyük özelliği doğalhğı ve her zaman 'kendi' olması. Üç tenoru anlattığı sayfalarda Carre- ras, zamanının bir büyük sanatçısı ve çok onurlu bir adam olarak tanıülıyor Isa- acs'ın gözünden. İlk dönemlerinde olağanüstü bir sese sahip olduğu, ancak yakalandığı löse- mi hastalığı nedeniyle zamania yıpran- dığı söyleniyor. Yaşadığı engellere kar- şın yeniden sanatına dönebildiği için Isaacs onu bir fenomen' olarak nite- lendiriyor. 'Tek başlanna daha iyiler' Royal Opera House'daki döneminin Domingo, Pavarotti. Carreras konser- leriyle hatırlanacağmı; ancak bu döne- min daha çok üç tenorun iniş süreciyle çakıştığını dile getiriyor Isaacs. Oç tenorun, solo performanslannda ya da birbirlerinden bağımsız olarak rol aldıklan operalarda, üçlü konserlerine oranla daha başanlı oîduklan görüşünde de ısrar ediyor. 'Yine de yıllar sonra geriye dönüp bakıldığında. bu üçlünün günümüz müziğinde kendilerineönemli bir yer edindikleri görülecek" diyor Isaacs. "Opera sanatı üzerinde bıraktıklan etki, henüz tam olarak anlaşılnuş değU". Isaacs'a göre üç tenorun Covent Garden'daki konserlerinin devamı gelecek gibi görünüyor; çünkü burası, Nevv York, Milano, Viyana ve Paris'le birlikte dünyamn en önemli opera evlerinden biri olarak her sanatçı için özel anlam taşıyor. Covent Garden'da sahneye çıkmak hem büyük bir prestij kaynağı; hem de gerek sanatçılar, gerekse konser salonu için oldukça kârlı bir iş. KUŞBAKIŞI MEMET BAYDUR Galileo Ispanağı Bilim dediğimiz nane (o olağanüstü, o güzelim na- ne!) binbir mesele içinde aslında bir tek mesele ile uğraşır temelde. Doğayı, evreni ANLAMAK mesele- si. Belki bu yüzden bilim adamlannın dinle, tanrıyla, peygamberlerle sorunlan yoktur temelde. Anlamak, inancı gerektirmez çünki. Kendisine 1965 yılında Nobel Fizik Ödülü verilen Teorik Fizik Profesörü Richard Feynman, 1981 yı- lında BBC televizyonunda yapılan bir söyleşide şun- lan söylüyor: "Doğayı anlamaya çalışmak, tannlann oynadığı enfes bir oyunu, satranç gibi bir oyunu ke- nardan, kıyıdan seyretmeye benzer. Oyunun kural- lannı da bilmiyorsunuzdur üstelik ama seyretmeni- ze izin verilmiştir. Herzaman değil, arada sırada oyun alanına bakmanıza izin verilmiştir. Işte o köşeden, gör- düğünüz kadanyla bu muhteşem oyunun kurallannı anlamaya çalışırsınız. Satrançtaki gibi hangi parça- nın nasıl, nereye gittiğini örneğin..." Feynman bu "oyunu" bir süre gözledjkten sonra, neyin nereye nasıl gittiği konusunda birfıkir sahibi oiacağımızı söy- lüyor. Satranç tahtasında bizim Fil, frenklerin Pisko- pos dediği parça, aynı renk damalann üstünde çap- raz gider gelır örneğin. Yalnızca ve daima böyle ha- reket eder. Bunu anladıktan sonra, bu hareketin AN- LAMINI da keşfedebıliriz doğal olarak. Satranç tab- lasında örneğin bir tek fil kalırsa, o fil hep aynı renk- teki karelenn üstünde kalacaktır. Değişmez bir kural, bir. kanun. Bunu öğrenip soluklandığımız anda bek- lenmedik bir şey olur. Kural dışı bir şey değil! Yeni, yesyeni, beklenmedik bir şey. Şimdi onu da öğren- mek ve anlamak ve değeriendirmek gerekecektir. Oyunun başında kendi karesinden yola çıkıp, gi- de gide, yenilip yutulmadan, oyun sahasının dışına itilmeden ilerleyen bir piyon (bir piyade), karşı tara- fın sınırlannı aşarak satranç tahtasının öbür ucuna ula- şırsa ve isterse bir file (bir piskoposa) dönüşebilir. Işte bu noktada, bızım kural ya da değişmez ka- nun olarak algılayıp kabullendiğimiz şeyler değişir ve olup biten her şeyi bu sefer, bu yeni kuralın ışığında değerlendirmek gerekir. Feynman bu satranç örne- ğinden yola çıkarak, bilimin de aşağı yukarı böyle iş- lediğini söylüyor. Bilimin kanunlan da hep pozitif gö- rünür ve akıl çerçevesinde işlerliklerini koruriar.. der- ken küçük, minicik bir jest (bir numara? bir akıl zıp- laması?) o kanunun yanlış olduğunu gösterir, kanıt- lar ve satranç tahtasındaki piskoposun (filin) nasıl renk değiştirdiğini anlamak zorunda olduğumuz gi- bi, bilimin bu kuralının da artık neden geçerii olma- dığını anlayıp, oradan yeni bir kural çıkarünz, bilim adamıysak. Bilimi satrançtan ayıran önemli bir ayrtntı var elbet- te. Satrançta ileriedikçe işler çok daha karmaşık, do- lambaçlı bir hale dönüşür. Biîimdeyse ne kadar iler- lerseniz, işler o kadar basitleşiyor. güzel / duru / an- laşılır hale geliyor. Bilimde "yeni" olan her şey, bir ön- cekinden daha basittir. Bu karmaşık görünen basit- liğin yüreğini kavramak içinse, matematiksel düşün- ceyi kavramak gerekir. Fizik dünyasını, evreni, nes- neler arasındaki etkileşimi / iletişimi, bunlar üstüne bulunmuş kanunlann evrensel yapılannı anlamanın temel yollanndan biri, matematik bilmektir. Bu elbet- te fizik bilimini ve ona bağlı olanlan anlayıp çözüm- lemek için gereklidir. Yoksa örneğin aşkı, seksı, gü- zel sanatlan ve benzeri önemli işleri anJayip çözüm- lemek içı'n matematik gerekmeyebilir. Evreni anlamak için elzemdir yalnızca. Bilimin gelişmesiyle ilgisi yokmuş gibi görünen kü- çük aynntıların önemi üstüne de düşünmek gerekir kimi zaman. Galileo, 1641 yılında ihtiyar, kör ve za- manın bağnaz pislik iktidan karşısında yenik bir bi- limciyken ve rahat bir evde gözaltına alınmışken, evi- ne komşu bir manastırda yaşayan çok sevdiği kızı- na, kendi pişirdiği ıspanak yemekleri gönderir. Kalın bir battaniye gönderir. Kızının yattığı odanın pence- re pervazlanna kendi eliyie macunladığı yeni çerçe- veler yapar. Yeryüzünü ve gökyüzünü anlamamızı sağlayan dahi bir bilim adamıdır bunlan yapan. Ga- lileo'nun hayatını / canını sıkan insanlann kim oldu- ğunu bilmiyoruz. Yeni Cami imamından Vatikan'da- ki Papa'ya kadar artık herkesin kabul ettiği bir şey var oysa. Dünya evrenin merkezi değil ve güneşin et- rafında dönen küçük bir gezegen. Bunu söylediği için rtip kakılan bilim adamının HAKLJ olduğu, din adam- lan taraftndan ancak 350 yıl sonra, 1992 yılında Pa- pa tarafından kabul ediliyor. Türkiye'deki genci maymunlann ve onlann demok- rat avukatlannın unuttuğu aynntı da budur belki: Dü- şünen insanın yüreği de, aklı da bütün bu acılan kal- dınr hep. Zaman bizden yana işlemektedir. 'Salkım Hanım'm Tanelerf Oscar aday adayı seçildi • Kültür Servisi - 'Salkım Hanım'ın Taneleri', Akademi ödüllerinin yabancı fılm dalındaki aday seçimlerinde Türkiye'yi temsil edecek. Tomris Giritlioğlu'nun yönettıği ve Antalya Altın Portakal Film Festivali'nde en iyi film ödülüne değer bulunan Salkım Hanım'ın Taneleri, Hülya Koçyiğıt (SODER), Cengız Ergun (FlYAP), Rekin Teksoy (TÜRSAK), Kutay Köktürk (ÇASOD), Aydın Sayman (SİNE- SEN), Tunca Arslan (SİYAD), Semir Arslanyürek (FİLM-YÖN) \e Kadri Yurdatap'tan (SESAM) oluşan seçici kurul tarafından Türkiye'nin Oscar aday adayı olarak belirlendi. Altın Portakal Film Festivali'nde Uğur Polat'a da en iyı erkek oyuncu ödülünü kazandıran film, 'Her Şey Çok Güzel Olacak', 'Hoşçakal Yann', 'Leopann Kuyruğu', 'Yaşama Hakkı', 'Propaganda'. 'Lola-Bilidikid' ve 'Harem Suare'yi gende bıraktı. Filmde başrolleri Uğur Polat. Derya Alabora. Zuhal Olcay ve Hülya Avşar paylaşıyorlar. Abraham Polonsky öldü • Kültür Servisi - 1950'lerdeki komünist avının kurbanlanndan, film yapımcısı Abramam Polonsky 88 yaşında Los Angeles'ta öldü. Bir dönem. Komünist Parti üyesi olarak kara listeye alınan Polonsky'nin kalp krizi sonucu Beverly Hills'teki evinde yaşamını yitirdiği açıklandı. İlk filmi 'Touch of Evil'ı 1948 yılında çeken Polonsky, muhbirlik yapmayı reddettiği için uzun yıllar çalışmalan engellenmiş ve ikinci filmi 'Willie Boy is Here'ı 1969'daçekebilmışti. BUGLN • CEMAL REŞİT REY KONSER SALONU nda sezon, Mersin Devlet Operası Solistleri, Korosu ve Orkestrası'nın seslendıreceği, A. Adnan Saygun'un 'Yunus EmreOratoryosu' ile 19.30'da açılıyor. (232 98 30) • BABYLON'da saat 18.00'de Fatih Erkoç'un konseri izlenebilir. (292 73 68) • ADA ETKİNLtK SALONU'nda saat 18.00'de Bizim Tiyatro, 'Yargı' adlı oyunu sahneliyor. (244 28 39)
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle