29 Aralık 2024 Pazar English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
30 MART 1995 PERŞEMBE CUMHURİYET SAYFA 17KULTUR GRAMOFON ICNESI SELİMİLERl 'Böcek sesleri dinlediğhniz geceden'Bunca yıl, bunca hatırlayış arasında nereden başlamam, nereye yol almam gerektiğini bilemiyorum. Sonra hangi Sadri Ahşık'tan söz açacağım: onu da bilmiyorum. Çünkü tanıdığım, beyaz- perdede, sahnede izlediğim, dostluk et- tiğim, ağabeyiliğini gördüğüm birçok Sadri Ahşık vardı. Onlann hepsini bir- den kaybettim. Sözleri arasında bir sözü vardı ki, şim- di bu yazıyı yazmaya koyulmuşken, be- ni çok üzüyor: "Arkamdan ne yazacak- lar di\ e hep merak etınişim. Ne \azacak- san, ben ölmeden yaz_." O zaman, her söylcyişınde geçıştirdiğimizbu sözü. el- befte Sadri Ağabey yaşarken yazılacak yazılar için değildi O. ölüm yazılannı merak ediyordu. Ben yine de bır ölüm yazısı yazmak istemiyorum. Yirmi beş yıl kesintisiz süren bu tanışıklık, bir ba- kıma hayatımın en anlamlı dostluklann- dan bırini dile getiriyor. Yirmi beş yılın da öncesi var. 1959- 1960 sinema mevsimi olmalı. Yalnızca yabancı filmler oynatan Yeni Melek Si- neması'nda bir Türk filminin fragmanı- nı seyrediyoruz: gelecek program: Züm- rüt Daha ilk gördüğüm anda Çolpan Jl- han'a ha>Tan oluyorum. Zûmrût'te Sad- ri Bey de oynuyor. O dönern. hayal me- yal hatırladığım bir de tiyatro oyunu: Sadn Alışık'la Lale Oralo^u'nun baş- rollerini paylaştıklan Uyuyan Prens. Bel- ki de adı Uyuyan Prens değildir. Zaten çok bir şey gözümün önüne gelmiyor. Derken Saray Sineması'nda Kalpakhlar. Kurtuluş Savaşı'nın öyküsünde Sadri Bey'le Çolpan. Saray Sineması'na an- nemle gitmişiz. Nihayet 1970'in yaz aylannda sevgili arkadaşım Sevda Ferdağ'ın peşine taki- larak Sadri beylerin Valikonaği Cadde- si 'ndeki evlerine gidip gelmeye başlıyo- r rum. Hiç şüphesiz hayatımın en büyük heyecanianndan biriydi: Sinema dergi- lerinde sık sık fotoğraflannı gördüğüm Çolpan llhan'la Sadri Alışık, artık benim ahbaplanm. Onlan herkese anlatıyor- dum. Diğerinsanlardan farklı Sadri Alışık'ı böylece tanımaya başlamıştım. Birincil özelliği, paraya önem vermeyışiydi. Hem de nasıl bir önem vermeyiş, önem- semeyiş! Ne kazanıyorsa başkalanyla paylaştr, eşinin dostunun en güzel şekil- j, de ağırlanması için cebindeki parayı son kuruşuna kadar harcardı. Sonraki yıllarda üç beş kuruş biriktir- me çabalanmızı daima alaya almıştır: ''Benim hiç param yok. Sizin gibi dertJe- rim de yok." Bır defasında paradan iğren- diğini söylemişti. Güzelliklerin ancak alınıp satıldığı bir dünyada yaşamaktan hoşlanmıyor; insanlann. özellikle sanat- ••"" çıların gelecek endişesiyle tutumru dav- raıımalannı apaçık bayağı buluyordu. Işıklann bilinmeyen anlamı Gözümün önünden Valikonağf nın ta sonundaki apartman katı, Boğaziçi'nde- ki kiralık yaz evleri geçiyor. Sadri Alı- şık 'ııı bütün evleri her gece, ne zaman gitseniz, bütün odalar. heryenşıl ışıl.bü- tiın ışıklar daima açık dururdu. Işıklan, aydınlığı mı seviyor, yoksa adeta bilinç- li bir ziyankârlık tutkusunun işareti gibı bütün ışıklan açık mı rutuyordu. çözüm- leyebilmek hayli güç. Bununla birlikte, bonkörlüğü çoktan aşmış bir ziyankâr, harcayıp tüketme, dünya nimetlerini aşağı görme tutkunu olduğu nasıl yadsınabilır! "GüzeJ yerlerde yaşadım. güzei otel- lerde kaldım. en güzel lokantalara, en gü- zel gazinolara ghtim. Kazandığımdan beş kuruş arttırmadım. İvi ki bepsini yapmı- şun. Hiç pişman olmadım..." diyordu. a- ma bunlartn hiçbirini tek başına ya da eşiyle çocuğuyla yapmamıştı ki, salt kendisi için yapmamıştı ki... Yıllar yılı biz, hayli kalabalık bir kadro, Çolpan'la Sadri Ağabey'in birçok gecesınde. güzel yerlerde, güzel gazinolarda konuk olduk. Birçok gece onun masasında yedık ıçtık, güldük. eğlendik. üzüldük. gözlerimiz yaşardı. Herkesin yalnızca para değerleriyie, değersizl ikleriyle övünç duyduğu şu son yirmı beş yılda Sadri Alışık, bir gönül, ruh adamı olmayı tercih etmişti. Seven- lerinin "Turist Ömer" diye neredeyse cinnet geçırdiği dönemlerde, yaz günle- ri, bütün lükslerden uzak, teknesiyle Bo- ğaziçi'ndeki gezintilerimizi hatırlıyo- rum. Tekneyi, sonra elden çıkanrken al- dınşbile etmedi. Fenerbahçe'de, Cadde- bostan'da. ışıklı gazinolardaki geceleri- mizi. ampullerin denizde ışık yollan olup çıkmasını hatırlıyorum. "Yakında bu deniz kirlenir, son defa göriryoruz. De- niz kirleniyor. yakında buralan kal- maz_." diyordu. Ve deniz, şehir, her şey kirleniyor; biz de meğerse Sadri Ağa- bey'le Istanbul'un güzelliğini son defa yaşıyorduk. Benim şimdi kaleme getirmeye çalış- tığım hatırlayişlanm gibi, Sadri Bey'in de zaman zaman hasretle söze döktüğü hatırlayışlan oluyordu. Çocukluğunun geçtiği Paşabahçe'yi, kaptan babasını, her biri sayılanyla anılan Boğaziçi va- purlannı, Boğaziçi'nde mevsimlerin renkler ve ışıklarla belirişini son bir iki yıl daha çok anlatır olmuştu. Böylece 1930'lar, 1940'lar lstanbulu'nda daha mutlu günlere geri dönüyor, anlatışının ustalığıyla beni büyülüyordu. Cumhuriyet döneminde efsane olmuş sohbet adamlan vardır. Sonunculan her- halde Sadri Alışık'tı. Onunla birlikte Pa- şabahçe'den Şehzadebaşı'na, Fatih'e, sonra Beyoğlu'na, Tünel'e, Eminönü Halkevi'ne. Tepebaşı Dram Tiyatro- su'na, CahideSonku'yu tiyatro kapısın- da bekleyışe, Çolpan tlhan'la Yalnızlar Rıhtımı'ndaki ünlü sanlma sahnesine. Muhsin ErtuğruTun Yakacık'taki yaz evine bir rûya gibi gidip geldim. Görme- diğim, ölmüş oyuncular canlandı. Bil- mediğim, çoktan yıkılmış tiyatro yapıla- n, evTer, halkevlen görülüroldu. Boğa- ziçi vapurlan döşemelerinin rengıne ka- dar bir kez daha hayatımıza kanştı. Kendisiyle birlikte Istanbul'un son anılannın da son bulacağını, şu yazıda söze dökmek istemediğim kadar derin üzüntüyle duyumsuyordum. "Bunlan yazmalısınız~. Mutiaka ya/malısınız-.." dedikçe, "Ben yazar değilim ki, ben oyuncuyum, naal yazarun...'' der, bir ko- nudan başka bır konuya, bir yaşantıdan başka bır yaşantıya geçerdi. Yazmadı ve o eşsiz anılar, bizim kınk dökük sözcüklerimızde eriyip gidecek. Elbette yazabilirdi. Sanatın bütün engin- lerine açılmış, mükemmeliyetçi, estetik duyusu uçsuz bucaksız bir insandı. Yaz- dıklan, yazsaydı, anlatışlan ölçüsünde güzel olacaktı. Mükemmelliyetçiliğin bilinçaltı en- gelleyişi yanında, öyle sanıyorum ki. çok daha yaralayıcı largınlıklar, kınlışlarda söz konusuydu. Bır gün bana gazeteleri göstermış, "Gördün mü; koskoca Toto Karaca için, 'Gem Karaca'nm annesi öl- dü' dijç yazmışiarf Yapılır mı bu?"de- mişt».u Toto'yu arök bümryoriar. Bu ka- 1977 sonbahar. Valikonağı Caddesi'ndeki evde, unutulmaz gecelerden biri. Sadri Ağabey, bu deseni yapıyor. Ben de benim olmasını rica ediyorum. Yıllarca dosyamda saklı durdu. Belki sevgili Çolpan İlhan'a geri veririm... dm çaıiiston kraliçesiydi, bir operet yıi- duıydı..."" diyordu. însanlann merhamet- siz unutkanlığına, bir sahne sanatçısına son selam verişte şu kayıtsızlığa şaşar görünüyor, gerçekteyse büyük bir kır- gınlık duyuyordu. Birdenbire operetlerin yıllan başlıyor, sahne ışıklan gözlerimizi kamaştınyor, Sadri Bey, zamanlardan zamanlara, ope- retlerin. tiyatrolann, aktörlerin dünyası- na "daha dün gibi" kavuşuyordu. "Dün gibi hatırlanm™",u Hiç unutmam-."de- yişleri kulagımda çınlıyor. Gerçekten de geçen zamanı dün gibi hatırlıyor, eşsiz beileği ne kadar aynntı varsa hepsini ge- ri getiriyordu. Neleranlatmazdı kiî Balzac'ın roman- lannı çağnştınr bır aynntı zenginliğin- de, insanlar canlanırlar, elbiselenni gi- yerler, fularlannı takarlar, şemsiyelerini açarlar, eşyalar. herhalde çoktan bit pa- zanna düşmüş, oradan başka evlere gö- türülmüş, günün birinde de bütünüyle yok olmuş eşyalar yerli yenne geri dö- ner, film setlerinde spotlaryanar, dekor- lar kurulur ve geriye, onu dinleme mut- luluğuna erişmiş olanlar için, sürgıt bir ilkyazduygusu kalırdı. O, böylece bütün anılanna, anılanndaki herkese, her şeye sonsuz gençliği, tazelığı geri vermiş olurdu. Öyle kaç kez Beyoğlu bohem dünya- sı canlanmış, edebiyatçılar, sahne adam- lan, şairler, güzel kadmlar biraraya gel- mişler. öyle kaç kez Beyoğlu'nun lokal- lennde, meyhanelerde. Degüstasyon'da. şurada burada geçmiş günlerin sanat ve hayat coşkusu sevinçleryaratmıştı. Tar- tışmalar. kavgalar, kıskançlıklar. dedı- kodular. aşklar. Sadri Alışık'ın söyle- minde yenıden soluk almaya koyulmuş- tu. fstanbul'u nasıl alımladığını şiirlen saptıyor. Bır iki yıl önce bu şiirlenn bir bölüğünü bir kitapta toplarken kaygılar içindeydi. Tutumunu iddialı buluyor. gerçek şairlerin, gerçek edebiyat adam- lannın yanı başmda böyle bir şey yap- maktan handiyse utanıyordu. Oysa bu şiirler, yayımlanmamış daha birçok şi- gibi yine hiçbir şey olmazken, ispirtonun en küçük bıretkisi üzerinde hissedilmez- ken, ışte hep birlikte tstanbul'un gecesi- ni yaşıyorduk. Şimdi ben de dün gibi hatırlıyorum: Taa Yedikule'den, Samatya'dan, Kum- kapı'dan başlamış, köprüden geçmiş, Beyoğlu'na çıkmış, Boğaziçi'ne, San- yer'e uzanmıştık. Böyle yol alırken, iç- kiler ve mezeler de semtlere göre deği- şiyor, her semtın töresinde başkalıklar, yeni yeni lezzetler beliriyordu. Bu kez yalnız renkler. ışıklar. mesela bir Boğa- ziçi ıçkili lokantasının kadife perdeleri eşlık etmiyordu; bir yandan da kokular, rayihalar duymaya başlamıştık. Bu ko- kular, bu rayihalar mevsimlerle yeni ye- ni rayıhalara, kokulara açılıyordu. Sonra gittığimiz her yerde ya bir şaire, ya bir müzik adamına ya da şiire, müzi- ğe el sürmemış olmakla birlikte akşam- cılığı sanat haline getırmiş sanatkâr bir akşamcıya rastlıyorduk. Kâh Orhan Ve- ü çıkıyordu karşımıza, kâh Cahit Irgat, iriyle birlikte, Sadri AJışık'm bir başka yönünü kanıtlar: Yaşadığı, hıssettiği Is- tanbul; yme renkler, ışıklar, baharmev- simleri, günbatımlan, geceler içinde gö- rünüyor... Görgü, incelik ve duyarhlık Yaşadığı, hıssettiği Istanbul, sanatın bütün dallanna, türlerine gönül vermiş bir insanın kentiydi. Zaten o canlandır- ma. yaşatma çabâsı da hep sanatçılık en- dişesinden değil miydi? Neredeyse iş- tahsız denebilecek Sadri Alışık, yemek- leri, mezeleri, damak zevklerini anlatır- ken inanılmaz becerikli biraşçı kesilir- di. Yemekler hazırlanır, pişirilir, tabağa almırken artık sözcüklerle öylesine gü- zel süslenırdi ki. hepsini de tatmış gibi, hepsinin de tadı damağınızda kalmış gi- bi olurdu. Kanlıca'daki son yaz evinde bize bir gece Istanbul'un bütün meyhanelerini, içkili lokantalannı, gazinolannı gezdir- miştı. Ağzına ıçki sürmüyor, ama oralar- da hep birlikte içerek sanki bizler çakır- keyif olurken, ona, içki içriği yıllardaki kâh Sait Faik. Devrine damga vurmuş ses sanatçılan vardı, Zeki Müren vardı. Hepsi konuşuyorlar, dertleşiyorlar, ha- yatlannın dramlannı anlatıyorlar, hepsi seviniyorlar, kavga ediyorlar ve hepsi büyük bir aktörün canlandırmasıyla bu tek kışilik. yalnız bir gece oynanmış, o unutulmaz oyunda hayatlannı söylüyor- lardı. Yalnızca büyük bir aktörün canlandır- dığı değil, aynı zamanda birgörgü, ince- lik. duyarhlık adamının söyleyegeldiği, biranlamdayazageldiği biroyun, sahne eseriydi bu. Çünkü Sadri Alışık, özel ha- yatlardan söz açarken belki birçok giz- ler söylüyor. özellıkler açıklıyor. ama söz konusu özel hayatlan asla kararrmı- yor, zaaflann yarattığı zenginlikleri, in- celikleri öne çıkanyor. herkesin hiç ol- mazsa bu gece, bu oyunda mesut olma- sına çalışıyordu. Zaten onu öyle, hep bir yandan gü- lünçlüklenmizi tatlı tatlı anlatırken, bir yandan da hep zaaflanmız, gülünçlükle- rimiz için adeta gönül borcu duyarken hatırlayacağım. Mesela pektanınmış bir Sondan bir önceki yılbaşı. Çolpan İlhan ve Sadri Ahşık gecenasılsa sokağa çüayoıiar. Bir oteideakşam yemeği. Yeni yıldaki ilk göriişmemizde Sadri Be>: "Soni bekiedik. Bütün gece yerinboş kaidı" diyor. Şimdi bu söz bir acı gibi yüreğimde^ şarkıcının. bir film yıldızının ya da bır tiyatro aktörünün pek rüküş kılığını ta- dını çıkara çıkara anlatırken, bır yandan da söz konusu kişi böyle rüküş elbiseler gıyerek bizi güldürdüğü, bize yaşama sevinci verdiğı için o kişiye şükran duy- maz mıydı? Onu hep öyle neşeli, canlı, hüzünde bile iyimserlikler bulmak isteyen haliy- le gözümün önüne getirsem de son yıl- lanndaki bıkkınlığını. usanmışlığmı bir rürlü silemiyorum. Çolpan llhan'ın insa- nüstü denebilecek çabası olmasaydı bel- ki büsbütün içine kapanacak. sahne ve si- nemadaki o panltılı elli yılın ınsanı san- ki kendisi değılmişçesine, bir köşede gözlerden ırak yaşayacaktı. Hayata bağlılığını asla kaybetmemiş- ti. Ama yaşadığımız dünyayı, yaşadığı- mız ortamı sevmez olmuştu. Çolpan'ın bütün ısrarlanna rağmen evden dışan çıkmak istemiyor, kalabalık mekânlar- dan kaçıyor, hep bir şeyler bahane ede- rek dış dünyadan uzak duruyordu. Yeni- den bir tutku gibi resim yapmaya başla- mıştı. Yazdan sonbahara resimler 1992 yazında boyuna suluboya çalışı- yordu. Bunlar Kanlıca'daki evin taraça- sından görülenlerdi. Koy, tekneler. kar- şıdaki beyaz ev, bitki örtüsü, kınmızı ki- remitler, suluboya resimlerde arka arka- ya, tekrar tekrar beliriyordu. Pek çoğu- nu yanm bırakıyordu. Bu resimlerde de- niz ve yaz vardı. Çok sevdiğimi söyle- yince. üçünü banaarmağan edecekti. Bi- rinin üzerine "Kanlaa'da, o yaz, böcek seskri dinlediğimiz geceden™" diye yaz- mış kurşunkalemle. Dediğim gibi, çok sevdiğirn. çok gü- zel resımlerdi. Fakat yaz ve deniz, dik- katle bakıldığında, şurasından burasın- dan, bir yerinden mutlaka yanm bırakı- lıyor, hatta son fırça darbeleri vurulmuş- sa bile, sonradan özellikle bozuluyordu. Karşıkı beyaz evi yeşillikJer içinde gös- terdiğı, küçük odamın duvannda asılı duran resim. bize göre sol üst köşede başlayıp giden, kalın. hırçın bir fırça dar- besiyle, gri renkli bir lekeyle adeta gü- zelliğınden yıpratılmak istenmiştir. Yalnızca kara kalem çalışü Sorduğumda: "Haa, o griler mi, Fatih Köprüsü o. Çirkin olduğu için öyle yap- tım_"demişti. Sonra galiba o yaz sonu, yağlıboya ça- lışmaya başladı. Hızlı çalışıyordu, aralık- sız çalışıyordu. Resimlerinin eleştirilme- sinden haz duyuyordu. Resimleri bırakıp günlük, gündelik şeyleri konuşmaya tek- rar koyulduğumuzda azıcık alınıyor, re- simler, sanat dururken böyle günlük, gündelik şeylerle oyalanıyor, uğraşıyor olmamıza anlam veremiyordu. Ağaçlı yol, çocukluk evinin birodası, ressamın gereçleri, böyle birçok yağlıbo- ya çalışmasıyla yazdan sonbahara Sad- ri Ağabey, daima tuvali başındaydı. A- ma kış gelip Nişantaşı'na döndüklerin- de resim yapmaktan vazgeçti. Son yaz ise yalnızca karakalem çalıştı. Kimdi Sadri Alışık? Her şeyden önce bir dram aktörüydü. Hatta bir trajedyen- di. Onun Şakayia Kansıkadlı filmini yıl- lar önce seyrettiğimde. o son sahnede, o ünlü, adaletönündeezilmişliğini savun- duğu tiradında donup kalmıştım. Zaten Turist Ömer tiplemesi de eninde sonun- da, gözyaşlanna çekip götürmez mi? Bir üslup adamıydı. Bir yaruyla Os- manlı. bir yanıyla gerçek cumhuriyet in- sanıydı. Üslubundabayağılığa, kabalığa, basitliğe hiç yer yoktu. fik sahne sanat- çılanmızın hayat hikâyesini okuyanlar, onlann nasıl durdurulamaz bir heyecan- la sahne hayatına atıldıklannı, hangi ya- saklara göğüs gerdiklerini, ne aşağıla- nışlarla yüz yüze geldiklerini. ama ülkü- lerinden asla caymadıklannı bilirler. On- lann izinde, onlann belki de son temsil- cisiydi. Gerçi çok sevilmiş, sayılmış bir sanat- çıydı, ama hep daha güzel bir rol oy- namak için yaşar gibiydi. Oysa yer- yüzünün hiçbir rolü. kalbindeki o sonsuz sahne sanatlan ülküsünü mutlu kılmaya yetmeyecekti. Kanlıca'da bu yaz, böcek sesleri yine hep sizi söyleyecek sevgili. biricık Sad- ri Ağabey... ODAK NOKTASI AHMET CEMAL Yanlış Pencereden Bakmak... Hasan Âli Yücel, Sabahattin Eyuboğlu, Orhan Burian, Halikarnas Balıkçtsı, Azra Erhat, Vedat Günyol ve elbet Nurullah Ataç... Kendine özgülü- ğünü, hep bu toprakların insanından hareket edip yine bu topraklann insanına varmakla edinmiş bir aydınlar kuşağı. Eyuboğlu'nun yinelemeye doya- madığım "Yöreselin yolu, evrenselden geçer" ilke- siyle yola çıkan bu aydınlann en çarpıcı ortak özel- liği, evrenselde, Batı'da, Doğu'da kafaJannı ve yol- lannı hiç bulandırmamış, uğrak yerlerinde benlikle- rini ve hedeflerini hiç yitirmemiş olmalandır. Bu ay- dınlann Batılı oluşlan, Homeros'tan Erasmus'a, Montaigne'den, Rabelats'den Camus'ye hep in- sana yakışanın şarkısını söylemiş olanlann ezgileri- ni, Türk yurdunun, Türk ınsanının ezgileriyle aynı po- tada eritip çok daha insanca türküleri derleme ça- basıyla sınırlıdır. Batılı olayım derken neredeyse Türklüğünden utanacak hale gelmek, çıkış limanını unutup vanş limanlanna postu serme telaşına düş- mek, bu yurdun insanlanna ve sorunlanna, adına "Batı'nın bakış aç/srdenen, gerçekte ise bomboş, kısır bir özentiden başka bir şey olmayan, düzme- ce gözlüklerle bakmak, yukanda andığım aydınlar kuşağına hep yabancı kalmış tutumlardır. Adlan sa- yılan bu insanlann çabalanna, ürünlerine neresinden bakılırsa bakılsın, "Batı'yayamanma" koşuşturma- larının, kendimizi önce yine kendimize açık yürekli- likle anlatıp kimliğimizi kendi aydınlanma çabalan- mızın hamuruyla yoğurmak yerine, henüz edinme- diğimiz, çoğu kez de edinmemize hiç gerek bulun- mayan kimliklerimizı, Batılılara "Biz vallahi böyle- yiz..." tavnyla anlatmanın izine bile rastlanmaz. Anadolu insanını, hiçbir dinsel ya da etnik aynma yer vermeksizin, toprağa düşmüş birtohumun on- yılların akışı içerisinde görkemli birağaca dönüşme- sini izlercesine, bu topraklarda filizlenmiş bütün uy- garlıklann doğal ürünü sayan bu aydınlar kuşağı, bü- tün birikimlerini yabancı vitrinlerde sergilemek yeri- ne, yine bu topraklann insanını egitme hedefine ada- mayı kendisi için birincil görev saymıştır. Anılan kuşağın bütün bu özellikleri göz önünde tu- tulduğunda, üyeleri onlarla eşzamanlı, ama çoğun- lukla onlardan sonra yetişmiş bir aydınlar kesiminin bu insanlara neden çoğu kez yabancı gözüyle bak- tığını, kimi zaman -kendi deyişleriyle- "eksantrik" bulduğunu anlamak, güç değildir. Kafka'nın kendi kendisiyle hesaplaşmasının ve tüm yaratma süreci için gereklı gücü ıç dünyasında bulmasının bir öze- tinden başka bir şey olmayan "iç sürgünü" ile, ken- di Avrupa başkentlerinde yaşama düşlerini özdeş- leştirmekten pek hoşlanan, düşüncelerini kendi in- sanını eğitme hedefi yerine, yazdıklanyla, çizdikle- riyle ve düşündükleriyle kendilerini "dışarıdan'kim- lere benzetebilecekleri ve begendirebilecekleri nok- tasında yoğunlaştıran bu kesimin aydınlan, "dtşan- dakilerin" değer yargılarına giderek daha çok ağır- lık tanımaya yönelik bir tutumun da baş mimarian- dır. Kendilerini ancak yabancı adlara ve yabancı or- tamlara sürekli atıflarda bulunarak var edebilen, ayakta tutabiten bu kesim aydınlannın "Bizde ne- den yo/c"sorusuylagündemegetirdiklerikurumlarve kuruluşlar da hep yabancı ortamlann ürünüdür. Bir zamanlar, genç cumhuriyetin en bunalımlı dönem- lerinde gerçekleştirilmiş bır Köy Enstitüleri hareke- ti, bir Halkevlen atılımı, bir tercüme bürosu, aydın maskesi takmış bu cahillerin gözünde sanki tarihin anımsanmaya bile değmeyecek sayfalandır. Kendi anadilinde bir mektubu bile yazım kurallannı doğru kullanarak kaleme almaktan aciz genç kuşaklarye- tiştirirken, bunlann yabancı dilde eğitim veren Türk üniversitelerindeokumalannı eğitimdeçağdaşlık sa- yan bireğrtim politikası ile sözü edilen kesim aydın- lannın tutumlan, göz yaşartıcı bir yetkinlik düzeyin- de örtüşmektedir! Ancak yabancılann tuttukları aynalann önünde kendilerinden emin olabilen bazı aydınlann kimlik sorunlanyla bütün Türk toplumunun olası kimlik so- runlannı özdeşleştirmeye kalkışmak, kanımızcaTürk insanını aşağılamaktan başka bir şey değildir! Ön- ce toplumumuzun nereye varmasını istiyorsak ora- ya varabilmesi için kendi içimizde elimızden geleni yapmak; edindiğimiz bütün birikimleri önce kendi toplumumuzun eğitilmesine adamak; ürünlerimizi başkalan bizi beğensin diye değil, ama her şeyden önce birbirimize bir şeyler aktarabilmek için ver- mek; "Biz kimiz" diye bir soru varsa, bu soruyu ön- ce kendi kendimize yeterincesağlıklı biçimdeyanıt- lamak; kendimizi yabancılaraolmadığımız gibi tanıt- mak yerine, kendimiz için nasıl var olmamız gereki- yorsa, önce bunu başarmak. Evrenselden yöresele varmanın aydınlığını ancak böyle yaşayabiliriz! İDSO yeniden AKM Büyük Salon'da • Kühür Servisi - Istanbul Devlet Senfonı Orkestrası cuma gününden itibaren dinleyicilenyle yeniden AKM Büyük Salon'da buluşmaya başlıyor. Guma saat 19.00 ve cumartesi saat 11 .OO'deki konserlerde orkestrayı Polonyalı şef Tadeusz Strugula yönetecek. Konserin solisti viyolacı Ruşen Güneş. Konserlerde Telemann'ın viyola konçertosu, Weber'in tema ve çeşitlemeleri, Brahms'ın Op.90 3.Senfonisi seslendirilecek. Cemal Reşît Rey'de iptal edilen konserter • Kühür Servisi - Cemal Reşit Rey Konser Salonu'nda gerçekleştirileceği duyurulan konserlerden üç tanesi iptal edıldi. Geno Washington and the Ram Jam Band'in bu akşam saat 20.30'da gerçekleştirilecek olan konseri Geno VVashington'ın rahatsızlığı nedeniyle mayısa ertelenirken Grigory Sokolov'un 3 nısandaki piyano resitali de sanatçının rahatsızlığı nedeniyle iptal edildi. Nisan ayı programında Aydın Esen Üçlüsü'nün 25 nisanda bir konser vereceği açıklanmıştı. Bu konser de Esen o tarihte Türkiye'de oiamayacağı için gelecek sezona ertelendi. Antatya'da Bahar-Banış-Sanat • Kültür Servisi - Antalya Sanatçılar Birlıği tarafından düzenlenen Cevat Uyanık Yazıtı Açılış Töreni ve Bahar-Banş-Sanat Şenliği, pazar günü 11.00-18.00 saatleri arasında Çubuk Beli'de gerçekleştirilecek. Sunuculuğunu Talat Kalyoneu'nun üstleneceği törende Metin Demirtaş, Dr. Necati Koç, Fikret Otyam, Saffet Uysal ve Rıfat Aras birer konuşma yapacaklar. Antalya Büyükşehir Belediyesi oyunculannın Haldun Taner'in bir oyunundan kısa bir bölüm sunacaklan şenlikte, saz eşliğınde türküler seslendirilecek, gitar ve org dinletileri gerçekleştirilecek, şiirler okunacak. Saat 9.30'da Cumhuriyet AJam'ndan şenlik yerine ücretsiz otobüsler kaldınlacak.
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle