Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
- 2024
- 2023
- 2022
- 2021
- 2020
- 2019
- 2018
- 2017
- 2016
- 2015
- 2014
- 2013
- 2012
- 2011
- 2010
- 2009
- 2008
- 2007
- 2006
- 2005
- 2004
- 2003
- 2002
- 2001
- 2000
- 1999
- 1998
- 1997
- 1996
- 1995
- 1994
- 1993
- 1992
- 1991
- 1990
- 1989
- 1988
- 1987
- 1986
- 1985
- 1984
- 1983
- 1982
- 1981
- 1980
- 1979
- 1978
- 1977
- 1976
- 1975
- 1974
- 1973
- 1972
- 1971
- 1970
- 1969
- 1968
- 1967
- 1966
- 1965
- 1964
- 1963
- 1962
- 1961
- 1960
- 1959
- 1958
- 1957
- 1956
- 1955
- 1954
- 1953
- 1952
- 1951
- 1950
- 1949
- 1948
- 1947
- 1946
- 1945
- 1944
- 1943
- 1942
- 1941
- 1940
- 1939
- 1938
- 1937
- 1936
- 1935
- 1934
- 1933
- 1932
- 1931
- 1930
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
20 NİSAN 1997 PAZAR CUMHURfYET SAYFA
KULTUR 13
Adalet Ağaoğhı île yüz yüzeFERtDUNANDAÇ
Orada, kente lcuşbakışı bakılan yeni
mekânında yurdundan edilmiş biri, top-
rağından kopanlmış bir çiçek gibi yaşı-
yordu aylardır. Arada bır uğrayıp ko-
nuştuğumda, yanına gelip gidenleri an-
lattığında, yurduna, iklimine kavuşmuş-
çasına ışıltılarla doluyordu gözleri.
O bilinen saldın (trafik saldınsı) son-
rası yurdundan edilmiş, ikliminden ko-
panlmış, başka mekânlarda yaşamaya
itilmişti. Bunu zorunJu bir göç, bir ne-
vi yurdunda sürgûnlük gibi almasını
söylemeye çalışmıştım Ama o, ısyanı-
nı; "Ben artık ben değilim, burası bana
ait değil, gövdem bana ait değil," sözle-
riyle dıle getirmeye çahşıyordu. Yeni
tanımlar getiriyordu, bilincinde uçla-
nanlara... Yaşadığı kopuş içindeki sü-
rekliliklerin önünü alamıyordu yine de.
Bir bir sözlerine yansıyordu bunlar.
Aylar sonra adımını dışan atmanın
sevınciyle karşıladı. Işılolı gözler, se-
vinçli gülüşlerle sözden söze geçtik;
"Behçet Necatıgil'e bir saygı dunışuy-
du o, gjtmem gerekiyordu", diyordu.
"Sonra ne diyeceider, 'Bakın koşa koşa
gitti, ödülüaldı!'-"
Biz yine bu yeni konumuna döndûk.
Sonra ödül.. Biranlamı, gönendirici bir
yanı varelbet... Amao"Enbüyüködü-
İü okur veriyor" diyordu. Oradan ro-
manla bütünleşen dünyasına uzandık.
- Geçenlerdeld konuşmamtzda "Ro-
mantik Bir Vıyana Yazı" Ueromana ye-
ni hayat kazandımıaktan söz etmiştiniz.
'Roman öldü, ölüyor' tartışmalan kar-
şısında romaıun/anlaümın hiçbir zaman
öJemeyeceğini söv lüyordunuz. Bir yerde
insanın romana daha çok gereksinmesi
var. Sanki, bu romanınız da böylesi bir
donanımla. savla geldi! Ne dersiniz?
- Bu romanı bana yazdıran şey, roma-
nın içindeki anlatıcı-yazar olan kahra-
manın algıladığı şey diyeyim. Orada bir
anlatıcı-yazar var, kahraman olarak. Ro-
man yazılryor. Onu harekete geçirdiği
gibi benı harekete geçiren de bazı dü-
şûnce an'lannın art arda çözûlmesidir.
Bunlardan bir tanesi, bildiğinizgibi; ro-
man bittı mi, roman tik'e mi yakalan-
dı. Bu iki şey... Yani roman strese, geri-
• lime mı girdi! gibi çok çeşitli arayışlar
da var. Ve belirsiz birzaman... Belirsiz,
çönkü müthiş bir hızla yaşıyoruz. Belir-
siz zamanın romanı ne olmalıdır? Onu
biraz da bana bırak, zamanı çağnştıran,
belirsiz bir zamanı... Çok süslû, umur-
samazlık veya hayalcilik... Bu düşünce-
lerle başladım yazmaya. Yavaş, bir ha-
yatın hıza dönüştüğu zaman... Bir de
drğerlerm çözülmesi... Ashnda bunu
böyle söylemem gerekiyor. Bilinen de-
ğerlerin yavaş yavaş yok olmast, orta-
dan kalkması...
Eskiden kolaydı, 'Doğu BlokıT, 'Ba-
ü Bloku' diyorduk... Onlara göre bazı
görüşlerkonumlandınlıyordu. tnsanlar
belli yerlerde göstenlebiliyordu. Ama
artık, hele duvann yıkılmasmdan son-
ra. ki duvann yıkıima anıydı o, birtakım
bilindiği sanılan değerler ortadan kalk-
n. Ozaman eski değerlerleyaşayan, on-
larla ayaklannı basacaklartnı, yer bul-
duklarmı sanan insanlar boşlukta yûz-
meye başladılar. O zaman insan hayatı
da flulaştı. Artık dayanacağı bir yer yok.
Buna özgûrleşme de denilebilir.
- Aidiyetsizlik duygusu ağır bastı di-
yebiHr miyiz?
- Evet, bunun adı sonradan "çoklriU-
türiülük" oldu biliyorsunuz. Bu da ya-
vaş yavaş ırkçıhk, milJiyetçilik oluyor.
Peki bu belirsizlik dunimunu, insanuı
belirsizliğini, bilinmezde yüzmesinı,
ayağmı basacağı bir yer bulmamasını
nasıl değerlendirecek, anlatacaktık?
Bunlann yerleri ne? Sol mu, sağ mı, Çin
mi, Islam mı, Afrika mı? Nedir? Bir de
tabii o zamana kadar insan haklan ile il-
gili adımlar da atümış... Yani öyle kim-
seyi kolay kolay köşesine itemiyorsu-
nuz.
Müthiş bir kanşma yaşaranaya baş-
landı. O zaman, eğer roman hayatın an-
taplannda da böyle anlaülır. Onun için
emekli bir tarih ögretmeni vardır ro-
manda kahraman olarak. Ama burada
anlatıcı-yazarla birbirine yavaş yavaş
bir benzeşme başhyor. Hatta, belki de
aynı oluyor, önce parçalanmış bir insan
var, sonra bütünlenen, bunun gibi tari-
he de öyle denir, ama tarih hayal edildi-
ği zaman çok canlıdır. Ölüden diri çıka-
nnz biz. Romanı da böyle görûyorum,
tarihle roman arasındaki benzeşme de
bu. Zaten bûtün bir edebiyat tarihineba-
karsak, toplumlann en sallantılı, en ö!ü
olarak geçtiği dönemde tanık olarak bir
roman kalıyor. O dönemi tespit eden,
yannJara armağan eden, bir veya beş
eser kalıyor. Bunun en iyi ömekleri ede-
biyatta var.
Micbei Butor'da gözlerim açılarak
okumuştum. Benim düşündüğüm şey-
ler bunlar ashnda. Neden Shakespeare
en çok ele ahnır, yorumlanır derdim.
- Şifa olmasa bile bunlann aşılması
için bir başkaldın diye görebiliriz. Bir
de şu var: Ozgûrlük en pahaJı ödenen
şeydir. Yazann ya da romanm özgürleş-
mesi veya bu kadar çeşitlenmesi arayı-
şın... Artık belli formülleTyok. Amabir-
denbire karşımıza yeni bir kategori çı-
kanlıyor: Postmodern diye. Ben, ashn-
da modernizmin içinden postmoderne
de kuşkuyla bakıyorum. Biz bunlara
belki bize sunulan hazır kahplara bir
başkaldın da diyebiliriz. Yalnızca geç-
mişi eleştirmekle yetinmiyorum. Bir de
içinde bulundugumuz duruma, bu 'an'a
eleştirel gözle bakabihnek; geleceğe
buradan neyı götûrebileceğimizi tayine
çalışmak... Tayin edemeyiz tabii. Şöy-
le diyebilirim: Sis de bir gerçektir. Ama
sisin içinde bir şey vardır; sis okunabi-
lir, değil mi? Siz, güzel bir şey söyledi-
niz: İnsan var romanda. Postmodern ro-
manlarda bu yok. Her şey flu!..
M,'üthiş bir
kanşma
yaşanmaya
başlandı.
O zaman, eğer
roman hayatın
anlamlandınlması
ise, romanın da bu
belirsizliğe karşı
kendi
belirsizliğini,
şöyle cesaretini
gösterecek;
belirsizliğini,
fluluğunu
belirleme
cesaretini
gösterecek bir
çalışmaya
ihtiyacı vardı.
Benbu
düşüncelerle yola
çıktım.
lamlandınlması ıse, romanm da bu be-
lirsizliğe karşı kendi belirsizliğini, şöy-
le cesaretini gösterecek; belirsizliğini,
fluluğunu belirleme cesaretini göstere-
cek birçahşmaya ihtiyacı vardı. Ben bu
dûşüncelerle yola çıktım.
- Romanda aniatının bir başka me-
kâna taşmması var. Orada, çözülmeyle
birHkte tarih bilinci, öne çıkıyor. Tarih-
sd zamana dönüş, yani bir silkelenfş,
benHğe dönüş var. O yokoluşla öne çt-
kan_ Roman, insanlılda varolabifecek
bir anlatL Bunun bütünselliğini belirle-
yen de insanın haysOdır. Yine romanmı-
za dönecekotursak,borada romanm/ro-
mancmın kendi kendini anlatması, ifa-
de etmesi de söz konusu. Çok katmanh
bir yanı var romanınmn-.
- Bir de başta ifade etmiştiniz, roma-
nın ölmemesi. Tarih için de öyle denir.
Tarih, yaşanmış ve bitmiştir. Tarih ki-
Fiaubert neden bazı şeylerin simgesi
oluyor, derdim. Güzel roman olduklan
için mi? Bunlan çok düşünüyordum.
Homeros, her ne kadar MÖ 3. yûzyılda
yazdığı söylense de, asıl 13. yûzyılda
değerlendirilmiştir. Shakespeare'e, Fla-
ubert'ebakalım... Bütün dünyada birta-
kım değerlerin, bir yerden bir yere ge-
çişin çok belirgin olduğu zamanlarda
yaşanmıştır bunlar. Onlar, bu dönetneç-
leri tespit etnuşlerdır. Edebiyat tarihin-
de en çok yorumlanan eserler de bun-
lardır.
-Buyazariardabirüısanlıkdurumıı-
nun tespiti söz konusu. Romantık'te de
bir anlamda siz böylesi bir tespite yöne-
liyorsunuz. Sunulan yaşam kesitlerine
eleştirel yaklaşım da var. Peki. şöyle di-
yebilir miyiz: lnsanlığın yüzyıümızdaki
sorunlanna, açmazlanna 'şifa'dır ro-
man! Bu biraz saçma gekcek belki!
-Sunulan,yerleştirilen biçimlere kar-
şı bir başkaldından söz cttiniz. Bir anla-
tryia bu verilebilir diyorsunuz. Roman-
laruuzda böyle bir bovut var. Bunlar, sa-
nıyorum,önceden tasarianımş,düşünûl-
müşbicimler dcgil.. Başkaldın öğesinde
uymama. uvumsuzluk söz konusu. 19.
vy. roman bicemi bugün aşılmış durum-
da. Bunlaria ilişldlendirerek şunu sor-
mak istiyorunı: SH, bir yerde 'Zor bir
okur isterim' dedmiz. Sıradanlığın öte-
sinde bir yan bulmalı okur, diyorsunuz
sanınm. Kitabuı kapağmı kapattığuıda
kendisinde bir şeyleri >asatmalı_
- Ya da kendisi kendi öyküsüyle ro-
manı yazmalı yeniden...
- Ftaubert'in Duygusal Eğitimi'nde
deböylesi bir olgunlaşma sûrecini yaşar
okur kendi içinde. Romantik'te de böy-
le bir yan var. Roman bhmiyor. En azın-
dan okur düzkminde böyle.
- Tabii roman bitmiyor. İnsan hayatı
bitmedikçe roman da bitmiyor. Ancak
insan hayannı; egemen gûçler diyelim
belirli, bilinen veya kendilerinin tayin
ettikleri, buna da okur diyelim; oku-
ru/yazan, isterseniz ya da okurdan oy
toplama durumunda olan güçler diye-
üm, kaybettikleri bir yere doğru sûrü-
yorlar, hemen bir kategori hazırlanıyor;
yeniden bir yere sokuluyor. Bense, ro-
manda, roman kahramanı olan anlatıcı
yazann sıkıştığı noktada, sizin söyledi-
ğiniz bütün bu hesaplaşmalara dön-
dûm.. bunlann ardında şöyle bir şey var
Izin verirseniz romandan onu okuya-
yım size, "Lanet obnn! Her saür, her
göz tarafindan o an bağn-saklann çahş-
masma uygun efli ayn kıhga girecek ol-
duktan sonra, rahatça soluklan ve bas
g«za!" (s. 170). Bu, "bas gaza" diyor,
nedir? Bir sorumsuzluk değil bu. Bir
çerçeveyi kırmak... Her zaman hayat
önûnüze hazır bir çerçeve koyuyor. Du-
rum, koşullar ne kadar değişirse değiş-
sin yeni değerler geliyor, bu kez o çer-
çevenin içinde kalıyoruz. Bu romanda
önermek istediğım, sizin okur katında
çok gûzel algıladığmız, tıpkı bu roman
yazarmın bunu oluştururken bir şeyle-
re şöyle bakması gibi sen bu romana da
öyle bakabilirsin ya da sen önerini ya-
pabilirsin, sadece şikâyet etmek değil.
Roman öldüyse; peki ne obnası gereki-
yor? Onu yapmak önemli başkaldın de-
dığım şey... Ama bunu nasıl yapmak?
Bilinen klasik romanı reddetmiyorum
asla. Onun bir birikimi var bende. Mo-
derni de asla reddetmiyorum. Postmo-
dernin içinde konuşsam bile, modernin
bir devamı olduğunu biliyorum. ondan
kopuk değilim; bilerek konuşur, bilerek
algılanm, bilerek ifade edebilirim. Bun-
dan ötesini ne yapacağımdan da ben so-
rumiuyum. Onun hesabmı vermek zo-
rundayım. Orada bir sorumluluğum ol-
duğunu biliyorum. Yani eleşnrmek so-
rumluluk dışı bir şey değildir. Sanıyo-
rum bu romanda o sorumluluğu yûkle-
niyorum. Sözünû ethğiniz biçimi, dili,
kurgulanması açısından...
Söz aramızda uzayıp gidiyor, yeni
roman akımına, tiyatrodan romana ge-
çiş serûvenine, romanla hesaplaşması-
na, ilk adım Ohneye Yatmak'ın Roman-
tik'in arka planma... Bu geç geçişin ne-
denlerine, yeni arayışlann izlennde yû-
rüyûşüne, uzamyoruz. Yazann (roman-
cının) her şeyi biune serüveninin gizle-
rini aralıyoruz. 'Dedim' 'dedflerin ger-
çekliğine bakıyoruz. Biçimle, söyleni-
lenlerle hesaplaşmalannda sözû Dosto-
yevski'de, uçlandınyoruz. Romancınm
bugünkü mısyonu üzerinde duruyoraz.
"Romanı savunmak, yazıyı savunnuk-
ür" sözleny le bu '^eni'" yurdundaki ko-
numuna dönüyoruz Adalet Ağaoğ-
lu'nun.
"Solgun bir gûl" gibi olan gülüşleri
çmlıyor, gûn'e, hayat'a dönüyor. Yazı-
ya adanan ömrûnün izlerinde yürüme-
nin, düşlerinden söz etmenin ışıltısını
yakalıyorum o gülüşlü gözlerinde... O-
nun kendi adasında yalnız olmadığmı
görüyorum...
Avrupa, İtalyan tenor
Bocelli'yi çok sevdiSanremo'da üç yıl önce seslendir-
diğı Con Te Partiro'nun ingilizce
versiyonu TinıetoSayGoodbye. yal-
nız Ahnanya'da iki milyon üç yüz
bin adet satarak tüm zamanlann en
fazla ilgi gören yabancı parçası un-
vanını ele geçirmişri.. Aynı single
, Belçika, Hollanda ve Fransa'da lis-
•telerin üst sıralannda gezinerek
• uluslararası piyasaya Italya'dan ye-
ni bir tenorun girdiğini müjdeliyor-
du Bubaşanmnsahibigençttalyan
tenor AndreaBoceDi'ydı. Türkiye'de
iki ay önce Romanza adiı albümü
piyasaya verilen Bocelli, bir anda
Avnıpa'da en fazla pazan olan İtal-
yan haline gelmişti.
Onlü eleştirmen Rodoho CeDedi,
Bocelli için şunlan söylüyordu:
^ o k iyi birBrik tenorsesesahip, an-
cak görme özüıiü olması bir opera-
da rol almasını engetthor. Yoksa Bo-
heme'deki Rodotfo ya da Tosca'daki
Cavaradossi rolüne çok uygun biri
BocellT.
•lepertuvannda Verdi, Pucdni,
Dcnizetti'mn yanında OSoleMio gi-
b i halk ezgileri de bulunuyordu.
ICcnserlen de aynı espri üzerine ku-
rumuştu; melodik birkaç popüler
şükıyla bırlikte klasikler iç içe girin-
c«iinleyıcı kıtlesi birdenbire geniş-
liprdu. Konserlere Tosca, NVerther,
Crmen, Boheme, EHsir'den arya-
Isıa başla>an genç tenor. ardından
Napoliten şarkılara geçiyor, Sanre-
mo'da hit olmuş parçalara uğruyor
ve yeni pop hitleriyle programını bi-
tiriyordu. Bocelli'nin kişiliğinde,
melodramla paketlenmiş îtalyan
müziği, Çizme dışında çok tutulan
bir ürün haline geliyordu...
Rossini'yi rock kahplannda yo-
rumlamayı ya da Verdi'yi poplaştır-
mayı 'kniflik' diye niteleyen Bocel-
li stiliyle ilgili şunlan anlahyor:
"Klasik müzikle hafif müzikten han-
gisinin daha iyi olduğunu tarbşma-
yı,fldsmibhieştirmevi bırakıp sesine
he>l
ecan katanlann ve çok çahşanla-
ruı izlenmesj genekrvor bence. Hafif
müziği deneyen Caruso. Del Mona-
co gibi tüm zamanlann en iyi tenor-
lan da işte bu ekiptendT.
Bocelli'nin VerdKSanremo for-
mülünûn uluslararası pazarda var ol-
maya çabalayan italyan bluescu
Zuccbero'dan, kalpleri titreten Eros
Ramazzotti'den, swıng ustası Paok»
Conte'den, Pavarotti'den ya da İtal-
yan müziğınin yeni temsılcisi Laura
Pausini'den şu anda daha fazla ilgi
gördüğü rakamlarla sabit. tlk kez
pop, rock, lirik ve Napolıten'i birlik-
te veren Pavarotti'nin toplam sahşı-
na şu anda ulaşamasa da sesindeki
sıcaklıkla, belki de görme özürlü
oluşunun yarattığı ilgiyle, diğer tür-
leri deneme cesaretiyle yakında onu
da yakalarsa kimse şaşırmasın.
Harrison Ford Ue Brad Pitt'i bir araya getiren "The Devil's
Own" oyunculanndan biri tarafindan terorizmi allayıp
pulladtğı' gerekçesiyle eteştiriklL Fümde IRA teröristini
canlandıran Brad Pht, "Bugüne dek gördüğüm en sorumsuz
film yapımlanndan biriydf dedi "A Furtiıer Gesturen
m
başrol oyuncusu Stephen Rea da fHmi bir tngüizin
yönetroesine karşı çıkü.
IRAfümlerinde sorun üstiine sorun
KüHûr Servisi - Ira teröristleriyle ilgili
iki yeni film, tartışmalann odağı oldu. Bu
filmlerden Hollyvvood yapımı olan ve baş-
hca rollerinde HarrisonFord ile Brad Pitt'i
bir araya getiren "The Devfl'sOwn", oyun-
culanndan biri tarafindan "terorizmi aHa-
yıp palbdığı'' gerekçesiyle eleştirildi. In-
giliz TV kanah Chanel 4'ün yapımı olan
"A Further Gestnre" ise başrol oyuncusu
Stephen Rea'nın, filmi bir tngilizin yönet-
mesine karşı çıkması üzerine sorun oldu.
Türkiye sinemalannda 2 mayısta "Ses-
sizDüsman" adıyla gösterime girmesi bek-
lenen "The Devil's Own" filmindebirlRA
teröristini canlandıran Brad Pitt. "Bugüne
dek gördüğüm en sorumsuz film yapıfnla-
nndan birij'di'' şeklinde açıklama yapar-
ken, film şirketi çok geçmeden bu sözle-
rini geri alması için ünlü oyuncuyu uyar-
dı. Ancak fılmin yönetmeni, daha önce
"Khrte" ve "AflthePresident'sMen'' (Baş-
kanın Bütün Adamlan) gibi filmlere im-
zasını atan Alan Pakula bile "çekimlerin
tam bir fetaket" olduğunu kabul ediyordu.
Hollywood yapımı "Sessiz Düşman"ın al-
tı kişiden oluşan senaryo ekibinin, senar-
yoyu çekimden "yalnızca birkaç daldka
önce tamamlayıp tesüm ettiği" haberlen
basında çıktı. Bu arada filmin 35 milyon
dolarlık bütçesi de (Pitt'in aldığı ücret 11,
Harrison Ford'un aldığı ücret 13 milyon
dolara yükselmişti) 60 milyon dolara da-
yanmıştı.
Senaryoda yapılan değişikliklerle, Brad
Pitt'in canlandırdığı terörist "kendini da-
vaya adamış, cumhuriyetçi ohımlu ve iyi
bir insan" olarak beyazperdeye yansıyor.
Oysa özgün senaryoda bu karakter, Ingi-
liz askerlerine ateş açıyor ve kokain kulla-
nıyordu.
Filmdeki rolüyle ilgili olarak Harrison
Ford da çeşitli sıkıntılar yaşamış. Senaryo-
nun ilk halinde teröristin peşine düşen,
kendi defteri de pek temiz ohnayan 'kötii
bir poBs' olan Harrison Ford, önceki fîlm-
lerindeki 'iyi adam' imajını korumak iste-
diğini söyleyınce yine senaryo değişikliği
yapılmış.
ABD sinemalannda iki hafta önce gös-
terime girer girmez eleştinnenlerin adeta
top ateşine tuttuğu "Sessiz Dâşman" fıl-
miyfe ilgili olarak New York Post gazete-
sinin eleştirmeni IVfichael Medved, "kanh
terorizmi hakh göstennekJe'" suçladı.
Channel 4'ün fıhni "A Further Gestu-
re" ise başrol oyuncusu Stephen Rea'nın
film için adı gecen yönetmenleri veto et-
mesiyle çekim öncesinde çeşitli sorunlar
yaşadı. Filmin yapımcısı Chris Curling,
"Stephen.trlanda'nm poBtikasını bir lngi-
Kz yönetmenin kavrayamayacağı gerekçe-
siyle bizim düşündüğumüz yönetmenlere
karşı çıkü" diyor. Irîanda'yla ilgılı oiarak
daha önce "Cal" ve "The Crying Game"
(Ağlatan Oyun) fihnlerinde rol alan Step-
hen Rea, Amerikalı yöneönen Chris Ge-
robno'yu istiyordu. Ancak bu isme de ya-
pım şirketi karşı çıktı.
Film için "Bonnie and Clyde" ve "Iitt-
le Big Man" (Küçük Büyük Adam) gibi
filmlerin ünlü yönetmeni Aröıur Penn'in
de adı geçerken, sonunda bu işi Romen
yöneönen Robert Dornhelm ûstlendi.
Film, Paris'e kaçan bir IRA teröristinin öy-
küsünü anlatıyor.
Elvis Presley'nin
77 şarkısı bulımdu
• EİVİS
Presley'in şimdiye
dek hiç çalınmayan
77 parçası, ünlü
şarkıcının ölümünün
20. yılında, 16
agustosta ilk kez
hayranlanna
sunulacak. RCA
müzik şirketi
tarafindan
yayımlanacak
şarkılar arasmda
Bob Dylan'ın ünlü
şarkısı 'Blovving in
the Wind'in de bir
versiyonu yer alıyor.
Elvis Presley'in
Almanya'da askerlik
yaparken doldurduğu bu
kayıtlar, Presley'in
babasınm evinde
bulundu.
• Dlmrtra Llanl
geçen yıl ölen ünlü
Yunan sosyalist lider
Papandreu ile anılannı
kitap haline getirecek.
Liani, 1990'da,
Papandreu ile
evlendiğinde kendisi 42,
ünlü lider ise 70
yaşındaydı.
• inglllz Hasta'nm
Oscar başansı Italya'da
turizmi canlandırdı.
Toskani bölgesinde
çekilen filmin cazibesine
kapılan turistler buraya
akın ediyorlar. özellÛde
fılmde Juliette
Binoche'un Ralph
Fiennes'i tedavi ettiği
Sant'Anna manastm,
kalabalık sayıda ziyaretçi
tarafindan geziliyor.
• Paul Fregosi
tarafindan yazılan ve
Islam dininde 'kutsal
savaş' anlamına gelen
'Cihad' adını taşıyan
kitap, yayıncısı
tarafindan
sansürlendi. Bir
yıl önce Little
Brovvn Yaymlan
arasmda çıkan
kitap, Islami
çevrelerden gelen
tepki üzerine
pıyasadan
toplaüld;. Yazar
Fregosi,
yayıncısınm
turumundaki
değişikliği, geçen
günlerde
Londra'da bürosu
olan bir Suudi
gazetesine
yapılan bombalı
saldınnın
yarattığı korkuyla
açıkladı. Söz konusu
kitap 'cihad' üzerine Batı
yazınında yayımlanan ilk
örneği oluşturuyordu.
Kitabın yazan Fregosi ise
'Cihad' ile Hz.
Muhammed'in savaşçı ve
'kan içiçi' yönünü
göstermek istediğini
söyledi.
• Klasik Müzlk
dinleyenler daha uzun
yaşıyor. lsviçre'nın Umea
Üniversitesi'nde 120 bin
kişi üzerinde yapılan
araştırma sonucunda
profesör Olov Bygren
klasik müzik dınleyen
kişilerin diğer
sanatseverlerden daha
uzun yaşadığını kanıtladı.
• YokOOnOnun
yayımlanmayan bir
fotoğrafı geçen günlerde
fotoğrafçı David
Balley'in 'Rock and Roll
Heroes - Rock'n Roll'un
Kahramanlan' adlı
kitabında yer aldı. John
Lennon'ın eşi Ono,
1974'teçekilmiş
bu fotoğrafta
üzerinde bir
kürkle
sandalyeye
çıkmış vamp biri
kadın görüntüsü
çiziyor. Fotoğrafi
çeken David
Balley, Yoko ve
John'un
alışılmadık
pozlar vermeye
bayıldıklannı
belirterek
Yoko'nun
rock'roll
ilahlannın eşleri
arasmda en
karizmatık ve en
avantgarde kişiliğe sahip
olduğunu söylüyor
• Stephan Eicher
müziğini önce
Isviçre'nin, sonra da
Avrupa'nın sınırlan
dışınataşrajayı hasardı
Eicher son çalışmasında
dokuz aylık Asya, Afrika
ve Güney Amerika
gezisinde gerçekleştirdiği
çalışma ve
araştırmalardan
yararlandı. Sanatçı "Ben
olduğu yere kök salrruş
bir ağaç değil, kendine
yeni kaynaklar arayan bir
nehirim" diyor.
• Tlc Tac Toe.
Ingiltere'de müzik
listelerini kasıp kavTiran
'Spice Girls - Çıtır
Kızlar'a rakip geldı. Üç
Alman genç kızdan
oluşan Tic Tac Toe,
'Warum - Neden' adlı ilk
single'lanyla Almanya'da
liste başı oldu. Grup,
Almanya, fsviçre ve
Avusturya'yı kapsayan
ilk turnesine bugünlerde
başladı.
IVasrettin Hoca nesim sergisi
• KüHfir Servisi - Nazan Erkmen. 22 nisan günü
Kadın Eserleri Kütüphanesi'nde 'Nasrettin Hoca'
sergisini açıyor. 1945 yılmda dünyaya gelen sanatçı,
orta ve lise eğitimini Araavutköy Amerikan Kız
Koleji'nde, lisans, yüksek lisans ve sanatta yeterlilik
eğitimini Marmara Üniversitesi Güzel Sanatlar
Fakültesi'nde tamamladı. Uzmanlık alanı yayın
grafiği ve illustrasyon dallan olan Erkmen, Marmara
Üniversitesi Güzei Sanatlar Fakültesi Grafik
Bölümü'nde doçent olarak görev yapıyor. Sanatçı
şimdiye kadar 30'un üzerinde kitap resimledi, pek çok
kitap kapağı, afiş tasanmı yaph.
Eskişehir'de 23 Nisan Şenliği
• Kültür Servisi -Esbank, 70. kuruluş yıldönümü
etkinlikleri kapsamında bu yıl Eskişehirli çocuklar
için 23 Nisan Çocuk Şenliği'ni düzenliyor. Anadolu
Üniversitesi sinema salonunda yapılacak etkinliğe
Eskişehir çevresindeki ilkokul öğrencileri çeşitli
gösterilerle katılacak. Tuluyhan Uğurlu'nun Istanbul
Üniversitesi Konservatuan öğrencileri arasından
seçtiği 8 yaşındaki keman öğrencisi Mehmet Arda ve
13 yaşmdaki viyolonsel öğrencisi Çiçek Atay'la
birlikte çalacak. Tuluyhan Uğurlu, Esbank için
bestelediği Ata'nın Çocuklan'nın tanıtım bandını da
etkinlikte sunacak. Şenliğe aynca çocuk korosu,
çeşitli yörelerden folklorgösterileri ve Eskişehir
ilkokullan arasmda yapılan masal yanşması birincisi
katılacak. Şenliğin pop sanatçısı ise Bora Gencer.