12 Mayıs 2024 Pazar English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
CUMHURİYET 31 EKİM 1999 PAZAR 10 K.AZAl\ YAZJ.JLAİYİ dishab(â cumhuriyet.com.tr Türkün Türk olmayan Roşforlu dostlanBhlerce yıl önce aynldığı denizin aşayla yanıp tutuşan bir toprak. Fnnsa'nın Atlas Okyanusu kıyılanna kuj uçuşu 5 kilometre mesafede, Pais'in 500 kilometre güıeybatısında, sırtını "Cognac" bögesine vermiş, aşağısını da "Bordeaux bağlan"yla saglama alraış sakin ve sade bir belde. 300 yıl önce bir yakasına yerleştiği, birkaç kilometre ötede tuzlu sulara kavuşan Chırente Nehri sayesinde kendini hep "ötelerin kapısı" görmüş Rochefort (Roşfor okunur) kasabası. zaten "tersane" görevi üstlensin diye "Guneş KraT namıyla maruf 14. Louis devrinde kurulmuştu. Kentmiş; hem de zamanında ne kentmiş. Hatta 1697 de "Kraliyet Bahariye Tersanesi"nin civanna bir botanik bahçesi yaptıran Kraliyet Başlevazımcısı Michel Begon'un (1638-1710) anısına bugûn "Begonya Konservatuvan" bile var. Eh, "Begonya" çiçeginin isim babasına bu kadar vefa gösteren Rochefort dünyaca en ûnlü evladı için neler yapmaz? O, en ünlü "evladının" âşık olduğu, ikinci "vatan" bellediği "ülke" umursamasa, yüzde bin kayıtsız kalsa bile. hemşerileri ona müzeler kurar, her yıl onun anısına seminerler, konferanslar düzenler. sergiler açar. "Aziyade"yi. "BirSipahinin Romanrnı. "Mutsuz Kadınlar"ı, Istanbul'u, Izmir'i, Bursa'yt, Eyüp Sultan'ı, Abdülmecit'i, Autûrk'ü anarlar. Bu kasabanın çocuğu, bahriye subayı. amatör botanikçi, "Academie Française"in 41 yaşında üyesi olmuş, çok renkli ve çok yönlü yazar, olaganüstû bir kişilik Louis- Marie Julien Vîaud veya daha yaygın tanınan imzasıyla "Pierre Loti" (1850-1923), her geçtigi yere, eşine dostuna (dûşmanlan ve karşıtlan da varmış tabii ki) önce "Osmanh", sonra "Türkiye'' ve "Türk" sevgisini hiç kimseden gocunmadan adeta bir virûs gibi aşılamış. En zor tarihsel anlarda Osmanh'yı savunup Abdülmecit'in dostluğuna, gencecik Türkiye Cumhuriyeti'ni destekleyip Mustafa Kemal Atatürk'ün teşekkür ve minnetlerine mazhar olmuş. Türkofili (Türk sevgisi) ötesinde, "Ötekini" tanımak, "Farklryı" sevmek, sevdirebilmek için ömrünü vermiş olan adam için peki "biz" ne yapmışız? Yanılıyorsak, yanlışımız eksiğimiz varsa, bilenler düzeltsinler lütfen. Eserlerinin çoğu Türkçeye bile çevrilmemiş. Faruk Ersöz'ün Fransızca yazdığı bir kitap ve 1958 de Abdülhak Şinasi Hisar'ın "fstanbul ve Pierre Loti" adlı ve son olarak da bu yıl yayımlanan, değerli araştırmacı-gazeteci-tarihçı Orhan Kologlu nun "Haremin Kadınlan" ROCHEFORT •UĞUR HÜKÜM çalışmalan ve sınırlı sayıda makale dışında Loti'yle ilgili doğru dürüst hiçbir Türkçe malzeme yok. Istanbul'daki kahvehane, bir cadde ve de Fransız okulundan başka adına, eserine, daha da önemlisi bize olan sevgi ve sadakarine ne kadar değer vermişiz. Nâzun Hikmet tarihsel "bağlamımn" bağladıği özel koşullarda bol bol "sömürgeci" diye taşlayıp haşlamış yazar kişiliği; Hüseyin Rahmi Gürpınar. tatlısu kaptanı "Orient"sever, Batılı erkek dadı seviyesinde tanıtmış adamı. Mührü kendinde saklı bazı "ağır entetektfiel"lerimiz ise soytan, hafiftneşrep "dandy" muamelesi yaprruşlarLoti'ye. Rochefort'un kibrit kutusu gibı sade. iki-üç katlı san-beyaz, bej-beyaz okyanus evleri gibi gösterişsiz yazan. dünyasını, görmek istediği evreni temiz ve duru bir dille anlatan yazann yapıtlanna ve hayatına yakından baktığınızda her şeyin hiç de o kadar basit olmadığını görüyorsunuz. Askeri bir disiplin, katıksız bir bilim adamı titizliğindeki gözlemciliği yazarlığına. maceraperest seyyahlığına eklenince ortaya şaşılası özgün bir eser bütünlüğü çıkjyor. 1891 yılında,41 yaşında Fransız Akademisi'ne seçilmesi sıradan bir raslantı veya ahbap-çavuş ilişkisinden kaynaklanmıyor. Rochefort'da doğdugu ev de dahil olmak üzere 3.5 evin birleştirilmesiyle kurulmuş, Pierre Loti SokağTndakı "Pierre Loti Evi" müzesi, meraklılanna eşine ender rastlanır keyifte bir âlem sergiliyor. Her yıl sayısı artan ve şimdilerde yılda ortalama 50.000 ziyaretçinin hayran bakışlan arasında bu mekâna rehber eşliğinde, sayısı 20'yi aşmayan gruplarla giriliyor. Kalan yanm evde de, Türk kahvesi de ikram edilen modem bir "cafe- boutkjue" var. 21-24 Ekım tarihleri arasında "Association pour la Maison de Pierre Loti - Pierre Loti E\i Derneği" tarafından. Rochefort ve La Rochelle belediyelerinin desteğiyle, "Fransa'da Fas Yıbr çerçevesinde düzenlenen "Les Mediterranees de Pierre Loti - Pierre Loti AkdenizterT kültürel faaliyetlerinin açış gününün kollokyum başlığı Loti ve olay hakkında belirleyici öğeyi baştan ortaya koyuyordu: "Une Seconde Patrie: la Turquie - İkinci Bir Vatan: Türkiye" Ve değerli okurlar, Türkiye 'den bir tek kişi, uzman yazar, resmi şahsiyet, gayri resmi kişilik yoktu. Neyse ki lsveçli Demir Özlü, Fransah 0)1)616 Berk-Bozdemir ve Nedim Gürsel, Parisli konfeksiyon çalışanı ve doktora öğrencisi Hüseyin Kaya kısmen sohbet, kısmen de müdahalelere katıldılar. Loti'yle ilgili bilinen en geniş araştırmalan gerçekleştiımiş olan AJain Queua- VIII eger ve AJain Buisiııe'nin dışında Amerika, Kanada, İtalya, Fas, Cezayir, Mısır gibi ülkelerden gelen uzmanlarla her faaliyet vesilesiyle (ister dans, ister tiyatro, ister sergiler konferanslar olsun), hatta bazen rahatsız edecek düzeyde Loti'nin Türk dostu oluşu vurgulandı. Üyeleri arasında başta emekli amiraller olmak üzere çok sayıda her kademe ve sosyal kategoride insanın olduğu derneğin başkanı Profesör Bruno Vercier, Türkiye'den muhatap(!) bulamadıklanndan yakındı. Duyduğumuz kadanyla Türkiye "de en azından bir "Pierre Loti Dostlan Derneği" vardı. Acaba neredeydiler? Sonuçta etraf Türk dostlanyla doluydu, ama görünürde pek Türk yoktu! Diyojen, ortalık fazla aydınlık(!>, yak şu mumu! Sonbahar hüznü, fal merakı ve çikolata MUNIH Sonbahar, olanca hüznüyle Almanya'nın yaşamına el koydu artık. Önce havalar so|udu, kışlıklar ortaya çıktı ve vitrinler değişti. Yazdan kalma son güneşli günleri artık arayın da bulun. Hafta sonlannda ise ' sinemalar, tiyatrolar tıklım tıklım dolu... Isıtmayan kış güneşinin getirdiği. yaşattığı bir hüzün yüreklerdeto rtulanan! Ve insanlar sonbahar depresyonl arına yakalanmamak için birtakım hafta s onu oyalanmalan yaratıyorlar kendilerine. Evlerinde pazar günleri pijama rahatlığı içinde televizyon kanallannın saçmalıklannı izleyip yeni tatil düşleri kuran orta sınıf Almanın yanı sıra bizim Türklerin büyük çoğunlugu kahveleri dolduruyor. Sanat olaylarından, kültür etkinliklerinden etkilenen çok az bir kesim ise sergilere, konserlere ve _- , ^ defilelere taşınıyor. Sonbahar olanca hüznüyle yaşanıyor artık. Bu arada Münih kışa ve yeni yıla hazırlık yaparken burün caddeler, u-bahn girişleri ve otobüs duraklanndaki ışıklı reklam panolan son bir haftadır. Almanlann son gözde mankeni "Verona"nın iç gıcıklayıcı afişleriyle süslenip donatıldı. Verona, bizdeki "Hülya Avşar Show" türü programlar yapan ve şu son bir ıki haftadır yıldızı parlayan bir manken. Alman erkeklerinin başını döndüren bir "fisük" demek daha doğru olur. Bütün dişiliğini sergileyen iç çamaşın reklamlanyla gözleri kamaştıran, verdiği erotik pozlarla erkeklerin başını döndüren bir afet bu Verona. Eski Modern Talking grubunun şarkıcısı Dieter Bohlen'in kansı iken boşanan ve medyanın keşfettiği bu dişi yaratık, geçen hafta yaptığı Show'la 2.3 milyon Almanı büyülemiş ve televizyon başına çekmişti. Ve ünlü Bild gazetesi günlerdir Verona'nın yaşam öyküsünü anlatırken, Münih'te her köşe başında bu hatun gülümsüyor artık. Işte bu Verona konusunda geçen hafta. Münih'teki Türk modacı AByeGüler ile önce telefonlaşıp sonra onun zevkle döşenmiş evinde buluştuk. Defilelerin müdavimi olup Alman modacılann yakından tanıdığı ve "Aiiye" imzasıyla tanınan bu hanımefendinin evinde bir pazar kahvaltısının rehaveti ile moda ve tekstil dünyasından Türkiye 'deki yaşam pahalıhğına, manken "Sivaslı Cindy"den Deniz Pulaş ve Demet Akalın'a, Ebru Ürün ve Aylin Arasıl'dan pek çok ttalyan stiliste kadar kulağını çınlatmadığımız modacı kalmadı. Laf Verona'nın sunduğu külot modellerine kadar uzadı. Son derece sempatik, cin gibi bir insan t = ÖZKAN Aliye. Minyon görünümlü ve oldukça mütevazı ve çekici bu hanımla konuşuyoruz. Neredeyse kış günlerinin yarattığı karamsarlık, zamansız ölümlerin ve aynlıklann yarattığı karamsarlık ve monotonluk ortak konumuz. "lnarur mısuuz şu son aylarda kendimizi kahve falına verdikr diyor ve ekliyor: "Bir tür aJdatmaca da olsa pazarian bir araya topluyor bizi, konuşuyoruz." Münih'teki etkinlikleri, Ulm'deki bir defileden izlenimleri ve yine Alman modacılann "Şuşu" (Cem) ve "Fifi" (Şermin) diye adlandırdığı iki genç mankenimizden söz ediyor Aliye Hanım. "İsterseniz, Fıfi'yi de çağuıp büükte kahve icefirn" önerisine "olur" diyorum. Ve kısa bir telefonlaşmanın ardından, Aliye'nin evine siyahlar içinde hayli şık manken kızımız kıntarak çıkageliyor. Hoş beşten sonra, "Verona'yı nasıl buluyorsun" soruma gülümseyerek "Şans ve medvanın itici gücü" diyor! Kahvaltı uzayıp "bnınch"a dönüşürken ardı ardına "sekt"ler açılıyor. Ve ardından kahve falı, yıldız falı, tarot falı derken iş lnternet kanallanndan çıkan fallann tutup tutmadığma kadar gıdiyor. Münih'teki kadın lnternet hastalannın fal merakı yeni bir salgın. Sanal bir dünyada aşk özlemleri mi insanlan etkileyen acaba? Güz hüznü insanlann psikolojik dengesini altüst ediyor. Ani ölümlerin, EROL aynlıklann doğurduğu acılar yüreklerde birikiyor! tşte buna son örnek güzel _ _ _ ^ ^ _ insan Ahmet Taner Kışlab idi yaşadığımız. Ve diğerleri, acısı yüreklerde dinmeyen depremin izleri, uzaklarda bile olsanız... Ve sonbahar olanca hüznü ile kapımızı çalıyor. tnsanlann yalnızlığı hafta sonlannda artıyor biraz da. Ve sonbahar depresyonundan kurtulmanın yolunun ise yeni bir "aşk" bulmak ve bol bol "çikolata" yemek olduğunu uzmanlarbeürtiyorlar. Çikolata, "aşk acılanna" ve "yalnızhğa" birebirmiş. Almanya'da çikolatayı en çok kadınlar rüketiyor. İçinde bulunan "Feniletilanıin" isimli maddenin insanlarda gerginliği azalttıgı keşfedilirken yine çikolatanın içerdiği şekerin beyindeki "seretonin" oranını, yağ ve "endorfin" salgısını arttırdığını saptamışlar. Sonbahann yüzünü gösterdiği, hüzünlü pazar sabahlan, kahve falına bakıp çikolata atıştırarak insansız sokaklarda yürüyorum. Incecik bir yağmur... Duvarda Verona'nın erotik afişlerine kayıyor gözlerim. Gülümsüyorum... Ancak acılı bir gülümseyiş bu!.. Sonbahann yarattığı bir hüzün yüreklerde duyulan... ffîhİ. Kuşlar gibi özgürce havada uçmak isteyenler "•skydiving* yapıyorlar. Uçaktan arJayansporcularuzunsüreparaşütleriniaçmadangöklerdesiizülüyoriar.Avust- raha'da Nevv South VVaJes'de yapıJan Dünya SkydKing Şampiyonasr nda sekiz kişilik tngiliz ekibi muhte- şem bir gösteri sundu. (Fotoğraf: REUTERS) İbrişimi ele geçirmek... Kayın. meşe, findık. kestane ağaçlanndaki yapraklann rengi, solgun sanrun çılgın kızıllığında birleşmiş. Ağaçlann uzunca, findığı andıran ve kadehçik adıyla anılan sert, pürüzlü bir yüksük içinde bulunan. tanence zengin meyveleri yere saçılmış. Güz, Frankfurt'a bu yıl güneşler içinde girdi. 51. ^ ^ _ _ — Uluslararası Kitap Fuan da, güneş ışınlannın kayıngillerin yapraklanyla doyumsuz oynaş.malan sürerken açıldı. Doğrusu onca insanı, kitaptan başka hiçbir güç kapalı fiıar alanına çekemezdi. Her yıl olduğunca. bu yıl da dünyanın pek çok ülkesinden gelmiş binlerce kitap oburu, tam altı gün kitap konuştu, kitap tartıştı. İnsan ruhundan kopup gelmiş nesnelerdi bunlar. Kimisi bir ruhun benzetisiydi, kimi ise gölgesi. Tam altı gün, yüz doksan bin metrekarelik alana yayılmış katlar, "haü"ler, stantlar arasında gezindik. Tam altı gün, yüz on üç ülkeden, dokuz bin dökuz yüz kırk üç yayınevinin, dört yüz bine yakın kitabınm. kâğıdmı mürekkebini soluduk. Kitaplar, anlatılamayanlann arasında billûrlaşıveriyordu. Kitaplar arasında dolaşırken birden aklıma geldi. Geçenlerde bir tanış ile söyleşiyorduk. Bizi dinleyen oğlu: "Bunca kitap okudunuz da başuuz göğe mi erdi" demez mi! Dostum. yalnızhğın baş döndüren sessiz kulesinden kaçarak kitap okumaya başlanabiîeceğini anlatmaya çalıştı oğluna. Ben de: "\ma bu bir kerede ounaz, sabır ve sonsuz bir özen gerektirir" diye ekledim. Nereden FRANKFURT USTUN AKMEN nereye. tam Londra'dan gelen "Young Corci" standınm önünde, bir Hint öyküsünü anımsadım. Gelmiş geçmiş hükümdarlardan birinin danışmanı varmış. Olur ya, danışman, günü gelmiş gözden düşmüş. Hükümdar da onu, aşağıya bakıldığında baş döndüren - ^ — — - ^ — ^ yükseklikteki bir kulenin en üstüne kapattırmış. Bahtsız danışmanın kansı, kendisine fevkalade bağlıymış. Kadın, her gece kulenin dibine gelir, kocasına seslenir, kendisine nasıl yardımcı olabileceğini sorarmış. Bir gece, kansına ertesi akşam gelirken yanında uzun bir urgan, uzun sağlam bir sicim, uzun bir ibrişimle, bir böcek, bir tutam da bal getirmesini söylemiş. Kansı önce pek şaşırmış, ama kocasının söylediklerini de bir bir yerine getirmiş. Ertesi gece kulenin önüne gelmiş. Kocası yukandan seslenerek ibrişimi böceğe bağlamasını, böceğin duyargasına bir damla bal sürmesini, sonra başı yukan gelecek biçimde kulenin duvanna koymasını söylemiş. Kadın söylenenleri dinleyip yerine getirmiş. Böcek yukan tırmanmaya başlamış. Bal kokusunu araya araya. yavaş yavaş kulenin tepesine dek yürümüş. Tutuklu danışman, onu yakalayarak ibrişimi tufmuş, sonra kansından ibrişimin aşağıdaki ucuna sicimi bağlamasını istemiş. Çekmiş sicimi yukan. Sicimin aşağıdaki ucuna da urganı bağlatmış, onu da yukan çekmiş.Ondan sonrası mı? Sonrası bilinen gerçek. Sorun ibrişimi ele geçirip geçirememekte... 1 Mayıs'ın tarihini kimler değiştirdiABD ve Kanada'da eylül ayının ilk pazartesi günü, emekçiyi ve onun sendikasını onurlayan bir bayram günü olarak 1882'debaşlamıştı.O dönemlerde. New York kentinde "Merkez Işçi Sendikası"nm örgütlediği 30 bin kişilik ilk işçi mitingi, kentin Union Square adlı alanında toplanmış ve patronlann ücret ödemeye yanaşmadığı miting günü, tarihsel bir dönüm noktası olmuştu. 1890 yılına kadar, eyalet devletlerinden bazılannın, kimi yörelerde belediyelerin "işçi bayramı- labour djry" olarak onayladığı tatil günü, Cumhurbaşkanı Crover Cleveland'in seçim kampanyasıyla birlikte, ulusal bir tatil günü olarak benimsendi. Gerçek işçi bayramınm, sömürü, acımasızlık ve baskı ile iç- içe olan öyküsü, 1884 yılında Chicago kentindeki dev bir girişimJe örgütlenir. Örgütlü Işçi Sendikalan Federasyonu, yasal saptanmış sının olmayan ve kimi zaman 14 saate bile çıkan çalışma gününün, 8 saate indirilmesi için, tüm işverenlere ültimatom vermiş ve 8 saat süreli iş gününün "1 Mayıs"ta başlamasını önermişti. Sendika liderlerinin 8 saatlik iş günü önensıni, öfkeyle reddetti patronlar. Chicago'da, "McCormick Reaper Works" adh çelik fabrikasının binlerce emekçisi, 8 saatlik iş günü istemini "yıkıcıhkla" adlandınlan işverene verilecek tek yanıtm grev oldoğuna • J kararlaştırdı. Kentteki diğer fabrikalarda işi durduran diğer emekçilerin de katılmasıya, sayısı onbinlere çıkan emekçilerin iş bırakımı I Mayıs 1886 günü başladı. tşyerleri önünde, ellerindeki sloganlı yaftalarla dolaşan grevci emekçiler, şiddeti reddeden ağırbaşlı bir protesto eylemi sürdürdüler. 3 Mayıs'a kadar süren banşçıl ortam, grevcilere ansızın aîeş etmeye ginşen polislerle tam bir karmaşaya dönüşecekti. Bir yandan tabanca ve tüfeklerini boşaltan, öbür yandan da coplarla saldtran polisler. 4 kişiyi öldürdü. Yüzlerce yaralı emekçi hastanelere taşınırken, sendika liderleri. polis zulmünü protesto etmek için "Haymarket Aianı"nda büyük bir kınama mitingi yapılacağını ilan ettiler. "Haymarket Alaıu" mitingi, bir gün önceki dehşet verici olaylardan sonra morali bozulan işçilerin uzak durmasıyla başansız geçti. Ancak birkaç yüz kişinin katıldığı protesto mitinginde, son konuşmacının kürsüyü bıraktığı sırada, 180 polisin coplan sallayarak, kalabalığı dağıtmak üzere yürüdüğü görüldü. Bir gün önceki polis saldınsmı ammsayan işçiler, alandan çekilmeye başlarken, kalabahğin tam ortasında bir bomba patladı ansızın. Patlayan pombayla birlikte, hemen silahlanna sanlan polisler, sağa sola ateş etmeye başladılar ve 12 işçinin ölümüne yol açtılar. Bombayı kimin savurduğu, ortaya çıkanlmadı ama, olay emekçinin ve sol eylemin hedef seçilmesine can atan çevreler için bulunmaz bir firsat oldu. Mitingde, işçilerin örgütlenmesine yardımcı olan 8 solcu eylemci, elde hiçbir kanıt olmadan mahkemeye çıkanidı ve hepsi de ölüm cezasma çarptınldılar. Chicago'daki bombalı işçi mitingi ve mitingi TORONTO ENGİN AŞKIN izleyen düzmece duruşmalar, gücü Avrupa'da büyümekte olan emekçileri derinden etkileyecekti. 1889 yılında, Paris'te toplanan "İkinci Enternasyonal", Chicago'da bir kan ve şiddet gününe dönüşen 1 Mayıs'ın uluslararası bir dayanışma ve onur günü olarak kutlanması için karar aldı. "1 Mayıs 1890" günü, Amerika'da can veren işçilerin ve eylemcilerin kutsal anısına adanan uluslararası bir işçi bayramına dönüştü böylece. Kuzey Amerikalı patronlar, işbirlikçi sendikalar ve resmi yetkililer, varlığı Chicagolu işçilerden esinlenen "1 MayB"], "kızılhk koktuğu savıyla","Eylül ayının ilk pazartesi günü" olarak değiştirdi. İşçi bayrammın gerçek tarihinin gerisindeki kanlı savaşım, sürekli olarak belleklerden uzak tutulacaktı. İş dünyasının dümen suyunu izleyen ödüncü işçi liderleri, mega medyanın besleme kalemleri. ilkesiz, erdemsiz. çıkarcı ve etik dışı postmodern aydınlar. 1 Mayıs'ın gerçek öyküsünü gizlemeye devam ediyorlar. Yeni Dünya Düzeni denen emperyalist tuzakla ağır darbeler yiyen Kuzey Amerika emekçisi, "6 Evhli" olarak empoze edilmiş, ama gerçek tarihi "1 Mayıs" olan "tşçi Ba>Taım"nda, tüm caddelerde Robespierre'in soylu inancasıyla yürüdü: "Bizler, tüm aşağılık ve kıyıa tutkulann zincire vurulduğu bir düzen istiyoruz. Üstünlüklerin eşitlikten doğdugu, cömertligin ve özverinin onuriandığı bir adalet düzeni istiyoruz". <*;- Derdini anlatamayan öğrencilerin imdadına 'dert telefonu' koşacak Stefan, ortaokula gidiyor. On üç yaşında. Okulunda sorunlu öğrenciler az değil. Ders aralannda, okul bahçesinde itiş kakış, kavga dövüş. Öğretmenler öğrencilerle pek baş edemiyorlar. 'Çeteleşme'başlamış. 12-13 yaşmdakiler küçük gruplar oluşturmuşlar. Birbirlerine karşıt elebaşılar 'dayı'. Zayıf, ufak tefek, çekingen birini ele geçirdiler mi yakasını bırakmıyorlar. 'Şamar oğianı' ömeği onu devamlı itip kakalıyorlar, çelme takıyorlar, herkesin içinde hakaret ediyorlar. 'Yağcılar' ile şakşakçılannı da hiç yanlanndan ayırmıyorlar. On üç yaşındaki Stefan zayıf, cılız, gözlüklü, uslu ve de çalışkan. Sınıfın 'dayısı'nın gözünde Stefan 'ukalanın teki'. Üzerine gittiğinde, hakaret ettiğinde, itelediğinde şakşakçılar sıntıyor, alkışlıyorlar. Tökezleyip yere düştüğünde kasıklannı tuta tuta gülüyorlar. 'Dayı' hindi gibi kabanyor. Küçük Stefan ile bir arkadaşının evinde sohbet ediyoruz. Okulda günbegün yaşadıklannı anne ve babasına hiç anlatmamış. Nedense onlardan çekiniyor. Kızacaklanndan korkuyor. Ona biraz olsun arka çıkan arkadaşı ile dertleşebiliyor. "Başka bir sınıfta 'kızlar çetesi' var" diye arkadaşı söze kanşıyor. Hayretle baktığımı sezen Stefan, "Yalan değil" diye sesini yükseltiyor: "Diğer kız öğrencilerden haraç topluyorlar. Hiçbiri de korkusundan sesini çıkaramıyor." Para vermeyenlere okul dışında dayak atıklığını, hakaret edildiğini, haklannda dedikodu çıkanldığını da anlatıyorlar. "Peld, öğretmenler okulda bu olup bitenlerin farkında değil mi" diye soruyorum. Ikisi de gülüyor. STUTTCART AHMET ARPAD Stefan ile arkadaşının anlattıklan ülke çapında bir sorun. Hem de uzun yıllar ciddiye alınmadığı için gittikçe büyüyor; özellikle ortaokullarda rastlanan bir eğitim sorunu. Şimdi, biraz geç de olsa, üzerine gidiyorlar. Pedagoglar, psikologlar, sosyologlar soruşturmalar, istatistikler yapıyorlar. Sayfalar dolusu araştırmalar kaleme alıyorlar, konferanslar, seminerler düzenliyorlar. Anaokulundan meslek yaşamına uzanan bir süreçte gelişen bu önemli sorunun ileride toplumun başına büyük dertler getireceğini fark ettiler. Bugün okulda arkadaşını ezen, ilerde günlük yaşammda çevresindekilere, meslektaşlanna da kötü davranır. İnsanlar arası banş zedelenir; toplumsal çöküşün nedenlerinden biri olur. Bu konuda Stuttgart'ta yapılan bir araştırmayı geçenlerde açıkladılar. Ortaokullarda 11-16 yaş grubundaki erkek öğrencilerden yüzde 70'inin arkadaşlan tarafından ezildikleri ortaya çıktı. Kızlarda zorunlu yaş grubu ise 15-17 arası. Polis istatistiklerine göre de öğrencilerin işlediği suçlann sayısında büyük bir patlama var; on yıl öncesine göre on kat artmış. Bizim, "Ağaç yaşken eğin'r'' deyimi burada da geçerli. Okulunda ezilen, ancak çekindiği ve utandığı için dertlerinden kimseye söz edemeyen öğrencilerin danışabileceği bir telefon hattı geçenlerde Stuttgart'ta hizmete girdi. 0800-7776665 no'lu bu "dert telefonu"nu arayan öğrenci, isim vermeden, karşısındaki psikoloğa sorunlannı anlatıp onun vereceği öğütleri dinleyebilecek. Büyükkent belediyesinin başını çektiği bu girişime sayısız kuruluş destek vermekte: Alman telefon idaresi, hastalık sigortası, eyalet sağlık idaresi, çeşitli üniversiteler, ebeveyin dernekleri, kimi reklam şirketleri... Ne de olsa "öğrencilere dert telefonu" son 10 yılda sorunlan hızla artan Alman toplumundaki yozlaşmayı durdurması ümit edilen sayısız önlemlerden biri.
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle