Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
- 2024
- 2023
- 2022
- 2021
- 2020
- 2019
- 2018
- 2017
- 2016
- 2015
- 2014
- 2013
- 2012
- 2011
- 2010
- 2009
- 2008
- 2007
- 2006
- 2005
- 2004
- 2003
- 2002
- 2001
- 2000
- 1999
- 1998
- 1997
- 1996
- 1995
- 1994
- 1993
- 1992
- 1991
- 1990
- 1989
- 1988
- 1987
- 1986
- 1985
- 1984
- 1983
- 1982
- 1981
- 1980
- 1979
- 1978
- 1977
- 1976
- 1975
- 1974
- 1973
- 1972
- 1971
- 1970
- 1969
- 1968
- 1967
- 1966
- 1965
- 1964
- 1963
- 1962
- 1961
- 1960
- 1959
- 1958
- 1957
- 1956
- 1955
- 1954
- 1953
- 1952
- 1951
- 1950
- 1949
- 1948
- 1947
- 1946
- 1945
- 1944
- 1943
- 1942
- 1941
- 1940
- 1939
- 1938
- 1937
- 1936
- 1935
- 1934
- 1933
- 1932
- 1931
- 1930
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
30 MART 1995 PERŞEMBE CUMHURİYET SAYFA
17KULTUR
GRAMOFON ICNESI SELİMİLERl
'Böcek sesleri dinlediğhniz geceden'Bunca yıl, bunca hatırlayış arasında
nereden başlamam, nereye yol almam
gerektiğini bilemiyorum. Sonra hangi
Sadri Ahşık'tan söz açacağım: onu da
bilmiyorum. Çünkü tanıdığım, beyaz-
perdede, sahnede izlediğim, dostluk et-
tiğim, ağabeyiliğini gördüğüm birçok
Sadri Ahşık vardı. Onlann hepsini bir-
den kaybettim.
Sözleri arasında bir sözü vardı ki, şim-
di bu yazıyı yazmaya koyulmuşken, be-
ni çok üzüyor: "Arkamdan ne yazacak-
lar di\ e hep merak etınişim. Ne \azacak-
san, ben ölmeden yaz_." O zaman, her
söylcyişınde geçıştirdiğimizbu sözü. el-
befte Sadri Ağabey yaşarken yazılacak
yazılar için değildi O. ölüm yazılannı
merak ediyordu. Ben yine de bır ölüm
yazısı yazmak istemiyorum. Yirmi beş
yıl kesintisiz süren bu tanışıklık, bir ba-
kıma hayatımın en anlamlı dostluklann-
dan bırini dile getiriyor.
Yirmi beş yılın da öncesi var. 1959-
1960 sinema mevsimi olmalı. Yalnızca
yabancı filmler oynatan Yeni Melek Si-
neması'nda bir Türk filminin fragmanı-
nı seyrediyoruz: gelecek program: Züm-
rüt Daha ilk gördüğüm anda Çolpan Jl-
han'a ha>Tan oluyorum. Zûmrût'te Sad-
ri Bey de oynuyor. O dönern. hayal me-
yal hatırladığım bir de tiyatro oyunu:
Sadn Alışık'la Lale Oralo^u'nun baş-
rollerini paylaştıklan Uyuyan Prens. Bel-
ki de adı Uyuyan Prens değildir. Zaten
çok bir şey gözümün önüne gelmiyor.
Derken Saray Sineması'nda Kalpakhlar.
Kurtuluş Savaşı'nın öyküsünde Sadri
Bey'le Çolpan. Saray Sineması'na an-
nemle gitmişiz.
Nihayet 1970'in yaz aylannda sevgili
arkadaşım Sevda Ferdağ'ın peşine taki-
larak Sadri beylerin Valikonaği Cadde-
si 'ndeki evlerine gidip gelmeye başlıyo-
r rum. Hiç şüphesiz hayatımın en büyük
heyecanianndan biriydi: Sinema dergi-
lerinde sık sık fotoğraflannı gördüğüm
Çolpan llhan'la Sadri Alışık, artık benim
ahbaplanm. Onlan herkese anlatıyor-
dum.
Diğerinsanlardan farklı Sadri Alışık'ı
böylece tanımaya başlamıştım. Birincil
özelliği, paraya önem vermeyışiydi.
Hem de nasıl bir önem vermeyiş, önem-
semeyiş! Ne kazanıyorsa başkalanyla
paylaştr, eşinin dostunun en güzel şekil-
j, de ağırlanması için cebindeki parayı son
kuruşuna kadar harcardı.
Sonraki yıllarda üç beş kuruş biriktir-
me çabalanmızı daima alaya almıştır:
''Benim hiç param yok. Sizin gibi dertJe-
rim de yok." Bır defasında paradan iğren-
diğini söylemişti. Güzelliklerin ancak
alınıp satıldığı bir dünyada yaşamaktan
hoşlanmıyor; insanlann. özellikle sanat-
••"" çıların gelecek endişesiyle tutumru dav-
raıımalannı apaçık bayağı buluyordu.
Işıklann bilinmeyen anlamı
Gözümün önünden Valikonağf nın ta
sonundaki apartman katı, Boğaziçi'nde-
ki kiralık yaz evleri geçiyor. Sadri Alı-
şık 'ııı bütün evleri her gece, ne zaman
gitseniz, bütün odalar. heryenşıl ışıl.bü-
tiın ışıklar daima açık dururdu. Işıklan,
aydınlığı mı seviyor, yoksa adeta bilinç-
li bir ziyankârlık tutkusunun işareti gibı
bütün ışıklan açık mı rutuyordu. çözüm-
leyebilmek hayli güç.
Bununla birlikte, bonkörlüğü çoktan
aşmış bir ziyankâr, harcayıp tüketme,
dünya nimetlerini aşağı görme tutkunu
olduğu nasıl yadsınabilır!
"GüzeJ yerlerde yaşadım. güzei otel-
lerde kaldım. en güzel lokantalara, en gü-
zel gazinolara ghtim. Kazandığımdan beş
kuruş arttırmadım. İvi ki bepsini yapmı-
şun. Hiç pişman olmadım..." diyordu. a-
ma bunlartn hiçbirini tek başına ya da
eşiyle çocuğuyla yapmamıştı ki, salt
kendisi için yapmamıştı ki... Yıllar yılı
biz, hayli kalabalık bir kadro, Çolpan'la
Sadri Ağabey'in birçok gecesınde. güzel
yerlerde, güzel gazinolarda konuk olduk.
Birçok gece onun masasında yedık ıçtık,
güldük. eğlendik. üzüldük. gözlerimiz
yaşardı.
Herkesin yalnızca para değerleriyie,
değersizl ikleriyle övünç duyduğu şu son
yirmı beş yılda Sadri Alışık, bir gönül,
ruh adamı olmayı tercih etmişti. Seven-
lerinin "Turist Ömer" diye neredeyse
cinnet geçırdiği dönemlerde, yaz günle-
ri, bütün lükslerden uzak, teknesiyle Bo-
ğaziçi'ndeki gezintilerimizi hatırlıyo-
rum. Tekneyi, sonra elden çıkanrken al-
dınşbile etmedi. Fenerbahçe'de, Cadde-
bostan'da. ışıklı gazinolardaki geceleri-
mizi. ampullerin denizde ışık yollan
olup çıkmasını hatırlıyorum. "Yakında
bu deniz kirlenir, son defa göriryoruz. De-
niz kirleniyor. yakında buralan kal-
maz_." diyordu. Ve deniz, şehir, her şey
kirleniyor; biz de meğerse Sadri Ağa-
bey'le Istanbul'un güzelliğini son defa
yaşıyorduk.
Benim şimdi kaleme getirmeye çalış-
tığım hatırlayişlanm gibi, Sadri Bey'in
de zaman zaman hasretle söze döktüğü
hatırlayışlan oluyordu. Çocukluğunun
geçtiği Paşabahçe'yi, kaptan babasını,
her biri sayılanyla anılan Boğaziçi va-
purlannı, Boğaziçi'nde mevsimlerin
renkler ve ışıklarla belirişini son bir iki
yıl daha çok anlatır olmuştu. Böylece
1930'lar, 1940'lar lstanbulu'nda daha
mutlu günlere geri dönüyor, anlatışının
ustalığıyla beni büyülüyordu.
Cumhuriyet döneminde efsane olmuş
sohbet adamlan vardır. Sonunculan her-
halde Sadri Alışık'tı. Onunla birlikte Pa-
şabahçe'den Şehzadebaşı'na, Fatih'e,
sonra Beyoğlu'na, Tünel'e, Eminönü
Halkevi'ne. Tepebaşı Dram Tiyatro-
su'na, CahideSonku'yu tiyatro kapısın-
da bekleyışe, Çolpan tlhan'la Yalnızlar
Rıhtımı'ndaki ünlü sanlma sahnesine.
Muhsin ErtuğruTun Yakacık'taki yaz
evine bir rûya gibi gidip geldim. Görme-
diğim, ölmüş oyuncular canlandı. Bil-
mediğim, çoktan yıkılmış tiyatro yapıla-
n, evTer, halkevlen görülüroldu. Boğa-
ziçi vapurlan döşemelerinin rengıne ka-
dar bir kez daha hayatımıza kanştı.
Kendisiyle birlikte Istanbul'un son
anılannın da son bulacağını, şu yazıda
söze dökmek istemediğim kadar derin
üzüntüyle duyumsuyordum. "Bunlan
yazmalısınız~. Mutiaka ya/malısınız-.."
dedikçe, "Ben yazar değilim ki, ben
oyuncuyum, naal yazarun...'' der, bir ko-
nudan başka bır konuya, bir yaşantıdan
başka bır yaşantıya geçerdi.
Yazmadı ve o eşsiz anılar, bizim kınk
dökük sözcüklerimızde eriyip gidecek.
Elbette yazabilirdi. Sanatın bütün engin-
lerine açılmış, mükemmeliyetçi, estetik
duyusu uçsuz bucaksız bir insandı. Yaz-
dıklan, yazsaydı, anlatışlan ölçüsünde
güzel olacaktı.
Mükemmelliyetçiliğin bilinçaltı en-
gelleyişi yanında, öyle sanıyorum ki. çok
daha yaralayıcı largınlıklar, kınlışlarda
söz konusuydu. Bır gün bana gazeteleri
göstermış, "Gördün mü; koskoca Toto
Karaca için, 'Gem Karaca'nm annesi öl-
dü' dijç yazmışiarf Yapılır mı bu?"de-
mişt».u
Toto'yu arök bümryoriar. Bu ka-
1977
sonbahar.
Valikonağı
Caddesi'ndeki
evde,
unutulmaz
gecelerden
biri. Sadri
Ağabey, bu
deseni
yapıyor.
Ben de
benim
olmasını
rica
ediyorum.
Yıllarca
dosyamda
saklı durdu.
Belki
sevgili
Çolpan
İlhan'a
geri
veririm...
dm çaıiiston kraliçesiydi, bir operet yıi-
duıydı..."" diyordu. însanlann merhamet-
siz unutkanlığına, bir sahne sanatçısına
son selam verişte şu kayıtsızlığa şaşar
görünüyor, gerçekteyse büyük bir kır-
gınlık duyuyordu.
Birdenbire operetlerin yıllan başlıyor,
sahne ışıklan gözlerimizi kamaştınyor,
Sadri Bey, zamanlardan zamanlara, ope-
retlerin. tiyatrolann, aktörlerin dünyası-
na "daha dün gibi" kavuşuyordu. "Dün
gibi hatırlanm™",u
Hiç unutmam-."de-
yişleri kulagımda çınlıyor. Gerçekten de
geçen zamanı dün gibi hatırlıyor, eşsiz
beileği ne kadar aynntı varsa hepsini ge-
ri getiriyordu.
Neleranlatmazdı kiî Balzac'ın roman-
lannı çağnştınr bır aynntı zenginliğin-
de, insanlar canlanırlar, elbiselenni gi-
yerler, fularlannı takarlar, şemsiyelerini
açarlar, eşyalar. herhalde çoktan bit pa-
zanna düşmüş, oradan başka evlere gö-
türülmüş, günün birinde de bütünüyle
yok olmuş eşyalar yerli yenne geri dö-
ner, film setlerinde spotlaryanar, dekor-
lar kurulur ve geriye, onu dinleme mut-
luluğuna erişmiş olanlar için, sürgıt bir
ilkyazduygusu kalırdı. O, böylece bütün
anılanna, anılanndaki herkese, her şeye
sonsuz gençliği, tazelığı geri vermiş
olurdu.
Öyle kaç kez Beyoğlu bohem dünya-
sı canlanmış, edebiyatçılar, sahne adam-
lan, şairler, güzel kadmlar biraraya gel-
mişler. öyle kaç kez Beyoğlu'nun lokal-
lennde, meyhanelerde. Degüstasyon'da.
şurada burada geçmiş günlerin sanat ve
hayat coşkusu sevinçleryaratmıştı. Tar-
tışmalar. kavgalar, kıskançlıklar. dedı-
kodular. aşklar. Sadri Alışık'ın söyle-
minde yenıden soluk almaya koyulmuş-
tu.
fstanbul'u nasıl alımladığını şiirlen
saptıyor. Bır iki yıl önce bu şiirlenn bir
bölüğünü bir kitapta toplarken kaygılar
içindeydi. Tutumunu iddialı buluyor.
gerçek şairlerin, gerçek edebiyat adam-
lannın yanı başmda böyle bir şey yap-
maktan handiyse utanıyordu. Oysa bu
şiirler, yayımlanmamış daha birçok şi-
gibi yine hiçbir şey olmazken, ispirtonun
en küçük bıretkisi üzerinde hissedilmez-
ken, ışte hep birlikte tstanbul'un gecesi-
ni yaşıyorduk.
Şimdi ben de dün gibi hatırlıyorum:
Taa Yedikule'den, Samatya'dan, Kum-
kapı'dan başlamış, köprüden geçmiş,
Beyoğlu'na çıkmış, Boğaziçi'ne, San-
yer'e uzanmıştık. Böyle yol alırken, iç-
kiler ve mezeler de semtlere göre deği-
şiyor, her semtın töresinde başkalıklar,
yeni yeni lezzetler beliriyordu. Bu kez
yalnız renkler. ışıklar. mesela bir Boğa-
ziçi ıçkili lokantasının kadife perdeleri
eşlık etmiyordu; bir yandan da kokular,
rayihalar duymaya başlamıştık. Bu ko-
kular, bu rayihalar mevsimlerle yeni ye-
ni rayıhalara, kokulara açılıyordu.
Sonra gittığimiz her yerde ya bir şaire,
ya bir müzik adamına ya da şiire, müzi-
ğe el sürmemış olmakla birlikte akşam-
cılığı sanat haline getırmiş sanatkâr bir
akşamcıya rastlıyorduk. Kâh Orhan Ve-
ü çıkıyordu karşımıza, kâh Cahit Irgat,
iriyle birlikte, Sadri AJışık'm bir başka
yönünü kanıtlar: Yaşadığı, hıssettiği Is-
tanbul; yme renkler, ışıklar, baharmev-
simleri, günbatımlan, geceler içinde gö-
rünüyor...
Görgü, incelik ve duyarhlık
Yaşadığı, hıssettiği Istanbul, sanatın
bütün dallanna, türlerine gönül vermiş
bir insanın kentiydi. Zaten o canlandır-
ma. yaşatma çabâsı da hep sanatçılık en-
dişesinden değil miydi? Neredeyse iş-
tahsız denebilecek Sadri Alışık, yemek-
leri, mezeleri, damak zevklerini anlatır-
ken inanılmaz becerikli biraşçı kesilir-
di. Yemekler hazırlanır, pişirilir, tabağa
almırken artık sözcüklerle öylesine gü-
zel süslenırdi ki. hepsini de tatmış gibi,
hepsinin de tadı damağınızda kalmış gi-
bi olurdu.
Kanlıca'daki son yaz evinde bize bir
gece Istanbul'un bütün meyhanelerini,
içkili lokantalannı, gazinolannı gezdir-
miştı. Ağzına ıçki sürmüyor, ama oralar-
da hep birlikte içerek sanki bizler çakır-
keyif olurken, ona, içki içriği yıllardaki
kâh Sait Faik. Devrine damga vurmuş
ses sanatçılan vardı, Zeki Müren vardı.
Hepsi konuşuyorlar, dertleşiyorlar, ha-
yatlannın dramlannı anlatıyorlar, hepsi
seviniyorlar, kavga ediyorlar ve hepsi
büyük bir aktörün canlandırmasıyla bu
tek kışilik. yalnız bir gece oynanmış, o
unutulmaz oyunda hayatlannı söylüyor-
lardı.
Yalnızca büyük bir aktörün canlandır-
dığı değil, aynı zamanda birgörgü, ince-
lik. duyarhlık adamının söyleyegeldiği,
biranlamdayazageldiği biroyun, sahne
eseriydi bu. Çünkü Sadri Alışık, özel ha-
yatlardan söz açarken belki birçok giz-
ler söylüyor. özellıkler açıklıyor. ama
söz konusu özel hayatlan asla kararrmı-
yor, zaaflann yarattığı zenginlikleri, in-
celikleri öne çıkanyor. herkesin hiç ol-
mazsa bu gece, bu oyunda mesut olma-
sına çalışıyordu.
Zaten onu öyle, hep bir yandan gü-
lünçlüklenmizi tatlı tatlı anlatırken, bir
yandan da hep zaaflanmız, gülünçlükle-
rimiz için adeta gönül borcu duyarken
hatırlayacağım. Mesela pektanınmış bir
Sondan bir
önceki yılbaşı.
Çolpan İlhan
ve Sadri Ahşık
gecenasılsa
sokağa
çüayoıiar. Bir
oteideakşam
yemeği. Yeni
yıldaki ilk
göriişmemizde
Sadri Be>:
"Soni bekiedik.
Bütün gece
yerinboş
kaidı" diyor.
Şimdi bu söz
bir acı gibi
yüreğimde^
şarkıcının. bir film yıldızının ya da bır
tiyatro aktörünün pek rüküş kılığını ta-
dını çıkara çıkara anlatırken, bır yandan
da söz konusu kişi böyle rüküş elbiseler
gıyerek bizi güldürdüğü, bize yaşama
sevinci verdiğı için o kişiye şükran duy-
maz mıydı?
Onu hep öyle neşeli, canlı, hüzünde
bile iyimserlikler bulmak isteyen haliy-
le gözümün önüne getirsem de son yıl-
lanndaki bıkkınlığını. usanmışlığmı bir
rürlü silemiyorum. Çolpan llhan'ın insa-
nüstü denebilecek çabası olmasaydı bel-
ki büsbütün içine kapanacak. sahne ve si-
nemadaki o panltılı elli yılın ınsanı san-
ki kendisi değılmişçesine, bir köşede
gözlerden ırak yaşayacaktı.
Hayata bağlılığını asla kaybetmemiş-
ti. Ama yaşadığımız dünyayı, yaşadığı-
mız ortamı sevmez olmuştu. Çolpan'ın
bütün ısrarlanna rağmen evden dışan
çıkmak istemiyor, kalabalık mekânlar-
dan kaçıyor, hep bir şeyler bahane ede-
rek dış dünyadan uzak duruyordu. Yeni-
den bir tutku gibi resim yapmaya başla-
mıştı.
Yazdan sonbahara resimler
1992 yazında boyuna suluboya çalışı-
yordu. Bunlar Kanlıca'daki evin taraça-
sından görülenlerdi. Koy, tekneler. kar-
şıdaki beyaz ev, bitki örtüsü, kınmızı ki-
remitler, suluboya resimlerde arka arka-
ya, tekrar tekrar beliriyordu. Pek çoğu-
nu yanm bırakıyordu. Bu resimlerde de-
niz ve yaz vardı. Çok sevdiğimi söyle-
yince. üçünü banaarmağan edecekti. Bi-
rinin üzerine "Kanlaa'da, o yaz, böcek
seskri dinlediğimiz geceden™" diye yaz-
mış kurşunkalemle.
Dediğim gibi, çok sevdiğirn. çok gü-
zel resımlerdi. Fakat yaz ve deniz, dik-
katle bakıldığında, şurasından burasın-
dan, bir yerinden mutlaka yanm bırakı-
lıyor, hatta son fırça darbeleri vurulmuş-
sa bile, sonradan özellikle bozuluyordu.
Karşıkı beyaz evi yeşillikJer içinde gös-
terdiğı, küçük odamın duvannda asılı
duran resim. bize göre sol üst köşede
başlayıp giden, kalın. hırçın bir fırça dar-
besiyle, gri renkli bir lekeyle adeta gü-
zelliğınden yıpratılmak istenmiştir.
Yalnızca kara kalem çalışü
Sorduğumda: "Haa, o griler mi, Fatih
Köprüsü o. Çirkin olduğu için öyle yap-
tım_"demişti.
Sonra galiba o yaz sonu, yağlıboya ça-
lışmaya başladı. Hızlı çalışıyordu, aralık-
sız çalışıyordu. Resimlerinin eleştirilme-
sinden haz duyuyordu. Resimleri bırakıp
günlük, gündelik şeyleri konuşmaya tek-
rar koyulduğumuzda azıcık alınıyor, re-
simler, sanat dururken böyle günlük,
gündelik şeylerle oyalanıyor, uğraşıyor
olmamıza anlam veremiyordu.
Ağaçlı yol, çocukluk evinin birodası,
ressamın gereçleri, böyle birçok yağlıbo-
ya çalışmasıyla yazdan sonbahara Sad-
ri Ağabey, daima tuvali başındaydı. A-
ma kış gelip Nişantaşı'na döndüklerin-
de resim yapmaktan vazgeçti. Son yaz
ise yalnızca karakalem çalıştı.
Kimdi Sadri Alışık? Her şeyden önce
bir dram aktörüydü. Hatta bir trajedyen-
di. Onun Şakayia Kansıkadlı filmini yıl-
lar önce seyrettiğimde. o son sahnede, o
ünlü, adaletönündeezilmişliğini savun-
duğu tiradında donup kalmıştım. Zaten
Turist Ömer tiplemesi de eninde sonun-
da, gözyaşlanna çekip götürmez mi?
Bir üslup adamıydı. Bir yaruyla Os-
manlı. bir yanıyla gerçek cumhuriyet in-
sanıydı. Üslubundabayağılığa, kabalığa,
basitliğe hiç yer yoktu. fik sahne sanat-
çılanmızın hayat hikâyesini okuyanlar,
onlann nasıl durdurulamaz bir heyecan-
la sahne hayatına atıldıklannı, hangi ya-
saklara göğüs gerdiklerini, ne aşağıla-
nışlarla yüz yüze geldiklerini. ama ülkü-
lerinden asla caymadıklannı bilirler. On-
lann izinde, onlann belki de son temsil-
cisiydi.
Gerçi çok sevilmiş, sayılmış bir sanat-
çıydı, ama hep daha güzel bir rol oy-
namak için yaşar gibiydi. Oysa yer-
yüzünün hiçbir rolü. kalbindeki o sonsuz
sahne sanatlan ülküsünü mutlu kılmaya
yetmeyecekti.
Kanlıca'da bu yaz, böcek sesleri yine
hep sizi söyleyecek sevgili. biricık Sad-
ri Ağabey...
ODAK NOKTASI
AHMET CEMAL
Yanlış Pencereden
Bakmak...
Hasan Âli Yücel, Sabahattin Eyuboğlu, Orhan
Burian, Halikarnas Balıkçtsı, Azra Erhat, Vedat
Günyol ve elbet Nurullah Ataç... Kendine özgülü-
ğünü, hep bu toprakların insanından hareket edip
yine bu topraklann insanına varmakla edinmiş bir
aydınlar kuşağı. Eyuboğlu'nun yinelemeye doya-
madığım "Yöreselin yolu, evrenselden geçer" ilke-
siyle yola çıkan bu aydınlann en çarpıcı ortak özel-
liği, evrenselde, Batı'da, Doğu'da kafaJannı ve yol-
lannı hiç bulandırmamış, uğrak yerlerinde benlikle-
rini ve hedeflerini hiç yitirmemiş olmalandır. Bu ay-
dınlann Batılı oluşlan, Homeros'tan Erasmus'a,
Montaigne'den, Rabelats'den Camus'ye hep in-
sana yakışanın şarkısını söylemiş olanlann ezgileri-
ni, Türk yurdunun, Türk ınsanının ezgileriyle aynı po-
tada eritip çok daha insanca türküleri derleme ça-
basıyla sınırlıdır. Batılı olayım derken neredeyse
Türklüğünden utanacak hale gelmek, çıkış limanını
unutup vanş limanlanna postu serme telaşına düş-
mek, bu yurdun insanlanna ve sorunlanna, adına
"Batı'nın bakış aç/srdenen, gerçekte ise bomboş,
kısır bir özentiden başka bir şey olmayan, düzme-
ce gözlüklerle bakmak, yukanda andığım aydınlar
kuşağına hep yabancı kalmış tutumlardır. Adlan sa-
yılan bu insanlann çabalanna, ürünlerine neresinden
bakılırsa bakılsın, "Batı'yayamanma" koşuşturma-
larının, kendimizi önce yine kendimize açık yürekli-
likle anlatıp kimliğimizi kendi aydınlanma çabalan-
mızın hamuruyla yoğurmak yerine, henüz edinme-
diğimiz, çoğu kez de edinmemize hiç gerek bulun-
mayan kimliklerimizı, Batılılara "Biz vallahi böyle-
yiz..." tavnyla anlatmanın izine bile rastlanmaz.
Anadolu insanını, hiçbir dinsel ya da etnik aynma
yer vermeksizin, toprağa düşmüş birtohumun on-
yılların akışı içerisinde görkemli birağaca dönüşme-
sini izlercesine, bu topraklarda filizlenmiş bütün uy-
garlıklann doğal ürünü sayan bu aydınlar kuşağı, bü-
tün birikimlerini yabancı vitrinlerde sergilemek yeri-
ne, yine bu topraklann insanını egitme hedefine ada-
mayı kendisi için birincil görev saymıştır.
Anılan kuşağın bütün bu özellikleri göz önünde tu-
tulduğunda, üyeleri onlarla eşzamanlı, ama çoğun-
lukla onlardan sonra yetişmiş bir aydınlar kesiminin
bu insanlara neden çoğu kez yabancı gözüyle bak-
tığını, kimi zaman -kendi deyişleriyle- "eksantrik"
bulduğunu anlamak, güç değildir. Kafka'nın kendi
kendisiyle hesaplaşmasının ve tüm yaratma süreci
için gereklı gücü ıç dünyasında bulmasının bir öze-
tinden başka bir şey olmayan "iç sürgünü" ile, ken-
di Avrupa başkentlerinde yaşama düşlerini özdeş-
leştirmekten pek hoşlanan, düşüncelerini kendi in-
sanını eğitme hedefi yerine, yazdıklanyla, çizdikle-
riyle ve düşündükleriyle kendilerini "dışarıdan'kim-
lere benzetebilecekleri ve begendirebilecekleri nok-
tasında yoğunlaştıran bu kesimin aydınlan, "dtşan-
dakilerin" değer yargılarına giderek daha çok ağır-
lık tanımaya yönelik bir tutumun da baş mimarian-
dır.
Kendilerini ancak yabancı adlara ve yabancı or-
tamlara sürekli atıflarda bulunarak var edebilen,
ayakta tutabiten bu kesim aydınlannın "Bizde ne-
den yo/c"sorusuylagündemegetirdiklerikurumlarve
kuruluşlar da hep yabancı ortamlann ürünüdür. Bir
zamanlar, genç cumhuriyetin en bunalımlı dönem-
lerinde gerçekleştirilmiş bır Köy Enstitüleri hareke-
ti, bir Halkevlen atılımı, bir tercüme bürosu, aydın
maskesi takmış bu cahillerin gözünde sanki tarihin
anımsanmaya bile değmeyecek sayfalandır. Kendi
anadilinde bir mektubu bile yazım kurallannı doğru
kullanarak kaleme almaktan aciz genç kuşaklarye-
tiştirirken, bunlann yabancı dilde eğitim veren Türk
üniversitelerindeokumalannı eğitimdeçağdaşlık sa-
yan bireğrtim politikası ile sözü edilen kesim aydın-
lannın tutumlan, göz yaşartıcı bir yetkinlik düzeyin-
de örtüşmektedir!
Ancak yabancılann tuttukları aynalann önünde
kendilerinden emin olabilen bazı aydınlann kimlik
sorunlanyla bütün Türk toplumunun olası kimlik so-
runlannı özdeşleştirmeye kalkışmak, kanımızcaTürk
insanını aşağılamaktan başka bir şey değildir! Ön-
ce toplumumuzun nereye varmasını istiyorsak ora-
ya varabilmesi için kendi içimizde elimızden geleni
yapmak; edindiğimiz bütün birikimleri önce kendi
toplumumuzun eğitilmesine adamak; ürünlerimizi
başkalan bizi beğensin diye değil, ama her şeyden
önce birbirimize bir şeyler aktarabilmek için ver-
mek; "Biz kimiz" diye bir soru varsa, bu soruyu ön-
ce kendi kendimize yeterincesağlıklı biçimdeyanıt-
lamak; kendimizi yabancılaraolmadığımız gibi tanıt-
mak yerine, kendimiz için nasıl var olmamız gereki-
yorsa, önce bunu başarmak.
Evrenselden yöresele varmanın aydınlığını ancak
böyle yaşayabiliriz!
İDSO yeniden AKM Büyük Salon'da
• Kühür Servisi - Istanbul Devlet Senfonı Orkestrası
cuma gününden itibaren dinleyicilenyle yeniden AKM
Büyük Salon'da buluşmaya başlıyor. Guma saat 19.00
ve cumartesi saat 11 .OO'deki konserlerde orkestrayı
Polonyalı şef Tadeusz Strugula yönetecek. Konserin
solisti viyolacı Ruşen Güneş. Konserlerde Telemann'ın
viyola konçertosu, Weber'in tema ve çeşitlemeleri,
Brahms'ın Op.90 3.Senfonisi seslendirilecek.
Cemal Reşît Rey'de iptal edilen
konserter
• Kühür Servisi - Cemal Reşit Rey Konser
Salonu'nda gerçekleştirileceği duyurulan konserlerden
üç tanesi iptal edıldi. Geno Washington and the Ram
Jam Band'in bu akşam saat 20.30'da gerçekleştirilecek
olan konseri Geno VVashington'ın rahatsızlığı
nedeniyle mayısa ertelenirken Grigory Sokolov'un 3
nısandaki piyano resitali de sanatçının rahatsızlığı
nedeniyle iptal edildi. Nisan ayı programında Aydın
Esen Üçlüsü'nün 25 nisanda bir konser vereceği
açıklanmıştı. Bu konser de Esen o tarihte Türkiye'de
oiamayacağı için gelecek sezona ertelendi.
Antatya'da Bahar-Banış-Sanat
• Kültür Servisi - Antalya Sanatçılar Birlıği tarafından
düzenlenen Cevat Uyanık Yazıtı Açılış Töreni ve
Bahar-Banş-Sanat Şenliği, pazar günü 11.00-18.00
saatleri arasında Çubuk Beli'de gerçekleştirilecek.
Sunuculuğunu Talat Kalyoneu'nun üstleneceği törende
Metin Demirtaş, Dr. Necati Koç, Fikret Otyam, Saffet
Uysal ve Rıfat Aras birer konuşma yapacaklar. Antalya
Büyükşehir Belediyesi oyunculannın Haldun Taner'in
bir oyunundan kısa bir bölüm sunacaklan şenlikte, saz
eşliğınde türküler seslendirilecek, gitar ve org
dinletileri gerçekleştirilecek, şiirler okunacak. Saat
9.30'da Cumhuriyet AJam'ndan şenlik yerine ücretsiz
otobüsler kaldınlacak.