04 Mayıs 2024 Cumartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
SAYFA CUMHURİYET 5 EKİM 1997 PAZAR HABERLER Onlardan özgürlüğü öğrendim HAKÂN EVRENSEL Bu öyküleri okumak cesaretister Güneydoğuyarası, kanamasını sürdürüyor. Olay- lar hızından bir şeyyitirmiyor. Ve "Guneydoğu'dan Öyküler" sürüyor. Bu satırlan okuduğunuz şu anda insanlar ölüyor, bacaklar bir daha yürünmemecesi- ne kopuyor. gözler bir daha görmemecesirte kararı- yor. Buyüzden Güneydoğu dan Öyküler'iyaşamakve onlan okumak için cesaret gerekiyor. Bu, avnı za- manda ellerin, ateşin tam ortasına sokulması anla- mınageliyor. Çünküduyarsızlık, hainlik. cesaret, kor- kakhk, bencillik, kıskançlık, sevgi gibi duyguların en yoğunu bu ateşin içindeyaşanıyor. tnsanın kendine bile itirafedemediği sözcükler bu- rada söyteniyor, baktlmak bile istenmeyenfotoğraf- lar burada çekiliyor. Hayatı boyunca kana bakama- mış insanlar, kopmuş bacak sanyor, cerrahlar ame- liyat masasında hıçîanklara boğuluyor. En acısı da herkes konuşuyor, Güneydoğu 'yuyaşayanlarsusuyor. * Bu satırlann ve 4 ayda 6 bash yapan "Güney- doğu'dan Öyküler"adlı kitabınyazan, Güneydoğu Öyküleri nin bir hsmım muvazzaf subay olarak ya- şamış ve 1993yıhnda TürkSilahh Kuvvetleri'nden aynlmıştır. Her biri gerçek olaylara dayanan öykü- ler, yazar tarafindan asıllanna sadtk kalınarak öy- küleştirilmiştir. Yazarşu an gazetecilikyapmaktadır. " ^ ^ ^ " ^f çmanınbirmeydan ^m J okuma olduğunu ^m I Onlar'dan öğren- ^m ğ dim. "Uçmakyerce- ^M I kimine karşı çık- ^ ^ M maknr. Lçmak do- ^^^^r ğaya isyan etmek- tir" dediler. Pilotlarm, doğaya ve doğala meydan okuduklannı gördüm. Ağır hare- ketİerine, telaşsızlıklanna imrendim. On- lann. hızı havadayken sevdiklerinı anlaya- madım. Sakinliklerini loskandım. Altlann- daki metal yığınının hantallığının Onlar'ın aşınlıklannı töprülediğini kavradım. Dağlan, dereleri, tepeleri aşağılarcası- na uçarken gözlemeye çahştım Onlar'ı. Yüreklerinden geçen binbir duygu selini öğrenebilmek için çırpındım. Ama olma- dı. Sepette uçmakla, uçunnak arasındaki kilometrelerce yolu aşamadım. Kendimi, bir kartalın pençesindeki fare gibi hisset- tim. Yerde de uçar gibi yûrümelerine, ko- nuşmalanna boyun eğdim. On dakika sonra terden sınlsıklam ha- le gelecek uçuş tulumunu pınl pınl halde giyerlerken kaderleriyle dâlga geçtilderi- ni gördüm. Rugan ayakkabılannı. uçuş aletlerine göstermek için ayna gibi parlat- madı Onlar. Ellerindeki levyeye, önlerin- deki onlarca göstergeye güzel gözüksün di- ye sinekkaydı tıraş olmadı Onlar. Onlar ölüme giderken. çirkin suratlı Azrail'e meydan okuınak için böyleydiler. Çok pilot tanıdım. Çatişmanın tam or- tasından yaralı alanlan, helikopterin ayak- lan kadar genişlikte bir yere inip cephane taşıyanlan gördüm, bir roketle vurulduk- tan sonra, önündeki cama, başındaki kas- kına sıçrayan kan lekeleriyle uçmaya de- vam edenleri duydum. Pilot arkadaşının ce- nazesini taşıyan pilotlan dinledim. Uçmanm özgürlük olduğunu, bağım- sızlık olduğunu dinledim Onlar'dan. Üç galon benzin, iki galon yağ ve birkaç me- tal parçasının insan ruhunda yarattığı fır- tınalan anlayabilmek için gereken tek şe- yin, uçma yeteneği olduğunu öğrendim. Her çocuk gibi pilot olmak istedim. Rü- yalanmda mavi göklerde uçtum, uçak ma- ketleri yaptım, kuşlann kanatlannı, gaga- lannı inceledim. Amaolamadım. Pilot ol- mak için, gerçek bir pilot olabilmek için, &&y«tenSğm doğustan insan benHğifieyer- leşmiş olması gerektiğini öğrertdimr c\~ Uğraştım, didindim, ama pilotlan anla- tan bir öykü yazamadım. Bülent'i, Sedat' ı, Önder'i, Ferruh'u yazayım dedim becere- medim. Gökyüzüne yazdıklan öykülerini kaleme alıp kâğıda dökemedim. Sonunda. onlann öykülerinin. yazılabilecek kadar sıradan olmadığını anladım. RAPOR Uzun uzun inceledim onlan. Biri on beş diğen ise on dokuzundaydı. Hafıf tom- bulcaolanküçüğününadı Hatice'ydi. Kah- verengi gözleri. kumral. kısa saçlanyla çok güzel bir kız çocuğuydu. Fatma ıse uzun boyu. balıketinde vücudu, simsiyah saçı, koyu kahverengi gözleri ıle en az Hatiee kadar güzeldi. Bu pislik içındeki halleri- ne ilk bakarken. zavallılann bu dağlara na- sıl dayandığmı düşündüm. Fatma mükem- mel Türkçe konuşuyordu. Lise mezunuy- du. Hatiee ise ilkokuldan sonra okula gi- decek vakit bulamamıştı. Ikisi de Güneydoğuluydu. Uzun süredir örgütteydiler. Fatma komutanlığa kadar yükselmış. Hatice'ye ıse çevikliğinden ve dayanıklılıgından dolayı kendilerine göre eyalet olarak belirledikleri bölgeler ara- sında kuryelik görevi verilmışti. Kısa bo- yuna rağmen olağanüstü hızlı \e seri bir "gerilla" olduğunu söylüyordu. tkisı de PKK'ye gönülîü katılmışlardı. Tesîim olan ya da ele geçen her terörist- le karşılaşmamda yaşadığım o tarif edil- mez duvgulan yaşıyordum. Ne olursa ol- sun bir insan oîarak kabul edemiyordum onlan. Nefretimi dizginlemek zorunda ka- lıyordum. Ellerine, yüzlerine her baktı- ğımda kirlenmış bir insan ruhu ile karşı- laşıyordum. Asla temizlenemeyecek bir ruh. Kendi yüreğimde hiçbirini affedeme- dim. Bu yüzden de, bu gibi durumlarda on- lann sorumluluklannı hep bir başkasına devrettim. Hatiee ıle Fatma'yı da Oktay Baş- çavuş'a teslim ettim. Yine her defasında olduğu gibi onlan da ikikez banyova gönderdim. Bir bıt yuva- sı haline geld'iklerinden, üzerlerinden çı- kan tüm elbiselerini yaktırdım. Subay-ast- subaylar kendi araırnzda topladığımız pa- rayla da elbise, ayakkabı aldık. Eczaneden iki-üç şişe bit ilacı, bolca şampuan getirt- tim. Elimizde kadın iç çamaşın olmadığı için depodan bizim askerin çamaşırlann- dan gönderdim. Aylarca yıkanmamaktan oluşan ve artık derilerine sinmiş olan kq- kulan az da o1sa gidince sorgulama safha- sı başladı. Çaylanmızı içerken pişmanlık yasasını anlattım. Gözleri faltaşi gibi açılmış bir hal- de dinlediler beni. Bir ara Fatma'nın göz- lerinin dolduğunu gördüm. Bunu fark et- tiğimi anlayınca başını önüne eğdi ve: "Biz buraya ikinci kez ve son olarak ölmeye gd- nüştik" dedi. Duygulannı anlayabılıyor- dum. Orgüt içinde, askere teslim olanla- nn ışkence ile öldürüldüğü yolunda yoğun bir propaganda vardı. Biraz sakinleştik- ten sonra anlatmaya başladılar. Bundan onbeş gün kadar önce kaldık- lan kampta, bir kızın hamile olduğu tes- pit edilmişti. Kaırıp komutanı da, tüm kamp elemanlannın toplu halde bulunduğu bir gün, herkesin gözleri önünde kızın ceza- sını vermişti. Kendi elleri ile kaleşnikof ka- saturasmı kullanarak kızın kamını yarrruş- tı. Hatiee, Fatma'nın anlatnklanm dinler- ken birden söze girdi ve "Kızm karnında- ki bebek yere düştfi. Kız da bağıra bağıra öWü" dedi. Tüylerim diken diken olmuş iki kız teröristin kaçış öykülerini dinliyor- dum. Kaçma karannı bu olaydan sonra miş. işlemlerini başlatmıştım. Yalnız yap- mam gereken başka formaliteler vardı. tki- sinin de muayeneden geçmesi gerekiyor- du. Bu konuyu nasıl açacağımı düşünüp duruyordum. Sonunda lafı döndürüp do- laştınp dağda kadın-erkek ilişkilerine ge- tirdim. "Dağda>ken size yönelik bir şey oJ- du mu? Yani hamile filan kalma durumu- nuz?" diye sordum. Önce biraz sıkıldılar, ama ikisi de çok net konuştu. Ikisi de "ha- >ir" dedi. tnanmamıştım. Hatiee, "Abi, biz kıziığa çokönem verdik. Eğer üzerimi- ze gelseierdi, ikimiz de kendimizi öldiire- cektik" dedi. Bana, "Abi" diyorlardı. Yi- ne de inanmıyordum. Uyğun bir dille iki- sini de doktora göndermem gerektiğini anlattım. "Yani rapor almanız gerekiyor. Yasal olarak bunu yapmanız lazım7 " de- dim. Sorun çıkartmadan kabul edınce ben de rahatladım. Hemen bır araç hazırlatıp, revire gönderdim. Sonuç benim için sürp- rizoldu, ıkisi dekızdı. Hâlânormalbirha- yata devam etme firsatlan vardı. Temiz bir vücut ve kirli bir ruhla. Yemekten sonra da elimde kalem, on- lara hissettirmeden not alarak sohbet şek- line dönüştürdüğüm sorgulamaya devam ettik. Konuşma arasında bir iki kez Kartal Tepesi diye biryerden bahsetmişlerdi. bu- rayı tarif etmelerini istedim. Benim birli- ğimin tuttuğu tepeden bahsettiklerini söy- lediler. Fatma. buranın özellikle onlann bulunduğu kampta çok ünlendiğini. bu te- penin eteklennde son baskında 40 kadar ki bir teröristin ağzından duyması şarttı. Hemen birliği toplayıp Hatıce'yi askerle- rin yanına gönderdim. Oktay Başçavuş'a da, sonra Kartal Tepe'ye gitmeierini söy- ledim. Askerlerde onun "TCaskeriVge- riMa" ve "s avaşçT sözcüklerine aldırma- yıp, içtenlikle tüm sorulara yanıt veıme- sinden etkilenmişlerdi. tki üç saat kadar sonra da geri döndü- ler. Hatice'nin daha koltuğa oturmadan söylediği söz şu oldu: "Sizin askerter eği- timll fakat silahlanna bakmıyor. Bizim bu suça karşı ilk cezamız mağarada hapis, ikincisi çokdaha ağır olurdu." Birşey söy- leyemedim. Ne yazık ki tespitleri doğruy- du. Birliğimde sürekli bu sorunlarla uğra- şıyordum. Birkaç hafta böyle gecti. Banyo yaptı- lar, askerlere eğitim yaptırdılar, PKK'yi an- lattılar. Evraklannın tamamlanması için üst birliğe gitriler. Birçok birliğe bildikle- ri yerleri gösterdiler. Sayelerinde mağara- lar, depolar ve silahlar ele geçirildi. Yaşa- dıklannı adliyede hâkime de anlattılar. Ben bu iki kızdan olabildiği kadar uzak duru- yor, soğuk davTanıyordum. Içcimden on- lar için hiçbir şey yapmak gelmiyordu. Onlar da tam tersi, yeniden doğmuş gi- biydiler. Tekendişeleri vardı, aileleri. Ha- tice'nin umudu yoktu, ama Fatma sürekli "Acaba beni affedecekler mi?" diye sorup duruyordu. Bir sabah, yanlanndayken telefonun ahi- zesini kaldırdım ve Fatma'nın evini arama- vermişlenü. Ama ilk günler, diğerlerine bel- li etmemek için çok çabalamışlardı. Fat- ma, Hatice'yle ancak onun nöbetini kont- rol etmek için gittiği sırada konuşabiliyor- du. Birkaç kez bu nöbet kontrolleri esna- sında, kaçışı en ince detayına kadar plan- lamışlar ve işte iki gün önce de yürürlüğe koymuşlardı. Şimdi de buradaydılar. Onlar, aylar belki de yıllar sonra ilk kez rahat bir uyku çekerken, ben binlerce dü- şünceyle o geceyi uykusuz geçirdim. Er- tesi sabah, kahvaltıdan sonra asıl önemli konuya geçrik. Yasadan faydalanabilmek için tüm bildiklerini anlatmalan gereki- yordu. îkisi de her şeyi. ama her şeyi an- lattılar. Bildikleri tüm isimleri, tüm depo ve mağara yerlerini, hangi bölgelerde ağır silah ve malzemelerbulunduğunu. kaldık- lan kamptaki hiyerarşik yapıyı en inee de- tayına kadar açıkladılar. Yaklaşık iki yıl- dır bölgede görev yapmama rağmen, o gün onlardan çok şey öğrendim. Orgüte nasıl katıldıklannı da anlattılar. Lise son sınıf- ta, onu kandıran erkek arkadaşından bah- sederken, Fatma'nın yüzündeki öfkeyi ra- hatlıklaokuyabiliyordum. Fatma'nın aile- si ona göre kahrolmuştu. Hatiee ise evlat- lıktan reddedildiğini söyleyip duruyordu. Gözyaşlan içinde saatler süren konuşma- lar arasında bazen PKK diliyle, "TC as- keri,eyalet, savaşcı. geriDa" terimlerini kul- lanıyorlardı. Ben arada sırada düzeltiyor- dum bu sözcükleri. Ister istemez rahatsız oluyordum. Bunun bir alışkanlık olduğu- nu, uzun süredir örgütte bulunduklannı ve zaman îfccağını söylediler. Bu arada savcılığa durumu haber ver- PKK'li öldüğünü söyledi. Kampta bu te- penın alınması bir prestij haline gelmiş. hat- ta sırf burası için özel bir bırlik bile oluş- turulmuştu. Tanhlerı de hesaplayınca doğru söyle- diklerini anladım. O baskında gerçekten 20 kadar teröristı ölü ele geçirmiş, kaybın da- ha fazla olduğunu tahmin etmiştik. Inan- masam da ısrarla o gece baskında bulun- madıklannı söylediler. Bizden de ne şehit, ne de yaralı vardı o gece. Kale gibi bır yer- di. PKK'liler buraya çok sarp ve dik oldu- ğu için Kartal Tepe adını vermişlerdi. ko- nu tepeden açılınca özellikle Hatiee, bu te- peyi görmek istediğini söyledi. Bir iki kez bu lafını duymazdan geldim. ama u Hatta oradaki askeıierinize de eğitim vereyim abi'" deyince ben güldüm. "bizim askerle- rin eğitim eksikliği mi var?" diye sordum. Tepeyi görme ihtimali belirmiş olacak ki alttan alma> a başladı: "hayır hayır" dedi. "Sizin bilmediğiniz bir sürü sesli işareder var. Ben onlan askerlere öğretmek istiyo- rum" dedi. "Ne işaretleriymiş onlar baka- jTm?"" dedim. Onbeş yaşmdaki küçücük kız bir motor gibi anlatmaya başlamıştı. Ağ- zım açı dinüyordum. C>rgütün sızma için ayn. sağdan manevra için ayn, nöbetçi as- kerin uyuduğunu anlatmak için ayn hay- vx\ sesi işareti vardı. Her türlü küçük ma- nevra için bır hayvan sesi çıkartıyorlardı. Bunları ezbere bilirlerdi. Uzun uzun pusu bölgesine nasıl yaklaştıklannı anlattı. Son- ra TC askerinın de çok hatası vardı. Bir ke- re pusuda ve nöbette çok konuşuyordu as- ker. Ve uyuyorlardı. Askerlerimin bunlan. bir teröristin. es- ya başladım. Onun bundan haberi yoktu. Telefonu bir kadın açtı. Aradığım yerin doğnı olduğundan emin olunca, "Fatma şu anda yanımda" dedim. O anda karşıda bır kıyametin koptuğunu odada bulunan he- pimiz duymuştuk. Fatma da nereyı aradı- ğımı anlamış. ayağa fırlamıştı. Telefonun diğer tarafindan çığlıklar. bağınşlar, çağı- nşlar yükseliyor. birileri ağlıyordu. Daha fazla uzarmadan ahizeyi Fatma'ya verdim. Tam kırk beş dakika boyunca heme hemen evdeki herkesle konuştu Fatma. Hıçkınk- lar arasında konuşmaya calıştı. Ağladı dur- du: - Baba ben çok iyiyim. Baba burada bi- ze insan gibi davranıyorlar. lnanamazsınız böyle birşeye... - Bunlar bizim annemiz, babamız, abi- miz. Avnı sizler gibi anne. Elbise verdiler anne bize... - Abla söyle babama, gelsin beni alsın. Abla hiç inanmayacağın bir şeyi burada- ki abim size söyleyecek. Benim belgem elinde. Konuşma sürerken gözüm bir ara Hati- ce'ye takıldı. Küçücük boyuyla koltuğun içine iyice gömülmüş, adeta yok olmuştu. Defalarca istememe rağmen "Aflemin te- lefonu yok" diye kestirip atmıştı. Bir kez de "Babam beni öldürecek" demişti. Fat- ma ahizeyi Oktay Başçavuş'a uzattı. Ön- ce o, sonra da ben babasıyla görüştüm. Ağlamaktan sesi kısılan babasına, kızmın artık emin ellerde olduğunu anlatmaya ça- lıştım. Şehre geldiğinde beni aramasını is- tedim. Başımı çevirdiğımde. Fatma'nın gözleri gözlerimin içindeydi. "Banadün- yadaki en büyük hediyeyi verdin abi"de- di. Sonra Hatice'ye döndü. Onun halini gö- rünce. "Bu kızı memleketine bile götûr- mekyanlışolur" dedi. Ne yapabileceğimi- zi sordum. "Hele babam bir gebin" dedi Fatma. Oktay Başçavuş da havayı yumu- şatmak için Hatice'ye takılıp: "Gdsen bu- rada kal, bizim TC'nin gerUlası oC deyi- verdi. Hiç beklemediğimiz bir cevapla kar- şılaşınca da söylediğine pişman oldu. Ha- tiee önce güldü. sonra "Vallahi de billahi de kahnm, askerierinizi de eğitirim" diye yemin etti. Bu konuşmadan tam üç gün sonra, ba- bası karakola telefon etti. Şehre geldiğini söyledi. Yolda büyük bir kaza geçirdikle- ri için geç kalmışlardı. Fatma'nın babası- mn, abisinin ve eniştesinin bulunduğu araç, "Bir an önce kızıma varayun" düşüncesiy- le aşın süratten üç takla atmış ve hurda ha- line gelen arabadan kınklar ve yaralarla kur- tulmuşlardı. Aynı gün öğleden sonra ka- rakola geldiler. Yüzleri bantlar ve sargılar- la dolu üç kişi, kızlannı görünce ağlaya- rak ayaklanma kapandılar. Neye uğradı- ğımı şaşırmıştım. Ben birinı ayağa kaldı- nyor, bu kez diğeri yere yahyor. onunla uğ- raşırken bir diğeri kapanıyordu. Zorla ik- na ettikten sonra, bu kez benden yaşça çok büyük Fatma'nın babası başta olmak üze- re hepsi ellerime sanldılar. Yüzümün kıp- kınnızı kesildiğine emindim. Çok utan- mıştım. "Benibırakın, kmmzasanlın" di- ye çıkıştım. Hıçkınklarve gözyaşlan için- de Fatma'ya döndüler. Tam bir aile dramı- na sahni oluyorduk. Ben, Oktay Başça- vuş, bir asteğmen ve birkaç asker bu sah- ne karşısında duygulanmıza hâkim olma- yaçalışıyorduk. Ben ise karşımdaki iki kı- zın dünyanın en kanlı terör örgütlerinden birinde, bana ve askerlerime karşı silah çektiklerini unutmaya çabalıyordum. Aradan bir iki dakika geçtikten sonra kı- zından aynlan Fatma'nın babası yine ba- na döndü, yanıma kadar gelip: "Kİzımı bi- ze bağışladuuz. Kızım yeniden doğdu. \V lah sizden raa olsun" dedi. Abisı ve eniş- tesi de sanıyorum bildikleri tüm dualan say- dılar. Benim aklım Hatiee'deydi. O da bir köşeye çekilmiş, manzara karşısında da- yanamayıp, hıçkıra hıçkıra ağlıyordu. Fat- ma'nın babasının sanlmasınm onu rahat- lattığını hiç sanmıyorum. Içinin kan ağla- dığından emindim. Hâlâ Hatiee için ne ya- pabileceğimi düşünüyordum. Evine kadar gidip, ailesiyle bile konuşmayı bile düşü- nüyordum. Yanm saat kadar süre kucaklaşma fas- lı bittikten sonra birlikte yemek yedik. uzun uzun konuştuk. Odamda çaylanmı- zı içerken babası ilk işinin Fatma'nın ba- şını bağlamak olacağını söyledi. Bu söz üze- rine ayağa kalktım. Elime Fatma'nın hâlâ bakire olduğunu gösteren doktor raporu- nu alıp babasına uzattım. "Kızuu doğdu- ğu gün gibi tertemiz teslim ediyorum"' de- yince adam bır kez daha çöktü. Olduğu ye- re yıkıldı ve koskoca adam hüngür hüngür ağlamaya başladı. Önce kâğıdı almak is- temedi. fakat ısrar ettim. "Hayır,bunu ke- sinlikie alacaksın. hatta bir iviûkdaha >ap- mak istiyorsan. bu kızın babasına da bu ra- poru götüreceksin. E\lattıktan reddedile- cek bir kızı olmadığını söyleyeceksûrde- dim. Fatma'nın babası gözyaşlan içinde kâ- ğıdı aldı. Özenle katlayıp cebine koydu. Ay- nlma vakti geldiğinde yine hüzünlü bir ortam oldu. Karakoldaki askerler de dahil hepimızle \edalaştılar. Binlerce kez "teşek- kür" ve "Allah sizi korusun"lar arasında. Hatice'yle birlikte yolcu ettik iki terörist kızı. îki eski terörist kızı.. Bir ay kadar sonra üzerinde dağ resim- leri olan bir kart aldım. Karttaki her dağın üstüne karakoldaki rütbeli personelin isim- leri yazıliN dı. Arkasını çevirip yazıyı oku- dum: "Abi, sizleri ve dağlan çok özledim. Burası dümdiiz. Trakya'da dağyok. Evlen- dim. Allah sizden tekrar tekrar razı olsun. Hakkınızı helal edin. Fatma." Hatiee ile ilgili haben ise ailesinin bu- lunduğu ilçenin emniyetinden aldım. Fat- ma'nın babası görevini yerine getirmiş. Hatice'yi ailesine teslim etmiş, dil dökmüş, ama küçük kızın babası on beş yaşında es- ki terörist kızını e\den atmıştı. Polisin bi- ri. "Önce buradaki genele\e düştü. Sonra izini ka> bettik. Sanrvorum Istanbul'da ada- mın birise satmışlar" dedi. SÜRECEK SIFIR NOKTASII ORAL ÇALIŞLAR 3ir büyük gazetemizin önceki günkü üçüncü sayfa manşeti, üçüncü çocuğu- nudoğuran eşini boşamak isteyen emek- li öaşkomiser Kazım Oral'a ayrılmıştı. Başlık şöyleydi: "Üçüncü kez doğum yaotı diye eşini boşuyor." Haberi her za- mankı gibi ıhtiyatla okudum. Böyle konu- laria gazeteterimız asparagas (uydurma) hdoer yapmaktan hoşlanırlar. Haber fotoğraflarla desteklendiği için inandıncı görünüyordu. Anlaşıldığı kada- nya, eşinin kendisini terk ederek başka br kadınla yaşamasına kızan üç çocuk- lu jaresiz kadın, çapkın kocasını medya- ya şıkâyet etmeye karar vermişti. İyi et- mş. Kadın derdini anlatma olanağı bul- dığundan, emekli başkomiserin işi tabii bmdan sonra daha zorlaşacak. Haberi okumaya başladığımdaki niye- tin, ikinci eşini de üç çocuk yüzünden terk e<en başkomiserin macerasını değer- lexjirmek, erkek egemen dünyayı sorgu- lanaktı. Ancak haberi daha dikkatli oku- Uç Çocuk Doğuranı Boşuyor... yunca anladım ki, bizim başkomiserin ikinci karısını terk etmesinin asıl nedenı, üç çocuğa kızmasından çok, kendisine yeni bir sevgili bulmasıydı. Gazeteci de, terk edilen kadının şikâyetlerinden yola çıkarak bir toplumsal olayı ele almıştı. Sanınm yazıişleri burada devreye girmiş ve haberi, "üç çocuklu kadını terk eden komiserin öyküsü"ne dönüştürerek, da- ha ilgi çekici hale getirmişti. Medyadır, ne yapsa yeridır mı deme- liyiz, yoksa içinde bulunduğumuz orta- mı eleştirmeli miyiz? Bir türlü karar vere- mıyorum. Şu da var ki, bu büyük gaze- temizin yaptığı, birçok bulvar gazetesinin yaptıklan yanında masum kalıyor. Yaban- cı dergilerden fotoğraf kesip, altına Tür- kiye'de yaşanmış olduğu söylenen bazı öyküler uyduran nice gazete, nice gaze- te yöneticisi gördük. Yine de yukanda anlattığımız biçimiyle haberi çarpıtanın büyük bir gazete olması umut kırıcı. Gelelim sevgili başkomiserimize: O ti- pik bır Türk erkeğı. Onun gibi nice yiğit- ler Anadolu'nun dört bir yanında seyran ediyor. Kansı çocuk doğurmadığı için tek- rar tekrar evlenip, sonunda çocuk sahi- bi olamayışının kendisinden kaynaklan- dıÇ anlaşılanneerkeklerbılirim. Kansı sü- rekli kız çocuğu doğurduğu için boşaya- nı da var. Onlann yeni evliliklerinin de hep kız çoouğuyla devam etmesi de çokça bilinen öykülerden. Evlenmek, boşanmak, yeni sevgililer bulmak, kadın olsun, erkek olsun her in- sanın hakkı. Bu hakkı, ifci taraf eşit ve toplumun müdahalesi olmaksızın kulla- nabilıyor mu? Örneğın başkomiser Ka- zım Bey, çocuklarıyla kansını ana evine yollayıp, onlann hiçbir sorununu yüküm- lenmeyip, istediği gibi keyif çatıyorsa, burada haksızlık ve eşitsizlik söz konu- su. Aynı şeyi kadın da yapabiliyor mu? Böyle davranan kadın, toplumda "fa- hişe, orospu "sözcükleriyleadlandınlır. Ikı kocasına üçer çocuğunu bırakıp, sevgi- lısıyle gününü gün eden kadını, bu top- lum kabul edebılir mi? Tabıı ki edemez. Ama erkek bunu rahatlıkla yapabilir. Kim- se de erkeğin yaptığını sorgulamak ge- reğinı duymaz. ••• Başkomiser Kazım Oral'ın öyküsünü bi- tirmeden başka bir rezalet daha gözüme takıldı. izmır'in Tahtalı Barajı nedeniyle evleri sular altında kalan ve bu nedenle kamulaştınlan Bulgurca köylülerinin dul kadınlan bir felaketle yüz yüze gelmişler- di. 1934 yılında çıkanlan bir yasaya gö- re, dul kadınlar, devletin iskân nedeniyle ev verme hakkını kullanamıyorlardı. Bulgurcalı MuzafferToprak isimli dul bayan bu konuda başına gelenierı şöyle anlatıyor: "Eşım sağken ev için başvur- muştu, kabul edilmişti. Ölümünden son- ra evhakkımıyitırdiğime dairbıryazı gel- di. Ben şimdi nereye sığınayım." Muzaf- fer Toprak tek değrl, başka dul kadınlar da benzer bir sorunla karşı karşıya. Tam. güler misin, ağlar mısın denecek bir du- rum. Kadınlara bunlar reva görüldükçe, bu ülkeye demokrasi falan gelmez. Demok- rasinin en temel öğelerinden birisi de ka- dınların insani haklannı kullanacak duru- magelmelen. Düşünceözgürlüğünü he- def alan yasa ile, dul kadınlan iskân hak- kından yararlandırmayan yasayı savunan aynı kafa. Sorun bu kafayı değiştırecek Türkiye'yi yaratmakta. MtKRO DtNÇ TAYANÇ Yanm ünutmayın 13 Kasım 1918'de. istanbul'un yeniden Konstanti- niye'yedönüştürüldüğü sanılan karanlık bir sabah... Bi- rinci Büyük Paylaşım Savaşı'nın yeniği Osmanlı'nın yenilmemiş genç komutanı Mustafa Kemal, karanlı- ğı delecek gözleriyle "utkulu" itilaf Devletleri'nin Bo- ğaz'a demiriemiş donanmasına bakarak söyleniyor; "Geldikleh gibi giderler!" 6 Ekim 1923'te. istanbul'un istanbul olarak kalaca- ğının kanıtlandığı aydınlık bir sabah... Dünyanın ilk ulu- sal kurtuluş savaşıyla emperyalizmi ve maşasını Ana- dolu'dan söküp atan kalpaklılar. geldiklen gibi giden- lerin dört gün önce boşaltmak zorunda kaldıklan ken- te doludizgin giriyorlar... İstanbul halkı coşkulu; istanbul halkı, kendisini Ana- dolu'dan geride bıraktıranlara öfke dolu... İstanbul halkı, artık; Pera'da işgal subaylan tarafin- dan aşağılanmayacağının, Tatavla'nın Rum çetelerinin ellerine bırakılmayacağınm, işbirlikçi saray uşaklarmın birsözüyle Bekirağa Bölüğü'ne kaldınlmayacağının, di- ninin geleceğini "gâvurlann" ellerine bırakmakta bir an duraksamayan karayobaz sürülerinin kara dinliliğinetut- sak edilmeyeceğinin bilincini yaşıyor... istanbul halkı, Dersaadet'ten umudunu kesip kalpa- ğını çekerek Anadolu'ya koşan Kuvvacılar'ı kucakJar- ken beri yandan da onlan "Kemal'in adamlan"diye hor- lamanın utancını yaşıyor... • • • istanbul'un bir yerlerinde ise; Şark kurnazlığını Bi- zans entrikalanyla yoğurmuş, ortaya çıkan senteze bir de Batı hayranlığıyla Balkan zorbalığını ekleyerek itti- hatçılık serüvenine bulaşmış "Hilafet-i Sattanat artık- tan" kaçış yollan anyorlaıi Kiminin yolu bir ingiliz savaş gemisiyle, kimininki bir Alman denizaltısıyla çıkmazlara çiziliyor; kimileri de cumhuriyete giden dönülmez yol ile kesiştirilmeye ça- balanıyor... Kaçıp gidenler, kaçmalanna yol açan hatalannın utancıyla ve hiç de uzun sayılamayacak süreler, kaçı- nılmaz sonlanyla noktalanan yaşamlannı yaştyoıiar. Yollannı cumhuriyetle kesiştirmeye yönelenlerin ki- mi tarihsel hastalıklannı taşıyıp yaymakta direniyoriar. Bunlann bir kısmı kendi kendini ~iasfiye" ediyor; diğer- lerinin "gidenlmesıni" ise cumhuriyet kuşaklan üstlen- mek zorunda bıkanlıyor! Tıpkı Dersaadet'i İstanbul yapabilmek için Anado- lu'ya çıkıp da Kurtuluş Savaşı'na girişen kalpaklılar gi- bi imparatorluğu cumhuriyet yapmak için Lozan sava- şımına ginşen kalpaksızlar da dış düşmanlar kadar iş- birHkçileri ve ıç düşmanlar ile de çatışmaya koyuluyor. • • • istanbui, 73 yıldır kurtanlmış istanbul...' "* Kalpaklılar, 73 yıldır kalpaksız... Şark kurnazlığını Bizans entrikalanyla yoğurup, Ba- tı hayranhğı ve Balkan zorbalığına dayalı Ittihatçı serü- venlerine kalkışanlar, 73 yıldır hâlâ uşak, hâlâ işbirlik- çi, hâlâ karayobaz. hâlâ kaçmayı gözleyen birer hain... Cumhuriyet kuşaklarınagelince: onlar 73 yıldır cum- huriyetçi, devnmci ve aydınlık insaniar olarak Ulusal Kur- tuluş Savaşı'na gınşenleri, Aydınlanma Devrimi'ni ya- panlan ve ilericiliğin önündeki her türlü engeli temizle- yenleri saygıyla anıyoriar! Ulusal Kurtuluş Savaşı'nın kuruluş ile sonuçlandığı- nı göremeden şehit düşen kalpaklılardan, cumhuriye- tini kök salması uğruna her türlü özveriye seve seve katlanan kalpaksızlara gelince; onlar da 73 yılın öte- sinden Türkiye'nin geleceğini kurtaracaklar ile batıra- caklann savaşımını izliyorlar! Ve onlan Halide Onbaşı'nın kimliğinde hem kal- paklılara hem kalpaksızlara hem Türk kadınına hem de cumhuriyete ihanet eden şerefsızlere "baki selamlan- n/"yolluyoriar!!! Ana fikir Dünü kavrayan, yanm yaratır. Ana fıkrin ana fikri: Dünde yaşamak isteyenin ya- nm yoktur! 6 Mahkeıııe kararı'nı polisler belîrliyor' KEREMILGAZ Geçen yıl İstanbul'da po- lisin gözalnnda işkence yap- tığı iddiasıyla açılan 86 da- vanın 73'ü beraatle, 4'ü mahkûmıyetle sonuçlandı. 9 davanın ise sürdüğü be- lirlendi. Hukukçular. "Tür- Idye'de mahkeme karaıia- nnı, polisin belirlediğini" savıındular. Gözaltında işkence. Tür- kiye'de gündemden hiçbir dönemde düşmedi. Sıkıyö- netim dönemlerinde adeta yasallaşan gözaltında iş- kence olaylan. Türkiye'nin Avrupa Birliği (.\B) kapı- sında bekJemesinde önem- li nedenlerden biri olarak da gösteriliyor. Osmanlı d6- neminden beri yürürlükte olan "Memurin Muhake- maü Kanunu" işkence sa- nıklarının yargılanmasını önemli oranda engellerken. yargı önüne çıkanlabilenle- rin çoğu uzun süren dava sü- recinin ardmdan aklanıyor. "Memurun sanığa cür- münü söyletmek için işken- cevesairkötü muamde >ap- masT suçunu içeren Türk Ceza Yasasf nın 243. mad- desi uyarınca 5 yıla kadar ağır hapis cezası istemiyle İstanbul ağır ceza mahke- melerinde açılan davalann çoğunluğu beraatle sonuç- lanı>^r. 1996 vılında gö- zaltında işkence yaptığı sa- vıyla 120 polis hakkında davaaçılırken İstanbul Ad- liyesi'nde açılan 86 davanın 73"ü beraatle sonuçlandı. Yalnızca 4 polis hakkında mahkûmiyet karan verilir- ken, 9 dava ise devam edi- yor. Yargılanan polislerden M A bir yıl içinde kendisi hakkında açılan 14, ÖD. ise 12 dava ile dikkat çeki- yor. Mahkûmiyet alan sa- nıklardan en fazla cezayı lOaylaCO.aldı. Konuyla ilgili görüşleri- ni aldığımız avukat Şeref Turgut, Türkiye'de mahke- me kararlanru polisin belir- lediğini öne sürerek şunla- n söylüyor: "Pofisin aklığı ifade, yakalama ve ev ara- ma tutanaklannagöre mah- kemeler karar veriyor. Sa- nıklann işkence rapoıian olmasına karşın onlarca yü hapis cezası hatta idam ce- zası bile alabiliyoıiar. A\nı mahkemeler gözamnda iş- kence gördüğünü tespit et- tiren mağduriann şikâyet- leri karşısında \ ine polisle- rin' Biz işkence yapmadık. Bunlar de\ leti karalıyorlar' ifadelerine dayanarak iş- kence davalannda beraat karan verivorlar." işkence yapan güvenlik güçlerinin, mahkemelerin aldığı kararlardan cesaret- lendiğini anlatan ŞerefTur- gut, polislere verilen az sa- yıdaki kararlardaki 2 ay ha- pis ya da 150-200 bin lira para cezalannın komik ve caydıncı olmaktan uzak ol- duğuna dikkat çekiyor.
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle