Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
- 2024
- 2023
- 2022
- 2021
- 2020
- 2019
- 2018
- 2017
- 2016
- 2015
- 2014
- 2013
- 2012
- 2011
- 2010
- 2009
- 2008
- 2007
- 2006
- 2005
- 2004
- 2003
- 2002
- 2001
- 2000
- 1999
- 1998
- 1997
- 1996
- 1995
- 1994
- 1993
- 1992
- 1991
- 1990
- 1989
- 1988
- 1987
- 1986
- 1985
- 1984
- 1983
- 1982
- 1981
- 1980
- 1979
- 1978
- 1977
- 1976
- 1975
- 1974
- 1973
- 1972
- 1971
- 1970
- 1969
- 1968
- 1967
- 1966
- 1965
- 1964
- 1963
- 1962
- 1961
- 1960
- 1959
- 1958
- 1957
- 1956
- 1955
- 1954
- 1953
- 1952
- 1951
- 1950
- 1949
- 1948
- 1947
- 1946
- 1945
- 1944
- 1943
- 1942
- 1941
- 1940
- 1939
- 1938
- 1937
- 1936
- 1935
- 1934
- 1933
- 1932
- 1931
- 1930
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
2 MART1994ÇARŞAMBA CUMHURİYET2 SAYFA
KULTUR
Müziğin alıp götüren rüzgânYaşlıçam ÎDSO'yu yönetti, Artzruni'den Haçaturyan, Pedroni'nin tablolan, Ece Demirci'nin resitali
EVtNtLYASOĞLU
Istanbul'un konser trafiği gittikçe yo-
ğumlaşıyor, bunu hep söyîüyoruz. An-
caJc son gûnlerde sıradan konserler değil,
nitelikli, ayncalıkh konserlerin yoğun-
laşması, müzikseverlerin birbirine rast-
ladığmda, "Ah nasıl kaçırdınız o piyanis-
tiT" ya da "Böyte ketnancı dinlemedik, siz
neredeydiniz?" gibı sıtemlerine yol açı-
yor. Geçen hafta Prag Madrigalistlerini,
kemana Evgeny Bushkov'u ve genç piya-
nist Eldar Nebolsin'i ben de kaçırdım.
Yakaladıklanma gelince: Pazartesi gece-
sini ikiye bölerek lstanburun değişik yö-
relerinde bir resitalin birinci, dığerinin
ikinci yansmı dinledim.
Atatürk Kûltür Merkezi'nde Şahan
Artznnâ, tümüyle Haçaruryan'ın ya-
pıtlanndan oluşan bir resital sundu. Bes-
teciyi 90. yıldönûmünde anmak ûzere
hazırlanmış özel bir konserdi. Şahan
Artzruni'yi iki yıl önce çağdaş bir prog-
ramla tanımıştık. fstanbul'da Ferdi Ştat-
zer'in öğrencisi olmuş, Julliard Müzik
Okulu'nu bitirmiş, New York Üniversi-
tesi'nde doktora yapnuş. Etnomüziko-
log, yazar, radyo-tv programlan
yapıması olarak çok aktif bir sanatçı.
Piyano çalma tekniği ûstûne incelemele-
ri var. Halen Amerika'da yaşıyor ve
Johnny Carson, Dick Cavett gibi show
programlannda yer alan renkU bir kişi-
lik taşıyor. Aynı zamanda sanatçısı. Bu
niteliklı piyanisti daha geniş bir müzikse-
ver kitlesinin dinlemesini arzulardık. Di-
namik, coşkuiu, lirilc piyanizmini bir
çağdaş konçertoyla orkestra eşliğinde
duymak islerdik. Piyanonun başına otu-
rup uzun uzun düşünen, nasıl başlasam
diye esin perilerini bekleyen piyanistler
vardır ya, onlann tam tersine Şahan
Yannm seçkin piyanisti Ece Demirci İDSO'nun bu haftaki şefi Yaşlıçam Harika bir piyanist Simone Pedroni
Artznıni, daha sahneye adım atar atmaz
müziğe başlayan, piyanosuna oturduğu
anda müzjğe giriveren çevik bir piyanist.
Onunla siz de müziğin duvarlanndan
içeri giriyorsunuz. Ve artık dış dünyadan
sıynlıp müziğin sizi götüreceği bir rüzga-
ra bırakıyorsunuz kendinizi.
Artzruni'nin resitalinin yansından bir
başka piyano resitalinin diğer yansına
kavuştuğumuzda. yine harika bir piya-
nisüe karşılaştık: Simone Pedroni. 1993
yüı Van Cliburn yanşmasının birincisi 25
yaşındaki İtalyan piyanist, MussorgskP-
nin Bir Sergiden Tablolar başkklı
yapıtını bu yıl bilmem kaçıncı kez dinle-
miş olduk. Ancak, Pedroni'nin yoru-
mundakı yumuşak-sert karşıtlığında,
başlıbaşına kendine özgü yaratıcılığı
içinde sergi bir başka güzeldi. Tablolann
her biri canlanıp karşımıza asıldı; üstelik
resim olmaktan çıkıp bir pazar yerini,
civcivlerin dansını. katakomblan yaşa-
maya başladık. Pedroni'nin tuşesindeki
ustahk, yaşına göre olgun ve yaratıa yo-
rumu, önümüzdeki yıllarda adından çok
söz ettirecek bir piyanistle tanışmış oldu-
ğumuzu haber veriyordu.
İDSO'nun Emin Güven Yaşlıçam yö-
netimindeki bu hafta sonu konserinde,
Schubert"in 4 numaralı "Trajik" senfo-
nisini dinlerken de aynı duygular için-
deydik. Müziğin abp götüren rüzganna
bırakmıştık kendimizi. Yaşhçam'ın ez-
berinden yönettiği senfonide açık ve
doğru tempolanyla, dramatik yorumu,
yıllardır bu topluluktan dinlemediğimiz
Trajik senfoniyi, Romantik dönemin ilk
filizlendiği günlerden günümüze taşıdı.
Başkemancı Yusuf Güler Aksöz'ün, cel-
lolarda Reyent Bölükbaşı ve Sami Oz-
top'un katkılan da önemüydi. Çello gru-
bundan aynntılara özen gösteren sesler
yükseldi. Yaylı çalgılann kendi aralan-
nda ve üflemelilerle aralannda söyleşile-
ri dengeli ve dinamik güçlerin kullanımı
özenliydi. Programın ilk yansında ise
Beethoven'ın Üçlü Konçertosu'nda Jsra-
el Üçlüsü'nün solistliği çok büyük övgü-
lere değecek nitelik taşımıyordu. Ke-
mana Menahem Breuer'in tonu net ve
temiz değildi. Piyanist Alexander Vol-
kov, solist parlakbğında değil de eşlikçi
havasındaydı. Trio'nun en şeçkin üyesi,
çellist Marcel Bergman'dı. Üçlünün ken-
di arasındaki söyleşisj yapıtın coşkusunu
yansıtmadı. Yine de Beethoven'ın bu gü-
zel konçertosundaki görkemli yapı ve
alımlı ezgiler dinleyicileri keyiflendirdi.
Ece Denürci'nin resitali
Yurtiçi eğitimini tamamladıktan son-
ra yurtdışında yüksek düzey eğitimi gö-
rüp profesyonelliğe adım atan sanatçı-
lanmız, giderek seslerini yükseltmekte-
ler. Çeşitli sanat merkezlerinde seçkin
eğitimcilerle eğitüip degişik yörelerde
konser veriyorlar. Girdikleri büyük
yanşın, onca rakip arasında yükselme
savaşının zorluklannı da birlikte yaşı-
yorlar. Böylece hırs kazanıyorlar, ivme
kazanıyorlar, sahne helecanını yenmesi-
ni öğreniyorlar, disiplinli çalışmanın er-
demine vanyorlar. Ece Demirci de bu
gençlerimizden biri. Pazar gecesi Cemal
Reşid Rey Saktnu'nda disiplinli çalı-
şmanın üriinü olan bir resital verdi.
Istanbul Konservatuvan'ndan yetişmiş,
halen Almanya'nın Essen kentinde Ka-
nadalı profesör Catrin Vickers ile üst dü-
zey eğitimini sürdürüyor. ÖzellikleSdnı-
bert'in Mi Bemol Majör Impromptüsü'-
nde ve Chopin'in Grande Polonez'inde
sergılediği teknik aşama; Ravel'm valsle-
rindeki izlenimci duyarlılık, Ece Demir-
ci'nin çok sağlam bir yolda olduğunu
gösteriyor. Bu tempodaki çalışmasıyla
giderek tuşesini derinleştirecek, sahnede
olmarun tatlı telaşını yenecek ve yanrun
seçkin bir Türk piyanisti olarak adını her
yerde duyuracak.
'Cumhuriyefin 7O.yılında Türk yorumculan'
ÜNERBtRKAN
Masanın üzerinde, her ba-
kınıdan uluslararası ölçülere uy-
gun, kapağındaki zarif gravür-
den kayıt niteliğine kadar her şe-
yiyle övgüye değer bir CD duru-
yon Mozart'ın 15'inci (Si bemol
majör) ve 23'üncü (La majör) pi-
yano konçertolan. Piyanist Ayşe-
güi Sanca'ya. Gûrer Aykal'm yö-
neü'mindeki Ankara Öda Orkest-
rası (AOO) eşlik etmiş. Değerli
müzik adamı yapıması dostu-
muz örner Umar'ın girişimiyle
başlaulan, "Cumhuriyet'in Yet-
m^nci YıfaDda Türk Yonımcu-
lan" dizisinin ilk ürünü bu.
Yapırruna Kültür Bakanlığı ile
Tofaş/Fiat fırması katkıda bu-
lunmuş. "UPR Oassfcs" mar-
kasıyla piyasaya verilen CD'nin
katalog numarası, UP 94007.
Şimdi, bu CD'yi ve bunu izleye-
cek öteki CD'leri, Avrupa'nın,
Amerika'nın en önemli plak
mağazalannda bulabilecek mü-
zikseverler; yakında sayılan do-
kuza varacak bunlann, Diapa-
son, Fono Forum, Gram Opho-
ne, Amadeus, Fanfare... gjbi
önde gelen müzik dergileri dün-
yaya tanıtacaklar, belli başlı plak
kataloglannda yer alacak yo-
rumculanmızın ürünleri.
Sayın Umar, Kültür Bakan-
lığı'nın -gitükçe daha da artaca-
ğını umduğumuz- katkılanyla,
en geç mart ayı sonuna kadar ta-
marnlanacağı müjdesini verdiği
ilk CD'lerin adlanru şöylece veri-
yor:
W. A. Mozart Keman konçer-
tolan, 1-5 (tamamı). Keman, vi-
yola ve orkestra için "Symphonie
Concertante". Keman ve viyola
için ıkililer. (Suna Kan, Ruşen
Güneş CSO, Gürer Aykal)
J. S. Bach: Keman konçerto-
lan, no. 1 ve 2. İki keman için
konçerto. Keman-obua koncer-
tosu. (Suna Kan, Cihat Aşkın,
Çetin Yalçın, AOO, Gürer Ay-
kal).
L. Van Beethoven: Piyano kon-
çertolan. no. 3 ve 4. (Ayşegül
Sanca , CSO. Gürer Aykal) /U.
C. Erkiıu Senfoni no. 1.
P. J. Çaykovski: Senfoni no. 2.
(CSO, Gürer Aykal) F.Schubert
S. Rahmanioov: Moments Mu-
sicaux /E. Grieg: Lirik Parçalar
(Ayşegül Sanca) /E. Grieg /C.
Debiısy /C. Frank: Keman-piya-
no sonatlan (Ayla Erduran, Ay-
şegül Sanca)
CD'lerin ses mühendisliği iş-
lerini. RIAS'ın ve SDR'm en de-
ğerli elemanlan. Helge-Tilman
JöfiB kardeşler üstleniyor.
Dizinın ilk CD'sinde piyanist
Ayşegül Sanca. ince, zanf mozart
dokusunu yumuşak, kıvrak, öl-
çülü tuşesiyle oya gibi işliyor. Gü-
rer Aykal'ın yönettiği -yeniden
çahşmaya başlamasını büyük
mutlulukla karşıladığımız- An-
kara Oda Orkestrası, bütünlük
içinde, hiçbir entonasyon ve vur-
gulama anzasına düşmeksizin,
başanyla eşlik ediyor kendisine.
Politikanın, günlük hırgünin
hçrgün başımıa ağnttığı şu gün-
lerde. Atatürk'ün umut bağladığı
genç müzikçilerimizin yeni bir
başansı bu. En ıçten dileklerimle
kutluyor, müzikseverlerimize se-
vinçle, gururla duyuruvorum.
Piyanist Ayşegül Sanca, 25 Şu-
bat Cuma akşamı. îzmir DSO
haftalık konserinin solistiydi;
Beethoven'ın Birinci (Do majör)
konçertosunu seslendirdı. "Kum-
luşundan bugüne İzmir DSO" adlı
derlemeye bakıyorum:Say-
dam (1976). Biret (1977), Geten-
be (1982), Emeç (1988), Sennet
(1990), demek ki beş pıyanistımız
programlanna almışlar bu kon-
çertoyu. Sanca'dan önce. Ayşe-
gül Sanca'nın yorumundaki en
büyük yenilik, konçertonun bi-
rinci bölümünde, Beethoven'ın
bu yapıt için yazdığı cadenza'-
lann en u«un, ama en anlamlı
olanını çalmasıydı. Yukanda da
belirttim; değerli solistimiz, bu
konçertoyu da CD'lerden birinde
seslendiriyor. Müzikseverlerimiz,
yayımlandığında edinsinler o
CD'yi, benim gjbi, o Cadenza'-
nın tadını Sanca'nın yonımuy-
la çıkarsınlar.
Polonyah Srrugala'nın, belin-
deki rahatsızlık dolayısıyla gele-
meyişi üzerine, iki hafta üst üste,
konserleri bizim yönetmenkri-
miz üstlendiler: Geçen hafta Ren-
gjm Gökmen, bu hafta Ender
Sakpınar. Binncinin aksine,
Sakpmar, Strugala'nın prog-
ramını aynen uygulamayı uygun
görmüş; konserde ÇaykovskVnin
Mi Minör Beşinci Senfonisi'ni,
tzmir İDSO'nun on yedi yıllık ta-
rihçesinde tam onuncu kez bu or-
kegiramızdan dinledik. Sanınm.
iljs konserdeki (Aykal. Kasım
1980) coşkuyla. ilgiyle. Bu gûzel
geüşmeyi, tzmir DSO üyelerinin
de aynı duygular içinde değerlen-
dirdiklerini umuyorum.
Eric Clapton sekiz yıldır sürdürdüğü Albert Hall konser dizisine başladı
'BenTann değil, dünyadaki eniyi gitaristim'
Kâhür Servisi - 20 Şubat'ta Eric Oap-
ton tam sekiz yıldır aralıksız sürdürdü-
ğü, Albert Hall konserler dizisine baş-
ladı. îngiliz müzik şirketlerinin yıllardır,
dünyaya adım duyuracak bir Îngiliz
rock grubunun çıkmasım umutsuzluk
içinde beklediği bir dönemde, Clapton
konserleri Ingüizlere rock müzik alanı-
ndaki altın çağlannı anımsatıyor.
Ancak Clapton'a bu altın çağin tarihe
gömülmüş bir parçası olarak bakmak
haksızhk olur. Çünkü "MTV Unphıg-
ged" albümünün başansı Clapton'un
hala her yeni albümüyle daha da yüksel-
diğini kanıtlıyor. Albüm Atlantik'in her
iki yakasmda da 1993 yüı boyunca liste
başında kalarak ve sadece Amerika'da 7
milyon adet satılarak, Oapton'un bugü-
ne kadarki en başarüı albümü oldu.
Üstelik ateş etkisi bırakan eski parça-
lann, ateşi alınmış versiyonlan vardı bu
albümde. Ancak her geçen yıl genişleyen
hayran kitlesinin tümüne birden hitap
etmesinin tek yolu elektronik gitannı
akustik gitarla değiştirmesiydi.
"Bizkn kuşağmuz şu anda nıesleğinin
zirvesinde oian Eric Clapton gibi, bir çok
üyesinin hala izleyki üzerinde etki bırak-
masma olanak sağlayacak kadar esnek
bir kuşaktı" dıyerek açıkhyor bu duru-
mu Pad Simon.
Yetenekli ve sıradışı bir
mûzisyen
1985 yılında "Live Aid" konserleriyle
müzik yaşamına parlak bir geri dönüşü
eerçeklesürene kadar, kimse Clapton'un
1993'te aln Grammy ödüjü birden ala-
bileceğini hayal bile edemiyordu. Oysa
Clapton, 1970 yıbnda "25. saate kadar
dtrmayacağım çünkü bhıes'un gücüyle
yol alıyorum" diyerek hayranlannı
uyarmıştı.
Belli ki, 1974 yılında tannya ona güç
vermesi için yakardığında dualan kabul
otmuş ve Clapton, yenilenen gücüyle es-
kisinden daha başanlı olmanın yolunun
bulmuştu. Clapton'un bu yıllara yayılan
tırmamşının ardmda kendini bir blues
şarkıcısı olarak görmesi ve rock yıldızlığı
imajına kendini oturtamaması yatıyor-
du.
1989'da bir gazeteciye "Eğer çok dik-
katU otmazsan, kendini Hsteierin en başı-
nda buluverirsin, bunu da istemem" di-
yordu ama iki yıl sonra yetennce dikkat-
li olamarruş olacak ki, 53. kattan düşe-
rek ölen dört yaşındaki oğlu için yazdığı
"Tears In Heaven" adlı şarkısıyla listele-
rin başına oturdu.
Clapton 15 yaşında ilk kez eline akus-
tik gitan aldığında, ünlü bir şarkıa ol-
mak gibi çocıüduk düşleri yoktu. "Sade-
ce" yetenekli ve sıradışı bir mûzisyen ol-
mayı amaçbyordu. Clapton o yaştan iti-
baren müzik konusundaki yeteneğıne
gönülden inandı. 1974 yıbnda, eroin
bağımlılığt yüzünden uzun süre ayn
kaldığı seyircilerinin karşısına yeniden
çıktığında hayranlanndan biri "Oapton
Tanndır" diye bağırdığında "Ben Tann
değilim, sadece dünyadaki en iyi gitaris-
tfan" diye cevap vermesi, kendini beğen-
mişbk değil, bu inancın içten bir ifade-
siydi. Clapton'un sıradışılığı küçük yaş-
ta başladı. 12 yaşında gayri meşru bir
çocuk olduğunu öğrendi ve bu gerçeği
kabullenemeyerek, o güne kadar uslu ve
çalışkan bir çocukken birden uyumsuz
ve asi bir kişiliğe büründü. Kingston Sa-
nat Okulu'na girmeyi başardıysa da kısa
sürede sarhoşluk ve uyumsuz davranı-
şlar göstermek gerek'çesiyle okuldan
atıldı. Bövlece kendini altmışlann
Londra'sındakı blues şarkıcılan arası-
nda buldu. 1963 yıbnda, kırmızı Fender
Telecaster marka gitan ve onu çalma ye-
teneğiyle gözlerini boyadığı "Yardbirds"
topluluğuna kabul edildi.
Clapton deneyimsizliğine karşın, ne>i
istediğini çok iyi bibyordu ve 1965'te
arük Yardbirds'ün istekleri arasında
yer almadığına karar vermişti. Clapton
Yardbirds'ten aynlıp John Mayall ve
"Bluesbreakers"a katıldı. Ama İcısa sü-
rede Mayall'ın gölgesinde kalmayacak
kadar başanlı olduğuna karar vererek
Jack Bruce ve Ginger Baker ile birlikte
"Cream" topluluğunu kurdu. Cream
müzik alanında yepyeni bir "sound" tu-
turarak "Sunshine Of Your Love", "Ta-
les Of Brave Ulysses" gibi birçok hit par-
çaya imza attı. Ancak Clapton, bir türlü
birbirleriyle anlaşamayan Bruce ve Ba-
ker'ın arasında kabnca Cream dağjldı.
Clapton, Cream'dan sonra "Blind Fa-
ith" topluluğuyla çabşmaya başladı.
Ya kocanı terkedersin, ya da...
Bu dönemde yaşam boyu gidip gele-
cek olan Tann inanayla ilk tanışıkhğını
yaşadıysa da kısa sürede bunu unutmak
zorunda kaldı. çünkü George Harisson'-
un kansı Pattie'ye dehcesıne aşık olmuş-
tu. Tüm enerjisini Pattie'nin aşkına
karşıbk vermesını sağlamaya çabşmaya
adayan Clapton, 1070'te "Layla"
şarkısını Pattie'yi kocasmı terk edip ken-
disiyle evlenmeye ikna etmek için
yazmıştı. Ne olursa olsun, meslektaşının
eşini eline almaya karar veren Clapton
daha da ileri giderek Pattie'nin karşısı-
nda ebnde bir paket eroinle çıktı ve "Ya
kocanı terk edip benim ohırsun ya da ben
eroinman olurum" tehditini savurdu.
Pattie bu "tekliTi kabul etmeyince
Clapton, sözünü tutup eroinman oldu.
Eroin ve alkolle doldurulmuş bu yedi
yıllık "kayıp dönemin" hatırası olan
1988 yapımı dört albümlük CD seti,
"Crossroads", hem müziğinin hem
uyuşturucu bağımbbğının geüşimini bel-
geler nitebkteydi: "Parçalar değiştikçe.
hangi uyuşturucunun etkisiyle yazılmış
olduklannı insan hemen anlıyor. 'Oh
bunda kokain içmiş', 'bunda alkollüy-
müş", 'şunda ise Mandrax almış' diyebi-
liyor insan." Nasıl hayatta kalmayı ba-
şardım bihniyorum. Herhalde yukardaki
beni çok seviyor çünkü benden çok daha
gücjü olan bir çok kişi başaramadı" diye
anıyor o günleri Clapton.
Centilmen gibi davranmak
Clapton sonunda Pattie ile evlendi.
Eroin ve alkol bağimbbğını yendi ve yine
dindar bir döneme girdi. Pattie ile mutlu
evbhğini kutlamak için yazdığı "Wonder-
fiıl Tonight" ise dillerden düşmeyen bir
parçaya dönüştü. Ancak yedi yıl sonra
Pattie'yi terk ederek Lory Del Santo ile
birbkte obnaya başladı. Fırtınab günleri
çoktan geride bırakmış olmasına rkarşın
Clapton, hala duygusal yapılanımında
çatlaklar olduğunu düşünüyor: "Benim
için en zor şey kendime hakim olup centil-
men gibi davranmak. Hemen panikliyo-
rum, sabırsızlanıvorum ve suıirieniyorum.
Çocuk gibiyim. Olgun, verici bir tavırla
ilişki kurmayı başarabilmem için daha bir
fınn ekmek yemem lazun, üstelik sadece
aşkilişkisi değil, her türiü ilişki için."
DUŞUNCEYE SAYGI
MEMET FUAT
Dilimizdeki Annma
Dilimizi yabancı sözcüklerden arındırma çalışmaları-
na önceleri geçmişi özleyen kişiler karşı çıkardı. Cum-
huriyetle uzaklaşılan bir yaşam biçimini, yüzyılların ürü-
nü Osmanlı kültürünü, bu arada Osmanlıcayı seven, Os-
manlıcanın yazın yapıtlarımn tadına varmış olan kişi-
ler...
Konuşma diliyle yazı dili arasındaki uzaklık büyük
oranda kapanarak yabancı kuraliarın yerini Türk dilinin
kuralları aldıktan, kısacası işsözcükleregelipdayandık-
tan sonra ise, karşı çıkış kaygıları daha bir çeşitlendi.
Güzel günleri geçmişte görenlerin, sağcıların yanı sıra,
güzel günlerin gelecekte olduğuna inananların, kimi
solcuların daTürkçeyi arındırmak isteyenleresıcak bak-
madıklan görüldü.
Ama herkes, yalnız arındırmacılar değil, karşı çıkan-
lar da, bugün arınmış, temiz bir dille, Türkçe kurallar,
Türkçe sözcüklerle konuşup yazıyorlar.
Eskiden, "Dili güzel kullanıyor, aydmlık, açık bir anla-
tımı var" demek önemli bir övgüydü. Bugün böyle bir
şeyden kimse söz etmiyor. Biraz yetenekli gençlerce
daha işin başında ediniliyor bu nitelik.
Dilimizin arındırılmasına karşı çıkanlar da düşüncele-
rini savunurlarken, araya özellikle bir iki Osmanlıca söz-
cük seçip yerleştirseler de, bu işi karşı çıktıkları kişilerin
çabalarıyla geliştirilmiş temiz bir dille, Türkçe kurallar,
Türkçe sözcüklerle yapıyorlar...
Günümüzün en önemli dil sorunu aslında yabancı
sözcükler... Eskiden Arapçaya, Farsçaya boğulmuştuk,
şimdi de özellikle ingilizcenin saldırısına direnmeye ça-
lışıyoruz. Batı ülkelerinin pazarlamacıları daha nitelikli
mallarla piyasamıza girip yabancı firmaları öne çıkarın-
ca, markalar, dükkan adları, dergi adları derken, kentle-
rimiz Avrupa kentlerine döndü. Caddelerde yabancı
sözcüklerden geçilmiyor. Sonra bir sürü yeni aygıt... Di-
lin hepsine bir çırpıda karşılık bulması olanaksız... Bi-
çerdöver, buzdolabı, bilgisayar, ne güzel... Ama traktör,
buldozer, televizyon, video, mikser, öylece kalıyor.
Dillerin birbirinden etkilenmesi kötü bir şey mi? Birdili
bütün yabancı sözcüklerden arındırmak mı gerekir?
Birileri, bir yerlerde, böyle bir şey söylemiş midir, bil-
miyorum. Ben arındırmacılığı hiçbir zaman böyle anla-
madım. Diller elbette birbirlerini etkilemişlerdir, bugün
de etkiliyorlar, gelecekte de etkileyeceklerdir. Ama bir
dili başka bir dilin, ya da dillerin tutsağı durumuna dü-
şürmemek gerekir. Dillerin birbirlerinden etkilenmeleri
doğaldır diye yabancı sözcüklere dört elle sarılmak, di-
lin kendi yaratıcılığını engellemek yanlış birtutumdur.
Bana tertemiz bir Türkçeyle mektup yazan bir oku-
rum, Sayın Osman Bleda, "tansık" sözcüğünü kullan-
mama öfkelenmiş. Şöyle diyor:
"Mucize'nin ne olduğunu bugün dağ başındaki çoba-
nasorsanızbilir. Ya 'tansık'ı?Birgüngazeteye gıderken
yolda karşılaşacağmız vatandaşlara bir soruverin, ba-
kalım kaç kişibunun ne demek olduğunu bilecek..."
Osman Bleda genç bir insan olsa gerek... "Yazdığı
mektubu ben yazsaydım hangi sözcükleri kullanmaz-
dım" diye düşündüm. Topu topu dört sözcük buldum:
"Ihtimal, meydan, kütüphane, ukalalık..." Ben olsam,
bunlann yerine, "Olasılık, alan, kitaplık, bilgiçlik" der-
dim. An bir dille yazma kaygısı içinde olsa, bunlan Os-
man Bleda da hemen bulurdu. Demek ki kendini bı-
raktığı, an bir dille yazma kaygısı gütmediği halde böy-
lesine tertemiz bir diHe yazabiliyor. Yıllardır dikimizi
arındırmak için çaba göstermiş olan dilciler ne kadar
övünseler azdır.
"Tansık" sözcüğüne gelince, birçok kimsenin bu söz-
cüğü bilmemesi bir şeyi değiştirmez. Yıllardır "mucize"
kullanılıyor, "tansık"\ bilen azdır diye düşünür, yazınıza
bir açıklama yaparak girersiniz, olur biter.
"Tans/fr"TürkçeSözlük'tevar. "Insanlan hayran bıra-
kan ve doğaüstü sayılan olay" diye açıklanmış, 14. yy'-
dan 17 yy'a kadar Türkiye Türkçesiyle yazılmış kitaplar
tarandığında da bu sözcüğe "dansuk, tansuk, tansık,
tansak, dansık, dansuh" biçimleriyle rastlanıyor: "Aca-
yip, tuhaf, garip, şaşılacak şey." Derlemeciler ise Ko-
zan'da (Adana) "tansık"\n "değerli" anlamına kullanıl-
dığını söylüyorlar.
Sözcüklerin de, öğrenmenin de sonu yok. En iyisi bu
yazıyı burada kesip Salah Birsel'in bir deneme kitabını
açarak tatlı tatlı okumak...
6. ANKARA ULUSLARARASI FİLM
FESTİVALİ'NDE BUGÜN
'Uyuduğun Yatak' Yön: Jon Jost
Kızılırmak Sineması
11.30 "U>nduğun Yatak" Yön: Jon Jost
14.00 "Kelebek Avı" Yön: Otar Ioselliani
16.30 "Uyuduğun Yatak" Yön:Jon Jost
19.00 "Kelebek Avı" Yön: Otar Ioselliani
21.30 "Uyuduğun Yatak" Yön:Jon Jost
Kavaklıdere Sineması
11.30 "Kesin Başan" Yön: Jon Jost
14.00 "Beyaz Melek" Yön: Chris Jones
16.30 "Kadın Katilleri" Yön: Alexander Mackendrick
19.00 "Ağrı'ya Dönüş" Yön: Tunca Yönder
21.30 "Kesin Başan" Yön:Jon Jost
Kaktüs Komedi Tiyatrosu
14.00 "Kelebekler Sonsuza Uçar Yön: Mesut Uçakan
16.00 "Mavi Sürgün Yön: Erden Kıral
Fransız Kültür Merkezi
14.00 Uluslararası Canlandırma Filmleri Yanşması
16.00 Ödüllû İtalyan Canlandırma Filmleri
17.30 Söyleşi- Giannalberto Bendazzi
19.30 "Bay Lange'm Suçu" Yön: Jean Renoir
Alman Kültür Merkezi
14.00 "Ejderin Adası"
ler"
15.00 "Dünva Kısa Filminden Önıek-
Vakıfbank Salonu
10.30 Ulusal Belgesel Film Yanşması
14.00 Ulusal Belgesel Film Yanşması- Söyleşi
Türk Amerikan Derneği
14.00 "Tania Gerilla" Yön: Heidi Specogna
16.00 Dünva Kısa Filminden Örnekler