28 Nisan 2024 Pazar English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
12 MART 1996 SALI CUMHURİYET SAYFA KULTUR 15 Selma Gürbüz'ün Kwangju Bienali'nde sergilenen desenleri ile yeni resimleri bugünden itibaren Derimod Kültür Merkezi'nde Âynah, gölgeH oyındar...AHU ANT.MEN Selma Giirbüz de Paris-lstanbul ara- sında köprü kuran sanatçılardan. 1986'dan bu yana hemen hemen her yıl Türkiye'de ve Fransa'da sergiler açan sa- natçı, geçen yıl Avrupa kentlerinin dışı- na taşarak Kore'deki Kvvangju Biena- li'ne katıldı. Derimod Kültûr Merkezi'nde bugün açılacak sergisinin ardından da önce Te- xas'a (Galeri B&B, Houston), mayıs-ha- ziran aylannda da Prag'a gitmeye hazır- lanıyorGürbûz. Buyoğun program, Sel- ma Gürbüz'ün uluslararası sanat harita- sında kendine yer edinebilmiş Türk sa- natçılanndan biri olduğunu duyuruyor bize. Sözünü ettiğimiz harita, engebeli. Bu uluslararası ortamın Batı temelli oldu- ğunu gözardı edemeyeceğımize göre, özellikle 'onlardan' olmayanlar ıçın... Günümüzde bu olgunun tartışılır hale gelmesiyle birlikte. farklann. farklılıkla- nn eskiye göre daha çok kabul gördügü- nü söyleyebiliriz. Selma Gürbüz, 'Baü'- ya gklip' de kimlik yıtimine uğrayan ki- mi sanatçılann aksine, sanatıyla kimliği- ni duyuran birsanatçı. Gizliden gizliye... Gürbüz'ün sanatinda, hat sanatının, min- yatürlerin, Türk sanatına özgü süsleme- lerin izi sürülebilir. Ama ancak, izi sürü- lebilir. 'Batıh olmadan Batüı' Gürbüz, Batılının yüzyıllardır Batılı olmayandan beklentisine kolay, ucuz yollarla yanıt vermediği için belki - çe- lişkili de olsa bu durum - bugün yurtdı- şında da bu denli ilgi görüyor. Ölümünden önce bu sayfalarda yazdı- ğı bir yazıda Onat Kutiar, şöyle özetle- mişri Gürbüz'ün sanatını: "BinbirGece Masallan'nı, Bahname'leri, Harem'L, Cennet'L yalı içlerini, Bizans'u yani Do- ğu'nun rüm biçimlerini, kokulannu tat- lannı yenkjcn biçimlendirerek bize su- nan yepyeni bir anlatımı fark ettim. Kut- sallaşınadan kutsal. bayağılaşmadan ba- yağı, doğulu olmadan Doğulu, Batılı ol- madan Baüh, farklı bir sentezdi bu." (23 Mayıs 1993, Cumhunyet) "Picasso gibi resim yapacak olsam, kendimden ş,üphelenirim" diyen Selma Gürbüz, başka söyleşilerinde de sık sık belirttiğj gibi, sanatçının kimliğinden so- yutlanamayacağına inanıyor. "Sanatçı- nın kimliği, geldiği yer, dünyanın nere- sindc olursa olsun, ortaya çıkardığı yapıt- ta kendisini gösterir. Bu, edebiyatta^ sine- mada da geçerlidir. Hiçbir zaman sanat- çı, coğrafyasıru, iklimini, geleneğini gör- mezliktcn gelemez. Bu, sanatçının ve sa- nat tarihinin en biiyük zenginliğidir. El Gürbüz'ün Derimod Kültür Merkezi'ndeki sergisinde, siyah fon üzerine beyaz pastelle 'tek bir hareketle' yaptığı "Ayna Figürleri", Kvvangju Bienali'nde çini mürekkebiyle Kore kâğıtlan üzerine yaptığı figürlerden oluşan "Gölge Figürleri" ve Gürbüz'ün sanatında yeni bir dönemin eşiğinde olduğunu duyuran, büyük boyutlu, çok renkli tuvalleri yer alıyor. (Fotoğraflar: DEVRİM BARAN) Greco'nun İspanyoUuğunu, Pkabia'nın Italyanlığını, Rus avangardlaruu, FelB- ni'yi, ttalyan fütürizmini vok saymak gi- bi bir şeydir tersL Bu düşünce, evrensel değildir." Selma Gürbüz'ün Derimod Kültûr Merkezi'ndeki sergisinde, siyah fon üze- rine beyaz pastelle 'tek bir hareketle 1 yaptığı "Ayna Figürleri", Kwangju Bi- enali'nde çini mürekkebiyle Kore kâğıt- lan üzerine yaptığı figürlerden oluşan "Gölge Figürleri" (Kore'de bir de heykel- leriyle "OtomatiKOyunJar"adını verdi- ği bir gölge oyunu gcrçekleştirmiş sa- natçı) ve Gürbüz'ün sanatında aslında yeni bir dönemin eşiğinde olduğunu du- yuran, hem boyutlan hemde renkle olan iiişkisini bugüne dek genellikle koyu tonlann ağırlığıyla sınırlandırmış olan sanatçının yeni yeni araştırmaya giriştı- ği renkleri açısından oldukça farklı tuval- leri yer alıyor. Söyleşi sırasında esprisi- ni de yaptık bunun: "Hem de turuncu!" Yoğun anlatım tarzıyla dikkat çeken bu resimlerde, turuncu, kırmızı ve maviler ağırlıkta. Gürbüz, Matisse'in "Dans"re- simlerini andıran bu bol fıgürlü, hare- ketli resimleriyle, kendisinin de sonuç- lannı şimdiden kestiremedigi bir serüve- ne giriyor. Korefi kadınlann hüzniL. Aslında, Selma Gürbüz'ü cezbeden de bu. "Ben resimlerimi. desenlerimi tasar- larken" diyor, "kendi kurduğum dün- yamda. ki bu dünya bir masal dünyası gi- bidir, resim beni alıp götürür_. Bu, aynı zamanda bir aray ıştir. Sanatçı. bu arayış- larrvla sonsuz bir sanat serüveninin içine girer. Bu serüvenin içinde her zaman atan- ması gereken büyük riskler vardır. Sa- natçı, bu znriu dönemin üzerine gidebili- yor, yeni bir diL anlatım ortaya çıkarta- biliyorsa, o zaman bu gezinin tadını ala- biliyor demektir. Artık o anda yapüğı, kendisi ve yapıtı arasuida haz veren bir oyuna dönüşür." Oyun deyince... Gürbüz'ün Derimod Kültür Merkezi 'ndeki sergisinde yer alan desen ve tuvallerinde de açıkça ortaya çı- kan bir tutum bu: Oyun oynamak. Sergi- de yer alan yanılsamalı portreleri de bi- rer 'göz oyunu' sayabilir miyiz? Ama asıl, Gürbüz'ün, göbeklerinden deldiği figürlerinin 'oyun' çağnşımlardan söz edebiliriz. Özellikle renkli resimlerinde Gürbüz, Matisse'den alıntılar yaparak modern sanat tarihinin bu çok bilinen re- simleriyle oynarken, kannlanndan deldi- ği ve sanki tuvalin dışından görünmez bir elle hareket ettirilen kuklamsı figürler aracılığıyla da bir başka sahne oyunu ku- ruyor. Selma Gürbüz'ün Kore Biena- li'nde sergilenen. Türkiye'de ise ilk kez göreceğimiz büyük boyutlu gölgemsi fi- gürleri ise Kore'nın kadınlanndan esiıı- lenmiş. "Koreli kadınlann yüzlerinde okunan hüzünden çok etkilendim." Tem Sanaı Galensı'nde 1992 yılında "Me- lekterin Onsiyeti" başiıkiı bir sergı açan Seima Gürbüz, o sergide meleklenn cin- siyeti olmadıgını ortaya koyuyordu fi- gürleriyle. Kore'de sergilenen işlerinde ise, figür- lerin cinsel organlannda boşluklarbıra- karak, bu fıgürlenn özellikle kadın oldu- ğunu vurgulamaya çalışıyor. Selma Gürbüz'ün Kwangju Biena- li'nde bu desenlerin yanı sıra gercekleş- tırdiğı "OtomatikOyunlar" başlıkiı göl- ge oyununu, burada da izlemeyi ister- dik... Sanatçının desen ve tuvalleri, 27 nisa- na dek Derimod Kültür Merkezi'nde görülebilir. Andrew Gunn, genç yönetmenlerin evrensel sorunlarından söz ediyor tstanbul Kısa Film Günleri'ne kaülan Andrew Gunn, kısa filmi, 'Hem kalıplan oturtabileceğûıiz \<e zorlayabileceğiniz bir çalışma alanı hem de yapımcılara ve trfe>icilcrt' adınızj duyurmak için bir olanak' olarak nitelendiriyor. Kısa filmin, uzun metrajdan aynlan özelliklerinden. yoğunluğundan dolayi bir yönetmen için eghici olduğunu ve uzun metraj çalışmak isteyen herkesin öncelikli kısa filmler yapması gerektiğini söytüyor. (Fotoğraf: DEVRİM BARAN) 'Kısafilm,uzun metraj içiıı bir aşama' TANERGEZER Andrevv Gunn, Istanbul Kısa Film Günlen'ne "HalfA Shave" adlı filmiyle katılan genç bir Ingiliz yönetmen. "Zor" olarak nitelediği lngıliz film endüstrisı içinde kendisine bır yer bulmaya çalışan, ilerde uzun metrajlı filmler çekmeyi he- defleyen, senaryosunu şimdiden hazırla- yan... Ingiltere'den Ridlev Scott, John Boor- man ve Ken Russell sevdığı yönetmenler. Fransız Luc Besson da. Ama kendisini en çok etkileyen isım Martin Scorsesse. "Tam anlamıyia bir sinemacı" olan Scor- sesse'ye imreniyor Gunn. Istanbul Kısa Film Günleri'ne bir ko- medi filmiyle katıldı. Ama bir komedi yönetmeni olarak tanınmak istemiyor. Çünkü. "Benimsöylemek,yapmakistedi- ğim dddi şeyler var" dıyor Gunn, uzun metraja terfi ettıği zaman. Fakat Gunn, genç bir yönetmen. Film yapabılmek için de dünyanın heryerinde olduğu gibi, lngiltere'de de öncelikle fil- TüHdye sinemcdarındagösterimi süren 'Undergmund 'Jîlminin yönetmeni EmirKusturica: Fihiîlerim sirke benziyor Kültür Servisi - Saraybosna doğumlu yönetmen Emir Kusturica, büyük ödüller kazanmaya afışkin. İlk konuiu filmi "Do YouRememberDolh BeU?" (Dolly BelTı Anımsıyor musunuz?) ile 1981 yılında Ve- nedik Film Festivali'nde Altın Aslan al- mıştı. Hemen ardından,"When Fatner Was Away on Business" (Babam tş Gezi- sinde) yönetmene Cannes Film Fes- tivali'nden bır Altın Palmiye, bir de Oscar adayhğı getırdı. "Tıme of the Gypsies" (Çingeneler Zamanı) ile Cannes'da en iyi yönetmen, Ameri- ka'da Johnny Depp, Faye Dunaıvay ve Jerry Lewis ile çektiğı "Arizona Dream" (Arizona Rüyası) filmiyle de Berlın Film Festivali'nde bir Gü- müş Ayı bir de jüri özel ödüiü aldı Emir Kusturica. 1995 yılındaki Can- nes Film Festıvali'nde de beşinci fil- mi "Underground" ile ikinci Altın Palmiye'sini kazandı ünlü yönetmen. Cannes Film Festivali'ndekı son başansı, ötekilenn aksine 'gölgelen- <fi.' Kusturica'nın Cannes Film Fes- tivali içm 20 dakikasını keserek 2 sa- at 50 dakikaya indirebildiği filmin, gereğinden uzun olduğu söylendi. Bu arada 'esW Yugoslavya'dan da yogun tepkı aldı Kusturica. Filmin ikinci başlığı, "Bir ZamanlarBirÜl- ke Vardı_", yönetmenin Tho'nun Yugos- lavyası'na duyduğu nostaljı olarak (yan- lış) algılandı ve Kustunca'nın kendi soy- daşları tarafından bile tepkıyle karşılandı. 42 yaşındaki Emir Kusturica, bu eleştı- rilere fazlasıyla "kulakasü".. Yönetme- nin, "Underground, son fılmim olacak" dediği bılc söylentıler arasında. Fılmde, savaşın partizanca bıryorumunu yapmak- tan özellikle kaçmdığını anlatan Emir Kusturica. "Korkunç bir savaşta yok oian ülkede yaşa>an biri olarak, bu ülkenin yal- nızca tarihiyle ifgili sorulara yanıt verecek bir film değil. bu topraklarda \aşa\an in- sanlann doğasrt la ilgili bir film vapmak is- tedim" dıyor. Dusan Kovaçeviç'in yazdığı bır tiyatro oyunundan esınlenerek sinemaya aktan- rihte Avrupa'nın bütün başkentlenne uza- nan tünellerle döşeli, bir yeraltı silah fab- nkasında yaşamaya başlıyor ve orada kal- maya ıkna ediliyorlar. Ikmcı bölüm, So- ğuk Savaş sürecınde, ûçuncü ve son bölüm de Balkanlar'ın son savaşındageçıyor. Kı- şıler hiç değişmiyor. "Manipülasyonla il- gili bir fünı bu" diyor Kustunca. "Bir iki lan "Underground"da, Kusturica, "Raki- bini20 yıl boyunca bir bodrum kanna hap- seden, ondan savasın bittigini gizleyen bir adamın" öyküsünü anlatıyor. "Ko\açe- viç'in oyunu, bir aileyi konu afayordu. Biz öyküyü biraz degiştirip, o aileyi büyük öl- çekte, bir ülkenin insanlan olarak aktar- dık." Balkanlartanhınınson50yılınıkap- sayan "Underground", İkinci Dünya Sa- vaşı'yla başlıyor. Filmdekı kişıler, bu ta- kişinin yüzlerce kişiyi nasıl etkikri altına alabildiklerinin öyküsü. Tito'nun zama- nında. insarılar buna benzer, ama metafo- rik bir bodrum kabnda \ aşıvorlardı.. her şeyden uzak, iyiyasadıklannın \anılsama- sı içinde... Son yıllarda da başkâlannı bod- rum katlanna hapsedenler, kendilerini bir- den demokrat ilan ettiler ve hemen yeni bodnunlar kurduiar." Kustunca, "Underground" fılmındeki Belgrad hayvanat bahçesinın bombalan- ması, çılgm düğün yemeği ve grotesk fı- nalıyle farklı bır 'görü'ye sahıp olduğunu kanıtlıyor. Film yapmanın kendisi için "büyük bir serüvenle" eşdeğer olduğunu söyleyen yönetmen. "Fiundekiyaraoa ke- sitler senaryoda yer aimıyor. Tiim bunlar. film setinde kendiliğinden oluyor. Senaryo, yaratmaya başlamanın ilk aşaması. Bövle bir çalışma yönteminin pahalı- >a mal olduğunu biliyorum, (vapımcı- ya da büyük bir yük) ama bu şekilde çalısarak ustalanmın. ilahlanmın pe- şinden gitığime inanıyorum - Felli- ni'nin, Renoir'nın, Tarkovsky'nin™ Bence böyle bir sinema yapma gerek- sinimimiz var. Benim sinemam, bir sirke benziyor - tehlikeli. ilginç ve gü- lünç. Bu açıdan bakıldığuıda, 'Un- derground' hem bir güldürü, hem bir sirktir'' diyor. Çeşitlı Avrupa kentlerinde dokuz aylık bır süreçte çekilen "Undergro- und" gibi bir filmi bir daha çekeme- yeceğinı söylüyor Kustunca: "Fazla- sıyla büyük, yoğun, fazlasıv la tehlike- li bir filmdi. Sınırlan, sınırianmı sü- rekü zorladığımın büincindeydim. Filmlerime hep yüzde 150 koyuyorum ben." Filmin sonuyla ilgili çelişiklik konusunda - iyimsermi yoksa kötüm- ser bır son mu? - "Galiba iyimser bir so- nu var filmin" diyor. "Sonuçta bu insan- lann hâlâ enerjisi var... Başlanna gelenler- den bir anlamda habersiz, çekip gidiyor- lar. Balkan insanının doğası budur. Geç- mişleri konusunda asla akıi yürütmezler. lleriye dönük tutkulan hiç değişmez. Uma- nm bir gün. bugün birbirlerini ancak öl- dürmeye yarayan tutkutanm daha farklı şekillerde değeriendirebüûier." minıze para verecek bir yapımcı bulmak gerekiyor. Bunun yolu ise adınızı bir şe- kilde duyurmanızdan geçiyor. Bu ortak bir sorun. Teknik ve donanım açısından oldukça gelişmış bir ülke lngiltere. Eğitımin kali- tesi de bu oranda yüksek ve pratik bir eği- tim veriliyor. "İnğiteresinemaegitimiaçı- sından uygun bir ülke" diyor Gunn. Yıne de teknik olarak ne kadar büyük olanak- lar sunulursa sunulsun, bir sanat olan yö- netmenlik öğretilemez ona göre. Hem son zamanlarda ekonomik sıkıntılann sine- ma okullannı da etkilediğini ve eğitimin kalitesinın azaldığını belirtiyor. Bu da Türkiye'de de yaşanan bir sorun. Fakat, nasıl bıreğitim verilirse verilsın bu işin en iyi yapılarak öğrenileceği düşün- cesinde Gunn. O da yaparak ve dığerlerinin çaiışma- lannı izleyerek öğrenmiş bir çok şeyi. "Yönetmen olmak isteyen bir insanın oyunculuktan, kostüme kadar her şeyi bfl- mesi gerekiyor" diyor ve bunu öğrenme- nin yolunun çalışmaktan ve kendi filmle- rinı yapmaktan geçtiğinı düşünüyor. Bu anlamda kısa filmi. uzun metraja geçiş için bir aşama olarak değerlendiri- yor Gunn: "Hem kahplan oturtabüeceği- niz ve zorlayabileceğiniz bir çalışma alanı hem de yapımcılara ve izleyicilere adınızı duyurmak için bir olanak." Kısa filmin, uzun metrajdan aynlan özelliklerinden, yoğunluğundan dolayı bir yönetmen için eğitici olduğunu ve uzun metraj çalışmak isteyen herkesin öncelikli kısa filmler yapması gerektiğini söylüyor Gunn. ln- giltere'de kısa filme olan ilgiyi sorduğu- muzda ise "Sorun yaratacak boyutta yo- ğun" bir ilgi olduğunu öğreniyoruz: " Yıl- da yüzlerce kısa film yapdryor ve bunla- nn çoğu da köfü. Bu kargaşa içinde ya- puncdara filminizi ulaşormakta ve izîet- tirmekte güçlük çekiyorsunuz." tşte bu, Türkiye'de yaşanmıyor. O kadar az insan var ki film yapan, yapabilen. Gunn şimdiye kadar birçok film festi- valine katılmış, mezuniyet filmi "In Se- arch of Perfection And Mermaids" ile Tyneside Uluslararası Film Festıvah'nde en iyi genç film yönetmeni ödülü almış, ama Istanbul Kısa Film Günleri'nin ken- disi içm başka bır anlamı var: Çünkü da- vet edildiği ilk festival. Katıldığı diğer festivallere kendisini zorla davet ettirdi- ğini itiraf ediyor. Davet edildiği ilk fes- tival, ama bu festivalde çok fazla film iz- leyememiş Gunn. İlk kez geldiği Istan- bul'ugezmek ona çok daha çekıci gelmiş. "İnsan bütün ömriinü karannk bir oda- da fiun izleyerek geçiremez ki" diyor. Is- tanbul'un hâlâ tüketemedığimiz güzelli- ği de işin içine girince pek fazla filmi gör- mek mümkün olmamış. Amerikan film- leri lngiltere'de de egemen olduğu için Türk sinemasından örnekleri izlemek ola- naksız hale geliyor. Gunn, tngiltere'de tn- giliz filmlerinin de salon bulmakta güç- lük çektiğini söylüyor. Bu zaten bütün dünyanın ortak sorunu. Türk filmlerinin ise küçük salonlarda çok kısa süreler oy- nayabıldiğini söylüyor. ALINTILAR TAHSİN YÜCEL Örnek Vatan Kıbrıs Rauf Denktaş'ın rahatsızlığı herkesi korkuttu. Du- rumunun çok da ağır olmadığı sık sık vurgulanmakla birlikte, televizyonda eşinın ağladığını görenler, "An- laşılan çok kötü de bize söylenmiyor" diyerek öyle bir hüzünlendiler ki sormayın. Ben kendi payıma hiç kaygılanmadım. Neden der- seniz, aynı gün aynı televizyonda Süleyman Demi- rel'i görmüştüm, Tann'ya bin şükür, çok sağlıklı görü- nüyordu. "Demırel'in sağlığı yerinde olduğuna göre, Denktaş'ın sağlığının da kötü olmaması gerekir" de- yip rahatıma baktım. Öyle ya bunca yıldır görüp işit- tiklerimizden bilıyorduk, Türkiye Cumhuriyeti'nde ne olursa Kuzey Kıbns Türk Cumhuriyeti'nde de o olu- yordu: Türkiye Cumhuriyeti'nde sağcılar iktidara ge- liyordu, Kuzey Kıbns Türk Cumhuriyeti'nde de sağcı- lar iktidara geliyordu; Türkiye Cumhuriyeti'nde koalis- yon kuruluyordu, Kuzey Kıbns Türk Cumhuriyeti'nde de koalisyon kuruluyordu; Türkiye Cumhuriyeti'nde enflasyon şahlanıyordu, Kuzey Kıbns Türk Cumhuri- yeti'nde de şahlanıyordu; Türkiye Cumhuriyeti'nde yolsuzluk söylentileri arttıkça artıyordu, Kuzey Kıbns Türk Cumhuriyeti'nde de yolsuzluk söylentileri başlı- yordu; Türkiye Cumhunyeti'nde büyük orman yan- gınları çıkıyordu, Kuzey Kıbns Türk Cumhuriyeti'nden de yangın haberleri geliyordu; Türkiye Cumhuriye- ti'nde bir hocaefendinin yıldızı pariıyordu, Kuzey Kıb- ns Türk Cumhuriyeti'nin hocaefendisınin ünü de dün- yayı tutuyordu. Uzun sözün kısası, her ana çocuğu- nu bir kez doğururdu, Türkiye'yse yavru vatan Kıbns'ı neredeyse her gün yeniden doğuruyor hem de hep kendine benzer doğuruyordu. Öyleyse pemirel'in sağ- lığı yennde olduğu sürece, Denktaş'a bir şeycikler ol- mazdı. Bunun Denktaş açısından sevinilecek bir şey oldu- ğu kesin, ama Kıbns ve Kıbnslılar için de geçerii oldu- ğunu söylemek zor. Yukanda saydığımız örneklerin de gösterdiği gibi yavru vatanın anavatan yüzünden çek- medıği kalmıyor. Bu gidişle hep de çekecek. Ancak bana oyle geliyor kı her ıki vatanın kodamanlarının kü- çük bir tutum değişıkliğiyle durum tersine çevriıebilir, daha da lyısi, yavru vatan Kıbns, anavatan Türkiye için kurtancı olabilir. Yavru vatan nice yıldır durumunu bir türiü düzelte- miyorsa anavatanı örnek aldığı, daha bilimsel terimiy- le anavatandak: gelışmeleri yararlanılacak birer "ör- nekçe" olarak izlediğı için düzeltemiyor. Nedeni de açık: bu yaptıklan her şeyden önce örnekçe kavramı- na ters düşmekte. Örnekçe, tanımı gereği, gerçeğin indirgenmiş, yalınlaştınlmış bıçimidır, kuram ve uygu- lamalarımızı tutariı sonuçlara götürmemizi bu özelli- ğiyle sağlar; ömekçeniz, üzerinde çalıştığınız nesne- den daha büyük, daha karmaşık bir şeyse, ancak yo- lunuzu şaşınrsınız. Türkiye'yi "küçük Âmerika" yap- maktan söz edenlerin acıklı sonunu bilıyoruz. Kalrtçı- ları da aynı sakat tutumu ızlediklerınden, bir türiü be- limizi doğrultamadık, ne muştuladılarsa tam tersi çık- tı her zaman. Enflasyonu tek rakama indireceğiz de- diler, üç rakama fıriadı. Süleyman Demırel "Kentte ne varsa köyde de o olacak" dedi, aradan bır seçim dö- nemı geçmeden, köyde ne varsa kentte de o oldu. Ku- zey Kıbns Türk Cumhuriyeti'nin ana sorunu bu ben- ce. Ama bu tutumun tersi, yanı Kuzey Kıbns Türk Cum- huriyeti'nin Türkiye Cumhuriyeti'nı değil de Türkiye Cumhuriyeti'nin Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti'ni bir tür örnekçe olarak kullanması her şeyi değiştirebilir. Bunun için fazla bır duşunsel çaba da gerekmez. Ana- vatan cömertliğinın kaçınılmaz sonucu olarak Kıbns bugün Türkıye'nin indirgenmiş bırörnekçesi; siyasal, ekonomik, ekinsel, dınsel, mafyasal, heryonden ala- bildiğine küçültülmüş bir kopyası olduğuna göre, ül- kemizin reform tutkunu büyükleri, diyelim ki özelleş- tirilmemış çakıl taşına bıle katlanamayan Çiller, diye- lim ki devleti küçültüp son sözü muhtarlanmıza bırak- mayı kurduğu anlaşılan Yılmaz, hatta neden olmasın, ünlü "adil düzen" bohçasını bir türiü açamayan Er- bakan, tasanlarını Türkiye'de yaşama geçiımeden önce Kuzey Kıbrıs'ta uygulamaya koydurtmaya gö- nül indirirlerse, en azından başımıza geleceklergecık- tirilmiş olur. Hiç kuşkusuz, bundan en buyuk zaran Kıbnsîı kardeşlerimiz görür. Ama büyüklerinin sürekli Türkiye'yi izlemesi nedeniyle ülkelennin örnekçe ya da denek olarak kullanılmaması durumunda da aynı sı- kıntılan çekmeleri kaçınılmaz olduğuna göre, kendi- leri için pek bir şey fark etmez. Üstelik, şunun şura- sında birkaç yüz bin kişilik birtopluluk olduklanndan, zararian kolaylıkla karşılanabilir. Daha da önemlisi, ön- derierimizin zorla ağzımıza dayamaktan bıkmadığı acı ilaçlan boşu boşuna ya da daha acılanna hazıriık ola- rak değil de anavatandaki kardeşleri için ıçtiklerini, yani katlandıklan sıkıntmın bir işe yaradığını bilmek yü- reklerini ferahlatır. İşe yarayacağı da kuşku götürmez. Nasıl söylesem? Ömeğin şu "5 Nisan paketi" Türkiye'den önce Kıb- ns'ta açılmış olsaydı, indirgenmiş bir örnekçe söz ko- nusu olacağından, yapılmış olanın tutarsızlığını Bayan Çiller bile görebilir, bir kez gördükten sonra da yanlış- ta dayatmaktan vazgeçebilirdi. Daha bir başkası da neden olmasın, doğru çözüme yönelıp şeytanın ba- cağını kırabilirdi. Evet, böyle indirgenmiş örnekçe dü- şüncesi pek öyle yabana atılacak bir şey değil. Ülke- nin gevşeyen dizginlerini biraz olsun kısmak üzere ye- ni arayışlara girişildiğini gördüğümüz şu günlerde, anamalın yılmaz bekçileri biraz da bu konu üzerinde dursalar hiç fena olmaz. Deyince dedi oluyor da diyelim de demedi demesin- ler. S A L I T O P L A N T I L A R I MUREKKEBI KURUMADAN PARASIZ YATILI 25 YAŞINDA ATILLA BIRKIVE KONUŞMACILAR FURUZAN. FERIDUN ANDAÇ 12 MART 1996 SAAT: 18.3O Y\PI KRf I>1 K ( I I l R VI ERKE/İ Yapı Kndl Ssrmet çmtr KOtOplunesl Istıklâl Caddes 285 Beyoglu 80050 Istanbul Teleftm 10212, 252 47 00 '440-245 20 41 Sah Toplanîıian nı isteyen herkes ucretsa oiirak ızleyebtlır YAPI KREDi
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle