30 Nisan 2024 Salı English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
2 MART1994ÇARŞAMBA CUMHURİYET2 SAYFA KULTUR Müziğin alıp götüren rüzgânYaşlıçam ÎDSO'yu yönetti, Artzruni'den Haçaturyan, Pedroni'nin tablolan, Ece Demirci'nin resitali EVtNtLYASOĞLU Istanbul'un konser trafiği gittikçe yo- ğumlaşıyor, bunu hep söyîüyoruz. An- caJc son gûnlerde sıradan konserler değil, nitelikli, ayncalıkh konserlerin yoğun- laşması, müzikseverlerin birbirine rast- ladığmda, "Ah nasıl kaçırdınız o piyanis- tiT" ya da "Böyte ketnancı dinlemedik, siz neredeydiniz?" gibı sıtemlerine yol açı- yor. Geçen hafta Prag Madrigalistlerini, kemana Evgeny Bushkov'u ve genç piya- nist Eldar Nebolsin'i ben de kaçırdım. Yakaladıklanma gelince: Pazartesi gece- sini ikiye bölerek lstanburun değişik yö- relerinde bir resitalin birinci, dığerinin ikinci yansmı dinledim. Atatürk Kûltür Merkezi'nde Şahan Artznnâ, tümüyle Haçaruryan'ın ya- pıtlanndan oluşan bir resital sundu. Bes- teciyi 90. yıldönûmünde anmak ûzere hazırlanmış özel bir konserdi. Şahan Artzruni'yi iki yıl önce çağdaş bir prog- ramla tanımıştık. fstanbul'da Ferdi Ştat- zer'in öğrencisi olmuş, Julliard Müzik Okulu'nu bitirmiş, New York Üniversi- tesi'nde doktora yapnuş. Etnomüziko- log, yazar, radyo-tv programlan yapıması olarak çok aktif bir sanatçı. Piyano çalma tekniği ûstûne incelemele- ri var. Halen Amerika'da yaşıyor ve Johnny Carson, Dick Cavett gibi show programlannda yer alan renkU bir kişi- lik taşıyor. Aynı zamanda sanatçısı. Bu niteliklı piyanisti daha geniş bir müzikse- ver kitlesinin dinlemesini arzulardık. Di- namik, coşkuiu, lirilc piyanizmini bir çağdaş konçertoyla orkestra eşliğinde duymak islerdik. Piyanonun başına otu- rup uzun uzun düşünen, nasıl başlasam diye esin perilerini bekleyen piyanistler vardır ya, onlann tam tersine Şahan Yannm seçkin piyanisti Ece Demirci İDSO'nun bu haftaki şefi Yaşlıçam Harika bir piyanist Simone Pedroni Artznıni, daha sahneye adım atar atmaz müziğe başlayan, piyanosuna oturduğu anda müzjğe giriveren çevik bir piyanist. Onunla siz de müziğin duvarlanndan içeri giriyorsunuz. Ve artık dış dünyadan sıynlıp müziğin sizi götüreceği bir rüzga- ra bırakıyorsunuz kendinizi. Artzruni'nin resitalinin yansından bir başka piyano resitalinin diğer yansına kavuştuğumuzda. yine harika bir piya- nisüe karşılaştık: Simone Pedroni. 1993 yüı Van Cliburn yanşmasının birincisi 25 yaşındaki İtalyan piyanist, MussorgskP- nin Bir Sergiden Tablolar başkklı yapıtını bu yıl bilmem kaçıncı kez dinle- miş olduk. Ancak, Pedroni'nin yoru- mundakı yumuşak-sert karşıtlığında, başlıbaşına kendine özgü yaratıcılığı içinde sergi bir başka güzeldi. Tablolann her biri canlanıp karşımıza asıldı; üstelik resim olmaktan çıkıp bir pazar yerini, civcivlerin dansını. katakomblan yaşa- maya başladık. Pedroni'nin tuşesindeki ustahk, yaşına göre olgun ve yaratıa yo- rumu, önümüzdeki yıllarda adından çok söz ettirecek bir piyanistle tanışmış oldu- ğumuzu haber veriyordu. İDSO'nun Emin Güven Yaşlıçam yö- netimindeki bu hafta sonu konserinde, Schubert"in 4 numaralı "Trajik" senfo- nisini dinlerken de aynı duygular için- deydik. Müziğin abp götüren rüzganna bırakmıştık kendimizi. Yaşhçam'ın ez- berinden yönettiği senfonide açık ve doğru tempolanyla, dramatik yorumu, yıllardır bu topluluktan dinlemediğimiz Trajik senfoniyi, Romantik dönemin ilk filizlendiği günlerden günümüze taşıdı. Başkemancı Yusuf Güler Aksöz'ün, cel- lolarda Reyent Bölükbaşı ve Sami Oz- top'un katkılan da önemüydi. Çello gru- bundan aynntılara özen gösteren sesler yükseldi. Yaylı çalgılann kendi aralan- nda ve üflemelilerle aralannda söyleşile- ri dengeli ve dinamik güçlerin kullanımı özenliydi. Programın ilk yansında ise Beethoven'ın Üçlü Konçertosu'nda Jsra- el Üçlüsü'nün solistliği çok büyük övgü- lere değecek nitelik taşımıyordu. Ke- mana Menahem Breuer'in tonu net ve temiz değildi. Piyanist Alexander Vol- kov, solist parlakbğında değil de eşlikçi havasındaydı. Trio'nun en şeçkin üyesi, çellist Marcel Bergman'dı. Üçlünün ken- di arasındaki söyleşisj yapıtın coşkusunu yansıtmadı. Yine de Beethoven'ın bu gü- zel konçertosundaki görkemli yapı ve alımlı ezgiler dinleyicileri keyiflendirdi. Ece Denürci'nin resitali Yurtiçi eğitimini tamamladıktan son- ra yurtdışında yüksek düzey eğitimi gö- rüp profesyonelliğe adım atan sanatçı- lanmız, giderek seslerini yükseltmekte- ler. Çeşitli sanat merkezlerinde seçkin eğitimcilerle eğitüip degişik yörelerde konser veriyorlar. Girdikleri büyük yanşın, onca rakip arasında yükselme savaşının zorluklannı da birlikte yaşı- yorlar. Böylece hırs kazanıyorlar, ivme kazanıyorlar, sahne helecanını yenmesi- ni öğreniyorlar, disiplinli çalışmanın er- demine vanyorlar. Ece Demirci de bu gençlerimizden biri. Pazar gecesi Cemal Reşid Rey Saktnu'nda disiplinli çalı- şmanın üriinü olan bir resital verdi. Istanbul Konservatuvan'ndan yetişmiş, halen Almanya'nın Essen kentinde Ka- nadalı profesör Catrin Vickers ile üst dü- zey eğitimini sürdürüyor. ÖzellikleSdnı- bert'in Mi Bemol Majör Impromptüsü'- nde ve Chopin'in Grande Polonez'inde sergılediği teknik aşama; Ravel'm valsle- rindeki izlenimci duyarlılık, Ece Demir- ci'nin çok sağlam bir yolda olduğunu gösteriyor. Bu tempodaki çalışmasıyla giderek tuşesini derinleştirecek, sahnede olmarun tatlı telaşını yenecek ve yanrun seçkin bir Türk piyanisti olarak adını her yerde duyuracak. 'Cumhuriyefin 7O.yılında Türk yorumculan' ÜNERBtRKAN Masanın üzerinde, her ba- kınıdan uluslararası ölçülere uy- gun, kapağındaki zarif gravür- den kayıt niteliğine kadar her şe- yiyle övgüye değer bir CD duru- yon Mozart'ın 15'inci (Si bemol majör) ve 23'üncü (La majör) pi- yano konçertolan. Piyanist Ayşe- güi Sanca'ya. Gûrer Aykal'm yö- neü'mindeki Ankara Öda Orkest- rası (AOO) eşlik etmiş. Değerli müzik adamı yapıması dostu- muz örner Umar'ın girişimiyle başlaulan, "Cumhuriyet'in Yet- m^nci YıfaDda Türk Yonımcu- lan" dizisinin ilk ürünü bu. Yapırruna Kültür Bakanlığı ile Tofaş/Fiat fırması katkıda bu- lunmuş. "UPR Oassfcs" mar- kasıyla piyasaya verilen CD'nin katalog numarası, UP 94007. Şimdi, bu CD'yi ve bunu izleye- cek öteki CD'leri, Avrupa'nın, Amerika'nın en önemli plak mağazalannda bulabilecek mü- zikseverler; yakında sayılan do- kuza varacak bunlann, Diapa- son, Fono Forum, Gram Opho- ne, Amadeus, Fanfare... gjbi önde gelen müzik dergileri dün- yaya tanıtacaklar, belli başlı plak kataloglannda yer alacak yo- rumculanmızın ürünleri. Sayın Umar, Kültür Bakan- lığı'nın -gitükçe daha da artaca- ğını umduğumuz- katkılanyla, en geç mart ayı sonuna kadar ta- marnlanacağı müjdesini verdiği ilk CD'lerin adlanru şöylece veri- yor: W. A. Mozart Keman konçer- tolan, 1-5 (tamamı). Keman, vi- yola ve orkestra için "Symphonie Concertante". Keman ve viyola için ıkililer. (Suna Kan, Ruşen Güneş CSO, Gürer Aykal) J. S. Bach: Keman konçerto- lan, no. 1 ve 2. İki keman için konçerto. Keman-obua koncer- tosu. (Suna Kan, Cihat Aşkın, Çetin Yalçın, AOO, Gürer Ay- kal). L. Van Beethoven: Piyano kon- çertolan. no. 3 ve 4. (Ayşegül Sanca , CSO. Gürer Aykal) /U. C. Erkiıu Senfoni no. 1. P. J. Çaykovski: Senfoni no. 2. (CSO, Gürer Aykal) F.Schubert S. Rahmanioov: Moments Mu- sicaux /E. Grieg: Lirik Parçalar (Ayşegül Sanca) /E. Grieg /C. Debiısy /C. Frank: Keman-piya- no sonatlan (Ayla Erduran, Ay- şegül Sanca) CD'lerin ses mühendisliği iş- lerini. RIAS'ın ve SDR'm en de- ğerli elemanlan. Helge-Tilman JöfiB kardeşler üstleniyor. Dizinın ilk CD'sinde piyanist Ayşegül Sanca. ince, zanf mozart dokusunu yumuşak, kıvrak, öl- çülü tuşesiyle oya gibi işliyor. Gü- rer Aykal'ın yönettiği -yeniden çahşmaya başlamasını büyük mutlulukla karşıladığımız- An- kara Oda Orkestrası, bütünlük içinde, hiçbir entonasyon ve vur- gulama anzasına düşmeksizin, başanyla eşlik ediyor kendisine. Politikanın, günlük hırgünin hçrgün başımıa ağnttığı şu gün- lerde. Atatürk'ün umut bağladığı genç müzikçilerimizin yeni bir başansı bu. En ıçten dileklerimle kutluyor, müzikseverlerimize se- vinçle, gururla duyuruvorum. Piyanist Ayşegül Sanca, 25 Şu- bat Cuma akşamı. îzmir DSO haftalık konserinin solistiydi; Beethoven'ın Birinci (Do majör) konçertosunu seslendirdı. "Kum- luşundan bugüne İzmir DSO" adlı derlemeye bakıyorum:Say- dam (1976). Biret (1977), Geten- be (1982), Emeç (1988), Sennet (1990), demek ki beş pıyanistımız programlanna almışlar bu kon- çertoyu. Sanca'dan önce. Ayşe- gül Sanca'nın yorumundaki en büyük yenilik, konçertonun bi- rinci bölümünde, Beethoven'ın bu yapıt için yazdığı cadenza'- lann en u«un, ama en anlamlı olanını çalmasıydı. Yukanda da belirttim; değerli solistimiz, bu konçertoyu da CD'lerden birinde seslendiriyor. Müzikseverlerimiz, yayımlandığında edinsinler o CD'yi, benim gjbi, o Cadenza'- nın tadını Sanca'nın yonımuy- la çıkarsınlar. Polonyah Srrugala'nın, belin- deki rahatsızlık dolayısıyla gele- meyişi üzerine, iki hafta üst üste, konserleri bizim yönetmenkri- miz üstlendiler: Geçen hafta Ren- gjm Gökmen, bu hafta Ender Sakpınar. Binncinin aksine, Sakpmar, Strugala'nın prog- ramını aynen uygulamayı uygun görmüş; konserde ÇaykovskVnin Mi Minör Beşinci Senfonisi'ni, tzmir İDSO'nun on yedi yıllık ta- rihçesinde tam onuncu kez bu or- kegiramızdan dinledik. Sanınm. iljs konserdeki (Aykal. Kasım 1980) coşkuyla. ilgiyle. Bu gûzel geüşmeyi, tzmir DSO üyelerinin de aynı duygular içinde değerlen- dirdiklerini umuyorum. Eric Clapton sekiz yıldır sürdürdüğü Albert Hall konser dizisine başladı 'BenTann değil, dünyadaki eniyi gitaristim' Kâhür Servisi - 20 Şubat'ta Eric Oap- ton tam sekiz yıldır aralıksız sürdürdü- ğü, Albert Hall konserler dizisine baş- ladı. îngiliz müzik şirketlerinin yıllardır, dünyaya adım duyuracak bir Îngiliz rock grubunun çıkmasım umutsuzluk içinde beklediği bir dönemde, Clapton konserleri Ingüizlere rock müzik alanı- ndaki altın çağlannı anımsatıyor. Ancak Clapton'a bu altın çağin tarihe gömülmüş bir parçası olarak bakmak haksızhk olur. Çünkü "MTV Unphıg- ged" albümünün başansı Clapton'un hala her yeni albümüyle daha da yüksel- diğini kanıtlıyor. Albüm Atlantik'in her iki yakasmda da 1993 yüı boyunca liste başında kalarak ve sadece Amerika'da 7 milyon adet satılarak, Oapton'un bugü- ne kadarki en başarüı albümü oldu. Üstelik ateş etkisi bırakan eski parça- lann, ateşi alınmış versiyonlan vardı bu albümde. Ancak her geçen yıl genişleyen hayran kitlesinin tümüne birden hitap etmesinin tek yolu elektronik gitannı akustik gitarla değiştirmesiydi. "Bizkn kuşağmuz şu anda nıesleğinin zirvesinde oian Eric Clapton gibi, bir çok üyesinin hala izleyki üzerinde etki bırak- masma olanak sağlayacak kadar esnek bir kuşaktı" dıyerek açıkhyor bu duru- mu Pad Simon. Yetenekli ve sıradışı bir mûzisyen 1985 yılında "Live Aid" konserleriyle müzik yaşamına parlak bir geri dönüşü eerçeklesürene kadar, kimse Clapton'un 1993'te aln Grammy ödüjü birden ala- bileceğini hayal bile edemiyordu. Oysa Clapton, 1970 yıbnda "25. saate kadar dtrmayacağım çünkü bhıes'un gücüyle yol alıyorum" diyerek hayranlannı uyarmıştı. Belli ki, 1974 yılında tannya ona güç vermesi için yakardığında dualan kabul otmuş ve Clapton, yenilenen gücüyle es- kisinden daha başanlı olmanın yolunun bulmuştu. Clapton'un bu yıllara yayılan tırmamşının ardmda kendini bir blues şarkıcısı olarak görmesi ve rock yıldızlığı imajına kendini oturtamaması yatıyor- du. 1989'da bir gazeteciye "Eğer çok dik- katU otmazsan, kendini Hsteierin en başı- nda buluverirsin, bunu da istemem" di- yordu ama iki yıl sonra yetennce dikkat- li olamarruş olacak ki, 53. kattan düşe- rek ölen dört yaşındaki oğlu için yazdığı "Tears In Heaven" adlı şarkısıyla listele- rin başına oturdu. Clapton 15 yaşında ilk kez eline akus- tik gitan aldığında, ünlü bir şarkıa ol- mak gibi çocıüduk düşleri yoktu. "Sade- ce" yetenekli ve sıradışı bir mûzisyen ol- mayı amaçbyordu. Clapton o yaştan iti- baren müzik konusundaki yeteneğıne gönülden inandı. 1974 yıbnda, eroin bağımlılığt yüzünden uzun süre ayn kaldığı seyircilerinin karşısına yeniden çıktığında hayranlanndan biri "Oapton Tanndır" diye bağırdığında "Ben Tann değilim, sadece dünyadaki en iyi gitaris- tfan" diye cevap vermesi, kendini beğen- mişbk değil, bu inancın içten bir ifade- siydi. Clapton'un sıradışılığı küçük yaş- ta başladı. 12 yaşında gayri meşru bir çocuk olduğunu öğrendi ve bu gerçeği kabullenemeyerek, o güne kadar uslu ve çalışkan bir çocukken birden uyumsuz ve asi bir kişiliğe büründü. Kingston Sa- nat Okulu'na girmeyi başardıysa da kısa sürede sarhoşluk ve uyumsuz davranı- şlar göstermek gerek'çesiyle okuldan atıldı. Bövlece kendini altmışlann Londra'sındakı blues şarkıcılan arası- nda buldu. 1963 yıbnda, kırmızı Fender Telecaster marka gitan ve onu çalma ye- teneğiyle gözlerini boyadığı "Yardbirds" topluluğuna kabul edildi. Clapton deneyimsizliğine karşın, ne>i istediğini çok iyi bibyordu ve 1965'te arük Yardbirds'ün istekleri arasında yer almadığına karar vermişti. Clapton Yardbirds'ten aynlıp John Mayall ve "Bluesbreakers"a katıldı. Ama İcısa sü- rede Mayall'ın gölgesinde kalmayacak kadar başanlı olduğuna karar vererek Jack Bruce ve Ginger Baker ile birlikte "Cream" topluluğunu kurdu. Cream müzik alanında yepyeni bir "sound" tu- turarak "Sunshine Of Your Love", "Ta- les Of Brave Ulysses" gibi birçok hit par- çaya imza attı. Ancak Clapton, bir türlü birbirleriyle anlaşamayan Bruce ve Ba- ker'ın arasında kabnca Cream dağjldı. Clapton, Cream'dan sonra "Blind Fa- ith" topluluğuyla çabşmaya başladı. Ya kocanı terkedersin, ya da... Bu dönemde yaşam boyu gidip gele- cek olan Tann inanayla ilk tanışıkhğını yaşadıysa da kısa sürede bunu unutmak zorunda kaldı. çünkü George Harisson'- un kansı Pattie'ye dehcesıne aşık olmuş- tu. Tüm enerjisini Pattie'nin aşkına karşıbk vermesını sağlamaya çabşmaya adayan Clapton, 1070'te "Layla" şarkısını Pattie'yi kocasmı terk edip ken- disiyle evlenmeye ikna etmek için yazmıştı. Ne olursa olsun, meslektaşının eşini eline almaya karar veren Clapton daha da ileri giderek Pattie'nin karşısı- nda ebnde bir paket eroinle çıktı ve "Ya kocanı terk edip benim ohırsun ya da ben eroinman olurum" tehditini savurdu. Pattie bu "tekliTi kabul etmeyince Clapton, sözünü tutup eroinman oldu. Eroin ve alkolle doldurulmuş bu yedi yıllık "kayıp dönemin" hatırası olan 1988 yapımı dört albümlük CD seti, "Crossroads", hem müziğinin hem uyuşturucu bağımbbğının geüşimini bel- geler nitebkteydi: "Parçalar değiştikçe. hangi uyuşturucunun etkisiyle yazılmış olduklannı insan hemen anlıyor. 'Oh bunda kokain içmiş', 'bunda alkollüy- müş", 'şunda ise Mandrax almış' diyebi- liyor insan." Nasıl hayatta kalmayı ba- şardım bihniyorum. Herhalde yukardaki beni çok seviyor çünkü benden çok daha gücjü olan bir çok kişi başaramadı" diye anıyor o günleri Clapton. Centilmen gibi davranmak Clapton sonunda Pattie ile evlendi. Eroin ve alkol bağimbbğını yendi ve yine dindar bir döneme girdi. Pattie ile mutlu evbhğini kutlamak için yazdığı "Wonder- fiıl Tonight" ise dillerden düşmeyen bir parçaya dönüştü. Ancak yedi yıl sonra Pattie'yi terk ederek Lory Del Santo ile birbkte obnaya başladı. Fırtınab günleri çoktan geride bırakmış olmasına rkarşın Clapton, hala duygusal yapılanımında çatlaklar olduğunu düşünüyor: "Benim için en zor şey kendime hakim olup centil- men gibi davranmak. Hemen panikliyo- rum, sabırsızlanıvorum ve suıirieniyorum. Çocuk gibiyim. Olgun, verici bir tavırla ilişki kurmayı başarabilmem için daha bir fınn ekmek yemem lazun, üstelik sadece aşkilişkisi değil, her türiü ilişki için." DUŞUNCEYE SAYGI MEMET FUAT Dilimizdeki Annma Dilimizi yabancı sözcüklerden arındırma çalışmaları- na önceleri geçmişi özleyen kişiler karşı çıkardı. Cum- huriyetle uzaklaşılan bir yaşam biçimini, yüzyılların ürü- nü Osmanlı kültürünü, bu arada Osmanlıcayı seven, Os- manlıcanın yazın yapıtlarımn tadına varmış olan kişi- ler... Konuşma diliyle yazı dili arasındaki uzaklık büyük oranda kapanarak yabancı kuraliarın yerini Türk dilinin kuralları aldıktan, kısacası işsözcükleregelipdayandık- tan sonra ise, karşı çıkış kaygıları daha bir çeşitlendi. Güzel günleri geçmişte görenlerin, sağcıların yanı sıra, güzel günlerin gelecekte olduğuna inananların, kimi solcuların daTürkçeyi arındırmak isteyenleresıcak bak- madıklan görüldü. Ama herkes, yalnız arındırmacılar değil, karşı çıkan- lar da, bugün arınmış, temiz bir dille, Türkçe kurallar, Türkçe sözcüklerle konuşup yazıyorlar. Eskiden, "Dili güzel kullanıyor, aydmlık, açık bir anla- tımı var" demek önemli bir övgüydü. Bugün böyle bir şeyden kimse söz etmiyor. Biraz yetenekli gençlerce daha işin başında ediniliyor bu nitelik. Dilimizin arındırılmasına karşı çıkanlar da düşüncele- rini savunurlarken, araya özellikle bir iki Osmanlıca söz- cük seçip yerleştirseler de, bu işi karşı çıktıkları kişilerin çabalarıyla geliştirilmiş temiz bir dille, Türkçe kurallar, Türkçe sözcüklerle yapıyorlar... Günümüzün en önemli dil sorunu aslında yabancı sözcükler... Eskiden Arapçaya, Farsçaya boğulmuştuk, şimdi de özellikle ingilizcenin saldırısına direnmeye ça- lışıyoruz. Batı ülkelerinin pazarlamacıları daha nitelikli mallarla piyasamıza girip yabancı firmaları öne çıkarın- ca, markalar, dükkan adları, dergi adları derken, kentle- rimiz Avrupa kentlerine döndü. Caddelerde yabancı sözcüklerden geçilmiyor. Sonra bir sürü yeni aygıt... Di- lin hepsine bir çırpıda karşılık bulması olanaksız... Bi- çerdöver, buzdolabı, bilgisayar, ne güzel... Ama traktör, buldozer, televizyon, video, mikser, öylece kalıyor. Dillerin birbirinden etkilenmesi kötü bir şey mi? Birdili bütün yabancı sözcüklerden arındırmak mı gerekir? Birileri, bir yerlerde, böyle bir şey söylemiş midir, bil- miyorum. Ben arındırmacılığı hiçbir zaman böyle anla- madım. Diller elbette birbirlerini etkilemişlerdir, bugün de etkiliyorlar, gelecekte de etkileyeceklerdir. Ama bir dili başka bir dilin, ya da dillerin tutsağı durumuna dü- şürmemek gerekir. Dillerin birbirlerinden etkilenmeleri doğaldır diye yabancı sözcüklere dört elle sarılmak, di- lin kendi yaratıcılığını engellemek yanlış birtutumdur. Bana tertemiz bir Türkçeyle mektup yazan bir oku- rum, Sayın Osman Bleda, "tansık" sözcüğünü kullan- mama öfkelenmiş. Şöyle diyor: "Mucize'nin ne olduğunu bugün dağ başındaki çoba- nasorsanızbilir. Ya 'tansık'ı?Birgüngazeteye gıderken yolda karşılaşacağmız vatandaşlara bir soruverin, ba- kalım kaç kişibunun ne demek olduğunu bilecek..." Osman Bleda genç bir insan olsa gerek... "Yazdığı mektubu ben yazsaydım hangi sözcükleri kullanmaz- dım" diye düşündüm. Topu topu dört sözcük buldum: "Ihtimal, meydan, kütüphane, ukalalık..." Ben olsam, bunlann yerine, "Olasılık, alan, kitaplık, bilgiçlik" der- dim. An bir dille yazma kaygısı içinde olsa, bunlan Os- man Bleda da hemen bulurdu. Demek ki kendini bı- raktığı, an bir dille yazma kaygısı gütmediği halde böy- lesine tertemiz bir diHe yazabiliyor. Yıllardır dikimizi arındırmak için çaba göstermiş olan dilciler ne kadar övünseler azdır. "Tansık" sözcüğüne gelince, birçok kimsenin bu söz- cüğü bilmemesi bir şeyi değiştirmez. Yıllardır "mucize" kullanılıyor, "tansık"\ bilen azdır diye düşünür, yazınıza bir açıklama yaparak girersiniz, olur biter. "Tans/fr"TürkçeSözlük'tevar. "Insanlan hayran bıra- kan ve doğaüstü sayılan olay" diye açıklanmış, 14. yy'- dan 17 yy'a kadar Türkiye Türkçesiyle yazılmış kitaplar tarandığında da bu sözcüğe "dansuk, tansuk, tansık, tansak, dansık, dansuh" biçimleriyle rastlanıyor: "Aca- yip, tuhaf, garip, şaşılacak şey." Derlemeciler ise Ko- zan'da (Adana) "tansık"\n "değerli" anlamına kullanıl- dığını söylüyorlar. Sözcüklerin de, öğrenmenin de sonu yok. En iyisi bu yazıyı burada kesip Salah Birsel'in bir deneme kitabını açarak tatlı tatlı okumak... 6. ANKARA ULUSLARARASI FİLM FESTİVALİ'NDE BUGÜN 'Uyuduğun Yatak' Yön: Jon Jost Kızılırmak Sineması 11.30 "U>nduğun Yatak" Yön: Jon Jost 14.00 "Kelebek Avı" Yön: Otar Ioselliani 16.30 "Uyuduğun Yatak" Yön:Jon Jost 19.00 "Kelebek Avı" Yön: Otar Ioselliani 21.30 "Uyuduğun Yatak" Yön:Jon Jost Kavaklıdere Sineması 11.30 "Kesin Başan" Yön: Jon Jost 14.00 "Beyaz Melek" Yön: Chris Jones 16.30 "Kadın Katilleri" Yön: Alexander Mackendrick 19.00 "Ağrı'ya Dönüş" Yön: Tunca Yönder 21.30 "Kesin Başan" Yön:Jon Jost Kaktüs Komedi Tiyatrosu 14.00 "Kelebekler Sonsuza Uçar Yön: Mesut Uçakan 16.00 "Mavi Sürgün Yön: Erden Kıral Fransız Kültür Merkezi 14.00 Uluslararası Canlandırma Filmleri Yanşması 16.00 Ödüllû İtalyan Canlandırma Filmleri 17.30 Söyleşi- Giannalberto Bendazzi 19.30 "Bay Lange'm Suçu" Yön: Jean Renoir Alman Kültür Merkezi 14.00 "Ejderin Adası" ler" 15.00 "Dünva Kısa Filminden Önıek- Vakıfbank Salonu 10.30 Ulusal Belgesel Film Yanşması 14.00 Ulusal Belgesel Film Yanşması- Söyleşi Türk Amerikan Derneği 14.00 "Tania Gerilla" Yön: Heidi Specogna 16.00 Dünva Kısa Filminden Örnekler
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle