27 Kasım 2024 Çarşamba English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
Cumhuriyet tmtiyaz Sahibi: Berin Nadi ( etinka\a # Yazıışleri Müdurlerı Ibrahim Vıldı/ (Sonımlu), Dinç Tayanç 9 Haber Merkezı Müdürii Hakan Kara 9 Görsel Yönetmen Fikret Eser Genel Yayın Yönetmenr Orhan Erinç • Dı, Habcrler: Ergun Balcı • Ktıhbarai. Cengiz Genel Yavın Koorıhnatörü Hikmet i 1 ' 0 1 " 1 1 » • Ekonomı Bülent Kuanlık •.J - 4 u l ^ r v l İ a n . d a n ^ n K k .°^ e , n , * l p o r iAbdulkadır Yucelman • Makaleler: Samı Karaören • Düzeltmc: Abdullah Yazıcı * Fotojraf: Erdoğan Köseoğlu • Bılgı-Bclgc: Edibe Buğra • Yurt Haberlen Mehmet Faraç YayınKunılu Orhan l.rim,. Okta> kurtbökt. HiRmet Çetinka> a. Şâkran Soner, Ergun BalcL Dinç Tayanç, İbnhim Y'ıldız, ürtun Burulı, Mustafa Balbav, Hakan Kara. Ankara Temsılcısı: Mustafa Balbav 0 Haber Müdürü. Doğan Akın Alatüık Bulvan No. 125, Kat 4, Bakanlıklar- Ankara Tel: 4195020 (7 hat). Faks. 4195027 • izmır Temsilcısı: Serdar Kızık, H. Ziya Blv. 1352 S. 2'3 Tel 4411220, Faks: 4419117 • AdanaTemsılcisı: Çctin Yiğenağhı, lnönüCd. 119S. No:l Kat:l, Tel: 3522550, Faks: 3522570 Müessese Mudürü: Erol Erkut • Koordınatör. Ahnıet Konıban 9 Muhasebe: Bülent Yener #jdare: HüseyinGürerOtşIetme Önder Çeük • Bılgı-lşlenr Nail İnal • Bılgısayar Sıstem. Mflrûvct Çiler \C:*Yonctım kurutu Ua^kanı-Cienel Mudur Gülbin Erdaran 0 Koordınatör Reha lşıtmın # Genel Mudur Yardımcısı MîneAJulağ MEDYA G : • Yöneum Kunılu Başkanı - Oenel Mudür Üstnn Akmen • Murahhai üye Bora Göoenf Ytyımla>aD \e Basaa: Yenı Gün Haber Ajansı. Basın ve Yaymcıiık \ 5 TüriccağıCad 39 i l Cağaloglu 34334 Ist PK 246 Istanbul Tel (0 212) 512 0< 0^ ı2ü hatl haks (0 212) 513 « 25ŞUBAT1996 İmsak:5.15 Güneş: 6.39 Öğle: 12.24 İkindi: 15.25 Akşam 17.56 Yatsı: 19.15 MEDYACTel 514<P 53 - s n 95 X0 - 513 8460-61. Vaks 511M66 Yargıtay, baskıyla ters ilişkiye zorlama eylemini 'kötü muamele' olarak değerlendirdi Eşe Hecavüz'e 2 yıl hapis• Yargıtay, eşine zor kullanarak ters ilişkiye geçen kocanın eylemini, 'tecavüz' değil, 'aile bireyine kötü muamele' hükmüne göre cezalandınrken, 4. Ceza Dairesi Başkanı Doç. Dr. Sami Selçuk, eylemin ağır cezalık bir suç olduğunu belirterek karara karşı oy kullandı. EVİNGÖKTAŞ ANKARA - Yargıtay, eşine zor kullanarak ters ilişkiye geçen ko- canın eylemini 'tecavüz' olarak değerlendirmedi. Kansını zorla ilişkiye zorlamayı. 'aik bireyine kötü muamele1 hükmünden ce- zalandıran yüksek mahkeme, 2 yı] hapis cezasını onayladı. Kara- ra karçı oy kullanan Yargıtay 4. Ce- za Dairesi Başkanı Doç. Dr. Sa- mi Sdçuk. eylemin ağır cezalık bir suç olduğunL belirterek "Eşler, karşılıklı nzava dayalı evlilik ba- ğıtıyla, yalnızca olağan cinset iliş- kht raa oimuşlardır. Bunun chşın- daki cinsel ilişkiler, kişinin hem cinsel özgürlüğünü hem de kamu ahlakını ihlal eder" dedi. Yargıtay 4. Ceza Dairesi. kan- sına, manevi tehdit uygulayarak zorla ters ilişkiye geçen İ.E. adlı kişiye, Zonguldak 1. Aslıye Ce- za Mahkemesi'nce verilen 2 yıl ha- pis cezasını oyçokluğu ile onay- ladı. l.E.'nin eylemini, 'ırzageç- me' hükmünü içeren maddeden degil, 'aik fertkrine fena muame- ledebuhınma' hükmünü düzenle- yen Türk Ceza Yasası'nın 478. maddesinden cezalandırdı. Yargıtay 4. Ceza Dairesi Baş- kanı Doç. Dr. Sami Selçuk. sanı- ğa verilen cezayı az buldu. Eşini ters ilişkiye zorlayarak, tecavüz etmenin ağır cezalık bir suç oldu- ğunu savunan Selçuk, sanığın Türk Ceza Yasası'nın 4161. maddesi- ne göre yargılanıp en az 7 yıl ağır hapis cezasına çarptınlması gerek- tiğini kaydetti. Karşıovıın gerekçesi Selçuk. karşıoy gerekçesinde ırza geçme suçunun, kamu ahla- kı sınırlan içinde cinsel yaşamı- nı kendi iradesiy le <»e özgürce dü- zenleme hakkı bulunan bireyin cinsel özgürlüğüne karşı bir cü- rüm olduğunu belirtti. Gerekçe- sinde, evlilik içinde de bu değe- rin korunduğunu ifade eden Sel- çuk, bu konuda Fransa, Alman- ya, ltalya. lsviçre ve Avusturya ceza yasalanndan örnekler vere- rekşunlan kaydetti: "F.vliliğin, zorla ırza geçme su- çunun hukuka aykınhk öğesini kaldırmadığı açıkür. TCY'nin 434. maddesi. hukuka aykınlık öğesi- ni kaldıran bir hiiküm olmayıp. oluşup tamamlanmış suç sonrası etkin pişmanlıkür. Sorumluluğu önkdiği halde. isnadiyeti kaldır- maz. Tersi olsa ve suçun hukuka aykınlık öğesini kaldırsaydı, ce- zadan bağışık tutulma değiL bera- at karan \erilmek gerekirdi. L s- telik, bu maddenin uygulanması faiiin iradesine bağlı değil, karşı ta- rafin c> liligj kabulüne de bağlıdır. Hukukta hiçbir norm. aile içinde şiddet ya da tehdit kullanmaya izin vermemiştir. Cinsel ilişkiye razı olmayan eş karşısında, öbür eşin ay nlma ya da boşanma iste- me>e hakkı vardır. Eğer eşjer ara- sındaki ilişkikfde, cinsel dokunuJ- mazlık menfaati ya da değeri be- nimsenmezse, cinsel özgürlüğün korunmasıolanaksulaşır. Irzageç- me suçu, mağdurun ruastzltğı bir ödev ihlali dışında kaldığında, eJ- bette eşJer arasında da oluşur. Ev- liliğe nza gösterme, cvliliğin ola- ğan gerekierine ve sonuçlanna n- za göstermedir." "Zoria ilişki tecavüzdür' Selçuk. maddi ya da manevi baskıyla işlenen 'olağan veya ters ilişkinin'. 'tecavüz' suçunu oluş- turacağına dikkat çekerek. "İn- ceieme konusu olayda, sanığın eşry- le manevi /.or kullanarak ters iliş- kide bulunduğu ileri sürüldüğüne göre, eylemin TCV'nin 416/1. maddesinin uygulanmasını gerek- tirebileceği kanısınday ım. Bu ne- denlerie, karann bozulması dü- şüncesindeyim" görüşünü kaydet- ti. Yargıtay, daha önce de incele- diği başka birdavada, birgenelev kadınına tecavüz eden sanığın ce- zasında, mağdurun fahişe' oldu- ğu gerekçesiyle indirim yapmış- tı. Devlet, öğrenciyi dersten soğutuyor Felsefe yok ohıyor FİGEN ATALAY İnsanlan, yaşamı sorgulamaya, dünyayı bize sunulduğu biçimiyle kabullenmemeye, özgür düşünme- ye iten felsefe, ortaöğretimde gide- rek yok oluyor. Devlet. öğretmenle- ri, kitaplan ve ders programıyla öğ- rencileri bu dersten soğutuyor. Bırçok okulda, "öğretmen açtğı" nedeniyle felsefe derslerine Din K.Üİ- türü dersi öğretmenleri giriyor. Fel- sefe kitaplan, içerikleri, kuru anla- tımı, karmaşıkmetinleri ileöğrenci- lere bu dersi sevdirmeyi değil, soğut- mayı arnaçlamış gibi bir izlenim ve- riyor. Öğrencilerine felsefenin öne- mini anlatmak, bu dersi sevdirmek is- teyen felsefe öğret- menlerinden kimile- ri ise bugünlerde ders kitabı olarak Jostein Gaarder'ın felsefe tarihini sürükleyici bir roman kurgusuy- la yazdığı "SofTnin Dünyası" adlı felse- fe kitabından yarar- lanıyorlar. Bir lisede felsefe öğretmenliği yapan Zeynep Altay, ortaöğretimdeki felse- fe eğitimini çeşitli açılardan eleşti- riyor. Altay, "önderiik" açısından yaptığı eleştiride, "Türkiye'deki fel- sefe bölümieri ve kunımlan ile bağın kopukluğu, bu kuruluşlann, müfre- dat programları, araçlann yanm ve seçiminde yeterti aktif rol ovnayama- malan açıkça gözlenmektedir. Dev- letin çeşitli yollarla giderek artan fel- sefeden soğutma çabalanna karşı ay- dınlabcL, durdunıcu, uyancı çabalar çok cılız kalıyor. Kgiticilerin çağdaş fikirlerden haberdar edilmesi, eği- tirn süreci içinde de akademik griişim- lerini sürdürebilmelerine olanak ve- recek yaratıcı çabalar ise yetersiz- dir"diyor. Zeynep Altay, felsefe eğitiminde "eğitUen" ve "eğitici kitle"nin ço- ğunlukla doğru yerde olmadığını, bi- linçli bir buluşmanın gerçekleşme- diğini vurguluyor. Felsefe derslerin- deokutulan kitaplan daeleştiren Al- tay 'a göre bu kitaplarda kuru bir an- latım ve anlaşılması güç akademik metinler var. Oysa, kitaplarda felse- fe tarihi, sistematik olarak vurgulan- malı, fılozoflar problemler açısın- dan karşılaştınlarak, bağlantılar ku- nılmalı. Felsefe tarihi sürecinin çok önemli olmasına karşın ders kitapla- nnda öne çıkanlmadığını söyleyen Altay, felsefe derslerinde bu kitapla- ra rağmen öğretmenin gerekli ekle- meleri yapmasıylabaşarı sağlanabi- leceğini belirtiyor. • Ortaöğretimdeki felsefe eğitimi, programı ve kitaplanyla öğrencileri felsefeden soğuturken, öğretmen açığı nedeniyle birçok okulda derslere Din Kültürü öğretmenleri giriyor. Felsefe seçmeli olsun Zeynep Altay, da- ha deneysel olması. bazı temel bilgilen öğretmesi ve öğren- ciyi yavaş yavaş so- yut kavramlara geç- meye hazırlaması ne- deniyle öğrenciye önce psikolojı dersi- nin verilmesi gerek- tiğine dikkat çckiyor. Altay'ın önerisi şöyle:"Psikoloji zo- nınlu. felsefe seçmeli ders olmaiıdır. Böyiecefelsefe dersterini seçecek ş?nç- ler, bilinçli seçim yaparak başanlı ola- caklardır. Felsefeyi öğretmektense sevdirmek daha önemlidir. Felsefe eğitiminde yöntem, niozoflaruı yö- neldiği problemleri diişündürerek, sorular ürettirerek, > anıtlara öğren- cileri de yaklaşürarak sunmak ouna- İHÜr. Ancak bu yöntem. sınıf nıcvcut- lanna, okullann olanaklanna göre uygulanmaladır. Verimli olmak esas alındığına göre, ideale yaklaşmaya çahşan fakat şartlara uygun başka y«J- lar yaratılmalıdır. l nutulmaması ge- reken, öğrenciye öğrenme> L soru sor- ma> ı öğretmek, fornıasyün ve intsiya- tif kazandırmaktır." 'Müziğimden odun vennem'I . i kültür Scn i">i - Müzik dünyası. bu<>iinlerde listeleri altüsi ıılcn. pck tanınmamış hir Kunadalı vııkıcıyı koıuışuyor. "Ja»«e(l Uttle Pill" alluimii) le. In0ltere listelf rine onikinci sıradan <>irip. ikinci sıraya dek yüksekıı Alanis Morisette, mü/ik dünyasının yeni tîo/dfsi olıııa yolıında. Murisette.valnı/ca ^BD'de seki/ ay içiııde altı nıilyon albüııı sattı. Peki kiın bu kadın? "Kendiııi bulınak" için doğduğu kent Onovva'dan 1onmto"\a, oradan da Los An<;eles'a giden Kanadalı şarkıcı. plak fırınalanna kendiııi kabul ettirene dckepeycc /cırluk V'ekoıi>. -Şaıkılaı ıının sö/k-ıiıti dt'ğiştirnıemi. aonçlerv yönelik \a/nıaıııı istiyorlardı ben«Uıı. Ben de b»ı sarkılan ohlar için değil. kenditn için yazdığınıı anlatm;na çalışıvordum" diyen Momette. (»diin vermeyerek kendiııi kabul ettirmiş sonuncla. SEYAHATNAME YAVUZGÖR Bulgaristan... Mayıs 1962-Aralık Bu ülkeye, iki kez daha atanacağımı bile- mezdim... 1969 Kasım ayından, 1972 Ekim ayına kadar ikinci, 1982 Haziranf ndan 1986 Kasım ayına kadar üçüncü kez... • • • Bulgar tarihi, Osmanlı idaresinden çıkışla- n, krallık ve sonra halk cumhuriyeti devri... Bü- tün bunlar hakkında bizim bildiklerimize, epey bir şeyler eklenecekti daha... 1962 yılında Bulgarlarla aramız, 'şeker- renk' idi... 1949-50 kışında, zorla göç ettire- rek sınırdan içeri, 250 bin soydaşımızı, bı- rakmışlardı. Bizim hükümet, sonunda sının ka- pamaya mecbur oldu.. O sürece ait karşılık- lı alınıp verilen 'nota lardan, neredeyse, bir sa- vaşın sınınna kadar gelindiği anlaşılıyor... Türkiye ile Bulgaristan arasında önemli problemlerin başında, elbette oradaki Türk azınlığt gelmiştir, geliyordu. Buna sonra deginmek üzere, iki 'ufak' prob- lemi daha yazalım: 1. Aziziye Tepesi (Drayanovets). Şimdi, Kırklareli'nin Dereköy sınır noktası- nın bulunduğu yerdedir Büyük Aziziye Tepe- si... Bu tepenin, Bulgar tarafında bulunan yüksek rakımlı kesimine bir düzenleme geti- rilmiş. 1934 yılında yapılan bir 'sınır tahkimi' müzakeresi sonucu, iki tarafça imzalanmış o\an'Soğuk Su' Anlaşması'na göre Bulgar- lann tepeye çıkma haklan yoktur. Bu tepe- de, çalı dahi yetiştiremezler. Belirli bir rakım- dan sonra, Türkçe ve Bulgarca levhalar ası- lıp, telörgüler çekilip, arazinin 'yasak' oldu- ğu belirtilecek... Anlaşmanın bir maddesi, "Tepeye çıkan olursa, vurulur" diyor... Başka bir açıdan bakarsanız, tepe, Bulgar arazisindedir, amma, "No Man's Land" sta- tüsündedir. llişkilerimiz iyiye gi- dip, 1970'liyıllarda, bu bölgeden bir turistik yol geçirilip, sınır kapısı açıl- ması kararlaştırılınca, bizim taraf, bu Soğuk Su Anlaşması'nı ileri sü- rerek, 1934'ten beri, - hadi iki taraflı ihmal di- yelim- üzerinde değil çalı, orman bitmiş olan bu tepedeki ağaçların kesilmesini istedi. 60 yıl önceki koşulla- n, bir kenara ıtip, bu ko- nuda, karşı tarafla uzlaş- tık. Yol da açıldı. 2. Rezve Deresi (Ftez- veya). Türk-Bulgar sınınnın, Karadeniz'e ulaştığı yerde, Rezve Deresi var. Sınır anlaşması, sı- nır çizgisinin, derenin ortasından geçeceği- ni yazıyor. Oysa ki dere ikide bir yatak değiş- tiriyor, ya güneye, ya kuzeye doğru. Geniş- leyip daralıyor. Böyie olunca da sınır çizgisi, yer değiştiriyor. Ufacık bir dere üzerinde, bu kadar bir so- runu çözmek kolay bir iş gibi gözüküyor am- ma, gelin görün ki, tespit edilecek bir çizgi- nin, Karadeniz'e ulaştığı yer ve açı, Türk-Bul- gar krta 3ahanlığını, uzun mesafeye taşiyın- ca, oldukça önemli bir sorun halıne geliyor. Bu problemin çözülüp çözülmediği konu- sunda bir bilgim yok... ••• Gelelim tekrar, 'Türk azınlığı' konusuna... Atatürk'ün, bütün Balkan komşulan ile iliş- kileri düzeltip, 'Balkan Antantı'na varan po- litikası çerçevesinde, Bulgar krallığı ile imza- lanan 1925 anlaşmasından söz edeceğim: Bu anlaşma, hukuki açıdan hâlâ geçerlidir. Yusuf Kemal Tengirşenk ile 'Mınistre Ra- def imzalannı taşıyan 1925 anlaşmasının, 'bitiş tarihiyoktur.' Ebedi banş, dostluk ve iyi komşuluk esaslanndan bahseder, anlaşma- nın 'dibâce'si... Aynntılara yer vennemek için, bunlan bir ke- nara bırakıyorum. Anlaşmanın, Azınlılıklarta ilgili en önemli kısmı, iki tarafın da, kendi ül- kelerinde oturan Türk ve Bulgar soydaşlan- na, göç etmek istedikleri zaman müsaade et- mesini içeriyor. Bu göçün de mallann tasfi- yesi gibi konularda, müsait şartlarla gerçek- leşmesi öngörülüyor. Tabii en önemlisi de 'zorla göç 'ü ortadan kaldırıyor.. Yıllar sonra, aramızdaki müzakerelerde, bu anlaşmadan doğan haklarımızı ileri sürdü- ğümüz zaman, Bulgar tarafının tutumu, -ara- da sırada değişmekle bırlikte- şöyle olmuş- tur. "Bu arılaşmanın imzasından beri, genel ve özel şartlar geniş ölçüde, radikal değişiklik- lere maruz kalmıştır. (Bundan, kendi rejim değişikliğini kasdediyoriar.) Bildiğiniz gibi, devletler hukukunda bir kural var. (Buna ku- ral demek de yanlış birtanım amma, sözcük üzerinde durmayalım.) Roma hukukundan miras bu kural 'Clausula Rebus Sic Stanti- bus'.. Yani, şartlar değişince, anlaşmalar da ona göre değişir... Siz, Montreux anlaşma- sını, bu esasa dayandırarak müzakereye aç- tınız ve başanlı oldunuz. Biz, 1925 anlaşma- sının 'teknik' olarak hâlâ yürürtükte bulunma- dığını söylemiyoruz. Ama şartlar değiştiği için, yeni biranlaşma yapıp, 'günceT halege- lelim..." KcHay, itiraz edilebilir, hukuki bir görüş de- ğil, bu Bulgar tutumu, amma 'güncel anlaş- ma 'nın içeriği için, iki tarafın bir masaya otu- rup müzakereye başlaması da hele o zaman için sanılabikjiğinden pek zordu. Şimdi. 199O'lı yıllann sonuna doğru, böyle bir girişim olur- sa, iki taraf için yarariı olabilecek bazı esas- lann kâğıda geçirilip yürüriüğe konması ola- sılığı araştırılabilir. • • • 1962 yılı Mayıs ayında, Sofya'da göreve baş- ladığım zaman, demin de açıkladtğım gibi, iliş- kilerimiz iyi değildi. Azınlık sorunu, adeta 'ta- bu' idi. Türklerin, Bulgaristan'da eşrt vatan- daşlık haklanndan ya- rarlandıkları söylene- mezdi. Filibe ve Bur- gaz'daki başkonsolos- luklarımızdan aldığımız bilgıler de bu tanımı doğruluyordu. 1963 yazında, Filibe başkonsolosumuzun, cesur bazı faalıyetleri Bulgarlan kuşkulandır- dı. Bu faalıyetlerin, An- kara'dan alınan talima- ta uyularak yapılmakta okJuğu noktasından ha- rekete geçerek, temsil- cıliklerimizi adeta ablu- ka artına aldılar. Bu ortamın etkisi ile Türkler arasında "Yeni bir göç var.." fikri, süratle yayıldı. Binlerce göç dilekçesi, bütün engellere rağmen, biz- lere ulaşmaya başladı. 1963'ün bu olaylan, epey can yaktı, ama birkaç yıl sonra açılan 'göç müzakereleri'ne öncü oldu. 22 Mart 1968 tarihinde 'Parçalan- mış aileleri birleştırme'amaa ile bir 'göç an- laşması'nın imzalanması ile noktalandı. Bu anlaşma hakkında, bir-ıkı şey söyleye- ceğim: Türkçe ve Bulgarca, ıkı metin de eş- değerli olarak yapılan bu anlaşmanın özellik- le sosyal ve kişisel haklann transferi ile llglli bazı maddelen, çeviri hatasından mı, ihmal- den mı, bırbinni tutmamaktadır. Anlaşma, yaklaşık 130 bin kişınin göç et- mesini sağladı, amma, bu grubun çoğunlu- ğu, yaşlı kimseterdı. Doktor, mühendis, tek- nisyen vb. mesleklerden gelen pek olmadı. Çünkü Bulgar tarafı, anlaşmadaki sarahate ve verilen listelere tam rıayet göstermedi. özetle, giden gitti, kalan kaldı. Sonradan, tek tük başvurulann bir kısmı değerlendırildi, bir kısma da sonuçsuz kaldı. • • • Mayıs 1962 - Aralık 1963 arasında, Sof- ya'daki bu ilk görevimden, Vıyana Büyükel- çiliğı Müsteşarlığı'natayin edilince, aynldım. 2 Aralık 1963 günü, Sofya'yı kartar içerisin- de bırakıp, karayolu ile Avsuturya'ya doğru, kaya kaya mahut E-5'e çıktık... Bir 'halkcumhuriyeti'nöen, bir 'halkın cum- huriyeti'ne gidiyoruz. Yarııi: Beç Kalesine gittiğimiz... Beni güldürenler: Nilgün Belgün'ü tanırsınız. Darbukatör Baryam'da da benim kanmdı. Daigınlığı ile beni bu kadar güldüren birine rastlamadım... Bir sohbette bana anlatıyor: "Müjdat, bir arkadaşunın ikideri var, biri ûç biri dört yaşında, bajibrsın." "Nilgün, hem ikiz hem nasıl biri üç biri dört yaşında oluyor canraı?" "Aman ne bileyim ben, annesi öyle dedL" Bugünün anlamlı lafi: Okuyun: Bulgar oyunlan: Stanislav Stratiev (Otobüs) Mitos Boyut Yayınlan, Izleyin: Ramiz ile Jülide: yazan: Refik Erduran- Kent oyunculan. Harbiye. Sevin: Yaşar Kemal SAKUSTUNDE MÜJDATGEZEN Cahilliğimeverin... Hergelenin Bildiğini Her giden Bilmez. Dikkat: 'Erbakan'ın karncsini ele geçirdik' Güvensizlik Arkadan konu^ma... Sözden dönme Faça Verme Komiklik Şeriata bağlı lık Dini tekelealma Adil Düzmuce Hal ve Gidis 10 ... 10 10 10 10 10 10 10 Sıfır Geçen haftadan: G eçen hafta, Yasemin Yalçın'a sal- dıranlara bir yazı yazmıştım. Bir eleştirmen arkadaşım telefon etti: "Geçen haftaki yazında ben de var mı- yım?" diye sordu. Üzüldüm... Ben yaptı- ğım hiçbir şeyi insanlan üzmek için yapmam. Tam tersine mutlu etmek için yaparım. Be- nim mesleğim bu: insanlan mutlu etmek, güldürmek. Ben o yazıyı üzülen biri için yaz- dım. Ki o kişi, komedyen olması için üstü- ne gittiğim ve sevdiğim gencecik biriydi. Ge- ne de üzülen birini savunurken başkalan- nı üzmek istemem. Eleştirmen arkadaşım! Üzülürsen üzülürüm. Sen yazdıklannla baş- kalarını üzersen gene üzülürüm. Hepimiz eleştiri yapıyoruz. Ama bu güdümsüz ol- duğu zaman anlam kazanıyor. Hiçbir güç. bana, inanmadığım bir şeyi övdürüp, inan- madığım bir şeyi yerdiremez... Özellikle gençlere sahip çıkmalıyız. Birbirimize ölçü- yü kaçırabiliriz ama, gençler konusunda duyarlı olmak zorundayız. Hataları hoşgör- mek yeni hataların yapılmasına çanak tutar T amamen merakımdan ve öğrenmek için soruyorum. Cahilliğime verin. Normal insan ahlakı ile siyasetçi ahlakı farklı şeyler midir? Vallahi öğrenmek için soruyorum. Bu konunun yabancısıyım... Normal insanın ahlakını ele alalım: Nedir normal insan?.. Bu gün söylediğinden veya verdiği sözden dönmeyen; güvenilir, kişilikli; erdemleri, ilkeleri olan; sevgi, saygı bilen ve birçok insanca özelliği kendinde taşıyan kişiye normal insan diyoruz. Başka betimlemelerle de zenginleştirebiliriz. Ama normal Ekran gaflari: Ramazanın son günleri. sunucu: "Şimdi de iftar solistiniz Sibel Can'ı dinliyoruz'" dedi. Sibel Can: "Büiir kadeh ya da bir tek sigaraaaa^diye içkili bir iftar şarkısına başladı. On saniye sonra ezan girdi. Bitiminde Sibel Can gene: "Büiir kadeh >a da bir tek sigara" diye ! devam etti. insanın ahlaki değerleri böyle tanımlanabilir. Gelelim siyasetçi- politikacı ahlak anlayışına: Bir gün önce söylediğinin bir gün sonra tam tersini söyleyen ve buna mazeret olarak: "O seçimden önceydi, şimdi seçimden sonra" diyebilen; yalanı günlük yaşamın bir parçası olarak gören; başkalarının başansızlığından kendine başan payı çıkaran; rakiplerine tuzaklar kuran; yalan, dolan, iftirayı normal sayan ve her türlü kirliliği dogal karşılayan biranlayış... Bu işten anlayanlar böyle söylüyor. Bu bana uymaz. Ben olduğum gibi bir adamım. Ayıp be. Eninde sonunda mı? Önünde sonunda mı? Türk Dil Kurumu, Dil Derneği, Eğitim Bakanlığı'na açık mektup: H emen, çok acele, bir an önce şap- kaları geri getirin, çünkü çocuklanmız, genç- lerimiz Türkçeyi konuşa- maz oldu. Bunu hemen ya- pın. On beş yıldır eğrtimcilik yapmaya çalışıyorum ve en büyük derdin bu oldu- ğunu gördüm. Bunu yapın lütfen... MEB! tüm okul kitapla- nnın yazımında şapkaları şart koşun. O zaman he- pinize şapka çıkartınm... Şapkalarla ilgili iki küçük örneğim var: 1. Emine hala gelmedi veya Emine hâlâ gelmedi. 2. Bu ay kannı bana ve- rir misin? - Bu ay kânnı ba- na verir misin? Şapkalan hemen koyun. Ben öyle yapıyorum. Siz hâlâ yapmayacak mısınız? Politikacılar... Politikacılar, sık sık (komedyenlerin ve medyanın, politikacı imajının saygınhğıyla oynadığını) söylüyorlar... Sevgili politikacılanmız... Sizin buna ihtiyacınız yok ki. Siz maaşallah, kendi kendinize bunu başarabiliyorsunuz. Gençler... Çok sevdiğim Onno Tunç'u. çok genç sanatçı Uzay Hepan'yı heyecanlanna kurban verdik. CAN'm heyeCAN'ından daha değerlidir. Lütfen CAN'ım... 'Pazaflık ve duvaıiık sözler: K endimi bildim bileli bu deyim 'eninde sonunda' diye söylenir. Son zamanlarda biri bunu 'önünde sonunda' yaptı. Herhalde şunu demeye getiriyor: "En'in karşılığı son değildir, bu nedenle eninde sonunda olmaz" peki ÖN'ün karşılığı SON mudur? Önün karşılığı arkadır. "Önünde arkasında" dersen olur. O eninde sonunda sözü: "En sonunda'nın galat olmuş şeklidir. Yani siz "Eninde sonunda" deyin. Ağlamamalı hep gülmelisin Leylak gerdanlı Gül memelisin Her söylediğime de Gülmemelisin. İstanbul-K.artal'dan mektup yazan Ülkiye Kendigetaı. Sizin tekerlekli sandalye işi oldu. Sakatlar Derneği Başkanı Kemal DemireTe telefon ettim. Sandalye'yi adresinize gönderiyor. Ankara-Keçiören'den M.V. Teşekkür ederim, ben de size sağlık ve mutluluk diliyorum. Tüm demokrat arkadaşiannıza da. Haftaya: Haftaya size bir sürprizim var... Ne olduğunu söylersem^ sürpriz olmaktan çıkacağı için Deniz Baykal'la tele- röportajımı söylemeyeceğim. Haftaya kadar merak edin. Çok iyi yedi gün dılerım. Hoşçakalın.
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle