Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
- 2024
- 2023
- 2022
- 2021
- 2020
- 2019
- 2018
- 2017
- 2016
- 2015
- 2014
- 2013
- 2012
- 2011
- 2010
- 2009
- 2008
- 2007
- 2006
- 2005
- 2004
- 2003
- 2002
- 2001
- 2000
- 1999
- 1998
- 1997
- 1996
- 1995
- 1994
- 1993
- 1992
- 1991
- 1990
- 1989
- 1988
- 1987
- 1986
- 1985
- 1984
- 1983
- 1982
- 1981
- 1980
- 1979
- 1978
- 1977
- 1976
- 1975
- 1974
- 1973
- 1972
- 1971
- 1970
- 1969
- 1968
- 1967
- 1966
- 1965
- 1964
- 1963
- 1962
- 1961
- 1960
- 1959
- 1958
- 1957
- 1956
- 1955
- 1954
- 1953
- 1952
- 1951
- 1950
- 1949
- 1948
- 1947
- 1946
- 1945
- 1944
- 1943
- 1942
- 1941
- 1940
- 1939
- 1938
- 1937
- 1936
- 1935
- 1934
- 1933
- 1932
- 1931
- 1930
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
-»•?*<•*-•?*•—*r<**.-.. ~ -xr '• •>—"*- .
13MART1994PAZAR CUMHURİYET2 SAYFA
KULTUR
GUNDEMDEKISANATÇI SELÇUKDEMIREL
ONATKUTLAR
Birgörüntüevrenineyolculuk"Çıkınca buharda biraz yürü, sola
dön, Vaugjrard'a girersin..." dedi Ko-
met. Paris'in en güzei semtlerinden bi-
rinde, öğrencilik yıllannu geçirdiğim
Montparnasse'a yakın bir sokakta,
güzel bir evde oturuyordu Komet. Bi-
raz sonra kendisiyle ilgili bir belgesel
yapmak üzere gelecek TRT ekibini
bekliyordu. Niyeti onlarla birlikte
Montparnasse'ın ünlü mezarhğına
gidip Sartre'ın mezan başında bir dua
okumaktı. KJmseninakJınageimeyen
şeyleri yapmakta ve resmetmekte
"yekta" olan bu olağanüstü sanatçıyı
fantezileriyle başbaşa bırakarak çık-
tım. Caddeyi geçip sola döndüm ve
uzun Vaugirard SokağVna girdim.
Öğrencilik yıllanmda Paris'in bazı
uzun sokaklan gözümü korkuturdu.
Vaugirad bunlardan biriydi. 300'lü
numaranın çok ilerilerde olduğunu,
sokağa ginp ilk numaralara bakınca
farkettim. "Yürü Allah yürü" dedim
içimden.
Yüzyıllık şehircilik seriiveni
Ama öbür yandan daha ilk birkaç
adımda keyiflendığimi fark ettim. Va-
ugirard da Paris'in birçok ünlü sokağı
gibi son derece güzeldi. Binalar ko-
runmuş. kaldınmlar rahat. insanlar
az, vitrinlcr gözalıcı idi. Adım ba-
şında atmosferleri kadar isimleri de
birbirinden güzel cafeler. her biri sizi
içerde saatlerce oyalanmaya çağıran
kitapçılar. mağazalar, çiçekçiler, l o
kantalar... Birkaç sokak ve cadde dı-
şında İstanbul'da yürümek nasıi bir
işkence ise burada da tam tersine bir
büy_ükzevk.
Öğrencilik yıllannın başıboşluğu,
rahatı ve sevinci içinde bir yandan sa-
ğa sola bakıyor, bir yandan düşünü-
yordum.
Cevat Çapan'la birlikte çağnldığı-
mız Paris yakınlarında Royaumont
Abbaye'si bınasındaki şiir çeviri çalış-
malan sırasında olağanüstü günler
geçirmiştim. İki gündür. gene şair
dostlann konukseverliği ile. Contre-
escarpe'a çok yakın küçük ve şirin bir
otelde kalıyor. günün büyük bir bölü-
münü. destlar, filmler. kitaplar, cafe-
ler arasında mekik dokuyarak geçiri-
yorduk. İstanbul'da insanlar yakla-
şan belediye secimieri öncesinde Ata-
türk'ün anasına küfretme meseleleri
ile uğraşırken Paris'te on binlerce in-
san Pompidou Merkezi'nde açılan
görkemli *Kent" sergisini görmeye
koşuyordu. Dünya kentlerinin yüz-
yıllık şehircilik serüvenini incelemeye,
kentlerle sanatçılar arasında yaşanan
ilişkinin doyulmaz resimlerini görme-
ye koşuyordu.
İsmi yüzünüzü aydınlatan dost
Çok iyi bir şarabın lezzetini tadar-
ken yaptığımız gibi bu günlerin aynn-
tılannı düşünüyordum.
Bir yandan da Seiçuk DemireJ'i. Ve
adela aynı keyifle.
Bazı dostlannız vardır. onlarla sa-
dece karşılaştığınızda degil. isimleri
aklınızdan geçtiğinde de yüzünüz ay-
dınlanır. Bir gülümseme geçer gözle-
rinizden. Bu insanlann sayılan ne ka-
dar azdır.
Seiçuk Demirel. benim için bu in-
sanlardan biri. Şimdi onunla buluş-
maya gidiyorum.
1974 yılının son aylanndan biri ol-
malı. Sanınm Turhan Seiçuk aradı
beni. Genç bir çizerden şöz etti: Sei-
çuk Demirel. Çizgilerini çok beğe-
niyordu. Acaba Sinematek fuayesin-
de bir sergisini açar mıydım?
İlk sergisi istanbul'da açıldı
Bir kaç hafta sonra, Sinematek'in
Sıraselviler'deki lokalinin girişinde
Selçuk"un İstanbul'daki ilk sergisi
açılıyordu.
Çok genç. henüz 19 yaşında, son
derece sevimli. ufak tefek, güzel ve te-
miz yüzlü bir çocuktu. GözJeri bir
zeka pınltısı ile ışıyordu. Ama bunlar-
dan daha da önemlisi. sergilediğimiz
yapıtlannda. çok genç yaşta elde edil-
miş bir sanatçı kimliğinin, kişiliğinin
belirmiş olmasıydı. Bir karikatürist.
günün deyimiyle bir "çizer" olarak
bana tanıtılmış olmasma rağmen,
daha ilk işinde. onun bir grafik sa-
natçısı, giderek bir resim ustası olarak
kavranmasınm daha doğru olacağına
değgin işaretler görüyordum.
Seiçuk Demirel'in işleri, o gün çok
beğenildi. Ve biz dost olduk.
Seiçuk Demirel'le. 1974-78 yıllan
arasında birkaç kez daha karşılaştım.
İstanbul'da, daha da çok Ankara'da.
Hayal meyal hatırladığıma göre öğ-
renci dernekleri, sendikalar. o günle-
rin geçerli deyimiyle 'Demokratik
Kitle Örgütleri'nin yayın organlan-
nın merkezlennde. Her genç gibi o da
zamanının büyük bölümünü solcu ve
demokratik hareketlere omuz ver-
lerden gelip bu evrensel sanat ve kül-
tür merkezinde tutunmanın ne kadar
zor olduğunu düşünüyordum. Ara-
lannda birçok Türk'ün de bulunduğu
on binlerce sanatçı, burada bu büyük
bir sergi salonunu andıran kentte, iş-
lerini uzmanlara, eleştirmenlere, ko-
leksiyonculara, galeri sahiplerine be-
ğendirmek zorundaydı. Öğrencilik yı-
Uanndan haürbyorum. Tannm, ne
kadar zordu...
Kendini dünyaya kabul ettirdi
Oysa Seiçuk, bir düşü gerçekleştir-
miş, kendini sadece Paris ve Fransa'-
ya değil, neredeyse tüm dünyaya ka-
bul ettirmişti. Dünyanın herhangi bir
Kitabevi'ne uğramak istedim. Ama
daha içeri girmeden vitrinlerin önün-
de çakıhp kaldım. Kitapçının vitri-
ninden Seiçuk bana gülümsüyordu.
Bütün bir vitrin Selçuk'un çizgileri,
fotoğraflan, albümleri, kartlan, pos-
terleri ile doluydu. Başka kitaplan bir
yana bırakıp dakikalarca bu güzel gö-
rüntü önündeoyalandun.
Seiçuk, Paris'i fethetmişti.
"Peki nasıl oldu bu? Biraz anlatır
nusın bana? Paris e ilk geldiğiınde
kimsenin tanımadığı, bir anlamda tas-
ralı bir genç sanatçıydın.Şimdi ise Seu-
il'den Payot'ya büyük yayınevlerinin
kitap kapaklannı yapan, hakkında Le
Monde'un albüm yayunladığı, Tok-
yo'dan New York'a tüm dünyadan
(Fotoğraf: ERGUN ÇAĞATAY)
mekle geçiriyordu. Sonra birden izini
kaybettim. Vaugirard Sokağı'nın
200'lü numaralannın önünden geçi-
yor, kendi kendime küçük oyunlar
oynuyordum. Ömeğin, "Selçuk'un
evi, şu ileride görüneneczane işaretinin
yanında olmalı" diyordum. Bir vitri-
nin önündeydim. Içeride. çeşitli tab-
lolar, "objets d'arts" denilen çalışma-
lar vardı. Tablplann imzalannı gör-
meye calıştım. İmzalar zorlukla oku-
nuyordu. Zorluğun bir nedeni
yaalışından ise öbürü de ismin kendi-
sinden geliyordu. Çoğunluğu Fransız
ismi değildi çünkü. Polonyalı, Mağ-
ripli, Alman ya da Rus. Çeşitli ülke-
köşesinde, ne zaman bir Le Monde
Diplomatique ya da Le Nouvel Ob-
servatsur alsam, ya kapağında ya
içinde bana gülümseyen bir Selçuk'la
karşılaşıyordum. Ne büyük bir se-
vinç.
Seiçuk, Paris'i fethetmişti
Hele geçen yılı hiç unutmuyorum.
Kısa bir yolculuk içın Pans'e uğra-
rruştım. Saint Germanie'de, ünlü
Deux Magots kahvesinde bir dos-
tumla buluşacaktım. Randevu için
birkaç dakika vaktim vardı. Kahve-
nin hemen yanındaki ünlü La Hune
copyright isteoen uluslararası bir gö-
rüntü ustası. O arada ne oldu?"
Gülümseyerek kedisinin başını ok-
şadı. Bir süredir onun evindeydim.
305 Rue de Vaugirard'da, beşinci kat-
ta, küçük ama çok hoş bir apartman
dairesinde. Karşılıklı kahvelerimizi
içiyor, eski günleri konuşuyorduk.
"1978 yüında geldim Paris'e. Aynı
yû e>lenmiştim. Kanm mimardı. Bir-
İikte geldik. tlk a> ların çok zor gectiği-
ni sÖNİemeliyim. Ama daha iikj>ünden,
burada kalmava kararlıydım. Insanbu
kararı verince, yaşamının çaresini de
mutlaka bulmak zorunda kalıyor. Çiz-
güerimi çeşitli yerlere gönderdim. Bü-
tün vaktimi kitapçılarda, kürüphane-
lerde geçiriyordum. Buradaki çizgi
dünyasını, kültür dünyasmı tanımaya
çalışıvordum. Alrıncı ayın sonunda Le
Monde'dan eevap geldi. İşlerim kabul
edilmişti, yayunlanacaktı. İşte öyle..."
Bir yandan onu dinlerken. bir yan-
dan da büyük bir alçakgönüllülükle,
sanki sıradan bir olaymış gibi anlatı-
lan bu hem çok zor, hem çok olağa-
nüstü ilk aylan düşünüyordum. Ve
elbette, ne benim, ne de Parislılerin
hiç bilmediği "tarih öncesi"ni. Şimdi
tam kırk yaşındaydı, bu hep yirmisin-
de gösteren genç adam. Kırk yıl önce-
nin Artvin'in de başlayan bir yolcu-
luk. Baş döndürücüydü her şey.
"Bir Gürcü ailesinin çocuğuyun.
Sanınm ailem 93 harbinde Aıtvin'e
gelmiş. Batum'dan. Annem birkaç yıl
önce Sarp sınır kapısı açılınca gidip elli
>ıldır hiç görmediği halasını gördü.
Amin'de \ aşadığtm yıliar. çok küçük-
lük yıllarımdır. Altı yaşıma kadar.
Oradan dedemi hatırlanm. Sadece o
doğru dürüst Gürcü dili konuşabiürdi.
Müttûş bir adamdı. Silah koleksi_\onu
vardı. Boğma rakısını. yıllık şarabını
kendisi yapardı. Kaçak tütün içerdi.
Son derece keyifli bir insandı. Sonra
Ankara'ya geldi. Mimar Kemal Or-
taokulu ve Atatürk Lisesi. Babamın
başından çeşitli olaylar gecti. Sıkıntdı
yıllar yaşadık. Lisede okurken, aileye
bir parça katkısı olsun diye Ankara
Adliye'sinde fotokopi memurluğu >ap-
tıtn. Elimde çok miktarda kağıt >ardı.
Onlara çizmeye başladım. Sanınm be-
nim için Güzel Sanatlar Akademisi, o
birkaç aylık fotokopi memurluğu oldu.
Sonra bilhorsun, iki yıl sonra seninle
Sinematek'te sergi açtık..."
Büyüleyen Akdenizli yanı
Bu çocuğun yaşamında her şey ne
çabuk oluyor. Çizme\e başladıktan
iki yıl sonra ilk sergi. Paris'e geldikten
altı ay sonra Le Monde'da çizerlik.
Çünkü Akdenizli.
Coşkulu, sjcak, kendini çabuk sev-
diren, kıpır kıpır yapıtlan.
Sanınm her biri ayn ayn ünlü ya-
zarlar olan, Selçuk'un uluslararası
hayranlannın büyülendiklcri şey de
onun bu Akdenizli yanı.
Gaude Julien "Selçuk'un umutsuz
olduğunu sakın sanmayın. İyi bakın
onun desenlerine. Voksa anlamaya-
caksınız..." derken bunu kastedıvor-
du. Ya da İgnacio Ramonet. "Şeyterin
sessiz mantığmı bir başkasını düşleye-
bilmek için altüst etmek. işte Selçuk'-
un isyancı amaçlarından sadece biri..."
derken.
"Seiçuk şeytanidir , ama onun şey-
tanı başkaldırıcıdır. Ve iyilere yardım
eder. Ancak çocuklar yakalayabilir
öyle bir şeytanı..." diyor büyuk ortak
dostumuz John Berger. Le Monde'un
yazan Pierre Drachline ise uzun uzun
ondaki o eşsiz Akdeniz duyarlığını
övüyor.
Bence Seiçuk, gülen Anadolu insa-
nıdır. Sıcak. sevecen. muzip. Ama
aynj zamanda. evrensel çapta müthış
bir "humaniste."
Hem bizden, hem de diinyalı
Bu yüzden hem bizdendir. hem de
dünyalı. 1992 yılında Belçika'nın ün-
lü yılbğı SNDECK (SCOOP) onu yı-
lın çizeri ilan etti. Albümü tam otuz-
bin adet sattı. Hakkında yanm düzi-
ne TV programı yapıldı. (Bizim TV-
lerin kulaklan çınlasın). Londra'da
Harper Çollins'ten Almanya'da Vir-
gin Müzikevi'ne, Gallimard'dan Le
Point'a bir çok uluslararası yayın.
müzik. sergievi onun işlenni kullanı-
yor. sergiliyor.
O ise, Vaugirard'daki evinde. sakin
bir atmosferde. özellikle gecelcri bir
lambanın ışığında. sonsuz renklerle
dolu bir evrende inanılmaz yolculu-
ğuna devam ediyor.
Yeni çıkaracağı albümün adı: "Vo-
yage Tout en Image."
Sadece görüntülerle yolculuk. Yo-
lun açık olsun Seiçuk. Belki bizim
küçük ve gürültülü gezegenimize de
uğrarsın. Saint Exupery'nin Küçük
Prens'i gibi.
PENALH
'Mimar gibi resim, ressam gibi bina yapar'
GÜRHAN TÜMER
İZMİR- Kimileri şuncacık anla-
mazken sanattan. felsefeden, bilim-
den; kimilerinin on parmağında on
marifet vardır. Ömekse, işte Röne-
sans'ın ünlü dehalan, hem ressam.
hem heykeltıraş. hem mimar Miche-
langek) ve Leonardo. Daha sonraki
yüzyıllarda, hem fılozof. hem mate-
matikçi ustalar Pascal ve Descartes.
Sonra. bir yandan, dillere destan Fa-
ust'u yazarken. bir yandan da mi-
marhkla ve doğa bilimleriyle ilgilenen
Goethe.
Romantik bir klasisist
Ve 1781-1841 yıllan arasında yaşa-
mış olan Karl Friedrich Schinkel.
Evet, Schinkel de hem mimardır
hem de ressam. Schinkel'in mimarlı-
ğıyla ressamlığı öylesine iç içedir ki,
Tlıeodor Fontane, "Mimar gibi resim
yapar, ressam gibi bina inşa eder" dc-
miştir onun için.
Bir klasisisttir Schinkel. Yani klasi-
sizme inanır. Yani ona göre güzeli,
doğruyu eski Yunanlılar ve Romaltlar
bulmuşlardır. Bir binanın kolonlan ya
Dor düzeninde olur ya İon ya da Ko-
rint. Kimi kolonlar da kadın heykeli
biçiminde. yani karyatid olabilir. Si-
metri esasür tasanmlarda. kompozis-
yonlarda. Bunlardan başka, yepyeni
kurallar aramak gereksizdir. abestir.
Yalnız şu ilginçtir: Bilindiği gibi,
klasisizm temelde akıladır. Hele Ro-
ma klasisizminin duygusal olduğunu
ileri sürmek hiç doğru değildir. Röne-
sans da, akılcı olduğu için klasisizme
yönelmemiş midir? Ya da klasisist ol-
duğu için alalcı değil midir?
Ne yar ki bu akım gerilerde kalmış-
tır. I.Ö. 5. yüzyılda yapılmış olan Part-
henon gibi. ona benzeyen bir binayı
18., 19. yüzyilda yapmaya kalkmak
bir nostaljidir. Nostalji ise ister istemez
duygusalbk demektir. ister istemez ro-
mantizm demektir.
Bu, Schinkel için de böyledir. Schin-
kel, romantik bir klasisisttir. Sonra şu:
Bu mimar-ressam ya da ressam-
mimar. tepeden tırnağa tümel bir ta-
sanmadır. Yani yalnızca binanın
planını. duvannı. kolonunu tasar-
lamakla yetinmez; avizesinden masa-
sma, koltuğundan kadehine kadar, o
binanın içinde yer alacak olan eşyalan
da tasarlar.
Schinkel'in inşa edilmiş çok sayıda
binası vardır Almanya'da, özellikle
Berlin'de ve daha özelİkle de eski Do-
ğu Berlin'de. Ama çok sayıda da, kağıt
üzerinde kalmış tasanmı vardır. Buna
bir örnek, 1834 yılında, Atina Akro-
polü için önerdiği görkemli saraydır.
Karl Friedrich Schinkel için bina el-
bette ki çok önemlidir, ama o binanın
yerleştiği çevre de çok önemlidir.
Schinkel'e göre, bir yapı çevresiyle
uyumlu olmalıdır. Bu, onun, bir an-
lamda da korumacı olması anlamına
gelir. İzmir Resim ve Heykel Müzesi'-
nde yer alan Schinkel sergisinin açıhşı-
nda, Dokuz Eylül Üniversitesi Mi-
marlık Fakültesi öğretim üyesi Doç.
Dr. Ahmet Eyüce de, işte bunun için,
verdiği diab konferansta, Schinkel'i
anlatırken, onun yaşadığı dönemin,
şöyle böyle elli yıl öncesindekr ve elli
yıl sonrasındakı mimariyi de anlatü ve
gösterdi; böylece de, bu miman, bu
ressamı daha iyi anJamamızı sağladı.
MEMET BAYDUR
1819 yılında Friedrich Tieck'in yaptığı Karl Friedrich Schinkel büstü.
Resmimin ve Hayatın
Dokusu
4 Mart 1994 tarihli Cumhuriyet gazetesini her zaman
olduğu gibi sabahın yedisinde aldım ve yüreğim cız etti.
Cihat Burak ölmüş. Bu ülkenin sanatında (yalnızca re-
sim sanatında değil) en değerli insanlardan biri artık
yok. Resimlerinde şiirsel bir gülmeceyi, amansız bir iro-
niyi. bir renk cümbüşünün yanında sapasağlam bir yapı-
yı yıllardır sessizce sunmuş bir büyük sanatçı. Elini neye
atsa kendi doğal büyüsünü oraya taşıyan bir usta. Cihat
Burak bizim resim haritamızda yalnız ve tek başınadır
hep. Kedileriyle, aslanlarıyla, yarasaları. fılleri, padi-
şahlarıyla, dansözleri, ayakkabı boyacılarıyla, kuş evle-
riyle... Belki mimarlık eğitimi gördüğü için Burak'ın res-
mi kimi zaman naif olarak nitelendırilmiştir. Oysa naif
olan hiçbir şey yoktur onun resminde. Büyük bir inceli-
ğin ve aklın süzgecinden geçmiş, bilgiye dayanan, zor
ve şaheser resimlerdir Cihat Burak'ın yaptıkları. Kimi
zamansa gerçeküstücü resime yakın bulunmuştur kimi-
lerince. Kuramsal açıdan gerçeküstücülere de yakın
hiçbir şey yoktur Burak'ın yapıtında. Yaşamda sürekli
var olan gerçeğin "üstünü" büyük bir ustalıkla resmet-
miştir yalnızca. insanı hem coşturan hem gülümseten
hem de akla davet eden resimlerdir bunlar. Bir bilgenin
resimleri.
Hiçbir okula, akıma ya da modaya mal edilemez Bu-
rak'ın yapıtı. ikinci bir ressamla yan yana getirilmesi ve
bu yoldan açıklanması neredeyse olanaksızdır. Yalnız-
ca kendinin yapabileceği bir resmi yapmıştır hep. Bu
son cümlenin tersi söylenemez mi diyorsunuz? Başka-
larının yaptığı resmi yapan, birbirine benzeyen ve ünlü
olan o kadar çok ressam var ki ortada, bizim resmimiz-
de özgünlüğün doğal, canlı, içten, usta temsilcisidir Ci-
hat Burak.
Bir mikroskoptan, büyük bir teleskoba inanılmaz bir
rahatlıkla geçen fırçası, duygulardan utanmayan, kaç-
mayan, alay etmekten çekinmeyen, ağır eleştiriyi yük-
sek sanata dönüştüren bakışı ile yoz olanın karşısına di-
kilmiş bir güzel tehdit gibidir Cihat Burak.
Gibiydi mi demeliyim? Bu büyük usta üretimı durdur-
du. Resimleri, öyküleri kaldı geriye. Ada Yayınları'nın
1981 de yayımladığı "Cardonlar" ile Simavi Yayınlan'-
nda çıkan, 1992 Yunus Nadi ödülü'nü de kazanan "Va-
kutiler" adlı iki öykü kitabıyla yazar olarak da gerçek bir
usta olduğunu kanıtlamıştır Cihat Burak.
Mimar olduğu için rahat resim yapan Burak, ressam
olduğu içinde rahat yazmıştıryazacağını sanki. Üç mes-
lek grubunun dışında kalabilmenın verdiği bir iç rahatlı-
ğı. pervasız bakış ve delici zeka; ona, sanatındaki derin
güzelliklerı fantastik bir silaha dönüştürme imkanı ver-
miştir. Bu silah Cihat Burak'ın yazdıklarında da resimle-
rinde de hep yoz, çirkin, yapay, yağcı, dalkavuk, eyyam-
cı olanın üstüne çevrilmiştir. 6te yandan sevdiği şeyleri
ve durumları resmederken ya da anlatırken alabildiğine
şiirsel, akılcı. sevecen ve berraktır.
Yetmiş dokuz yaşında ölen Cihat Burak'a, bu genç in-
sana yüreğim burkulurken... gülümsemeye başladım.
Otuz altı yaşında bir başka ressamın, Ali ArH Ersen'in ilk
kişisel sergisi açıldı Ankara'da, Urart Sanat Galerisi'-
nde.
ilk bakışta Ali Arif Ersen'in resimlerinde Cihat Burak'-
ın resimlerini anımsatan hiçbir şey yok. ilk bakışta. Son-
ra bütün gerçek sanatçıları birleştiren, buluşturanöğe-
ler su üstüne çıkmaya başlıyor. Bir kez daha. kendinden
başka kimselerin yapamayacağı tablolarını sergileyen
bir ressam var karşımızda. Resmin dokusu, boya ile ku-
rulan yakın dostluk, biçimle içeriğin büyük bir ustalıkla
örtüşmesi bir yana, Ali Arif Ersen'in resimleri insanı ze-
kaya davet eden, gülümseten, düşündüren resimler.
Daire. çember, yuvarlak kavramından yola çıkarak eş-
yayı, dünyayı, giderek evreni sorguluyor bu usta sanat-
çımız Bir saat kadranı ile bir lağım kapağının, bir dalgıç
başlığıyla bir kozmonot başlığının, cankurtaran simitiyle
taze bir simidin ortak yazgılarmı görmeye başlıyorsu-
nuz sergiyi gezerken. Bakıp görmediğimiz, görüp ıska-
ladığımız birçok nesne, yine hem şiirsel bir akılcılıkla ve
yalnızca iyi bir ressamın yakalayabileceği hallerıyle
karşımızda. Sadeliğin, duru ve saydam olabilmenin,
olumlu anlamda güldürücü ya da gülümsetici olmanın
keyfine davet çıkaran resimler. Besbelli içinde yaşadığı
çağı anlamış, risk alabilen, dünyaya sırtını dönmemiş
bir sanatçı Ersen. Kendi hesabıma bundan sonra yapa-
cağı resimleri çok merak ediyorum. Urart Galerisi'ndeki
sergi, modern bir ressamı, düşünen bir sanatçıyı tanıtı-
yor bize. Bu sergiyi görün, sanatı daha çok seveceksi-
niz.
Ali Arif Ersen'in sergisinden çıkıp Cihat Burak'ın "Ya-
kutiler" adlı kitabının içine dalıyoruz balıklama. Doksa-
nıncı sayfada "Ketempere Oluşum " adında enfes bir hi-
kaye başlıyor. "Jefferson'un bir sözu var ki çok doğru.
'Devlet gemisine farelerin girmesini ön/eyin' diyor. Bir
kere girerlerse artık çaresi yoktur. Turk milletinin bütün
tarihi boyunca yaşantısında, şu içinde yaşadiğımız dü-
zen kadar, hiçbir şeyin hiçbir şeye karşı ya da taraftar
olmadığı, insan haysiyetinin, kısacası insanm bu kadar
ucuzladığı bir dönem oldu mu acaba?" Bu girişten son-
ra Cihat Burak hikayemizin başeserlerinden birini veri-
yor okuruna. Zaten onun öykülerinin giriş cümleleri.
başlıbaşına birer sanat eseridir. "Akıl Dişi" adlı öyküsü
şöyle başlar: "Sanki bütün aklım o dişte toplanmtş gibi
onu çektirince aklımı başımdan alan kanlı bir isyanla
karşı karşıya kaldım." "Alivülvula" adlı öyküsüyse şu
cümleyle başlar: "Vakit öğleyi geçmiş. hafif bir yağmur
çiselemeye de başladı, güzel olur bazen böyle havalar-
da girip bir yerlere bir şeyler içmek."
Ben de bu büyük ustanın sözünü dinlıyorum. Vakit öğ-
leyi geçmiş, hafif bir yağmur çiselemeye de başladı, gü-
zel olur böyle havalarda girip bir yerlere bir şeyler iç-
mek. Öyle yapıyorum
"Rehine" ŞinasiSahnesVnde
ANKARA (AA)-Ankara Devlet Ti\atrosu İrlandalı yazar
Rendan Behan'ın, "•Rehine"adı oyununu.29\e30martta
ücretsiz olarak sahnevekoyuyor. l993-lW4mcvsiminin
yeni oyunlan arasında yer alan Rehine'vi
Brendan Behan'dan Özcan Özer Türkçe'ye çevirdi.
rejisörü ise IşıkToprak. İrlanda'da İngilizlerekarşı
mücadele veren birgrup insanın. tutuklanan ve idamla
yargılanan arkadaşlanna karşılık bir İngilizaskerini rehin
almalanyla gelişen olaylan irdeleyen oyunun. müziği
Turgay Erdener'e. dans düzeni Handan Ergiydiren'e.
kostümü Gülümser Erigür'e. ışığ>da Ersen Tunççekiç'eait.
Rehine'nin. Dünya Tiyatro Günü'ne rastlayan 29 ve 30
mart tarihlerinde, saat 20.30'daki genel provalan ücretsiz
olarak izlenebilecek.
Boğaziçi ÜniversitesiSanat Bayranu
Kültür Senisi - Boğaziçi Üniversitesi Sanat Kulüpleri
17-25 mart tarihleri arasında Dışbank'ın sporsorluğu ile
Boğaziçi Üniversitesi 3. Sanat Bayramı'nı düzenüyor.
Akademik eğitim almayanlann sanatçı sayılmadığı
günümüzde üniversitelilerin, amatörleriadüzeyli ürünler
verebileceğini; konserleri. sergileri, oyunlan. dergileri ile
göstermeye amaçlayan B.Ü. Müzik, Folklor, Güzel
Sanatlar, Sinema. Tiyatro, Edebiyat. Türk Müziği.
Fotoğraf kulüpleri, gençlcri Boğaziçi Üniversitesi 3. Sanat
Bayramf na davet ediyor.