Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
- 2024
- 2023
- 2022
- 2021
- 2020
- 2019
- 2018
- 2017
- 2016
- 2015
- 2014
- 2013
- 2012
- 2011
- 2010
- 2009
- 2008
- 2007
- 2006
- 2005
- 2004
- 2003
- 2002
- 2001
- 2000
- 1999
- 1998
- 1997
- 1996
- 1995
- 1994
- 1993
- 1992
- 1991
- 1990
- 1989
- 1988
- 1987
- 1986
- 1985
- 1984
- 1983
- 1982
- 1981
- 1980
- 1979
- 1978
- 1977
- 1976
- 1975
- 1974
- 1973
- 1972
- 1971
- 1970
- 1969
- 1968
- 1967
- 1966
- 1965
- 1964
- 1963
- 1962
- 1961
- 1960
- 1959
- 1958
- 1957
- 1956
- 1955
- 1954
- 1953
- 1952
- 1951
- 1950
- 1949
- 1948
- 1947
- 1946
- 1945
- 1944
- 1943
- 1942
- 1941
- 1940
- 1939
- 1938
- 1937
- 1936
- 1935
- 1934
- 1933
- 1932
- 1931
- 1930
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
SAYFA CUMHURİYET 7ARALIK1997PAZAR
8 PAZAR YAZILARI
Mağdur durumuna düşen caniMarcus Harvey öyle bır resım yaptı
ki, hayatı değişmedi belki, ama en
azından altüst oldu. Büyük reklam
panolan boyutunda yaptığı ve
Londra Kralıyet Akademisi
salonlannda sergiledığı tablosunu
kımi kızgın izleyiciler boya atarak,
kimi'en de kesici aletlerle yırtarak
tahrip ettıler.
Saldınlar o kadar ciddi boyutlara
ulaştı kı tabloyu onararak telcrar
yerine koyan ve sergilemeyi
sürdüreceklerini belirten akademi
yetkilileri, bu kararlılıklannı ifade
ederlerken bir yandan da "Yeter ki
çaltşanlanmıza zarar vermesinler"
demek zorunda kaidılar.
Birdenbire Harvey'ı neredeyse
u
öWürdüğü kurbanlannın kanı>1a
tabtolar yapan bir ressam" durumuna
sokan bu öfkenin nedeni. sanatçının
çocuk elleri figürü kullanarak bir
kadın portresi yapmış olması. Ama
düpedüz ılkel sayılacak bu tür
tepkilere yol açan tablo sıradan bir
kadının portresi değil. Çünkü
Harvey'in minicik çocuk elleri
kullanarak yaptığı portredeki kadın,
yani Myra Hindley bir çocuk katili.
Kamuoyunun önemlice bir bölümü
sanatçının tablosundaki bu bileşkeyi
işte bu yüzden iğrenç buldular.
Raslantıya bakjn ki Marcus
Harvey'in Ianetlenmesine yol açan
bu tartışmalann yapıldığı sıralarda
bendeniz de Enrico Ferri'nin Sanatta
ve Edebiyatta CanOer adlı kitabını
yıllar sonra, ikinci kez
okumaktaydım. Ferri'nin "Uzun
zamanlar boyunca, caninin dış ve iç
görünüşünü tespite ve tahKJe çahşan
tek alan sanat olmuştur" diye yazrruş
olmasma takılarak Harvey'in de
tablosunu bu niyetle yapmış
olabileceğini sandım önceleri. Ancak
ressam beni mabçup ettiği gibi.
yukandaki saptamanın da adamı
olmadığını "Yaparken ben de
rahatsıdık duydum" dıyerek
kanıtlamış oldu. Dolayısıyla
Ferri'nin "sanatçının, hayali
düşünceter ve duyguiar âieminin
karmaşıklığı içinde yolunu şaşırdığT
tespıtini de haklı çıkardı.
Bence de Harvey, sanatın caniyi
tespit ve tahlil etme işlevini yerine
getiremeyecek kadar "yohınu
şaşınrnş" bulunuyor.
Tablonun neden bu kadar tepki
aldığını anlatmayı deneyeyim.
Birçok kişinin kizgınlığının bence en
önemli nedenlerinden bıri Harvey'in
bu portreyi çok yanlış bir zamanda
yapmış olması. Çûnkû şu sıralar
Hindley ile ilgili bir tartışma
kamuoyunu neredeyse ikiye bölmüş
durumda. İngiltere lçişleri
Bakanı'nın da katılmak gafletinde
bulunduğu bu tartışmalar Hindley'ın
serbest bırakılıp bırakılmaması
LONDRA
MUSTAFA
KEMAL
ERDEMOL
üzerine. 1965 yılında dört çocuğu
öldürmekten suçlu bulunan bu
kadının otuz yıldır içeride olmasını
yeterli bulanlar artık serbest
bırakılması gerektiğini söylüyorlar.
Çünkü yasalar uyannca
ömürboyu hapse mahkûm olanlar
otuz yıllık bir sürenın ardından
serbest bırakılıyorlar. Adaletin herkes
için eşit olması gerektiğine inananlar,
benzen durumdaki başka
mahkûmlara uygulanan bu yasadan
Hindley'in de yararlanmasını
istiyorlar. Ilginçtir, böyle
düşûncelerin oluşturduğu
kampanyamn başını adaletsizliğe
canilerin bile uğramaması gerektiğini
söyleyen. Tann'nın da bundan pek
hoşlanmayacağını savunan din
adamlan çekiyor.
Din adamJannın yönettiği bu
kampanyaya, insanlık adına Allah'ın
adaletini isteyen sıradan Hıristiyanlar
ıse karşı çıkıyorlar. Çok tuhaf bir
durum yani. Televizyondaki bir
tartışma programında din adamlan
bir hukuk düzeninde, dini gerekçeler
kullanılarak halkı bu tür
cezalandırmalar konusunda
koşullandırmanın doğru olmadığını
bile dile getirdiler. Hindley'in
Allah'ın gözünde de suçlu olduğunu.
ancak insanlann adaletince
cezalandınlan kadının, bu ceza
süresinı çoktan aştığını vurgulamayı
da unutmadılar.
Harvey tablosunu tam bu
tartışmalann sürdüğü bir zamanda
yaptı. Cinleri tepesine çıkmış
yüzlerce kişi. portreyi hangi niyetle
yaptığını bile bilmedikleri sanatçının,
Hindley'ı bır sanat esenne konu
yapmış olmasına tahammül
edemediler.
Oysa portre, Hındley'i hiç göımemiş
olanlann gözünde yarattığı ımaj
açısmdan, onun ölünceye değin
ıçende kalmasını isteyenlerin işine
gelirdi. Çünkü Harvey, kadının
portresini onu en çırkin halınde
gösteren tek bır fotoğrafina bakarak
yapmıştı. Halbuki kızgınlar bıralun
böyle düşünmeyi, portrenin yapılışını
bile, Hindley'in serbest bırakılması
için başlatılan kampanyaya sanat
yoluyla destek vermek olarak
anladılar.
Olay. bir caninin nasıl mağdur
durumuna sokulduğunu göstermesi
açısından da ılgınç. Yüksek
Mahkeme önümüzdekı günlerde
toplanarak Myra Hindley'in
durumunu yeniden görüşecek.
lçişleri Bakanı JackStravv'un
mahkemenin toplanmasuıı
beklemeden Hindley'in ömrünün
sonuna kadar cezaevinde kalacağını
açıklaması, adaletin mantığıyla
bağdaşmıyor. Dört çocugun katilinin
mağdur duruma düşmesinde en son
etkeni bakanın açıklaması
oluşturuyor.
Sanatçının zamanlama konusundaki
talihsizliğini anlayabiliyor musunuz?
Ama onu yolunu şaşıran bir adam
konumuna sokan bu yani değil.
O, tablosuyla sanatçının caniyi tahlil
etme işlevini değil, sadece tespit
etme işlevini yerine getirebildi.
Bu tespiti de çirkin cani kadın
portresiyle yapması onu, herkesin
adalete ihtiyacı vardır diye düşünen
din adamlanndan bile geride
bırakmış oluyor.
Çünkü din adamlan otuz yılın bir
mahkûm. için yeterli olduğuna inarup
serbest bırakılmasını isterlerken
Harvey belki de farkında olmadan
toplumun bir suçluyu cezaJandırma
eğilimlerine uygun olarak yaptığı
çirkin kadın portresiyle, sıradan
insanlann faşizminin saflanna
düşmüş oluyor.
Eğer Marcus Harvey bu tavnnda
bilinçliyse. Marmaris'te ne güzel
tablolar yapardı Allah bilir!
Yenifrankkorkusu
PARİS
MtŞEL
PERLMAJN
Kaygı dönemıne girdik şu sıralar burada.
Her şey toz pembeydi de ancak şımdılerde
mı boy gösterdı ekonomık ve parasal
problemler? Elbette kı hayır! Ozellikle
finans dünyasındakı sorunlar. Ve bunun
çerçevesinde, I5'lenn kararlaştırdığı
ortak para binmı Euro. Anımsıyorum, 50lı
yıllann sonlannda iktidar koltuğuna
yenıden cafcaflı bır şekılde ıvıce yerleşen
General De Gaulk, Ekonomı ve Malıye
Bakanı görevıne getirdiği "usta" Antoine
Pinay'e köklü bir para reformu yaptınrken
gerçekten, büyük çapta bır olay yaratmıştı
adeta. Dördüncü Cumhunyet' ten kalma.
daımi tırmanış içındeki Frank ilelebet o
haliyle ortalıkta kalamayacağına göre...
Evet efendim, kalamayacak da ne olacaktı
yani? Yanıt gayet basit doğrusu. Ulusal
para biriminin 100 frankı bir franka
indirilince para da yeni yerine oturmuş
oldu. Yani enflasyon sonucu o kocaman
tutarlar aniden ortalıktan kayboldu. Lakin,
etrafi da kaygı sarmadı değil... Breh. breh,
breh! Sokaİctakı adamın korkusu ortalığa
egemen oldu. Ceptekı yüzlük bire düşer de
tepki yaratmaz mı yani? Şimdi, sen gel de
anlat bakalım, parasal operasyon nasıl
oluyormuş. Beti benzi atmış birçok kişi
"Marko paşa"nın kendilerine sağladığı
bilgiyi "sindinneye"başladı. Sakın
yanılmayın. Bu "Hndirim" durumu 50'li
yıllara ılışkın. Euro ıle ilgili olanı ise
birkaç gün önce arzı endam etti! îlgili
mercıler Avrupa'nın ortak parası hakkında
bilgi içeren broşürleri halka dağıtmaya
başladı. Finansal operasyonlann
çoğunluğu. l Ocak 1999'dan itibaren
gerçekleştınlebılecek. 2002 yılında da,
banknotla bozuk para gündeme gelmiş
olacak. General de Gaulle dönemindeki
parasal reformun uygulanışı sırasmda
"yeni frank" biriminin sokaktaki adamı ne
denli ürküttüğünü görmeyen kalmamıştı.
Kimileri de. bir ara. devletin kendilerinı
"soyduğu" savını öne sürdü. Bistrolarda
şarâbını ıçen "kurmaylar"ın
değerlendirmelennı de duyacalctınız! Bu
arada, "eski frank". "yeni frank" aynmı
uzunca bır zaman sürdü. Fransa'da
inanmayacaksınız belki, fakat kimileri hâlâ
"eski frank" deyip yaşamını sürdürüyor.
Bu arada, son günlerde yayımlanan bir
kamuoyu yoklamasında, Fransızlann yüzde
53'ünün Euro'nun başlangıcını kaygıyla
bekledikJeri ortaya çıktı. Fakat, buna karşı.
yüzde 57'sinin Euro uygulamasını olumlu
karşıladığı saptandı. Ancak her şeye
ragrnen Fransızktnn yüzde 57'si de, -
Euro'nun, ekonomiye olumlu etkilerde
bulunacağı kanısını savunmakta.Öte
yandan, halkı aydınlatmak üzere
düzenlenen ve 39 milyon franka mal
olacak tanıtma kampanyası dikkatle
izleniyor. 16 sayfadan oluşan 22 rrulyon
broşür basılacak. Euro'nun ilgili tüm
yerlere ulaşması için çok yoğun bir çalışma
başladı. Herkesin mümkün olduğu kadar
bilgilendirilmesi de kararlaştınlmış
önlemler arasında yer almakta.Geçen
günlerde Euro'yu kamuoyuna açıklayan
Ekonomi ve Maliye Bakanı Dominique
Srrauss Kahn, kımı lehte. kımi de karşıt
olabılir "fakat bundan kuşku duvan arnk
yok gibidir" derken kapanmakta olan bir
dönemden söz etmekteydi artık.
Hayvanla insanın dostluğu
na inat ınsanlarla hayvanlann ne kadar kolay dost olabildiğini gösteriyor. Rusya'nın StPetersburg
kentindeki bu parka gezmeye geienier. yavru ayıyla sahibini çok iyi tanıyoriar. Yavru ayının sahibi,
ekmek parası kazanmanın yolunu bulmuş. Her gün parka gelerek 2 dolar karşılığında. hayvanse-
verlerin yavru ayıyla birlikte fotoğrafını çekiyor. (Fotoğraf: Reuters)
Hayyam'dan
Amin
Maalouf'a
MOSKOVA
HAKAN
AKSAY
Galiba pek çok solcunun
solculuğunun iskeleti,
sağcılığa tepkiden örülü. Ve
bu yüzden, pek çok politika
ve tutumun özünde yalnızca
"antidKk'' yatıyor. Temel
hedef "düşmanla asla aym
göriişte ounamak" olunca
zaman zaman ganp
durumlara düşülüyor. Bazı
tarihi ve ulusal değerler
kapanın elinde (genelde de
hep sağ elde) kalıyor.
Sözgelimi, Türki ülkelerle
yakınlaşma çabası, solun bir
bölümüne milliyetçilik
sinyalleri verdiği için fiilen ^--
reddetme anlarruna gelen bir
kayıtsızlık yaşanıyor. Oysa
söz konusu halkJarla öyle çok
ortak özelliğe sahıbiz kı. Bu
sadece benzer dillerden ibaret
değil. Koskoca bir kültür
mirasındaki ortakJıldar var
her şeyden önce.
Örneğin, şu anda
Özbekistan'ın sınırlan içinde
kalan Semerkant. bizım
tarihimiz açısından da önemli
bir kent. Onun gibi, biraz da
biz kokan daha nıce kentler.
alnımızda benzer çizgiler
taşıdığımız daha nice halklar
var.
Bunu Amin MaatouTun
Semerkant adlı romanını
okurken bir kez daha
düşündüm. (Yapı Kredi
Yayınlan, çeviren: Esın Talu-
Çelikkan) Kısa sürede keyifle
okuduğum seçkin bir kitap.
Okurken hep bazı dostlanma
mutlaka önermem gerektiğini
düşündüm. Konusu bir yana,
dili çok akjcı ve üslubu
mütevazı.
1072 yılında Ömer Hayyanı
ile Semerkant'ta başlayan bir
serüvenin 1912'deTitanic
faciasıyla bitmesini (ya da
bitmemesini) anlatan öğretici
birroman. Bir elyazmasının
(Rubaiyat) yazılışı ve
yüzyıllar sonra okunuşu
üzerine, tarih üzerine, Iran
üzerine, Türkler de dahil
çeşitli halklar ve önderler
üzerine, iktidarlar ve aşklar
üzenne yazılmış. Ve herhalde
daha pek çok şey üzerine.
(Kitap anlatmayı hiç
sevmediğim ve bunu yazara
saygısızlık olarak gördüğüm
için. bu cümleyi eklemek
zorunda hissettim kendimı.)
"Şairler ve Sevgililer" adlı
ilk bölümünün başında, nice
yobazın tannsızlıkla ve
ayyaşhkJa suçladığı Ömer
Hayyam'ın şu dörtlüğü var
"Kim Senin Yasanı çiğnemedi
ki, söyle?
Günahsız bir ömrün tadı ne
ki, söyle?
Yaptığım kötülüğü, kötülükJe
ödetirsen Sen, Sen ile ben
arasında ne fark kalır ki,
söyle?"
Bunu ve kitaptaki pek çok
zeki dörtlüğü okudukça,
sabırsızlıkla Hayyam'ı
yeniden okuma isteğine
kapıldım. Hayyam hayranı
bir sevgili dostumun yıllar
önce bana hediye ettiği
Bugünün Diliyle Hayyam
(Say yayınlan, A. Kadir) adlı
kitaba sanldım. Ve keyifle
okudum. Okurken de, bir
büyük adamın "Bir kitap
^eğerbirkez daha
okunmayacaksa, neden
okundu ki?" diye ifade ettiği
yargısına yeniden hak
verdim.
Ömer Hayyam'ı ne kadar
okusak az. tşte
Semerkant"tan. Hayyam'ın
güzel, çekici, akıllı. ama
iktidar hırsıyla yanıp tutuşan
sevdiğine, saray
entnkalannın yoğunlaştığı
bir dönemde söylediği sözler:
"Bir Türk sultanınm veledi
bir başka veledin yerine
geçiyor, bir vezır diğerini
deviriyor, Tann aşkına,
ömrünün en güzel yıllannı bu
canavarlann kafesinde nasıl
geçirirsin?
Bırak birbirlerini
boğazlasınlar. Güneş daha az
mı parlayacak. şarap daha mı
tatsız olacak?
Benimle gel.
lki saat içinde sarhoş olup
gider yatanz "
Amip Maalouf 'tan
daha önce de, başlangıcında
doğduğum kentin anlatıldığı
Doğu'nun Limanlan
romanını okumuştum. Şimdi
öteki tüm romanlannı da
okuma karanndayım. Akıllı
olduğu kadar duyarlı, derin
ve mütevazı bir kalem.
Okurken onunla dost
oluyorsunuz...
1949 "da Lübnan'da doğmuş
Maalouf. Ekonomi ve
toplumbilim okumuş. Sonra
gazeteciliğe başlamış. Bugün
Paris'te yaşıyor. Asya'yı ve
Akdeniz'i gerçekten iyi
biliyor. Kitap fuan nedeniyle
geçenlerde Türkiye'ye gelen
bu gerçekten önemli adamı
tanıma firsatı bulanlara
doğrusu imrendim.
ÖRÜŞ/Pvof. Dr. A. SUAT BİLGE
Türkiye ile Yunanistan arasında dostluk
kurulunca Patrike itibar gösteriliyor. 7 Ocak
1930'da seçilen Fotios'a Türk makamları
Başpapaz yerine Patrik diye hitap ediyor-
lar. Türkiye'ye gelen Yunanistan başkanla-
n, ömeğin Venizelos ve Çaldaris Patriki Fe-
ner'de ziyaret ediyorlar.
İkinci Dünya Savaşı sonunda Türkiye ile
Yunanistan, Sovyetler Birliği'nin tehditleri ile
karşılaşıyorlar. lki memleket arasındaki iş-
birliği artıyor. Bu işbirliğine, Amerika Birle-
şik Devletleri destek veriyor. Amerika. Sov-
yetler Birliği ile mücadele ederken çoğun-
luğu Ortodoks olan Sovyetler'e karşı Fener
Rum Ortodoks Patrikhanesi'nden yarar-
lanmayı düşünüyor. Bir iddiaya göre Sov-
yetler Birliği'ne eğilimli, diğer bir iddiaya
göre akıl hastası olan Patrik Maksimos is-
tifaya zorianıyor. Yerine 1948 yılı kasım aym-
da Kuzey ve Güney Amerika Başpiskopo-
su Athenagoras Patrik seçiliyor. Yeni Pat-
rik Amerika Biıieşik Devletleri Başkanı Tru-
man'ın özel uçağı ile 26 Ocak 1949 günü
Türkiye'ye gelip görevine başlıyor. Athena-
goras, Cumhurbaşkanı I. inönü tarafından
Çankaya Köşkü'nde kabul ediliyor. Lo-
zan'dan sonra Başpapaz denilen Patrik,
Amerika Birleşik Devletleri Başkanı' nın özel
temsilcisi gibi karşılanıyor.
Athenagoros'un ilginç bir kişiliği var. Di-
ni görevine 1910 yılı temmuz ayında Ma-
nastır'da başlıyor. Metropolit Stephonos
kendisine dini okulları yönetme görevini ve-
riyor. lki yılda Metropolit Sekreterliği'ne yük-
seliyor. O yıllarda Manastır'da 30 bin Türk,
15 bin Rum, 5 bin Bulgar ve 3 bin Sırp ya-
şıyormuş. Athenagoras buradaki Mevlevi ve
Bektaşiler ile dostluk kurmuş.
Hatta Mevleviler kendisini ayinlerine da-
vet ediyorlarmış. Athenagoras daha sonra
Atina'da Dini Meclis Sekreteri oluyor. 1923
yılında Korfu Metropolıti oluyor. Görevle-
rinde kilisenin millıleşmesinden ziyade ev-
renselleşmesi görüşüne taraftar gözükü-
yor. Athenagoras 1930 yılında Amerika Or-
todoks Kilisesi'ne Başpiskopos oluyor.
Athenagoros, Amerika'daki Ortodoks Kili-
selerini örgütlüyor, modernleştiriyor ve Bos-
ton'da bir din akademisi kuruyor. Yunanis-
tan'daki siyasi gelişmelere bulaşmıyor, ta-
rafsız kalıyor. Athenagoros Amerika'da Baş-
kan Roosevelt ve Truman ile tanışıyor.
Başkanları Beyaz Saray'da ziyaret ediyor,
Fener Rum Patrikhanesi (3)onlarla mektuplaşıyor. Amerika'da çoku-
luslu, çokdinli bir devletin başarılı olmasın-
dan etkileniyor. Athenegoras, Fener'deki
görevinde Istanbul ile Moskova Ortodoks
Kiliseleri arasındaki dini görüş aynlıklannı gi-
deriyor. Ortodoks kiliselerini bir araya geti-
riyor.
Athenagoras, Istanbul için: "Biz Türkiye
vatandaşı Ortodoks Rumlan, sadık vatan-
daşlanz, sadece anayasaya saygı gösteril-
mesini istiyoruz. Burada üç bin yıldan be-
n kendi evimizde olduğumuzu da biliyoruz"
diyor.
Athenagoras, Rum azınlığını Türkler ile kay-
naştırmak için çaba gösteriyor. Türklerin
dini bayramlarını kutlayan bildiriler yayım-
lıyor. Hatta Patrikhaneye, diğer kamu bina-
lan gibi Türk bayrağı astınyor. Türkiye ile Yu-
nanistan arasındaki kültürel ve turistik iliş-
kileri arttırmaya çalışıyor. Güzel ilişkiler, Kıb-
rıs bunalımı ile bir anda bozuluyor. Athena-
goras, Makarios için "Sonımluluğunu ölçe-
medi. Bu siyasi rolü oynamamalı idi" diyor.
Kıbrıs'ta, 1954 yılı sonunda, Yunan hükü-
metinin desteği ile tehdiş başladı. Ada Rum-
lan Başpiskoposun güdümü altında 1 Ni-
san 1955 günü Enosis'i yani Yunanistan ile
birleşmeyi denediler.
Türkiye, adadaki Türk toplumu ve kendi
güvenliği için kaygılandı. Rusya eski düş-
manı. Aşırı sol hem Yunanistan'da hem de
Kıbns'ta güçlü idi. Enosis, Türk savunma-
sınıçemberiçinealacaktı. "Kıbrrs, Türkiye'nin
karnı altında. ...Türkiye, bu tenlikeyi göze
alamaz." Bu sözleri söyleyen Athenago-
ras'dır.
Londra Konferansı'nda Yunan delegesi,
Türk halkı Kıbns ile ilgilenmiyor, diyor. Ar-
kadan Istanbul'da 5-6 Eylül olaylan patlı-
yor.
Olayları hatırlayan Yunanistan Dışişleri
Bakanı E. Averoff, Makarios'a 19 Nisan
1963 tarihinde yazdığı mektupta Zürih-
Londra anlaşmalannın tek taraflı olarak de-
ğiştirilmesinin Yunanistan'a ve başta Pat-
rik olmak üzere Türkiye'de yaşayan Rum-
lara zarar vereceğini açıkça belirtmiştir.
Kıbns bunalımı, Athenagoras'ın Istan-
bul'da Rum ve Türkleri banştırma çabala-
nnın meyvelerini yok ediyor. Türk devletine
tam sadakatı, Yunanistan'da bazıları tara-
fından Yunanistan'a karşı hainlik olarak ilan
ediliyor. Makorios'u kınamayı ret etmesi de
Türkiye'de aşın milliyetçiler tarafından Eno-
sis'in gizli yanlısı olarak suçlanıyor. Kıbns
uyuşmazlığının her bunalımı, Istanbul'da
Patriki ve Rum toplumunu sarsıyor. Maka-
rios'un 1963 yılı sonunda başlattığı kanlı
Noel olaylan, daha sonra Rumların Türkle-
resaldırmaları Türkiye'nin her yerinde, özel-
likle Istanbul'da Türkleri galeyana getirdi.
1964 yılında başında Patrikhanenin sınır dı-
şı edilmesi istekleri yeniden gündeme gel-
di. 1966 yılı haziran ayında bir milletvekili
Patrikhanenin ve Heybeli Ruhban Oku-
lu'nun kapatılmasını önerdi.
Athenegoras sonunda suskunluğa gö-
müldü.
Athenagoras'ın çalışmalannı özetledik.
Bununla Fener Rum Patrikhanesi'nin için-
de bulundugu çıkmazı vurgulamak istedik.
Patrik bütün çabalarına ve Amerika Birle-
şik Devletleri Başkanı'nın desteğine rağ-
men Türk-Yunan ilişkilerinde olumlu bir rol
oynayamamıştır. Şimdiki Patrik Bartolo-
meos için de ayın şeyleri yazmak mümkün-
dür. 1995 yılı temmuz ayında Vatikan'da
Papa II. Paul'ü ziyaretınden sonra yayım-
lanan ortak bildiride: Papa ve Patrikin din-
ler arasındaki diyaloğu teşvik ettikleri ve
Avrupa Birliği'nin sınırlannın doğuya geniş-
leyerek gerçekleşmesi için dua ettikleri be-
lirtilmiştir. Bartolomeos'un Türkiye'nin Av-
rupa Birliği'ne alınmasına taraftar olması
başında çıkan haberiere göre Yunanistan'da
tepki yaratmıştır. Türk-Yunan iş Konseyi'nin
1997 yılı mayıs ayında Istanbul'da yaptığı
toplantıda Bartolomeos "Birleşik Avrupa'da
Türkiye'ye yer vardır. Türkiye'nin en yakın
komşusu olarak Yunanistan da bu amaçyö-
nünde çaba harcamalıdır... Bir arada kar-
deş gibi yaşamayı öğrenmeliyiz, yoksa bu-
dalalar gibi yok olup gideceğiz" demiştir.
Bu sözler Atina'daki politikacılar üzerinde
bir etki yapmamıştır. Yunan basını da Türk-
Yunan ilişkilerinin gelişmesi için bu olumlu
sözleri Yunan halkına duyumnamıştır.
SÜRECEK
Ne içindeyim zamanın...Ansızın yüreğinde tutuşan kibirli
yangmia başetmeye çalışırken,
tam da akşam üstü, tam da
kendisiyle en banşık olduğu bir
zamanda geldi o kınk mesaj.
Gözlerinde kıvılcımlarla. geçen
günün hesabını görüp. ufku yeni
yeni kararmaya başlayan
şehre inmeye daha hazır değildi.
Gazetede önce güleç yüzünü
gördü Attila'nın, sonra şiiri.
Dalgın bir gülümsemeyle şaşkın
bir özleyişle okurken telefon çaldı.
Kısa. belki biraz hüzünlü. ama
yine de neşeli bir görüşmeden
sonra her şeyi yüzüstü bırakıp
çıktı dışan.
Caddeyi boydan boya geçerken,
sıçrayan sulara aldırmadan
yürürken. gelip geçenleri kayıtsız
gözlerle seyTederken, aslında
mutsuz ve umarsızdı. Birdenbire
karşısına çıkan, evsiz barksızlann
gazetesinı ürkek bir bakışla. cılız
bir umutla uzatan genç kıza. ama
gülümseyerek. sevinçle, bir
mucizeye bakar gibi baktı.
tncecik, bir deri bir kemik kızın
olağanüstü güzel yüzünde takılı
kaldı gözleri. Sicim gibi yağan
yağmur, saçlannı yapıştırmış.
Modigiiani'den bir tablo gibi
duruyordu kız karşısında.
"Gazete ister misiniz?" diye sordu
kız incecik bir sesle, "ya da bir
küçük bağış belki?"
Biraz önce, telefonda "Mesajımı
aldın mı?" diye soruyordu Alpay.
Aldım dedi. derin bir nefes alarak
"Ne içijıdeyiın zamanın" şıirini
Atilla'nın köşesinde okuyunca
"İçim murada ermiş/ Abasu
postsuz bir derviş" diye
mınldanarak dolanmış
koridorlarda, sonra dayanamayıp
çıkmıştı işyerinden. Tanpınar'ın
şiirini 50'sine merdiven
dayayanlardan birisi olarak derin
bir yorgunlukla okurken yüreğinin
üstünde ince bir sızıydı duyduğu.
ESSEN
GÜRAY
ÖZ
Sessiz, sakin sokaklarda
gezinmek, derinliğinde boğulmak
için yalnızlığını çoğaltan bu
akşam üstünün. üstüne çöken
garip bir hüzünle, çaresizlikle.
yetkin bir anı yaşamanın tedırgin
sevinciyle yürüdü. Kökü yüreğinin
içinde bir sarmaşık olan dünyayla
yeniden banşmak.
u
ma\i masmavi
bir ışık ortasında yüzmek" için
yürüdü gecenin esmer karanlığına
doğru. "Bir yerlerde bir şiir daha
ounak, bir yerlerde bir
gülümseme, bir sevinç, bir inkâr
olmab" diye düşündü.
Dağlardaki isyanlan, şehirlerdeki
isyanlan, yüreklerdeki isyanlan,
her şeyi yeniden yeniden
başlatan bütün geçip gitmiş
isyanlan düşünerek, karanlıkta
göz kırpan fosforlu ışıklarla
kendini süslü bir cadıya
benzeten şehre öfkeyle,
bıkkınlıkla, acıyla baktı. Geceyi
bekleyen sessizliği, sımsıkı
kapattığı dudaklanyla
hapsederken göğsünde, gıttikçe
kaybolan gürültüsünü dinledi
şehrin. Uzaklarda, uzaklardaki bir
yerde. bir ağlama sesi duydu;
sessizliği daha da büyüten bir
yakanş duydu; çölde bir
kertenkelenin kumlardaki izini
gördü, hışırtısını dinledi; denızin
kayalara çarpan taşkın sesini
hissetti uğuldayan kafasında.
Yürüdü: Istanbul'daydı. yürüdü;
lzmir'de Pasaporrun oralarda bir
yerdeydı, yürüdü; bir aşk sızısının
resimleri belirip kayboldu
gözlerinde, yürüdü; bir çocuk tuttu
ellerinden, yürüdü; gece
ayışığında karlar içindeki bır
kuzey şehnni hatırladı. yürüdü;
sular sıçradı üstüne ve her şeye.
Kahvelenn san ışıklanndan;
yağmurdan kaçışan, saçaklann
altına sığınanlann kederli
>
r
üzlerinden, hepsinden kendine
bulaşan yapışkan yorgunluğa,
yağmura aldırmadan,
otomobillere, otomobillerin
canhıraş feryatlanna ve daha pek
şeye aldırmadan caddenın
ortasından yürüdü.
Evsiz barksızlann gazetesini
satan Modigliani'nin
resimlerinden çıkmış genç kız işte
tam o sırada çıktı karşısına.
"Gazete ister misiniz, ya da bir
küçük bağış belki?" "Âh gazete,
tabii, bir küçük bağış. tabü. tabiL.
Şöyle kenara gelin, ıslanmayın!" 2
marklık gazeteyi 5 mark verip
alırken daha da arttı kederi.
Yıllar önce karaladığı
bir şiirden iki satın usulca
mınldandı kıza: "onulmaz yaralar
fükenir bir gün/ yüzün sararmış
kuru otlar gibi/ gövden gökyüzü"
Bilmediği bir dilden sözlen
gülümseyerek kendine fısıldayan
yabancıya yeniden gülümsedi
evsiz barksız kız..
Gülümseme şiirden daha güzeldi,
daha hüzünlüydü, daha yakıcıydı,
daha sevdalıydı. tnce uzun
boyunlu kız bir başkasma doğru
uzatırken ıslak elleriyle, pejmürde
dergisini. o iki saattir içinde
büyüyüp duran şıiri yeniden
tekrarladı; "ne içindeyim zamanın/
ne de büsbütün dışında." Islak bir
ceylana benzeyen ve umutsuzca
gazetesinı satmaya çahşan genç
kızdan ayıramadı gözlerini uzun
süre.Sonra ıslak kaldınmlarda
sulara basa basa yürüyüp gitti,
uzun zamandır görmediği, ama
hep görmek istediği bir rüyaya
doğru.