08 Mayıs 2024 Çarşamba English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
25ŞUBAT1996PAZAR CUMHURİYET SAYFA KULTUR 15 4 6 B E R L İ N F l L M F E S T İ V A L İ ' N D E N N O T L A R Berfinale 96 ıılaıızaraJarı... SUNGL ÇAPAN BERLİN- 46.UIuslararası Berlin Film Festivalinde ya da Almanlann kullanmayı yeğlediği kısaltmayla söylersek. Berlinale 96'da, tünelin ucu göründü utaktan ufaktan. Bugün seyrerriğimiz üç yanşma fılminden (Ln Ete a LaGoulettc, VHe Strozzate ve Dead Man WaJldng> sonra kalan üç günün merakla beklenen filmleri, Julia Roberts'ın da Berlin semalanndan geçen yıldızlar kervanma katılacagi. Stephcn Fears'ın "Mary Reilly", Terry Gilliam'ın Bnıce Wuİis, Madeleine Stowe'lu "12 Maymun" ve uçak saati nedeniyle neyazık ki göremeyeceğimiz, Paul Mazursky'nin festivalin kapanış filmi olacak "FaithfuTu... 4 yıl kadar önce "Halfaouine-Çatüann Çocuğu" adlı filmiyle tanıdığımız, eleştirmenlikten yönetmenliğe geçmiş, Tunuslu Ferid Boughedir ın yanşma filmi "La Goulette'de Bir Yaz" yönetmenin çocukluk anılanndan kaynaklanan, oldukça naif, sevimli diyebileceğimiz, bizim filmlerinden farksız bir çalışmaydı. Tunus'ta Claudia CardinaJe nın dogup büyüdüğü bir sayfiye kenti olan La Goulette'deki, Müslüman, Yahudi ve Katolik ailelerinin ve çevrenin baskısını hep hisseden üç genç kızın hikâyesini, yer yer müsamere düzeyinde anlatan film, hoşgörü, sevgi. mutluluk üstüne renkli bir İ.Dünya çeşnisi kattı festivale bir ölçüde ama bizce çok bildik, ham ve amatörce yapılmış. bizzat kendini oynayan Claudia Cardinale'in yama gibi kaçtığı bir denemeydi. Geçmişte, Berlin'in Forum bölümünde "Camera Arabe"adlı ilginç belgeselıni izlediğimiz Ferid Boughedir. bu kez sıcak ve şiirsel bir Akdeniz havasını yansıtan ancak bayat bir "Amaırord" özentısı olmaktan öteye gidemeyen bir Tunus övgüsü ve sevgısi imzalamış "Halk-«l-wad-La Goulette'de Geçen Bir Yaz"la. Günümüzün modern Italyası'nda, inşaat sektöründe dönen dolaplara. karanlık banka-finans ilişkileriyle örülen ağlara. tehdit, baskı ve şiddete ilişkin dramatik bir konuyu görüntüleyen Rkky Tognazzi'nin "VTte Strozzate- Zorlu Hayatlar''ıysa ne yazık kı ltalyan sıneması adına bir hayal kmklıgıydı yanşmada. 1991 'de futbol fanatızmını konu edinen. Berlinide Gümüş Ayı kazanıp Istanbul festivalinde de gösterilmiş "Uhra"sının başansının çok gerisinde kalmiş göriinen Rıcky Tognazzı'nın bu üçiincü filmi, kafasını usturaya vurdurmuş. aktör LucaZingarettTnın çizdiğı, sonunda kazdıği kuyuya kendı düşen, hırslı körü adam kompozısyonunun dışında. doğrusu pek bir şey vermedi bize. Bizim Ferzan Özpetek'ın Ricky Tognazzi'nin asistanlığını yaptığı "Vite Strozzate"nin ödüllerden yana şansı yok kanımızca. Günün filmi kuşkusuz, Susan Sarandon'la Sean Penn'ın performanslannın göz kamaştırdığı. Hollywood sinemasının aiışılmış hapishane filmlen çizgısıni bıradım öne çıkaran, aşın duygu yüklü ve etkıleyıcı "Dead Man Walking"ıydi. Helen Prejean'ın bizzat yaşadıkianndan kaleme aldıgı kitabından sinemaya uyarlanmış. özellıkle elektrikli sandalyenın yerini almış, ığneyle infaz bölümüyle finalde tûyler ürperten, etkileyici bir yanşma filmiydi. Herhangı bir ödül çıkacağı bizce muhakkak "Dead Man Walking", idama mahkûm bir katille (Sean Penn seyirciyi ağlatan. sempatik bir katil olmuş!), ona mane\ı destek veren kız kunısu bir rahıbenın (Susan Sarandon) mektupla başlayan ılişkisı ve ölüm cezası üstüne, yoğun insancıllıkta, önemli ve farklı bir filmdi sonuçta. Özetle hem cınayete kurban gitmiş genç birçiftin ailesıne. hem de arkadaşıyla bırlikte, iki genci tecavüz ederek öldürmüş katıle 'saygıda kusur etmeyen" "Dead Man Walking", Hollyvvood'un entelektüel ikilisine yeni bir zafer getirebilir Berlinale 96'dan... Sanyer'de 'Ateşli Sabır'KüMr Servisi - "Büyüyünce ne oJ- makistersin?" Çocukken hepımız kar- şılaşmışızdır bu soruyla. Nâzım Hik- met, sorunun yanıtını 52 yaşında iken yazdığı şiirinde verir: "Çocukken pos- tacı oimakisterdim/Şairtik yoluyla de- ğil ama /basbaya, saliki postao." San- yerSanatTiyatrosu'nun 14ocaktanbu yana Karaca Tıyatrosu'nda sahneledi- ğı ltalya'da sürgünde olan ünlü Şilili şair ile postacı Mario Jimenezarasın- daki dostluğun ve dönemın olaylan- nın anlatıldıfı "Ateşli Sabv" adlı oyu- nunda, genç posta dağıtıcısı kapısını çaldığı Pablo Nenıda'ya hayranlıkla bakarak "An ben de ozan olmak ister- dim"der... Ünlü şair. mizah dolu bir yanıt verir: "Yavnıcugum ŞilTde her- kes ozandır zaten. Postacılığı sürdür- men daha ilginç. Hiç değilse çokyol yü- rür \e şişmanlamazsın. Şili'deki bütûn ozanJar dav ul gibi." Antonio Skarmeta'nın yazdığı "Ateşü Sabır"ı Sabahattin Mutluer oyunlaştırmış, kostüm ve makyajı Iştl Meşe ve Leyla Lüle'ye, dekor tasanmı Sabahattin Mutluer'e ait oyunda baş- lıca rolleri Sabahattin Mutluer, Evren Erler, Işıl Meşe ve Çiğdem Öncü pay- laşıyor. "Ateşli Sabır", hâlâ gösterim- de olan Michael Radford'un "PbstacT filmiyle aynı konuyu paylaşiyor. An- cak oîaylann daha farklı geliştiği film- de, Neruda'nın Italya'dan aynlması ile bir anlamda noktalanmak zorunda ka- lan dostluk. oyunda Neruda'nın ölü- müne dek sürüyor. 1992 yılında kurulan Sanyer Sanat Tiyatrosu'nun kökleri. 1980 yılında çaîışmalanna başlayan Sanyer Halk Eğitim Merkezi Tiyatro Topluğu'na dek uzanıyor. Bölgesel tiyatro özeJH- ğine sahip olan Sanyer Halk Eğitim Merkezi Tiyatro Toplulugu geçen sü- re içinde çocuklara, gençlere ve yetiş- kinlere yönelik altmışa yakın oyun sahnelemiş, her yıl düzenli olarak sür- dürdüğü tiyatro kurslannda iki yüzü aşkın tiyatro gönüllüsü yetiştirmiş bir tiyatro. Tiyatroyu geniş kesime yayma, ge- lecek kuşaklara arşiviyle, sahnesiyle, kurumlaşmış birtiyatro anlayışı ve ya- pısı bırakmayı amaç edinmiş topluluk, bu doğrultuda amatör tiyatrolan bir araya getiren ve mayıs ayında 13.'sü gerçekleştinlecek olan "Boğaziçi Amatör Tiyatrolar ŞenliğTnin de dü- zenleyicisi olmuş. Sanyer Sanat Tiyatrosu'nun 1995- 1996 sezonuna ilişkin programında hem büyüklere hem de çocuklara ses- lenenoyunlaryeralıvor. BunlardanM. Gürhan Başaran'ın yazdığı ve Saba- hattin Mutiuer'in yönettiği "Köpekfer Htvnyordu", 1980 öncesi siyasi pano- ramayı yansıtan bir oyun. Sabahattin Mutlucr'ın yazdığı "Küçük Hayafci" ve Melih Karaman'ın yazdığı"Petmen Dünya Aiiaya Karşı" ise bu sezonun çocuklara seslenen oyunlan. JackLemmon 'a onurödülü ünlü oyuncu Jack Lemmon'a sanat yaşımında 40 yılı başanyla tamamla- masından dolayı Altın Ayı Onur Ödü- lü verildi. 71 yaşındaki Lemmon, bu yıl kırk altıncısı düzenlenen Berlın Film Festivali'ndaOnurÖdûlüalan 7. sanat- çı oldu. Lemmon, 1959 yılında, Tony Cur- tis ve Marilyn Monroe ile bırlikte çe- vırdiği "Some Like İt Hot" (Bazılan Sıcak Sever), 1968 yılmda Walter Matthau ile bırlikte çevirdiği "The Odd Couple" gıbı klasıklcşmıij filmlerdekı bıt- mekbılmezener- jısıyle taninmış ve "komik de- ha" olarak ad- landınlmıştı. İki kez de Os- car kazanan Lemmon, sonra- kı yıllarda yaptı- ğı "The Apart- ment" (Apart- man), "Da\s of Wine And Ro- ses" ve "frma La Douce" (So- kak Kızı Irnıa) gıbı filmlerdekı oyunculuğuyla yıldızlaşmıştı. Kanyenne 1990'larda "Glengarrv Glen Ross", "Grumpy Old Men" gı- bı komedılerle devam eden Lemmon'a, ödülü, festıvalde göstenlen 1973 yapı- mı filmi "Save The Tiger''ın gösterı- mı sırasında verildi. Bu filmde, canlan- dırdığı ışadamı rolüyle Lemmon, ıkın- cı kez Oscar kazanmıştı. Kendısme ilk Oscar'ııse 1955yılındarolaldığı "Mr Roberts" fılmı getirmiştı. Lemmon iki kere de Cannes'da ödül almıştı Özellıkle, sıcak tavırlan ve ızleyıcıy- Ir lyi bir ilişki kurmasıyla eleştırmen- lerin takdirinı toplayan Lemmon. Aka- demi ödüllenne toplam sekız kere aday gösterıldi ve 1988 yılında Amcnkan Film Enstıtüsü'nün "Yaşam Boyu Ba- şarı" ödülünü aldı. Oyuncunun bu ödüller karşısında tavn ıse oldukça al- çakgönüllü: "Oyunculuk da golf oy- namak gibi kişisel bir şey. Kişi ken- dini bü\ ük görmemeli ve yaptığı her- şeyin bir hiç olduğuna inanmalı." Galeri Nev'de 28 şubata dek resimlerini sergileyen sanatçı Elif Ayiter'in esin kaynağı simya fanatı hep derin psikolojik gerilimlerin süzgecinden geçerek ifade bulan Elif Ayiter, modern psikolojinin yanıt aradığı pek çok soru işaretini irdeleyen simyanın felsefi yönüyle bilinçli bir etkileşime giriyor bu sergisinde. Yaşamı altma dönüştürtnek AHUANTMEN Sanatçı, ne ölçüde yoktan var eder? Galeri Nev'de Elif Ayiter'in açtığı yağlıboya resım sergisi, simyayla olan yakın baf lan nedeniyle böyle bir soruyu getinyor akla. Yoktan var etme sanatıdır, simya. Ya da ansjklopedık tanımıyla, "soy otmayan metalleri, amn ve gümüş gibi soy metallere dönöşrürme girişimleri'*dir. Bir "yaîancı bilim"dir. Sanata benzetilebilir: Geçmiş yaşantının, duyumsanmış gerçekliğin, unutuldu sanılanlann bır yumak gibi oluşturduğu iç dünyanın tortulannın ıfade bulması değil midir bır ölçüde, sanat? Ölümsüzlük getirdiğı ınanılan el- iksir, yani simyacının taşı gibi, o iç dünyaya bir malzemeyle ifade verir, ona ölümsüzlük kazandınr, bir 'yalancı dünya 1 kurar sanatçı da. Elif Ayiter, Galeri Nev'de sergilediği resimleriyle, her sanatçının bilinçli ya da bilinçsizce birer simyacı olarak kalkıştığı işe kalkışıyor: Yaşamı, en unutulmak istenilen anlan da dahil olmak üzere, sanata (altına) çeviriyor. Sanatı hep denn psikolojik gerilimlerin süzgecinden geçerek ifade bulan Elif Ayiter, modern psikolojinin yanıt aradığı pek çok soru işaretini trdeleyen simyanın felsefi yönüyle bilinçli bir etkileşıme giriyor bu sergisinde. Yıllardır sabırlı bır Jung okuyucusu olan sanatçı, Jung'un düşlerle simya arasında kurduğu bağıntılan irdeliyor sanatıyla. Resimlerine koyduğu "Eşiklerin Bekçis", "Rubedo", "Nigredo" gibi başlıklar sanatçının bu sergide zihnini meşgul eden konulara dair ipuçlan verirken. resimlerin kendisi kolay kolay 'deşifreye' gelmiyor. Ayiter'in basit bir sembolizmden kaçınmış olması, sanatının simyanın salt resimsel bir karşılığı olmasını engelliyor. Pastelden sonra yağhboya Tatbiki Güzel Sanatlar Akademisi'nde grafik eğitimi aldıktan sonra, günümüz Ingiliz sanatının Damien Hirst, Abigail Lane, Gary Hume gibi önde gelen genç sanatçılanm mezun eden Goldsmiths'de özgün baskı, ardından da Fulbright bursuyla gittiği Nevv York Pratt Enstitüsü'nde resim eğitimi gören Elif Ayiter'in Galeri Nev'de iki yıllık aradan sonra açtığı bu sergi, "18 yaşında herkcsin resim yapmayı öğrendiği dönemde". resim birincil ilgi alanı olsa da sanatın farklı bir dalıyla uğraşmak durumunda kalmış bır sanatçının artık "ressamlığını'' duyuruyor. "Ressam olmak istiyordum, hep istediğim (»vdu. Güzel Sanatlar Akadcmisi'ni kazanamadım, ama tuhaf, o zaman girmesi çok daha zor olan bir yeri Tatbiki Güzel Sanatlar'ı kazandım. jstediginı değildi, ama orada okudum. Resim yapmayu sonradan, kendi kendime öğrettim." Ayiter'in Amerika'da, Nevv Yorİc Pratt Enstitüsü'nde yaptığı resim eğitimi. kuşkusuz belirleyici sanatında. Bu dönemde, işe gravürle başlamış olmak ve uzun süre gravür yapmış olmanın etkisiyle kâğıt üzenne pastel resimler yapan Elif Ayiter, aslında son yıllardaki sergilerine dek hep bir 'pastel sanatçısı'ydı Kağıt üzerine pastel resmin gravür teknıklenne yakın oluşu bir yana. "sonuca hemen ulaşmak" için seçilmiş bir yoldu pastel boya. Bu yolun sonu, doksanlı yıllann başında geldi Yağlıboyayı ciddi olarak ele almadan önce, Ayiter'in resimleri ıçerikte de çok farklıydı. Işte eski resimlerini bir araya getiren bir kitapçık: Egreti masalann üzennden kayan desenlı masa örtülen, uçuşan tül perdeler. doğaüstü bir enerjiyle çerçevenin dışına fırlayacakmış izlenimi veren şarap bardaklan, çatallar, bıçaklar, tuşlan mekanik, dizginlenemez bır caz parçası çalıyormuşçasına gümbür gümbür piyanolar, azgın kediler, yıkıcı sevişmeler... Ayiter, pastel boyanın ustası olduğunu kanıtladığı bu resimlerinde, tanıdık, bildik mekanlann havasını, kokusunu. sesini duyuruyordu. Ama, birruh depremı sonrası: Iç mekanlann 'SKaknğT. bu resımlerde tuhaf, boğucu bir atmosfere dönüşüyor. sıradan objeler canavanmsı varlıklar oluveriyordu. Gergin, tedirgın edici ve klostrofobik resimlerdi bunlar... Ama Ayiter. buna karşın iç mekânlardan hiç çıkmamıştı u İç mekân resmi yapma ihtiyacı duydum hep. Bu galiba benim psikolojik vapımla ilgili. Sokağa çıkmayı pek sevmiyorum. Gökyüzünün bulutiu ama pariak olduğu, guneşsiz günlerde bile gözlük takanm. Iç mekanlarda yaşarun çogunlukla." Ayiter'in simyayla olan etkileşiminden dogan yeni sergisindeki resimleri ise, o iç mekanlann kendilığınden bir değışime uğradığını gösteriyor. Artık farklı bir yerdeyiz. ilginç bir rastlantı da Ayiter'in bu resımlerinin kaynağının 'altın' olması. Elindekı malzemeyi sonunda altına dönüştürebilmiş bir simyacı gibi. Bunun öyküsünü sanatçıdan dinleyelim: "Amerika'da yaşayan bir ressam arkadaşım. resimlerinde \-arak kullanı>ordu_ Hadi ben de kullanav ırn diye düşündüm. Yaptığım iç mekanlann içine, yüzeydeki doku etkisini artbrmak için altın eklemeye başladım» Derken o alnn, belirie>ıci oldu. O altını resme vapışnrdığım anda, vıllardır kafamı meşgul eden şe>ier birden bire kendiliğinden resme girdi. Ben v ıllardır anaJitik psikolojhle ilgileniyorum ama bunu resmime sokmaya hiç taraftar dtgiJdim. Ama sanınm, yıllardır bilinçalrım. 'yemeğı pişirmiş.' Resimlerimdeki iç mekanlar, tuhaf mekânlara dönüşmeye başladı. Bitkiler alevlendL Kediler cana>arlaştı_" Ayiter'in resimlerindekı sembollerini çözmeye çalışmak gerekli mi? Sanatçı, göze olduğu kadar, bilinçaltına seslenıyor. Izleyiciyi, bir "alacakaranhğa" götürüyor. Dün gördüğüm düşü anımsıyorum yavaş yavaş... PENALTI MEMET BAYDUR Biçimini Almak Sevgili Fethi Naci, Vizyon dergisinin şubat sayı- sında yapılan bır söyleşide her zamanki gibi ilginç; akıfcı, duygusal, bireysel, toplumsal merceklerden geçirdiği düşüncelerini aktarıyor okurlara. Birçok renkli, kışkırtıcı düşüncenın arasında profesyonel bir okur kimmiş, nasıl olurmuş görüp seziyorsunuz. Dü- rüst bir düşünce işçisı olmanın keyfini sürüyor san- ki konuşurken Sayın Fethi Naci. Her aklı başında in- san gibi çelişkiye düşmekten de korkmuyor. Ayrıca beğenilen, dünya görüşu, dostları, düşmanlanyla kırk yıldır tutarlı bir yazar Fethi Naci. Onun kıtapları önü- müzdeki yüzyılda da (dört yıl sonra!) birçok okurun başvuru kitaplan olacak diye düşünüyorum. Dergideki söyleşınin sonlanna doğru, Barbaros Altuğ soruyor: Türk romanının denek taşları nelerdir size göre? Sayın Fethi Naci'nın yanıtından satırlar: "Türk romanını Halit Ziya ile başlatmak lazım. (...) Nahid Sım Örik'in Sultan Ahmet Düşerken'i Türk- çede yaşayacak bir romandır. (Romanın adı Sultan Hamid Düşerken olacak. Dergide yanlış dizmişler.) Mithat Cemal Kuntay'/n (...) Üç Istanbul'u keza... O yıllarda Sabahattin Ali'n/n Kuyucaklı Yusuf'u en büyük kasaba romanlarının belki de birincısidir. On- dan sonra gelenlerden Reşat Nuri, Halide Edip ve Yakup Kadri kuşağından en çok Reşat Nurı'yı sevi- yorum. (...) Kadri bilinmemış bır yazar var.Tanpınar. Çokgeç keşfedildı (...) Orhan Kemal denzama, bir Bereketli Topraklar üzerinde ile Murtaza 'sı vardır. Öbür romanlarının çoğu Reşat Nun ile kıyaslanamaz bile. Kemal Tahir düşunürlüğe soyunmadan önce adam gibi romanlaryazmıştı. Esir Şehrın Insanlan gi- bi. Abdülhak Şinasi Hisar, üzerinde doğru dürüst çalışılmamış ve benim özel olarak çalışmayı düşündüğüm bıryazar. Sonra Yaşar Kemal geliyor. O hakkı olan yerini aldı. (...) Yusuf AtılganV? Aylak Adam'ı ve Anayurt Oteti ile Oğuz Atay'ın Tutanamayanlar'ı çok iyi romanlardı. Sonra Tutanamayanlar'ın bi- çiminin Nabokov'dan alındığı ortaya çıktı. Ama o biçimi iyi bır şe- kilde uyariamıştı. Ikinci romanı Tehlikeli Oyun- lar ise çok zor okunan allahın belası bir kitaptı. Adalet Ağaoğlu'nun Bir Düğün Gecesi'ni çok beğenmıştım. Sonrakilerden bir Orhan Pamuk var bu işı götürebılecek." Sayın Fethi Naci böyle söylüyor. Söylediklerinin çoğuna katılıyorum. Ne var kı bir noktaya takıldı aklım. • Oğuz Atay'ın Tutanamayanlar adlı romanının "bi- çiminin" Nabokov'dan alındığı ortaya çıkmış son- ra... Gerçekten ilginç birsaptama bu. Biçımı alınmış Nabokov'dan, içenğı degil! Fethi Naci bu bıçım ça- lıntısının kim tarafından saptandığını söylemıyor. Içe- riği özgün, biçimi Nabokov'dan alınmış bır roman olarak tanımlamakla yetiniyor Tutanamayanlar'ı. Söz konusu iki romanı defalarca okumuş bır ade- moğlu olarak Oğuz Atay'ın romanıyla Nabokov'un (adı verilmeyen) romanı arasında yakından uzaktan hiçbir benzerliğın olmadığını söyleyebılirım. Benzer- lik, iki metnin de Tjman olmasından öteye gıtmiyor! "Genç" bir yazar ya da okur olarak, okuduğum ki- taplardaki sayfa sayısına, boş sayfalara, ıçeriğin dı- bine bakmayı Fethi Naci'nın kitaplarından öğrendim ben. Tutanamayanlar 667 sayfadır, Nabokov'un So- lukAieş adlı romanı 302 sayfa. Atay'ın romanındaki şiir/şarkı on dokuz sayfadır, o dızelerın (on dokuz sayfanın) açıklamasını 95 sayfada yapar Atay. Nabo- kov, 36 sayfalık ve 999 dizelik birşiir üstüne 266 say- fa yazmıştır roman olarak! 667 sayfalık bir romanın "biçiminin" 302 sayfalık bir başka romandan alınması pek mümkün galmiyor bana. Üsrelik Oğuz Atay bu romanında yalnızca şar- kı-şiirlerden değil, biçim olarak mektuplardan, düş- lerden, tiyatrodan da yararianıyor. Bilinç akımı giri- yor işin içine. Din kitaplan giriyor. Tutanamayanlar'ın seksen sayfalık 15 bölümü, bir tek noktalama işa- reti kullanılmadan yazılmıştır. Şarkılar bölümünün "bi- çimini" Nabokov'dan aldığına göre Sevgüi Atay, 15. bölümün biçimini de James Joyce'tan almış olma- lı. Kim çıkarıyor bu söylentileri! Bence yeteneksız ki- mi yazarlanmız çıkarıyor. Ben yine Sayın Fethi Na- ci'ye inanıyorum. Oğuz Atay için söylediklerine de- ğil, aynı söyleşinin bir başka yerinde söylediklerine. Güzel fotoğrafının altına sıyah-beyaz puntoyla diz- mişler, şöyle dıyor Naci ağabey: "Yazar, paşa gönlü- nün istediğini yazmalıdır. Yazdığının bır tek müeyyi- desi vardır: Eleştiri, Biz nihayet ortaya çıkan metni değehendirmek zorundayız. Ama eleştiri de Bor- ges'ten etkilenmiş, şundan bundan etkilenmiş diye suçlamak olmamalıdır." Evet. Olmamalıdır. Nabokov Türk Siyasal Yaşamındaki Son Gelişmeler' Kültür Servisi - Prof Dr. Tank Zafer Tunaya'nın anısına düzenlenen "Çarşamba Toplantılan'nda bu hafta "Türk Siyasal Yaşamındaki Son Gelişmeler' konusu ele alınacak. Iü Siyasal Bılgıler Fakültesi araştırma görevlisi Nursel Sagıroğlu'nun sunacağı toplantıya gazetemiz yazan Ilhan Selçuk konuşmacı olarak katılıyor. Tank Zafer Tunaya Kültür Merkezi'ndeki toplantı 17.30- 19.30 saatlen arasında gerçekleştirilecek. Siemens'ten Sanat Ödülü '96 yarışması Kültür Servisi - Elektronik sektörü kuruluşlanndan Siemens'in her yıl geleneksel olarak düzenlediği Sanat Ödülü yanşması bu yıl özel bir dalda yapıhyor: Siemens Sanat Ödülü Heykeiciği Bu yıl dördüncüsü gerçekleştirilen yanşmaya Türkiye çapında güzel sanatlar fakültelerinde öğrenim gören üsans ve lisansüstü öğrencileri bireysel ya da ekip halınde katılabilecekler. Adaylar yanşmaya en fazla dört yapıt gönderebilecekler Seçici kurulunu Prof. Dr Alı Teoman Germaner, Prof. Dr. Güngör Güner. Prof Dr. Mümtaz Işıngör. Serdar Benli ve ısmet Torun'un oluşturduğu yanşmanın ödüllen 50, 40, 30 milyon ve 3'eradet mansiyon (10 milyon) olarak belırlendı. Son başvuru tarihi 17 Mayıs 1996 olan yan^manın başvuru formlan. bünyesindc güzel sanatlar fakültesi bulunan üniversıtelerden ya da "Simko Tıc. ve San. AŞ Finna lletişım Servisi; Meclis-ı Mebusan C'ad. No: 83, Fmdıklı - İstanbul' adresinden sağlanabilır.
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle