04 Mayıs 2024 Cumartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
SAYFA CUMHURİYET 7ARALIK1997PAZAR 8 PAZAR YAZILARI Mağdur durumuna düşen caniMarcus Harvey öyle bır resım yaptı ki, hayatı değişmedi belki, ama en azından altüst oldu. Büyük reklam panolan boyutunda yaptığı ve Londra Kralıyet Akademisi salonlannda sergiledığı tablosunu kımi kızgın izleyiciler boya atarak, kimi'en de kesici aletlerle yırtarak tahrip ettıler. Saldınlar o kadar ciddi boyutlara ulaştı kı tabloyu onararak telcrar yerine koyan ve sergilemeyi sürdüreceklerini belirten akademi yetkilileri, bu kararlılıklannı ifade ederlerken bir yandan da "Yeter ki çaltşanlanmıza zarar vermesinler" demek zorunda kaidılar. Birdenbire Harvey'ı neredeyse u öWürdüğü kurbanlannın kanı>1a tabtolar yapan bir ressam" durumuna sokan bu öfkenin nedeni. sanatçının çocuk elleri figürü kullanarak bir kadın portresi yapmış olması. Ama düpedüz ılkel sayılacak bu tür tepkilere yol açan tablo sıradan bir kadının portresi değil. Çünkü Harvey'in minicik çocuk elleri kullanarak yaptığı portredeki kadın, yani Myra Hindley bir çocuk katili. Kamuoyunun önemlice bir bölümü sanatçının tablosundaki bu bileşkeyi işte bu yüzden iğrenç buldular. Raslantıya bakjn ki Marcus Harvey'in Ianetlenmesine yol açan bu tartışmalann yapıldığı sıralarda bendeniz de Enrico Ferri'nin Sanatta ve Edebiyatta CanOer adlı kitabını yıllar sonra, ikinci kez okumaktaydım. Ferri'nin "Uzun zamanlar boyunca, caninin dış ve iç görünüşünü tespite ve tahKJe çahşan tek alan sanat olmuştur" diye yazrruş olmasma takılarak Harvey'in de tablosunu bu niyetle yapmış olabileceğini sandım önceleri. Ancak ressam beni mabçup ettiği gibi. yukandaki saptamanın da adamı olmadığını "Yaparken ben de rahatsıdık duydum" dıyerek kanıtlamış oldu. Dolayısıyla Ferri'nin "sanatçının, hayali düşünceter ve duyguiar âieminin karmaşıklığı içinde yolunu şaşırdığT tespıtini de haklı çıkardı. Bence de Harvey, sanatın caniyi tespit ve tahlil etme işlevini yerine getiremeyecek kadar "yohınu şaşınrnş" bulunuyor. Tablonun neden bu kadar tepki aldığını anlatmayı deneyeyim. Birçok kişinin kizgınlığının bence en önemli nedenlerinden bıri Harvey'in bu portreyi çok yanlış bir zamanda yapmış olması. Çûnkû şu sıralar Hindley ile ilgili bir tartışma kamuoyunu neredeyse ikiye bölmüş durumda. İngiltere lçişleri Bakanı'nın da katılmak gafletinde bulunduğu bu tartışmalar Hindley'ın serbest bırakılıp bırakılmaması LONDRA MUSTAFA KEMAL ERDEMOL üzerine. 1965 yılında dört çocuğu öldürmekten suçlu bulunan bu kadının otuz yıldır içeride olmasını yeterli bulanlar artık serbest bırakılması gerektiğini söylüyorlar. Çünkü yasalar uyannca ömürboyu hapse mahkûm olanlar otuz yıllık bir sürenın ardından serbest bırakılıyorlar. Adaletin herkes için eşit olması gerektiğine inananlar, benzen durumdaki başka mahkûmlara uygulanan bu yasadan Hindley'in de yararlanmasını istiyorlar. Ilginçtir, böyle düşûncelerin oluşturduğu kampanyamn başını adaletsizliğe canilerin bile uğramaması gerektiğini söyleyen. Tann'nın da bundan pek hoşlanmayacağını savunan din adamlan çekiyor. Din adamJannın yönettiği bu kampanyaya, insanlık adına Allah'ın adaletini isteyen sıradan Hıristiyanlar ıse karşı çıkıyorlar. Çok tuhaf bir durum yani. Televizyondaki bir tartışma programında din adamlan bir hukuk düzeninde, dini gerekçeler kullanılarak halkı bu tür cezalandırmalar konusunda koşullandırmanın doğru olmadığını bile dile getirdiler. Hindley'in Allah'ın gözünde de suçlu olduğunu. ancak insanlann adaletince cezalandınlan kadının, bu ceza süresinı çoktan aştığını vurgulamayı da unutmadılar. Harvey tablosunu tam bu tartışmalann sürdüğü bir zamanda yaptı. Cinleri tepesine çıkmış yüzlerce kişi. portreyi hangi niyetle yaptığını bile bilmedikleri sanatçının, Hindley'ı bır sanat esenne konu yapmış olmasına tahammül edemediler. Oysa portre, Hındley'i hiç göımemiş olanlann gözünde yarattığı ımaj açısmdan, onun ölünceye değin ıçende kalmasını isteyenlerin işine gelirdi. Çünkü Harvey, kadının portresini onu en çırkin halınde gösteren tek bır fotoğrafina bakarak yapmıştı. Halbuki kızgınlar bıralun böyle düşünmeyi, portrenin yapılışını bile, Hindley'in serbest bırakılması için başlatılan kampanyaya sanat yoluyla destek vermek olarak anladılar. Olay. bir caninin nasıl mağdur durumuna sokulduğunu göstermesi açısından da ılgınç. Yüksek Mahkeme önümüzdekı günlerde toplanarak Myra Hindley'in durumunu yeniden görüşecek. lçişleri Bakanı JackStravv'un mahkemenin toplanmasuıı beklemeden Hindley'in ömrünün sonuna kadar cezaevinde kalacağını açıklaması, adaletin mantığıyla bağdaşmıyor. Dört çocugun katilinin mağdur duruma düşmesinde en son etkeni bakanın açıklaması oluşturuyor. Sanatçının zamanlama konusundaki talihsizliğini anlayabiliyor musunuz? Ama onu yolunu şaşıran bir adam konumuna sokan bu yani değil. O, tablosuyla sanatçının caniyi tahlil etme işlevini değil, sadece tespit etme işlevini yerine getirebildi. Bu tespiti de çirkin cani kadın portresiyle yapması onu, herkesin adalete ihtiyacı vardır diye düşünen din adamlanndan bile geride bırakmış oluyor. Çünkü din adamlan otuz yılın bir mahkûm. için yeterli olduğuna inarup serbest bırakılmasını isterlerken Harvey belki de farkında olmadan toplumun bir suçluyu cezaJandırma eğilimlerine uygun olarak yaptığı çirkin kadın portresiyle, sıradan insanlann faşizminin saflanna düşmüş oluyor. Eğer Marcus Harvey bu tavnnda bilinçliyse. Marmaris'te ne güzel tablolar yapardı Allah bilir! Yenifrankkorkusu PARİS MtŞEL PERLMAJN Kaygı dönemıne girdik şu sıralar burada. Her şey toz pembeydi de ancak şımdılerde mı boy gösterdı ekonomık ve parasal problemler? Elbette kı hayır! Ozellikle finans dünyasındakı sorunlar. Ve bunun çerçevesinde, I5'lenn kararlaştırdığı ortak para binmı Euro. Anımsıyorum, 50lı yıllann sonlannda iktidar koltuğuna yenıden cafcaflı bır şekılde ıvıce yerleşen General De Gaulk, Ekonomı ve Malıye Bakanı görevıne getirdiği "usta" Antoine Pinay'e köklü bir para reformu yaptınrken gerçekten, büyük çapta bır olay yaratmıştı adeta. Dördüncü Cumhunyet' ten kalma. daımi tırmanış içındeki Frank ilelebet o haliyle ortalıkta kalamayacağına göre... Evet efendim, kalamayacak da ne olacaktı yani? Yanıt gayet basit doğrusu. Ulusal para biriminin 100 frankı bir franka indirilince para da yeni yerine oturmuş oldu. Yani enflasyon sonucu o kocaman tutarlar aniden ortalıktan kayboldu. Lakin, etrafi da kaygı sarmadı değil... Breh. breh, breh! Sokaİctakı adamın korkusu ortalığa egemen oldu. Ceptekı yüzlük bire düşer de tepki yaratmaz mı yani? Şimdi, sen gel de anlat bakalım, parasal operasyon nasıl oluyormuş. Beti benzi atmış birçok kişi "Marko paşa"nın kendilerine sağladığı bilgiyi "sindinneye"başladı. Sakın yanılmayın. Bu "Hndirim" durumu 50'li yıllara ılışkın. Euro ıle ilgili olanı ise birkaç gün önce arzı endam etti! îlgili mercıler Avrupa'nın ortak parası hakkında bilgi içeren broşürleri halka dağıtmaya başladı. Finansal operasyonlann çoğunluğu. l Ocak 1999'dan itibaren gerçekleştınlebılecek. 2002 yılında da, banknotla bozuk para gündeme gelmiş olacak. General de Gaulle dönemindeki parasal reformun uygulanışı sırasmda "yeni frank" biriminin sokaktaki adamı ne denli ürküttüğünü görmeyen kalmamıştı. Kimileri de. bir ara. devletin kendilerinı "soyduğu" savını öne sürdü. Bistrolarda şarâbını ıçen "kurmaylar"ın değerlendirmelennı de duyacalctınız! Bu arada, "eski frank". "yeni frank" aynmı uzunca bır zaman sürdü. Fransa'da inanmayacaksınız belki, fakat kimileri hâlâ "eski frank" deyip yaşamını sürdürüyor. Bu arada, son günlerde yayımlanan bir kamuoyu yoklamasında, Fransızlann yüzde 53'ünün Euro'nun başlangıcını kaygıyla bekledikJeri ortaya çıktı. Fakat, buna karşı. yüzde 57'sinin Euro uygulamasını olumlu karşıladığı saptandı. Ancak her şeye ragrnen Fransızktnn yüzde 57'si de, - Euro'nun, ekonomiye olumlu etkilerde bulunacağı kanısını savunmakta.Öte yandan, halkı aydınlatmak üzere düzenlenen ve 39 milyon franka mal olacak tanıtma kampanyası dikkatle izleniyor. 16 sayfadan oluşan 22 rrulyon broşür basılacak. Euro'nun ilgili tüm yerlere ulaşması için çok yoğun bir çalışma başladı. Herkesin mümkün olduğu kadar bilgilendirilmesi de kararlaştınlmış önlemler arasında yer almakta.Geçen günlerde Euro'yu kamuoyuna açıklayan Ekonomi ve Maliye Bakanı Dominique Srrauss Kahn, kımı lehte. kımi de karşıt olabılir "fakat bundan kuşku duvan arnk yok gibidir" derken kapanmakta olan bir dönemden söz etmekteydi artık. Hayvanla insanın dostluğu na inat ınsanlarla hayvanlann ne kadar kolay dost olabildiğini gösteriyor. Rusya'nın StPetersburg kentindeki bu parka gezmeye geienier. yavru ayıyla sahibini çok iyi tanıyoriar. Yavru ayının sahibi, ekmek parası kazanmanın yolunu bulmuş. Her gün parka gelerek 2 dolar karşılığında. hayvanse- verlerin yavru ayıyla birlikte fotoğrafını çekiyor. (Fotoğraf: Reuters) Hayyam'dan Amin Maalouf'a MOSKOVA HAKAN AKSAY Galiba pek çok solcunun solculuğunun iskeleti, sağcılığa tepkiden örülü. Ve bu yüzden, pek çok politika ve tutumun özünde yalnızca "antidKk'' yatıyor. Temel hedef "düşmanla asla aym göriişte ounamak" olunca zaman zaman ganp durumlara düşülüyor. Bazı tarihi ve ulusal değerler kapanın elinde (genelde de hep sağ elde) kalıyor. Sözgelimi, Türki ülkelerle yakınlaşma çabası, solun bir bölümüne milliyetçilik sinyalleri verdiği için fiilen ^-- reddetme anlarruna gelen bir kayıtsızlık yaşanıyor. Oysa söz konusu halkJarla öyle çok ortak özelliğe sahıbiz kı. Bu sadece benzer dillerden ibaret değil. Koskoca bir kültür mirasındaki ortakJıldar var her şeyden önce. Örneğin, şu anda Özbekistan'ın sınırlan içinde kalan Semerkant. bizım tarihimiz açısından da önemli bir kent. Onun gibi, biraz da biz kokan daha nıce kentler. alnımızda benzer çizgiler taşıdığımız daha nice halklar var. Bunu Amin MaatouTun Semerkant adlı romanını okurken bir kez daha düşündüm. (Yapı Kredi Yayınlan, çeviren: Esın Talu- Çelikkan) Kısa sürede keyifle okuduğum seçkin bir kitap. Okurken hep bazı dostlanma mutlaka önermem gerektiğini düşündüm. Konusu bir yana, dili çok akjcı ve üslubu mütevazı. 1072 yılında Ömer Hayyanı ile Semerkant'ta başlayan bir serüvenin 1912'deTitanic faciasıyla bitmesini (ya da bitmemesini) anlatan öğretici birroman. Bir elyazmasının (Rubaiyat) yazılışı ve yüzyıllar sonra okunuşu üzerine, tarih üzerine, Iran üzerine, Türkler de dahil çeşitli halklar ve önderler üzerine, iktidarlar ve aşklar üzenne yazılmış. Ve herhalde daha pek çok şey üzerine. (Kitap anlatmayı hiç sevmediğim ve bunu yazara saygısızlık olarak gördüğüm için. bu cümleyi eklemek zorunda hissettim kendimı.) "Şairler ve Sevgililer" adlı ilk bölümünün başında, nice yobazın tannsızlıkla ve ayyaşhkJa suçladığı Ömer Hayyam'ın şu dörtlüğü var "Kim Senin Yasanı çiğnemedi ki, söyle? Günahsız bir ömrün tadı ne ki, söyle? Yaptığım kötülüğü, kötülükJe ödetirsen Sen, Sen ile ben arasında ne fark kalır ki, söyle?" Bunu ve kitaptaki pek çok zeki dörtlüğü okudukça, sabırsızlıkla Hayyam'ı yeniden okuma isteğine kapıldım. Hayyam hayranı bir sevgili dostumun yıllar önce bana hediye ettiği Bugünün Diliyle Hayyam (Say yayınlan, A. Kadir) adlı kitaba sanldım. Ve keyifle okudum. Okurken de, bir büyük adamın "Bir kitap ^eğerbirkez daha okunmayacaksa, neden okundu ki?" diye ifade ettiği yargısına yeniden hak verdim. Ömer Hayyam'ı ne kadar okusak az. tşte Semerkant"tan. Hayyam'ın güzel, çekici, akıllı. ama iktidar hırsıyla yanıp tutuşan sevdiğine, saray entnkalannın yoğunlaştığı bir dönemde söylediği sözler: "Bir Türk sultanınm veledi bir başka veledin yerine geçiyor, bir vezır diğerini deviriyor, Tann aşkına, ömrünün en güzel yıllannı bu canavarlann kafesinde nasıl geçirirsin? Bırak birbirlerini boğazlasınlar. Güneş daha az mı parlayacak. şarap daha mı tatsız olacak? Benimle gel. lki saat içinde sarhoş olup gider yatanz " Amip Maalouf 'tan daha önce de, başlangıcında doğduğum kentin anlatıldığı Doğu'nun Limanlan romanını okumuştum. Şimdi öteki tüm romanlannı da okuma karanndayım. Akıllı olduğu kadar duyarlı, derin ve mütevazı bir kalem. Okurken onunla dost oluyorsunuz... 1949 "da Lübnan'da doğmuş Maalouf. Ekonomi ve toplumbilim okumuş. Sonra gazeteciliğe başlamış. Bugün Paris'te yaşıyor. Asya'yı ve Akdeniz'i gerçekten iyi biliyor. Kitap fuan nedeniyle geçenlerde Türkiye'ye gelen bu gerçekten önemli adamı tanıma firsatı bulanlara doğrusu imrendim. ÖRÜŞ/Pvof. Dr. A. SUAT BİLGE Türkiye ile Yunanistan arasında dostluk kurulunca Patrike itibar gösteriliyor. 7 Ocak 1930'da seçilen Fotios'a Türk makamları Başpapaz yerine Patrik diye hitap ediyor- lar. Türkiye'ye gelen Yunanistan başkanla- n, ömeğin Venizelos ve Çaldaris Patriki Fe- ner'de ziyaret ediyorlar. İkinci Dünya Savaşı sonunda Türkiye ile Yunanistan, Sovyetler Birliği'nin tehditleri ile karşılaşıyorlar. lki memleket arasındaki iş- birliği artıyor. Bu işbirliğine, Amerika Birle- şik Devletleri destek veriyor. Amerika. Sov- yetler Birliği ile mücadele ederken çoğun- luğu Ortodoks olan Sovyetler'e karşı Fener Rum Ortodoks Patrikhanesi'nden yarar- lanmayı düşünüyor. Bir iddiaya göre Sov- yetler Birliği'ne eğilimli, diğer bir iddiaya göre akıl hastası olan Patrik Maksimos is- tifaya zorianıyor. Yerine 1948 yılı kasım aym- da Kuzey ve Güney Amerika Başpiskopo- su Athenagoras Patrik seçiliyor. Yeni Pat- rik Amerika Biıieşik Devletleri Başkanı Tru- man'ın özel uçağı ile 26 Ocak 1949 günü Türkiye'ye gelip görevine başlıyor. Athena- goras, Cumhurbaşkanı I. inönü tarafından Çankaya Köşkü'nde kabul ediliyor. Lo- zan'dan sonra Başpapaz denilen Patrik, Amerika Birleşik Devletleri Başkanı' nın özel temsilcisi gibi karşılanıyor. Athenagoros'un ilginç bir kişiliği var. Di- ni görevine 1910 yılı temmuz ayında Ma- nastır'da başlıyor. Metropolit Stephonos kendisine dini okulları yönetme görevini ve- riyor. lki yılda Metropolit Sekreterliği'ne yük- seliyor. O yıllarda Manastır'da 30 bin Türk, 15 bin Rum, 5 bin Bulgar ve 3 bin Sırp ya- şıyormuş. Athenagoras buradaki Mevlevi ve Bektaşiler ile dostluk kurmuş. Hatta Mevleviler kendisini ayinlerine da- vet ediyorlarmış. Athenagoras daha sonra Atina'da Dini Meclis Sekreteri oluyor. 1923 yılında Korfu Metropolıti oluyor. Görevle- rinde kilisenin millıleşmesinden ziyade ev- renselleşmesi görüşüne taraftar gözükü- yor. Athenagoras 1930 yılında Amerika Or- todoks Kilisesi'ne Başpiskopos oluyor. Athenagoros, Amerika'daki Ortodoks Kili- selerini örgütlüyor, modernleştiriyor ve Bos- ton'da bir din akademisi kuruyor. Yunanis- tan'daki siyasi gelişmelere bulaşmıyor, ta- rafsız kalıyor. Athenagoros Amerika'da Baş- kan Roosevelt ve Truman ile tanışıyor. Başkanları Beyaz Saray'da ziyaret ediyor, Fener Rum Patrikhanesi (3)onlarla mektuplaşıyor. Amerika'da çoku- luslu, çokdinli bir devletin başarılı olmasın- dan etkileniyor. Athenegoras, Fener'deki görevinde Istanbul ile Moskova Ortodoks Kiliseleri arasındaki dini görüş aynlıklannı gi- deriyor. Ortodoks kiliselerini bir araya geti- riyor. Athenagoras, Istanbul için: "Biz Türkiye vatandaşı Ortodoks Rumlan, sadık vatan- daşlanz, sadece anayasaya saygı gösteril- mesini istiyoruz. Burada üç bin yıldan be- n kendi evimizde olduğumuzu da biliyoruz" diyor. Athenagoras, Rum azınlığını Türkler ile kay- naştırmak için çaba gösteriyor. Türklerin dini bayramlarını kutlayan bildiriler yayım- lıyor. Hatta Patrikhaneye, diğer kamu bina- lan gibi Türk bayrağı astınyor. Türkiye ile Yu- nanistan arasındaki kültürel ve turistik iliş- kileri arttırmaya çalışıyor. Güzel ilişkiler, Kıb- rıs bunalımı ile bir anda bozuluyor. Athena- goras, Makarios için "Sonımluluğunu ölçe- medi. Bu siyasi rolü oynamamalı idi" diyor. Kıbrıs'ta, 1954 yılı sonunda, Yunan hükü- metinin desteği ile tehdiş başladı. Ada Rum- lan Başpiskoposun güdümü altında 1 Ni- san 1955 günü Enosis'i yani Yunanistan ile birleşmeyi denediler. Türkiye, adadaki Türk toplumu ve kendi güvenliği için kaygılandı. Rusya eski düş- manı. Aşırı sol hem Yunanistan'da hem de Kıbns'ta güçlü idi. Enosis, Türk savunma- sınıçemberiçinealacaktı. "Kıbrrs, Türkiye'nin karnı altında. ...Türkiye, bu tenlikeyi göze alamaz." Bu sözleri söyleyen Athenago- ras'dır. Londra Konferansı'nda Yunan delegesi, Türk halkı Kıbns ile ilgilenmiyor, diyor. Ar- kadan Istanbul'da 5-6 Eylül olaylan patlı- yor. Olayları hatırlayan Yunanistan Dışişleri Bakanı E. Averoff, Makarios'a 19 Nisan 1963 tarihinde yazdığı mektupta Zürih- Londra anlaşmalannın tek taraflı olarak de- ğiştirilmesinin Yunanistan'a ve başta Pat- rik olmak üzere Türkiye'de yaşayan Rum- lara zarar vereceğini açıkça belirtmiştir. Kıbns bunalımı, Athenagoras'ın Istan- bul'da Rum ve Türkleri banştırma çabala- nnın meyvelerini yok ediyor. Türk devletine tam sadakatı, Yunanistan'da bazıları tara- fından Yunanistan'a karşı hainlik olarak ilan ediliyor. Makorios'u kınamayı ret etmesi de Türkiye'de aşın milliyetçiler tarafından Eno- sis'in gizli yanlısı olarak suçlanıyor. Kıbns uyuşmazlığının her bunalımı, Istanbul'da Patriki ve Rum toplumunu sarsıyor. Maka- rios'un 1963 yılı sonunda başlattığı kanlı Noel olaylan, daha sonra Rumların Türkle- resaldırmaları Türkiye'nin her yerinde, özel- likle Istanbul'da Türkleri galeyana getirdi. 1964 yılında başında Patrikhanenin sınır dı- şı edilmesi istekleri yeniden gündeme gel- di. 1966 yılı haziran ayında bir milletvekili Patrikhanenin ve Heybeli Ruhban Oku- lu'nun kapatılmasını önerdi. Athenegoras sonunda suskunluğa gö- müldü. Athenagoras'ın çalışmalannı özetledik. Bununla Fener Rum Patrikhanesi'nin için- de bulundugu çıkmazı vurgulamak istedik. Patrik bütün çabalarına ve Amerika Birle- şik Devletleri Başkanı'nın desteğine rağ- men Türk-Yunan ilişkilerinde olumlu bir rol oynayamamıştır. Şimdiki Patrik Bartolo- meos için de ayın şeyleri yazmak mümkün- dür. 1995 yılı temmuz ayında Vatikan'da Papa II. Paul'ü ziyaretınden sonra yayım- lanan ortak bildiride: Papa ve Patrikin din- ler arasındaki diyaloğu teşvik ettikleri ve Avrupa Birliği'nin sınırlannın doğuya geniş- leyerek gerçekleşmesi için dua ettikleri be- lirtilmiştir. Bartolomeos'un Türkiye'nin Av- rupa Birliği'ne alınmasına taraftar olması başında çıkan haberiere göre Yunanistan'da tepki yaratmıştır. Türk-Yunan iş Konseyi'nin 1997 yılı mayıs ayında Istanbul'da yaptığı toplantıda Bartolomeos "Birleşik Avrupa'da Türkiye'ye yer vardır. Türkiye'nin en yakın komşusu olarak Yunanistan da bu amaçyö- nünde çaba harcamalıdır... Bir arada kar- deş gibi yaşamayı öğrenmeliyiz, yoksa bu- dalalar gibi yok olup gideceğiz" demiştir. Bu sözler Atina'daki politikacılar üzerinde bir etki yapmamıştır. Yunan basını da Türk- Yunan ilişkilerinin gelişmesi için bu olumlu sözleri Yunan halkına duyumnamıştır. SÜRECEK Ne içindeyim zamanın...Ansızın yüreğinde tutuşan kibirli yangmia başetmeye çalışırken, tam da akşam üstü, tam da kendisiyle en banşık olduğu bir zamanda geldi o kınk mesaj. Gözlerinde kıvılcımlarla. geçen günün hesabını görüp. ufku yeni yeni kararmaya başlayan şehre inmeye daha hazır değildi. Gazetede önce güleç yüzünü gördü Attila'nın, sonra şiiri. Dalgın bir gülümsemeyle şaşkın bir özleyişle okurken telefon çaldı. Kısa. belki biraz hüzünlü. ama yine de neşeli bir görüşmeden sonra her şeyi yüzüstü bırakıp çıktı dışan. Caddeyi boydan boya geçerken, sıçrayan sulara aldırmadan yürürken. gelip geçenleri kayıtsız gözlerle seyTederken, aslında mutsuz ve umarsızdı. Birdenbire karşısına çıkan, evsiz barksızlann gazetesinı ürkek bir bakışla. cılız bir umutla uzatan genç kıza. ama gülümseyerek. sevinçle, bir mucizeye bakar gibi baktı. tncecik, bir deri bir kemik kızın olağanüstü güzel yüzünde takılı kaldı gözleri. Sicim gibi yağan yağmur, saçlannı yapıştırmış. Modigiiani'den bir tablo gibi duruyordu kız karşısında. "Gazete ister misiniz?" diye sordu kız incecik bir sesle, "ya da bir küçük bağış belki?" Biraz önce, telefonda "Mesajımı aldın mı?" diye soruyordu Alpay. Aldım dedi. derin bir nefes alarak "Ne içijıdeyiın zamanın" şıirini Atilla'nın köşesinde okuyunca "İçim murada ermiş/ Abasu postsuz bir derviş" diye mınldanarak dolanmış koridorlarda, sonra dayanamayıp çıkmıştı işyerinden. Tanpınar'ın şiirini 50'sine merdiven dayayanlardan birisi olarak derin bir yorgunlukla okurken yüreğinin üstünde ince bir sızıydı duyduğu. ESSEN GÜRAY ÖZ Sessiz, sakin sokaklarda gezinmek, derinliğinde boğulmak için yalnızlığını çoğaltan bu akşam üstünün. üstüne çöken garip bir hüzünle, çaresizlikle. yetkin bir anı yaşamanın tedırgin sevinciyle yürüdü. Kökü yüreğinin içinde bir sarmaşık olan dünyayla yeniden banşmak. u ma\i masmavi bir ışık ortasında yüzmek" için yürüdü gecenin esmer karanlığına doğru. "Bir yerlerde bir şiir daha ounak, bir yerlerde bir gülümseme, bir sevinç, bir inkâr olmab" diye düşündü. Dağlardaki isyanlan, şehirlerdeki isyanlan, yüreklerdeki isyanlan, her şeyi yeniden yeniden başlatan bütün geçip gitmiş isyanlan düşünerek, karanlıkta göz kırpan fosforlu ışıklarla kendini süslü bir cadıya benzeten şehre öfkeyle, bıkkınlıkla, acıyla baktı. Geceyi bekleyen sessizliği, sımsıkı kapattığı dudaklanyla hapsederken göğsünde, gıttikçe kaybolan gürültüsünü dinledi şehrin. Uzaklarda, uzaklardaki bir yerde. bir ağlama sesi duydu; sessizliği daha da büyüten bir yakanş duydu; çölde bir kertenkelenin kumlardaki izini gördü, hışırtısını dinledi; denızin kayalara çarpan taşkın sesini hissetti uğuldayan kafasında. Yürüdü: Istanbul'daydı. yürüdü; lzmir'de Pasaporrun oralarda bir yerdeydı, yürüdü; bir aşk sızısının resimleri belirip kayboldu gözlerinde, yürüdü; bir çocuk tuttu ellerinden, yürüdü; gece ayışığında karlar içindeki bır kuzey şehnni hatırladı. yürüdü; sular sıçradı üstüne ve her şeye. Kahvelenn san ışıklanndan; yağmurdan kaçışan, saçaklann altına sığınanlann kederli > r üzlerinden, hepsinden kendine bulaşan yapışkan yorgunluğa, yağmura aldırmadan, otomobillere, otomobillerin canhıraş feryatlanna ve daha pek şeye aldırmadan caddenın ortasından yürüdü. Evsiz barksızlann gazetesini satan Modigliani'nin resimlerinden çıkmış genç kız işte tam o sırada çıktı karşısına. "Gazete ister misiniz, ya da bir küçük bağış belki?" "Âh gazete, tabii, bir küçük bağış. tabü. tabiL. Şöyle kenara gelin, ıslanmayın!" 2 marklık gazeteyi 5 mark verip alırken daha da arttı kederi. Yıllar önce karaladığı bir şiirden iki satın usulca mınldandı kıza: "onulmaz yaralar fükenir bir gün/ yüzün sararmış kuru otlar gibi/ gövden gökyüzü" Bilmediği bir dilden sözlen gülümseyerek kendine fısıldayan yabancıya yeniden gülümsedi evsiz barksız kız.. Gülümseme şiirden daha güzeldi, daha hüzünlüydü, daha yakıcıydı, daha sevdalıydı. tnce uzun boyunlu kız bir başkasma doğru uzatırken ıslak elleriyle, pejmürde dergisini. o iki saattir içinde büyüyüp duran şıiri yeniden tekrarladı; "ne içindeyim zamanın/ ne de büsbütün dışında." Islak bir ceylana benzeyen ve umutsuzca gazetesinı satmaya çahşan genç kızdan ayıramadı gözlerini uzun süre.Sonra ıslak kaldınmlarda sulara basa basa yürüyüp gitti, uzun zamandır görmediği, ama hep görmek istediği bir rüyaya doğru.
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle