Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
- 2024
- 2023
- 2022
- 2021
- 2020
- 2019
- 2018
- 2017
- 2016
- 2015
- 2014
- 2013
- 2012
- 2011
- 2010
- 2009
- 2008
- 2007
- 2006
- 2005
- 2004
- 2003
- 2002
- 2001
- 2000
- 1999
- 1998
- 1997
- 1996
- 1995
- 1994
- 1993
- 1992
- 1991
- 1990
- 1989
- 1988
- 1987
- 1986
- 1985
- 1984
- 1983
- 1982
- 1981
- 1980
- 1979
- 1978
- 1977
- 1976
- 1975
- 1974
- 1973
- 1972
- 1971
- 1970
- 1969
- 1968
- 1967
- 1966
- 1965
- 1964
- 1963
- 1962
- 1961
- 1960
- 1959
- 1958
- 1957
- 1956
- 1955
- 1954
- 1953
- 1952
- 1951
- 1950
- 1949
- 1948
- 1947
- 1946
- 1945
- 1944
- 1943
- 1942
- 1941
- 1940
- 1939
- 1938
- 1937
- 1936
- 1935
- 1934
- 1933
- 1932
- 1931
- 1930
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
3 ŞUBAT 1997 PAZARTESİ CUMHURİYET SAYFA
KULTUR 13
Candeğer Furtun kırk yıldır
: toprağı yoğuruyor,
değiştiriyor, dönüştürüyor Toprağın metamorfozu
AHU AVTMEN
Seramik sanatçısı Candeğer
Furtun. Rorterdam'daki Etnograf-
ya Müzesinde gerçekleştirilen ve
Batı ile Doğuda 'yıkanma kültü-
rii' arasın<îaki farklılıklan ırdele-
yen "Bodj Cutture" (Gövde Kül-
türü) başlıklı sergide bır yapıtını
sergilıyor. Furtun, 17 eylüle dek
siiren sergıye çağdaş bir yorumla
katılan tek sanatçı. Sanatçının da-
ha önce Maçka Sanat Galerisi'nde
de sergilenen 'oturan bacaklan',
hamam taslanndan havlulara, na-
hnlardan nargılelere. keselerden
yemek kutulanna dek Doğu ve Ba-
tı'da yıkanma kültürüyle ilgili her
türlü nesnenin sergilendiği bir bü-
yük 'hatnam'm girişinde yer alı-
yor.
Sergınin da\etiyesinde yer alan
iki fotoğraf, Dogu ve Batı'da yı-
kanma olayının zıtlığını gözler
önüne seriyor: Doğu'dayıkanmak,
sosyal bir olgu olarak törensi bir
havada gerçekleşiyor. Fotoğrafta
görünen göbekli adamlar, bir yan-
dan yıkanırlarken bir yandan kay-
natıyorlar. Çıplaklıklanndan utan-
rruyorlar. Batı'da, bir saunadatop-
lanmış birkaç adam ise havlulan
bellerine sıkıca sanlmış, kendile-
riyle baş başalar. Kimse konuşmu-
\or. Dahası. kimse birbirine bak-
mıyor pek.
Batı'nın doğusunda olan bizler
gittikçe bireyselleşen yaşamlan-
mızda artık yıkanmaya tek gün
ayırmıyoruz, havlulan, taslan, ta-
kunyalan toplayıp hamamın yolu-
nu tutmuyoruz, ama Türk lokumu
gibi "TürkhamamT da Avrupalı-
lann gözünde hâlâ bize özgü olgu-
lardan biri değil mi? Candeğer
Furtun'un çağdaş bırdille konuşan
\apitmm bu sergiye seçilmiş ol-
ması, işte bu açıdan ayn bir önem
taşıyor.
Maçka Sanat Galerisi 'nde sergi-
lendiğinde bambaşka açılımlara,
bambaşka yorumlara uzanan aynı
ış. Rotterdam'daki sergi için tasar-
lanmış kadar serginin bir parçası
haline gelmiş. "Amatabiibuyaprt-
lann ortaya çıkış nedeni bambaş-
Seramik sanatçısı Candeğer Furtun'un, başlı başına bir sanat ese-
ri gibi görünen finnı... (Fotoğraf. KAAN SAGANAK)
ürk lokumu gibi "Türk hamamı" da Avrupalılann gözünde hâlâ bize
özgü olgulardan biri değil mi? Candeğer Furtun'un çağdaş bir dille
konuşan yapıtının, Rotterdam'daki Etnografya müzesinde
gerçekleştirilen Batı ile Doğu'daki 'yıkanma kültürü' arasmdaki
farklılıklan irdeleyen 'Body Culture' sergisine seçilmiş olması, işte bu
açıdan ayn bir önem taşıyor.
ka" diyor Furtun. "Aklıma kesin-
likle hamam gelmemişti. Ama ya-
pıt, bakanlarla birükte bakan kişi-
nin birikimine de bağb olarak ay-
n anlamlar buluyor,yer değiştirin-
ceyorumlar da değişebiHyor. Ashn-
da iş, tek başına kendi düşünceie-
rimin bir yumağL" Furtun. bir yan-
dan da enstalasyon sanatçısı olma-
dığını vurgulamak istiyor: "Me-
kân. zaman zaman işlerimin bir
parçası haline geliyor. Eskiye oran-
la mekânı dahaçokgözönünde bu-
lunduruyonım, doğru. Ancak yap-
uğım işler, öncelikle kendi kendile-
rine birer yapıt"
Candeğer Furtun, 1980'lıyıllar-
da insanı anlatmaya başladı. Ve
malzemesinin toprak oluşundan
mıdır nedir, gövde sankı dillendi;
parmaklar, eller. bacaklar, sırtlar
aracılığıyla konuşur. derdinı anla-
tıroldu. Furtun. 20. yüzyılda özel-
likle fotoğraf sanatçılannın baş-
vurduğu bir yöntemi kullanıyor:
Gövdeyi parçalara ayınyor. Mini-
malizme figürlü bir karşıhk veri-
yor. Azla yetınmeyi seviyor, **az-
la daha çok şey anlatmayT seçi-
yor. Yorumdan kaçınıyor. Işleri.
yapay bırer mankenin parçalan gi-
bi görünürken bir yandan da insan
gövdesiyle neredeyse bire bir öl-
çüleriyle insanın. gövdenin halle-
rini yansıtıyor. Seri halinde torna-
dan çıkmış gibi olsalar da yapay
görünümlenne karşın gerçekle
bağlan sürüyor: Gerçekte olduğu
gibi duruşlarda, oturuşlarda, uza-
nışlardalar.
Toprağa el attığından beri adeta
canlı olan bu malzemeyi bir ifade
aracı olarak kullanan ve alışılagel-
miş seramik diliyle kolay kolay
'konuşulmayan' sözler söyleyen,
başka bır deyişle malzemesıne
başkaldıran. kolay kolay 'içinigös-
termeyen' seramiğın ıçini dışına
çıkaran. malzemenin sınırlannı
hep zorlayan Candeğer Furtun.
(gençliğinde ideali olan) heykele
daha yakm bir bakıma. Ama kırk
yıldır haşırneşirolduğu toprağı bı-
rakmaya da niyetli değil.
Bir kere toprak, zaman zaman
sınırlayıcı da olsa, konuştuğu dile.
anlattığı olgulara çok yakın. Fur-
tun toprağı seviyor çünkü, toprak
'alçakgönüllü' . "Bir malzeme
olarak pahalı olmayışL, bulunabi-
lirüğL. Yaşayan bir malzeme olu-
şunun yanı sıra kınlganhğı... Kınl-
gan bir malzemeyle çalışmanın
sunduğu özellikkrbenim düşünce-
me yakın geliyor. Elbette beni za-
man zaman sınırladığı da otuyor.
Bir kere seramiği belti bir şekilde
açabüirsiniz. ama açnğınız zaman
gereğinden fada lonİganhğayol aç-
ıtıış, yani ycteneğini gereğinden
fazla bir başka malzemeye uydur-
maya çabşnuş olursunuz. İncecik
bir demir çubuğun yaptığını sera-
mikleyapmaya kalknğınızda,yapıt
atölyeden galeriye kadar dayana-
mayabilir_"
Furtun'un atölyesı. toprağın
metamorfozuy la oluşmuş kınlgan
gövde parçalanyla dolu. Bir köşe-
de, fınnlanmadan bırakılmış bir
bacak, zamanın izini taşıyor üze-
rinde: eskimiş ve çatlamış, topra-
ğa yaklaşmış, metamorfozdan ön-
ceki haline benzemeye başlamış.
Başka bır köşede eller duruyor;
başka bir köşede ayaklar, parmak-
lar...
İnsan gövdesinın her zaman ol-
duğundan daha çok gündemde ol-
duğu, araştınldığı. sorgulandığı,
değiştinldiği, dönüştürûldüğü bir
dönemde Furtun'un işleri sağlam
bir zemine oturuyor. A1DS, öto-
nazi, plastik cerrahi, yapay organ-
lar, genetik, öte yandan savaş, şid-
det, trafik kazalan vs derken, ya-
şadığımız çağda en büyük coğraf-
yayı aslında insan gövdesi oluştu-
ruyor. Furtun, toprakparmaklany-
la bu gerçeğin üzerine basıyor.
Unutulmuş bir tiyairo - sinema emekçisini
yitirdik
Hümaşah
Hiçan'm
sessiz ölümü
TURHANGURKAN
40 yıl öncesinin sanat dünyasından sessiz-
ce bir yıldız daha kaydı. 1940 lann sonundan
1960'lann başına değin yaklaşık on beş yıl bo-
yunca birçok oyunda, birçok filmde adı ışıl-
dayan. sevilen, alkışlanan Hümaşah Hiçan'ı
bugün kaç kişi anımsayabilir? O, yaşı 60'la-
nn, 70'lerin üstündeki görmüş geçinrüş bir es-
ki kuşağın yıldızıydı. On beş yılhk bir zaman
dilimi içinde tiyatro sahnelerinde, o dönemin
kimi seçkin filmlerinde çoğu başrol olarak
karşısma çıktığı ızleyicinin yûreğinde yer et-
miş, beğeni ve alkış toplamıştı. Tiyatroda Ber-
kan, Göker, Birtan soyadlannı da kullandı.
Sanat yaşamına 22 yaşında başlayan Hüma-
şah Hiçan. en verimli çağında ailesel neden-
lerle sanat dünyasından elini eteğini çekmiş.
36 yaşında hem tiyatro hem sinema defterini
bir daha açmamak üzere kapatrruştı. Bugûn
onunla birlikte oynayan sanatçılann çoğu da
artık yaşamda değiller.
Oldukça uzun bir süre geçmiş. Yanm yüz-
yıl önce sinemanın başta gelen oyunculan ara-
sında anılan Hümaşah Hiçan, 35 yıldır unu-
tulmuş. Bu yüzden 72 yaşındaki sanatçının
ölüm haberi. sansasyon meraklısı medyamı-
zın pek de ilgisini çekmedi. Hümaşah Hiçan
döneminin siyah-beyaz filmleri. değer bilmez
yapımcılann elinde yitirilmiş olduğundan, bu-
günün kuşaklan onu ne yazık ki TV ekranla-
nnda da görme olanağından yoksun bulunu-
yorlar.
Asıl adı Hümaşah Göker olan Hümaşah Hi-
çan, 5 Mayıs 1925'te İstanbul'da doğdu. Or-
taöğrenim gördü. sanat yaşamına 1947'de açı-
lan Taksim'deki Açıkhava Tiyatrosu'nda
Muhsin Ertuğrul'un sahneye koyduğu Sop-
hokles'in "KralOidipus" trajedisiyle başladı.
1949'da İstanbul Şehir Tiyatrosu'na girdi.
100'e yakın oyunda rol aldı.
Hümaşah Hiçan'ın sinemaya girişi de aynı
tarihlere rastlar. Halk Sigorta Şirketi'nde me-
mur olarak çahşırken, I948'de Sami Ayanoğ-
lu'nun yönetmenliğini yaptığı "Harmanka-
ya" filmiyle beyazperdeye adımını attı.
1950'li yıllarda tiyatroyla birlikte sinema dün-
yasında da büyük bir üne kavuştu.
Dönemin Mahir Özerdem, Cahit Irgat, Sad-
ri Alışık. Kâni Kıpçak, Suavi Tedü gibi jönle-
riyle başrolde oynadı. Sahne deneyimi, yete-
neği ve güzei yüzüyle bu alanda da haklı bir
ün elde etti.
Nedret Güvenç ve Haluk Kurdoğlu 'Eskimeyen Oyun 'da renkli portreler
çizerken hirikimlerini, inceliklerini, yaratıcılıklannı katıyorlar
Usul usul güzel sonbahara dönüşmek...
SEVGİ SANL1
Her yanına çiçek yağmış. ışık için-
de yüzen bir erik ağacı ve 'nasıl iş bu'
diye soran Attilâ İlhan_.
"oysa ben akşam olmuşum
yapraklanm dökülüyor
usul usul
adım sohbahar"
Yaşlı ağaca nasıl çiçek yağar? Bunun
bir yolu torun sahibi olmak. Ama bir
yolu daha var. Yolun sonuna yaklaşır-
ken o hep beklenen can yoldaşına rast-
lamak.
'Eskimeyen Oyun'da birbirine el
uzatarak yaşlılığa yalnızlığa göğüs
germeye çalışan iki kişinin öyküsünü
kâh hüzünlenerek. kâh gülerek izliyo-
ruz. Melalden neşeye geçivermek Rus
sanatının bir özelliği. Atekseyi Nikola-
yeviç Arbuzov "melale aşina bir nesil-
den' ama onu iç karartan bir kasvete
dönüştürmüyor.
1908'dedoğanArbuzo\ 1920'li yıl-
larda yazmaya başladı. llk başansı,
'Tanya' (1939) nice Sovyet aktrisine
ün kazandıran bir oyundu. Bunu 'Av-
rupa Günlemi' (1953), 'AvarettkYüla-
n' (1954), 'On İldnci Saat' (1959) iz-
ledi. Aynı yıllarda yazdığı "KentteŞa-
fak' ve 'trkutskCMayı' Vakhtangov Ti-
yatrosu'nda oynadı. 1963'te70Rusti-
yatrosu aynı anda Arbuzov'un oyunla-
nnı oynuyordu. Ünü ülkesinin sınırla-
nnı aşmıştı.
1942'de Leningrad kuşatması sıra-
sında tanışan üç gencin 1960!
ta yeni-
den karşılaşmalannı ele alan 'Söz Ve-
rivorum' 1967'de Londra'da Jud\-
Tiyatro İstanbuTun "Eskimeyen üyunu"nda iki önemli oyuncu yer abyor.
Dench ve lan Mckellen, New York'ta
Bilsen Atking\e Ian McKellentarafın-
dan oynandı. Bu oyun Devlet Tiyatro-
lanmızda iki kez sergilendı. Birinci-
sinde genç kızı Işık Yenersu ikincisin-
de Zuhal Olcay oynadı. Erkek arkadaş-
lar değişmemişti. Alev Sezer ve Engin
Şenkan.
'Eskimeven Oyun' dünya prömiye-
rini 1975'tePolonya'dayaptı. 1976'da
Royal Shakespeare Topluluğu'nun en
gözde iki oyuncusu. Peggy Ashcroft ile
Anthony Quayley bu oyunu benimse-
diler. 1977'de Pans'te Edwige Feuille-
re oyuna 'Le Bateau pour Lipaia', "Li-
paia'ya Giden Gemi' adını taktı.
1978'de New York'ta başkadın rolünü
oynayan Marj' Martin seyircisine so-
racaktı: 'Do you turn Somersaults?'
(Perende atar nusuuz?)
1980-81 sezonunda Aakara Devlet
Tiyatrosu belkı aslına en sadık kalan
adı hıllanacakn. 'Eski Usul Komed-
ya'. Nurşen Girginkoç ile Nuri Altmok
unutulmaz bir Lidya ve Rodyon oldu-
lar. Nurşen Girginkoç bu rolü ile yılın
en başanlı kadın oyuncusu ödülünü ka-
zandı.
Şimdi bütün bu usta oyunculara iki
önemli ad daha katılıyor: Nedret Gü-
venç ile Haluk Kurdoğlu. Tiyatro 1stan-
bul'un 'Eskimeyen Oyun'unu görüp de
6
Yüz Yıluı PsikanaüzT
Kültür Servisi - Üç aylık dü-
şünce dergisi Cogito'nun do-
kuzuncu sayısı "Yûz Yıhn Psi-
kanalizi" Yapı Kredi Yayınla-
n'ndan çıktı. Cogito bu sayı-
sında Sigmund Freud'un psi-
kanaliz kelimesini ılk kez kul-
lanışının üzerinden yüz yıl
geçmesi nedeniyle 'Psikana-
liz' konusunu irdeliyor.
Freud •'Nevroz, Psikoz ve
Sapkuüık", "Aktanmnı Dina-
miği Üzerine","Psikanalitik
Tedavide Hekime Öneriler",
"Psikanalizin Yaran", "Üni-
versitede Psikanaliz Oğretme-
li miyiz" gibi orijınal metinle-
rinde psikanaliz kelimesini ilk
kez kullanıyor, psikanalizi an-
latıyorve eleştiriyor. Bumetin-
lerin çoğu şimdi Cogito ile ilk
kez Türkçede yayımlandı. Fre-
ud'un Fliess'a yazdığı mektup-
lar. George Sylvester VI-
ereck'in 'Sigmund Freud'la
Görüşme' başlıklı yazısı, Fre-
ud'un hastası Amerikalı ünlü
şair Hilda Doolittle'ın 'Günce-
si'nden kesitler, Madeleine ve
Henri Vermore'un Jung ve
Freud'un yazışmalannı değer-
lendirdikleri bölüm de dergide
Freud'un görüşlerinin buluna-
bileceği ilgi çekıci öteki metın-
ler arasında yer alıyor. Fre-
ud'un Fliess'a yazdığı şu satır-
lar ünlü bilim adamının çalış-
malan sırasmda karamsarlığa
düşse de umundunu yitirmedi-
ğini gösteriyor: "Şu sıralar bir
istekte bulunmaya bile hakkı
olmayan yararsız bir yaaşma-
cı olduğumu biliyorum, ama
bu hep böyle değildi ve böyle
kahnayaeak. Bende nekr olup
btttiğtni ise hâlâ bilmiyorum,
kendi nevrozumun en derinle-
rinden herhangi bir şey, nev-
rozlann anlaşılmasındaki bir
ilerlemenin karşısına çıktı ve
sen de bir biçimde bunun içine
çekiuniştin. Çünkü yazma ko-
nusundakiengeUm,bana ilişki-
mizi engellemek için adeta ıs-
marlama gibi geliyor. Bu konu-
da garantilerimyok, bunlar en
karanhk cinstcn duygular.
Acaba benzer birşey sende de
söz konusu değil miydi? Birkaç
gündürbu karanuktan ışıktan
gün ışığuia çıkışın izlerini görü-
yorum. Bu arada çahşmamda
çeşitli ilerlemelerde bulundu-
ğumu fark ediyorum."
Cogito'da psikanaliz üzen-
ne doğrudan Freud'un açıkla-
malannın yanı sıra bu kuram
üzerine yazılmış başka maka-
lelere de yer veriliyor. Sandor
Ferenczi Freud'la yollannı ayı-
ran makalesiyle psikanaliz ku-
ramına yeni boyutlar getirirken
Mustafa Safouan psikanaliz
öğretısinde kadın cinselliğinin
yerini anlatıyor. Psikanalist
Cogito'nun9. sayısında Freud
Talat Parman 'Psikanalist kim-
dir' sorusuna yeni cevaplar
aradığı dergide BeUa Habip de
çocuk psikanalizi tarihini an-
latıyor. Dergide aynca Meh-
met Ergüven, Tekifa Ikiz, Mu-
rat Kcmaloğlu. Catherine
Clement, Roger Dadoun. Eliz-
abeth Roudinesco'nun p-
sikanaliz üzerine yazılan yer
alıyor.
sevmeyen bir kişiye henüz rastlama-
dım.
Tiyatro dünyası bu. En iyi oyunlar
bile tartışılır. Oveni de yereni de bulu-
nur. Istanbul'daki oyunlan izlemek için
Ankara'dan gelen iki drama profesörü.
Sevda Şener ve Ayşegül Yüksel ile oyun
üstünde konuşuyorduk. Neden bu ka-
dar hoşlanmıştık bu gerçekten eskime-
yen oyundan? Bir kere Arbuzov tiyat-
royu çok iyi tanıyan bır yazar. Asla
ucuza kaçmıyor. Ama izleyiciyi ilgı-
lendirecek trükleri de avucunun içi gi-
bi biliyor. Sevda Şener, "Güzel yaa
hatta iyi şür yazmanın tiyatro için ye-
terli olmadığıru bizim yazarlarunız da
anlamalı" diyordu. Üçümüz de Gen-
cay Gürün'ün yapıtın Fransızcasından
yaptığı yeni çeviriyi yalın, işlevsel ve
akıcı buluyorduk. Engin Gürmen'in
rejisi temiz ve düzeyli, Nilgün Gür-
kân'ın kostümleri ve dekoru bir küçük
Rus kenti atmosferi belirlemekte yar-
dımcrydı.
Oyunculara gelince, Nedret Güvenç
ile Haluk Kurdoğlu bu iki renkli port-
reyi çizerken olanca bırikimlerini, in-
celiklerini, yaratıcılıklannı katıyorlar-
dı. Lidya Vasiliyevna Volinina yaşadı-
ğı her anın ayırdında olan bir kadın.
Bir Uzakdoğu bilgesi gibi biliyor ya-
şanan her an uyanık, her an diri olma-
lı. Kazancakis'in Zorbası nasıl her sa-
bah denizi yeniden keşfederse Arbu-
zov'un Lidyası da her şafak vakti gü-
neşi yeniden keşfediyor. llgisizler için
mucize yoktur. Bir hastanede aynı ko-
ğuşu paylaştığı u>xışuklan, miskinleri
rahat yataklanndan uğrarıyor aynı mu-
cizeyi paylaşmalan için. Nedret Gü-
venç, cana yakın, ölçülü oyunuyla ko-
ğuş arkadaşlannın ergeç ışı-
ğı göreceklerine inandınyor
bizi.
Dr. Rodyon Nikolayeviç'i
yola getirmek daha zor ola-
caktır. Işinin ehli, ama yüzü
gülmeye üşenen başhekim
duygulannı kış uykusuna ya-
tırrruştır. Genç eşini savaşta
yitirdiğinden beri. Ölen dok-
tor kadın her zaman genç ka-
lacak, Rodyon onun meza-
nndaki çiçekleri soldurma-
yacaktır.
Lidya tiyatro oyunculu-
ğundan sirkte gişe memurlu-
ğuna düşmüş, o da sevdiğin-
den aynlmıştır. Ama bundan
da bır tat alır. "Çünkü ayn-
hk da sevdaya dahil."
Nedret Güvenç'i ilk kez
'Portekiz Çiçeği' adlı çocuk
oyununda görmüştüm. Ha-
luk Kurdoğlu, Ankara'da
"Midas'ın Kulaldan" ilk kez
sergilenirken yakışıklı bir
Apollon'du. Her yanına çi-
çek yağmış ağaçlar. Zaman
boşa harcanmadı. Ne güzel
bir sonbahara dönüştünüz
usul usul.
BUAŞAMADA
ŞÜKRAN KURDAKUL
Aydınlıklar Aydınlıkçısı
Vedat Günyol
Kapılannı hangi güçlerin kapattığını sormaya bi-
le boş veren kimi gençlerin düşkün olduğu bir söz-
cük var günümüzde:
Çıkışsız...
Bizim kuşağın da, bizden öncekilerin de pek "aşi-
na" olmadığı sözcüklerden biri bu.
Yıkılmışlığı, boyun eğmeyi, bireysel güç yrtimini
simgeliyor çünkü.
I. Savaş sonrası okumuşlar Istanbul'un, Izmir'in
işgal edildiğini görmüşlerdi.
Bu türden, gizinde usa aykırılığın öğelerini taşı-
yan sözcüklerle ifade etmediler kendilerini.
II. Savaş yıllarında Nazizim; ırkçılık ve Turancılık
olarak yansımıştı ülkemize.
Sıkıyönetim mahkemeleri cumhuriyeti mi temsil
ediyordu, faşizmi mi belli miydi?
Dönemden kalan yapıtlara bakalım.
Kültür ve uygarlık savaşımından kaçmak yazar
mı.
Boyun eğiş, umutsuzluk, tükenmişlik yazar mı.
Karamsarlıkla kötümseriiği umut yitimine bağla-
yan kaç edebiyat adamı bulabilirsiniz 40 kuşağın-
da.
Sait Faik ki, birey olarak sanki acı çekmek için
gelenlerimizden biiydi dünyaya.
iyimser olamaması umutsuzluğa dönşütü mü...
Nâzım Hikmet ki, ölümün soluğunu duya duya
yaşadı parmakhklar ötesinde.
Bırakın umutsuzluğu, olanca koşullan varken ya-
kasını kaptırmadı kötümserliğe.
Bilmez olur muyuz, buralara kadar getirilmiş bir
ülkede tutunmaya çalıştığımızı.
Ayırdında değil miyiz, yeni bir "Meclis diktasrdö-
nemi açıldığının.
Görmüyor muyuz, aydın kesimdeki kopuşmuş-
luğu, umut kapısı sayılan partilerdeki benmerkez-
cilikleri.
Seferberlik ekmeği ile büyüyen Vedat Günyol,
bunca yıl gözünü kırpmadan yanıt verdı bu soru-
lara.
Babeuf ün Devrim Yazılan kitabını Sabahattin
Eyuboğlu'muzla birlikte çevirdiği için ağır ceza
mahkemelerinde yargılandığı zaman bile.
Türkiye Komünist Partisi'ni kurduğu ve yönetti-
ği savıyla kışlalara hapsedildiği 12 Mart'larda bile.
Devlet Tiyatrosu sanatçılannın Taksim Sahne-
si'nde adına düzenledikleri gece dolayısıyla genç
yazarımız Duygu Durgun'la yaptığı söyleşide şu
gerçeği vurguluyor aydınlıklar aydınlıkçısı.
Şimdi biz bir tüneldeyiz
Işığa doğru yol alıyoruz.
• • •
Vedat Günyol Orhan Burian'la birlikte çıkardık-
ları Ufuklar, dostunun ölümünden sonra, yıllarca
tek başına sürdürdüğü Yeni Ufuklar (Ekim 1953-Ka-
sım 1976) dergilerinde denemeci ve eleştirmen
kimliği ile kendisınden sonra gelen kuşakların gü-
venini kazanmıştı. Halide Edip, Hüseyin Rahmi,
Yakup Kadri, Abdulhak Şinasi, Peyami Safa gi-
bi II. Meşrutıyet ve Mütareke dönemlerinden gelen
romanctlarla birlikte Sabahattin Ali, Sait Faik, Or-
han Kemal vb. yeni edebiyat hareketınin öncüle-
rine uzak kalmamıştır.
Çağdaş Türk Edebiyatı'nda eleştirmen kimliğini
belırtırken şöyle yazmıştım:
"1940 'lı yıllardakiyazılannda gelişmeye yol açan
eskiyle birlikte gelişmeyi temsil eden yeninin öy-
küye ve romana kazandırdıklan nedir? 1920-1940
ile 1940-1950 yıllannda görülen toplumsal deği-
şim öykü ve roman yazılarımızı ne ölçüde etkile-
miştir? Ve bu etkilenme o yıllann ürünlerine ne öl-
çüde yansımıştır? Öykü ve romancılanmız genel-
likle hangi akımlara bağlı görünür? Bu türden so-
runlann karşılıklannı arar Vedat Günyolyazılannda.
Uzun incelemelerden, metın okumalanndan son-
ra özelden genele doğru gıtmeyi doğru gören bir
araştırmacının ürünüdür o yazılar."
Babeuf'den Sartre'a, Camus'ye, Kafka'ya, A.
Miller'e kadar çeviriler, çeviriler...
Doğan Hızlan'ın. "akılcılığın, devrimciliğin, eko~
nomik ve siyasal özgürlüğün, eşitliğin savunusu"
oiarak nitelediği sayısız deneme...
Dolu dolu aydınca bır yaratı dünyası.
Melih Cevdet'in dizelerini anımsamanın zama-
nıdır:
"Uyuyamayacaksın
Düzelmeden memleketin hali
Düzelmeden dünyanın hali
Gözüne uyku giremez ki...
Uyuyamayacaksın
Bir sis çanı gibi gecenin içinde
Ta gün ışıyıncaya kadar
Vakur, metin, sade
Çalacaksın."
Merhaba Vedat Günyol, merhaba.
Sanatçılar, hükümetin sanata
'zanaat' gibi yaklaştığını belirtti
4
Mffliyetçi kültür
politikası' üretiliyor
Kültür Servisi - Çeşitli
sanatçı örgütlerinden bir
araya gelen sanatçılar, ön-
ceki gün E\Tensel Kültür
Merkezi'nde düzenlenen
panelde REFAHYOL hü-
kümetinin kültür politika-
lannı eleştirdi.
PEN Yazarlar Derneği
üyesi öykücü Adnan Öz-
yalçmer, Ulusal Sanat Kon-
seyi Girişün Kurulu üyesi
ressam Ekrem Kahraman,
Türkiye Yazarlar Sendika-
sı üyesi yazar Tansu Bele,
şair, öykücü Gûlsünı Cen-
giz Akyüz ve Nâzım Hik-
met Vakfi 2. Başkanı Atil-
la Ergür'ün katıldıklan pa-
nelde, REFAHYOL hükü-
metinin milliyetçi, muha-
zafakâr yapısı içinde sana-
ta olumsuz yaklaşımı üze-
rinde duruldu.
Refah Partisi'nin bilim-
sel anlayıştan uzak, Türk-
Islam sentezine bağlı gele-
nekçi bir tavır içinde oldu-
ğunu belirten Atilla Ergür,
sanata ilişkın politikalann
evrensel değil milliyetçi bır
çizgide geliştiğine dikkat
çekti. REFAHYOL hükü-
metinin bilim ve sosyal bı-
limler alanında 1400 yıl
önceki yaşam tarzına dön-
mek istediğıni söyleyen Er-
gür "Baleyi müstehcen ka-
bul eden, klasik Türk mü-
ziği ve tasavvuf müziği dı-
şmdaki türleri yok sayan,
heykelleri put olarakgörüp
içine tüküren bu yaklaşım,
sanattan çok zanaatçı bir
yaklaşundır" diye konuş-
tu.
Sanatın geleneğe değil
geleceğe yönelik bir ka\ -
ram olduğuna dikkat çeken
Ergür, gelenekçi anlayışın
sanatın özü olan özgür ya-
ratıya karşı çıktığını belirt-
ti. Ergür. REFAHYOL hü-
kümetinin bilim ve sanat
adına hiçbir birikim ve
perspektife sahip olmadı-
ğını: olmayan bir şeyın ne
bakanlığından ne de polıti-
kasından söz edilebileceği-
ni beurtti.