27 Kasım 2024 Çarşamba English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
SAYFA CUMHURİYET 27 TEMMUZ1994 ÇARŞAMBA DİZİYAZI DİN, TİCARETVE SİYASET ERBİLTÜŞALP Araştırdı ve yazdı Din, siyasetaracınadönüştüriUdü Ç^eriatçılann söylediklerinin tersine "Batı'da ı j insanlardinlerin genel doğrulannı yurttaş ^r kimliklerine yansıtarak" siyaset yapıyorlar. Ülkelerinin "dini inançlarla temellenen din kurallanna göre" yönetilmesini istemiyorlar. î n koyu Katobğinden, en ödünsüz E Ortodoksuna kadar hiçbir Hıristiyan, İncil'i iktidar yapmaya soyunmuyor- du. Ama kendini akıllı sanan İslam düşünürü için, Kuran, bir din devleti- nin temel belgesiydi. Çünkü İslam, gü- nün koşullan gereği bir devlet dini ola- rak doğmuştu. JÇilisenin yaptığı siya- ••••••• setteki amaç ise, İnal'i iktidar yapmak değikü. Kiüse, topiumun bütününe dönük öneri- lerde bulunmakla yetiniyor; devletin İncü'in kural- lanna göre yöneülmesi gibi bir istemi dile getirmi- yordu. Nasıl olsa herkes sağırdı, o duyuyordu. Günümüz koşullannda, kaü kurallarla bezen- miş bir dini; kişi ile Allah arasında "inanç ilişkisi" biçiminden çıkanp; bir siyaset aracına dönüştür- mek için "yalan" gerekjyordu. Şeriat için sınsice savaşıp, demokratik platformlarda dolaşanlar, kimbiUr, belkj de günde "beş vakit" yalan söylü- yorlardı. "Batıda Hıristiyan demokrat partiler oluyordu da, Doğu'da niçin Müsliiman demokrat partiler oiamıyonhı" sorusunavanıt bulmak için "günaha ginnek" gerekiyordu. Önce İslami siyasa düzenin, belki de tek kuralı olan "Egemenlik Allah'ındır" sorunsabnı çözmek gerekiyordu. Ç1 eriat yanlılannın İkinci Cumhuriyet'e olan ı j büyük ilgileri, Kuran kurslanndaki parmak 3T kadar çocuklara ettirdikleri "Hayatımı Mustafa Kemal dinsizliği ile savaşa adayacağıma" yeminiyle başlıyordu. TTS~ ısaca savaşı, kendi "şer'i anlayışlanna1OUVU J U VU^l, 1\^11U1 ^Vl X CL1.XXU,J I ^ İ U I İ I İ U uygun olarak algılayan "yıkmak, yakmak ve öldürmekten" yana olanlara bir sözümüz yok. Savaşımız "siyasetin inançtan, dinin ticaretten" anndınlması savaşıdır. H IHInl v VI IMİvnMİR Dünya görmüş, modern görünümlü İslam düze- ni yanlılan ise, yalaniannı, akıllannca, daha somut verilere dayandınyorlardı. "Bütün dünyaca yaygın bir kunıluş olan YMCA (Young Men's Christian Association- Genç Erkek Hıristiyanlar Derneği) ile YWCA (Young VVomen's Christian Assodatioıı-Geııç Kadın Hıristiyanlar Derneği) adı üstünde birer Hıristiyan örgütüdür. Avmpa ve ABD'nin ber büyük kentinde, bu örgütle- rin merkez binalan, panayonlan, yurtlan vardır, yaz kamplan da açariar. Kütüphanelerinde bulunan dini eserierin okup- malan yurt ve kamp yönetidleri tarafından teşvik edüir." İyi de yerindeymiş gibi görünen bu demokratik örneğı verenlere "Bu demeklerin Fransa'yı Incil esaslaruu göre yönefmek gibi bir talepleri oluyor mu n diye sormazlar mı? Böyle kurnazlıklar yap- mayı çok iyi biüyor olsalar da "Sizin Kuran kurs- lannızda okhığu gibi, oplann İncil kurslarmda da, kücücük çocuklara İngiltere'yi din devleti hahne getireceğim' diye yemin ettiriyorlar mı?" Ya da "Si- zin gibi örgütlenip kandırdıklan gençleri orduya ve pottse Hıristiyan misyoner olarak sızdırmaya kaüuşıyorlar nuT" Veya "Sizin Kuran ustüne el bastınp söylettiğiniz gibi onlara da demokratik dü- zeni yıkmak için İncil ustüne and içiriyoriar mıT" gibi sorulara yanıt veremiyorlardı. Amenka'daki yaşamlannı, Amerikan üniver- sitesi diplomalannı övünçle anlaüyorlardı ama "Köktendinciliğin çok yaygm ve etkin olduğu bu ül- kede, dinin demokrasi için niçin bir tehdit oluştur- madığmı" anlamazlıktan gelıyorlardı. Harvard'da ya da Yale'de okuyorlar "kültürlü, bilgili insan suufına giriyorlardı" ama, Amerika'daki okullarda zorunlu din dersı olmadığıru söyleyemiyorlardı Şeytana pabucu ters giydiren şeriat yanüsı bu cinlerin, söylediklerinin tam tersine "Batı'da in- saniar dmierin genel doğrulannı yurttaş kimlikle- rine yansıtarak" siyaset yapıyorlar. Olkelennın M 9orgulanamayan inançlar ustüne temellenen din knrallanna göre" yönetilmesini istemiyorlar. Bir üstyapı kurumu olarak Hınsüyanlık; Batı'da artık bilimle içiçe yaşıyor, özgürlük kavgası verenlerin yarunda yer alıyor, ulusal kurtuluşlan destekliyor, savaşa-sömürüye karşı çıkıyor, çevre sorunlanyla ilgileniyor. Katoük kiüsesinin bile yumuşadığı, hayatın her alaruna uyum sağladığj bir dünyada: "KjKse siyaset yapıyor, camı niçin yapmasınT" yaklaşımının bir tuzak olduğunu bılmek gerekiyor. JTarlkatçırefleks... Tarihi gerçeklerden "çabuk sonuç çıkannaya" ve bu "sonuçlann üsrüne oturmaya" meraklı olan Turgut özal ve adamlannın söylediklenyle, şeriat yanhlanrun söyledikleri, son tahlilde çakışıyordu. Ozal'ın değişim ve dönüşüm adı altında yaptığı "akıl almaz" işlerden biri belki de, en önemlisi İkinci Cumhuriyet projesiydi. Kemalizm'e dönük en tutarb eleştinlerin Türkiye solundan geldiğini unutan, bir takım siyaset meraklısı eskr solcuyu peşine takan Özal'ın, bu boyutta bir tartışmayla karşılaşması, elbette bir rastlanü değildi. Bir yan- dan "Hür Teşebbüs, Hür Düşünce ve Yeni Dünya DüzenTne dayandırdığını söylediği projerun "ken- İkinci Cumhuriyet teziyle, eğer "daha çağdaş bir topium. daha sivil bir demokrasi kavgası'1 için yola çıkılmışsa: "şeriatçı kamburundan" kurtulmak, her geçen gün biraz daha kaçınılmazlaşıyor. Kaçınılmazlaşıyor. çünkü, Türkiye toplumu öl- çüsüz bir geri gidişın girdabma kapılmış gidiyor. Adnan Menderes'in 1959 şubaünda elini Ismet İnöoü'ye uzatıp "Bir pirifani, yaşlı zayrf-mahif,ha- yatuu dine ve ilme vakfetmiş bu insandan oe istiyor- sunuz?" dıyerek Mecüs kürsüsünden Said Nursi'yi savunduğu ve sonra da DP milletvekiline dönüp "Siz isterseniz hilafeti bile geri getirebilirsiniz" de- diği günden başlayan bu gen gıdış, bir daha durdu- rulmayacaktı. I Sıvts kıyımı Şeriat dûzeriiçin beş vakit yalan söyleyenlerinizindengiden bir grup kadm, İstanbul DGM'deki İslamiörgütünduruşmasından sonra gösteri yapıyorlar. disinin" olduğunu savhyordu. Ama öte yandan da, İslamı şıddetin miman Nakşiler ve Atatürk düşmanlıgının simgesi Süleymancılarla birlikte yeni siyasi oluşumlara yelken açıyordu. "Turgut Özal", birkaçı dışında her biri kendi alanlannda gerçek birer değer olan "İkinci Cum- huriyet'in ateşli savunuculan" ve "şeriat yanulan" bir anlamda aynı şeyleri söylüyorlardı. Siyaset bilı- mi açısmdan eşine kolay rastlanılamayacak bu ıtti- fak, bazı ortak paydalarda da birleşiyordu. Kemalizmin "miadını doldurduğu', Özalizmin yıldızının parladığı sanıhyordu. Atatürk Cumhu- nyeti'nin işlevini bitirdiği, ülkenin Özal Cumhuri- yeti'nin omuzlan üstünde yükseleceği düşleniyor- du. İstiklat Mahkemeleri'nin darağaçlan eleştirili- yordu. Ama, İkinci Cumhuriyetci Ozal'ın askeri hükümetteki başbakan yardımcılığından başlaya- rak 50 idamda parmağının olduğu unutuluyordu. Tevhid-ı Tedrisat eleştiriliyordu. Ama, ilkoicul ço- cuklannın ellerinden tutulup tek sıra cuma namaz- lanna götürüldüğü umursanmıyordu. Laik düze- nin din ve vicdan özgürlüğü ustüne geürdiği baskı- lardan yakırulıyordu. Ama, cezaevleri düşünce suçlulanyla dolduruluyordu., Bu ölçülerle bakıldığında İkinci Cumhuriyet'in Özal'ın özelinde bir "tarikatçı refleks" olarak orta- ya çıktiğı görülüyor. Destekleri ve ittifaklan ölçii alındığında ise, bir "şeriatçı özlemle" beslendiği gözlemleniyor. Şeriat yanlılannın İkinci Cumhuriyet'e olan bü- yük ilgileri, Kuran kurslanndakj parmak kadar çocuklara etürdiklen "Hayatnu Mustafa Kemal din- sizliği ile savaşa adayacağana" yeminiyle başuyor- du. ikinci Cumhuriyet Özal için bir "kıırtulnşu"; aklı başında siyaset ve toplumbilimci yandaşlan ıçın geç başlayan bir "tartşmayı"; şeriat yanlısı yoldaşlan için ise bitmeyen bir "kini" anlatıyordu. Ankara'da çeşitli devlet dairelerine postalanan "Mustafa Kemal'in Din Aleyhinde Yaptığı İnkılap- lar (melanetJer)" başhğını taşıyan broşür bu tarihi kinın kökenlennı aydınlatıyor: "İslam hilaferini kaldırddar. Devletin dini Ls- lamdır ibaresini anayasadan çıkardılar. Şeyhülis- lamlığı >e Şeriye vekaletini lağvertiler. Miras huku- kunu dcğiştirdiler. Dini nikahı yasakladılar. Kadı- nların başörtüsüne karşı çıktılar. Çok kadınla evlen- meyi yasakladılar. Şer'i yemini değiştirdiler. İslami hukuk yerine medeni hukuk getirdiler. Askeriye'den tabur ünamlarını >e alay müftülerini kaldırdılar. Din derslerini kaldu-dılar. Kuran harflerini yasak- layıp, Latin harflerini getirdiler. Camiler dışındaki dini müesseseleri, türbeleri, tekkeleri kapattılar. Şer'i talak'ı (boşanmayı) yasakladılar. Milletin başına zorla şapka giydirdiler. Hacca gitmeyi ya- sakladılar. Müslüman kızların gayrimüslümlerle ev- lenmelerine mûsade ettiler. Büluğ çağına gebniş er- kek ve kız çocuklarının karışık okumalarını mecbur ettiler. Camileri müze ve eşya deposu haline getirdi- ler. Büyük erkek ve kız çocukların beraberce oyun ve topoynamalarına izin verdiler. Komünistlerin teş- kilatlanmasına müsaade ettiler. Cuma giinkıi tatiii pazara çevirdiler. İslami takvimi, miladi ta>kime çe- virdiler. Çıplak kadınları erkekkrin önünde oynatü- lar. Kadınlara secim hakkı tanıdüar. Ziyafetler ter- tip etmek suren'yle ramazana karşı hürmetsizlik yaptılar. Kadınları, kızlan hal ve hareketleri ve hat- ta elbiseleriyle Hıristiyan kadınlanna benzettiler. Sank ve cübbeyi yasakladılar. Resmi dairelerde kadınlara memuriyet verdiler. Günlük işieri şer'i ka- nunlara göre değif. dinsiz kanunlara göre yüriittüler. Dini devletten ayırmak suretiyle. devleti dinin kont- rolünden çıkardüar." 98 maddelik broşür, ister istemez, hikmeti ken- dinde saklı İkinci Cumhuriyetci bilim adamlannın "Resmi İdeolojimiz İflas Etmiştir" ya da "Kema- lizm Fiilen Öbnüştür" gibi yazılannı anımsatıyor. İslami düşünür sıfatlı şeriatçırun ise "Kemalizmin Sonbahan" makalesini çağnşünyor. Üç aşağı beş yukan aynı şeyler yazılıyor. Kemalizm yorumun- da birleşiliyordu. | İkinci Cumhupiyetçjtepin kamöuro Kemalizme İslami bir bakış açısıyla yaklaşıla- mayacağını söyleyen Mohammed Arkoun (Sorbon Üniversitesi öğretim üyesi ve Arabica dergisi yö- netmeni) Türkiye için "endişelerini" şöyle dile geti- riyor: "Günümüz Türkjyea'nde sosyal ve kültürel ger- ginliklerin yeniden baş göstermesini gözlemledikçe aklın özgüriüğe kavuşması çabalarının henüz emek- leme safhasında olduğu daha iyi anlasümaktadır. Dini, muhafa/akar tepkileıie özdeşleştirerek, BatKi anlamda çağdaşlığı tek tarihi alternatif olarak gök- lere çıkarmak bugün, Atatürk'ün zamanındaki ka- dar kolay değildir. Ancak, yönlendirilnüş bir din, yine ürkütücü bir politik güç olma özclliğini koru- maktadn-." Böyle biryüz yüze gelışın "kanlı örneklerinin" yaşandığı Türkiye'de; bir tezin yaygınlaşması uğ- runa yapılan bu tür ittifaklann getireceği sonucun da, çok iyi hesaplanması gerekiyor. Söylendiği gibi Çünkü, bır oy daha fazla almak için "şeriat" ko- zunu kullanan politıkacılarla oluşan bir siyasal or- tam "demokratik" sayılacaku. Cumhurbaş- kanlığından. başbakanlığa. bakanhklara kadar tüm kurum ve kuruluşlardan, takunya tıkırtılan yükselecekti. Türkiye Büyük Millet Meclisi'nin çabşma saatlerini oruç ve namaz saatlerine göre düzenleyen önergeler tartışılacaktı. Ordudan, po- listen, üniversiteden tekbir sesleri geleceku. Yerel yönetimler tarikat vecemaatler arasında paylaşıla- cakü. Eğitim ve öğrenim kurumlan her gün biraz daha dinselleştirilecekti. "Şanlı Sıvas kıyamı yaygı- nlaşcaktır" çağnsına kulak tıkayan savalar, yargı- çlann gücü; yazarlara, şairlere, bilim adamlanna yetecekti. Yıllardır sürdürülen sinsi bir savaşla koskoca ülke, bır baştan bir başa, şeriat tehdidi aluna so- kuluyordu. Yıllar önce Iran'da olduğu gibi, Türki- ye'de de insanlar bır geceyansı "damlara çıkıp ezan okumaları için" çağn bekliyordu. Sorun, günlerdir aktarmaya çalışılan bu geri gi- dişın nasıl ve ne zaman durdurulacağı noktasında düğümleniyor. Sorunun, "sahte Müslünıaıılanıı n tepkisini çeken, somut "tercihlerie" çözümlenebi- leceğini sanıyorum. Dinin siyaset içınde son yıllarda kazandığı et- kinlik gerçeğini ya sorgulayacağız ya da sonuçlan- na katlanacağız. Ya kendi gerçeklerimizle hesapla- şacağız, ya da onlann gerçekleriyle savaşacağız. Ya da çoğu zaman olduğu gibi, gerçeklenn başına bir nöbetçi dikip, görmezden duymazdan gelece- ğiz. Ya akbmızı, yüreğimızi ve ahlakımızı bır kena- ra koyup. İran ya da Cezayir gibi olmayı bekleye- ceğiz ya da elimizi, dilimizi, gözümüzü baglayıp, yine tank seslennden medet umacağız. | Ya katlınacağız, ya savaşacafa Ya yaşamın her alanındaki insan ilişkilerini sı- nıflandıran, öngördüğü davranış biçimlerini tar- üşmasız kılan. yasaklara karşı ağır yapunmlar ge- tiren bir inanç sistemiyle ülkenin yönetilemeyece- ğini anlatacağız ya da "AUah'tan gelen emre iUut, vazifeye dikkat" kuralıyla yönetılen bır ülkede, ya- şamaya razı olacağız. Ya yaşadığımız dünyanın deger yargılanndan üreyen kapitalist. Marksıst, ulusçu sıyasetlerle "şe- riata karşı" uzlaşmayı kabul etmeyı öğreneceğizya da bizi, ötekı dünyanın değerleriyle biçimîenen "din siyasetiyle uzlaştırma ruzağına düsûrmeye luü- kanlara" hayır diyeceğız. Ya sorunun "Kemalizmin zaaflanndan" değil, çağını yadsımaktan ve çağının adamı olmamaktan kaynaİclandıgını anlayacağız ya da yaşamı boyun- ca, ülkesini ve yurttaşlannı "çağmın ülkesi, çağuua insanı" yapmak için uğraş veren Mustafa Kemari "şeriatçdarm ölçüleriyle" değil kendi ölçülerimizk eleştirmeyi öğreneceğiz. Kısaca ya katlanacağız ya savaşacağız. Bu bir tercih sorunu. Savaşı. kendi "şer'i anlaytşlanna" uygun olarak algılayan "yıkmak, yakmak ve öldür- mekten" yana olanlara bir sözümüz yok. Yıkarak, yakarak ve öldürerek, daha şımdıden, garanüle- dikleri "cennetlerinde" de gözümüz yok. Savaşımız "siyasetin inançtan, dinin ticaretten" anndınlması savaşıdır. Savaşımız "dine ve dindar halkın inanç- lanna" değil. "şeriatçı dincüere ve gericilere" karşı bir savaştır. Savaşımız, ülkemızde yaşayan insanlann, temel hak ve özgürlüklerin tümüyle birlikte "birey" ol- malanru sağlama savaşıdır. Savaşımız. aklın ve bılimin öncülüğünde, de- mokratik çağdaş bir topium yaratma savaşıdır. BİTTİ Erbil Tuşalp'in bu çahşması Bilgi Yayınevi ta- rafından ŞERİA T A.Ş. ath Ue kitaplaştınlacak, eylûl ayı başında okurlara sunulacaktır. Türkiye'dedüşüncesuçuyokmuş!.. ORALÇAUŞLAR Türkiye'de düşünce suçu yokmuş. Oh ne ala, ne ala... Bunu üstelik ülkenin en yetkili sözcüsü, Cumhurbaşkanı söylüyor. Artık mesele kalmadı. SüleyTnan Demirel sansürün kakünlışının > ıldönümünde, gazetecilerin gözkrinin içıne baka baka bu ülkede düşünce suçunun olmadığını söyledi. Halbuki Demirel'den önce konuşan Gazeteciler Ccmiyeti Başkanı Nail Güreü, rakamlar vererek insanlann düşünceleri nedeniyle cezaevine aüldığını anlaımıştı. Demirel de onu cevaplayarak, yalnızca ülkenin bölünmez bütünlüğüne yönelmiş suçlann düşünce suçu kapsamı içinde olduğunu belirtti. Bir kibarhk daha yaparak Türk basınından şikayetçi olmadıklannı da vurguladı. Demirel'i dinlerken... O sözleriyle şunu demek istıyordu: "Bizim sîzden birşikayetimiz yok. O zamansiz dedüşünce suçu deyip ağzımızın tadını bozmay ın." Önceki gece Dolmabahçe Sarayı'nın merdivenlerine kurulan kürsüden Dernirel'i dinlerken, Türkiye'nin son 30 yıllık siyasi tarihi birfilmşeridi gibi gözlerimin önünden geçti. İlk gençlik yıllanmızı, iki askeri darbeyi, Demırerie birlikte, onun yönetimde olduğu dönemde yaşamıştık. Demirel, önce komünizm düşmanlığjyla tamndı. Sağcılann suç işlemeyeceğinin felsefesini yaptı. Miliyetçi Cepheler kurarak ülke içi karnplaşmayı kışkırtan siyasetlere yataklıketti. TCK'nin 141-142. maddelerininen kararb savunucu olarak ünlendi. Yönetimde bulunduğu her dönemde, ülke içinde kaos ve iç çatışma büyüdü ve içinden çıkılmaz hale geldi. Bu kaos ortamı Türkiye'yi askeri darbelere sürükledi, Demirel'i de iktidardan düşürdü. Demirel, siyasi açıdan tam biterken askeri darbeleronunbiranlamdaimdadınayetişti. Bir demokrasi mağduru olarak, askeri darbenin hışmınm geçmesinin hemen ardından Demırel. siyasete bıraktığı yerden yeniden başladı. Onun siyasi geçmişini arumsayanlar. "Bu kez herhalde demokratlaşmıştır. Bunca askeri darbeden bir dersçıkarmıştır" diye düşündüler. Ashnda bu dönemler boyunca Demirel, kendi siyasi yaşamını da kesintiye uğratan anti-demokratık uygulamalara, hiçbir zaman ciddi şekılde karşı koymadı. Demirel'in politikadaki genel tutumu. var olan durumu idare etmek şekilde tanımlanabilir. Ülkemizdeki hıçbırdeğişiklikte neredeyse onun ımzası yoktur. Devletin genel dengeleri içinde, statükoyu koruyarak polıtika yapmayı bir sanat hahne getirmiştir. İkiterörzanlısı Bu öyle bir sanat ki içinde hiçbir yeniliğe ve ilerlemeye yer bulamazsınız. Demirel eskiden, düşüncenin suç olduğunu savunurken komünizm öcüsüne sanlırdı. Şimdi ülkenin bölünmez bütünlüğü bahanesini öne sürüyor. Yann bir başka nedenle düşüncenin suç olması gerektiğini savunabilir. Çünkü Demirel tara politikaalara göre en tehlikeli şey düşüncedır. Süleyman Demirel'in konuşmasını dinlerken, bir düşünce suçu sanığı olarak kendimı de zan altında hissettim. Yıllarca 141-142. maddelerin hışmına herkes gibi ben de uğramıştım. Tam bu maddeden kurt ulduk derken anti-teröryasası geldi. Kemal Burkay'la Cumhunyet gazetesinde yaptığım röportaj, kitap olarak yayımlanınca terör sanığı olarak yargılanmaya başladım. Kjtabım toplatıJdı. Yani artık fikirsuçlusu adayı bile değilim. terör suçlusuadayıyım. Bir terör suçu sanığı olarak Sayın CumhurbaşkanTna şunu söylemek isterim: Kemal Burkay, uzun siyasi yaşamı boyunca teröre ve şiddete hep karşı çıkmış bir pob'tikacı. Ben de yaşarrum boyunca. siyasete terörün kanşmasını onaylamadım. Sonuçta. şiddete karşı olan bırgazetecı.düşüncesıni beğenseniz de beğenmeseniz de teröre karşı olarâ bır politikacıyla söyleşiyor. Şimdi ortada teröre karşı olan iki insanın söyleşisi var. İkimizde bu söyleşi nedeniyle terör zanbsıyız. Üstebk ben yalnızca soru sormak ve Burkay"ın görüşlerini aktarmakdurumundayım. Eğer mahkeme bu söyleşide ülkeyi bölme amacı saptarsa, buzanbirhükmedönüşecek. Bizde terörist olacağız. Süleyman Demirel'in Cumhurbaşkanı olduğu ülkeye de bu yakışır. SHP'KlerMünirCeylan'ı cezaevinde ziyaret etti • SHP Genel Başkan Yardıması Cevdet Selvi, Tekird^ Cezaevi'nde hükümlü olarak bulunan Münir Ceylan'a yaptığı ziyarette, "Düşüncenin önüne sınırlar koymak, düşüncesini ifadeedemeyen kesimlerin sınırdışına çıkmasına, başka alanlarda kendisini ifade etmesine yol açar ki asıl tehlikeli olan da budur" dedi. ANKARA (ANKA) - SHP'b bazı yöneticiler, yazdığı bir yazı nedeniyle tutuklanan eski sen- dikaa Münir Ceylan'ı Tekirdağ Cezaevi'nde ziyaret etti. SHP Genel Başkan Yardımcısı Cev- det Selvi, "Vatan sevgisi çok dar kahplar içinde tanımlandığı sü- rece Türkiye derinleşen ve kro- nikleşen sorunlarını kolayukla çözemeyecektir" dedi. Cevdet Selvi, Ceylan'ı Genel Sekreter Yardımcısı Bahattin Alagöz ile birlikte ziyaret etti. Selvi, Ceylan'ı ziyareti öncesi yaptığı açıklamada, Münir Ceylan. Fikret Başkaya, İsmail Beşikçi ile Hahık Gerğer'in dü- şüncelerini dile getirdikleri için cezaevinde olduklannı anım- sam. Selvi. "Demokratik girisi- mimiz açBindan olumsuz bir du- rumun göstergesi olan bu ayıp derhal gideriknelidir" dedi. Sel- vi. şöyle dedi: "Düşüncennı önüne smviar koymak düşüncesini ifade ede- meyen kesimlerin snır djşna p- kmasma, başka alanlarda ken- disini ifade etmesine yol açar ki asıl tehlikeli olan da budur. Vatan sevgisi çok dar kahplar içinde tanmüandığı sürece Tür- kiye, derinleşen ve kronikleşen sonınlannı kolayukla çöie- meyecektir."
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle