Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
- 2024
- 2023
- 2022
- 2021
- 2020
- 2019
- 2018
- 2017
- 2016
- 2015
- 2014
- 2013
- 2012
- 2011
- 2010
- 2009
- 2008
- 2007
- 2006
- 2005
- 2004
- 2003
- 2002
- 2001
- 2000
- 1999
- 1998
- 1997
- 1996
- 1995
- 1994
- 1993
- 1992
- 1991
- 1990
- 1989
- 1988
- 1987
- 1986
- 1985
- 1984
- 1983
- 1982
- 1981
- 1980
- 1979
- 1978
- 1977
- 1976
- 1975
- 1974
- 1973
- 1972
- 1971
- 1970
- 1969
- 1968
- 1967
- 1966
- 1965
- 1964
- 1963
- 1962
- 1961
- 1960
- 1959
- 1958
- 1957
- 1956
- 1955
- 1954
- 1953
- 1952
- 1951
- 1950
- 1949
- 1948
- 1947
- 1946
- 1945
- 1944
- 1943
- 1942
- 1941
- 1940
- 1939
- 1938
- 1937
- 1936
- 1935
- 1934
- 1933
- 1932
- 1931
- 1930
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
3 AĞUSTOS1993SALI CUMHURİYET2 SAYFA
KULTUR
Devlet Opera ve Balesi Genel Müdürü Rengim Gökmen'le kurumun bugünü ve yannı üzerine
Türk operavebalesiçağıyakalıyormu?
VEFA ÇİFTÇtOĞLU
ANKARA - Türkiye Devlet Opera
ve Balesi, dünyaca ünlü opera ve bale-
lerin üyesi bulunduğu Uluslararası
Operalar Birliği'nin yedi kişilik Yûrüt-
me Kurulu'na seçildi.
Son yıllarda büyûk bir atılım içeri-
sinde olduğu gözlenen opera ve bate-
mian genç genel müdürü Sayın Reo-
gim Gökmen ile yaptığımız söyleşı, bu
kurumun bugünü ve yannı için ne gibi
projelere sahıp olduğunu da göster-
mekte...
- Sayın Gökmen bu görev size teklif
edMğinde ne gjbi zoriuklaria karşıia-
şacağınızı tahmin ediyordunuz? Bek-
lentilerûüz, projeleriniz gerçekleşti mi?
Opera ve baie sanatı, yapısı sebebıy-
le bireysel aktivasyona yönelik olmas
bakımından çok stresli, rekabetin çok
acımasız olduğu onamlar yaratır. Bu
bütün dünyada böyledir. Türkiye'de
buna ekJenen, kamuoyunun ve
basının yeterli denetim mekaniz-
masının olmayışı, her prodüksiyona
çok değişik yargılarla yaklaşım, birbi-
rine a t sonuçlan ve değerlendirmeleri
oluşturmaktadır.
Ben göreve getirileceğim zaman çok
çetin bir mücadelenin içerisine girecegi-
mi. diğer yönetimlere göre daha çok
eleştiri alacağmı biliyordum.
Ama umduğum kadar olmadı. çün-
kü ben yönetimim süresince birtakım
şeylerin daha çağdaş, daha akıla bi-
çunde yapılması için mûcadele ettim.
Çoğu İcez övgüler alırken zaman za-
man da doğal olarak yerildim.
Şimdi yapılması gereken pek çok
şey var; bunJar sadece opera ve bafeyi
değil, tüm Türk kültür ve sanatını
kapsayacak ve şekillendirecek bir bi-
çimde olmalıdır diye düşünüyorum.
Ama ben sorumlu olduğum konuda,
Türk opera ve balesine bir ivme ka-
zandınimıştır diyorum.
- tzleyici saysımn arttığı bir gerçek.
Bu, prödüksiyonlann kaliteü oktuğu
anlamına mı geliyor?
Bizim amaamız hem izleyiri sayısını
arttırmak hem de kaliteü yapımJar
sunmak. Çünkü tek bir yüksek opera
küJtürii ya da yüksek bir bale kültürü-
ne sahip izleyici kitlesine hitap etmek,
kurum olarak bizim tek görevimiz de-
ğil. Bizim amaamız bir anlamda hiç
opera ve bale kültürüne sahip olma-
yan kitleyi yakalayıp çekebilmek. Bu
nedenle repertuvanmıa cıddı operalar-
dan çocuk operalanna ve müzikallere
kadar geniş tutuyoruz. Dünyaıun
ünlü operalannda belki bizimki kadar
bu tür geniş bir yelpaze içerisinde bir
repertuvar olaşturulmamıştır, ama biz
buna zorunluyuz. Ankara'daki ban
prodüksiyonlanmızın dekor ve kos-
tümleri zayıf diye eleştiri aüyoruz.
Haklı olabilir bu eleştiriler. Ama btzim
bu tür pratik prodüksiyonlara yönel-
memizdeki en büyük neden, bu tür
oyunlan Anadolu'nun her yerine gö-
türebilmek, küçük sahnelerde de oy-
nayabilmektir.
- Geçen sezon temsil saysında böynk
bir artış görüldü. Ve pek çok tetnsü ka-
palı gişe oynadı. Bu aröşı neye bafbyor-
sunuz?
Bız prodüksiyon ve lemsiJ sayımızı
arttırahm ktiyoruz. Çünkü haftada 3
ternsil yaptığımız dönemde örneğin
Ankara'da nüfus bir milyondu, şimdi
dörde ulaşmak üzere; o halde temsil
sayımızı dörde katlamak zorundayız.
Jstanbul. lzmir ve Mersin'de de du-
rum aynı, yalıuz bu prodüksiyonlan
arttınrken birtakım faktörleri gözardı
etmemek Iazım. Bunlann en önemlisi
yapımJann opera ve bale içerisindeki
departmanlara eşit yük getirmesine
dikkat etmektir. Örneğin bütün pro-
düksiyonlarda en büyük yük orkestra-
ya düşmektedir, temsil sayısı artınca
hepsinde calmak durumu ortaya çı-
kmaktadır. Bu kolay kaldınlacak bir
yük değildir.
- Buıu bağjı şu sonıva yanıt verir mi-
sinb iütfen? önümözdekj sezon Anka-
ra'da "LohengrhT ve "Salome*' gibi iki
man taşıyor. Ben inanıyorum ki koro
olsun orkestramız olsun. bütün ku-
rum olarak biz çok büyük şeyleri başa-
rabilecek kapasitedeyiz; yeter ki ken-
dimize güvenelim. Ama büyük pro-
düksiyonun rizikosu hep vardır. baa
rizikolan da göze almasını bilmeliyiz;
kaldı ki hesap edip bir okun yaydan
atılma noktası gibi tam limite kadar
zorlamalıyK. ne bir eksik ne bir fazla.
- Her >ü kadro sorunlan oluşuyor;
gerek bal'ede, gerek diğer bölümlerde.
Bu yığılmanın öoüne nasıl geçüecek?
Bu bü>ük bir problem olarak
karşımızda duruyor. Yeni sahneler
açılıyor. yeni arkadaşlann oraya plase
olması durumu olabilir.
- Büyûk kentlerde kadro şişkinliği
yok olur.
- Sizce bu çözüm mii? Bale de sosyal
güvenceyi almtş. Hiçbir temsfle, kurun
içi eğitim ve konservatuvar eğitimine
katılmayan. maaşını alan sanatçılar var.
mayı da hiç düşünmeyen sanatçılar var.
O zaman resen emekli etme durumu
olmalı.
- Ama edümjyor. Dışarıda nasıl bu
durum?
Orada hemen ederler.
- Burada edilemediğine göre birtakım
yasal düzenlemeler gerekmekte
sanınm..
Biz, opera ve bale çalışanlan için
ekonomik açıdan Batı standartlannın
altına düşmeyecek bir emeklilik ücreti
düşünüyor ve istiyonız, ama bunun
A merikalısı, îtalyanı
Fransızı Türkiye'nin 'orient
yüzünü' biliyorlar, ama
çağdaş yüzünü bilmiyorlar.
Bizim, Türkiye'nin
cumhuriyet döneminde
yaptığı atılımı sergilememiz
Iazım. Çünkü biz yurtiçinde
bu yönümüzle övünüyorıız.
o,nlar bizi hala
peçeli, fesli biliyor.
Yapmamız gereken, çağdaş
sanatı sizin kadar iyi
yapabiliyoruz iddiası
olmamalı; kendi kültürünü
yaratan, çağdaş ve ulusal
benliğini arayan bir
Türkiye'yi gözJer önüne
serebilmeliyiz.
dnemli yapıt var; buna diğerlerini de ek-
leyince 110 kişük bir orkestra bunun
atandan nas» kalkfeütnr?
Orkestra kadromuz bence kısıtü de-
ğil, orkestramızın kadrosu, Batı'da
çok büyük prodüksiyonlan çok sayı-
da üreten operalann kadrosuna erişti;
aynı zamanda çok düzeyli bir orkestra
konumuna da geldi. Bunu çeşitli kon-
serler ve temsillerde gördük. Şimdi ar-
kadaşlanmızın kendi potansiyelleri ve
kendi güçlerine yönelik doğru bir tah-
minleri yok. Kendiferinin neyi başanp
neyi başaramayacaklan konusunda
da bilgileri yok. Şu anda orkestradan
konu açıldığı için orkestra diyorum.
zira koro da aynı endişeyi zaman za-
söz konusu. Sahne hayah bitmiş kişi
emekü olmuyor. Nasıl bir sistem ofanalı
ki bu sanatçıİar rahatlıkla emekli oisun-
lar ve yeni gelen gençlere yer açılabil-
sin?
Çözüm getirebilir ve bu çözüm
tartışılabilir. Ama sorunu Kültür Ba-
kanlığı'na bağlı tüm kurumlan göze-
terek ele almak Iazım; Devlet Tiyatro-
lan Genel Müdürlüğu, Güzel Sanatlar
Genel Müdürlüğü gibi..
Benim kafamda da çözümler var.
ömeğın sanatgnın asgari sosyal gü-
vencesi sağlandıktan sonra. onun üze-
rinde üretime katıldığı prova temsil ve
konser sayısma göre artı ek ücret öde-
nir. Bu şekilde birtakım serzenişler de
sağlanması Türkiye genelinde çok bü-
yük bir ayncahk yaratacağından ka-
bul görmüyor. Kabul edilse emekli
olanlann sayısı hemen artacakür. Ben
sanatçının -mümkün olduğu kadar
yüksek üCret almasını istiyorum ama,
işı yapanla yapmayan arasında bir
fark olmalı.
- Gündemde yeni bir opera binası var
nu?
Çalışmalar var, Atatürk Kültür
Merkezi alarunda bir opera binası çalı-
şması var. Biraz zaman istiyor. Türki-
ye'de bütün bu eleştirel yaklaşımlar
içerisinde çok başanlı işler üreten sa-
natçılann daha iyi mekanlarda çalı-
şmaya layık olduklannı düşünüyo-
rum. Sanatı bir tarafa koysak bile,
ulusal prestijimiz açısından bugün
Türkiye'nin hiçbir yerinde ne doğru
dürüst bir opera binası ne de konser
salonu vardır. Kültür o kadar gözardı
edilecek, o kadar lüks bir şey değildir;
bir GAP projesi Türkiye için ne kadar
önemliyse kültür sorunlanmız da o
kadar önemlidir. Artık şunu görme-
miz gerektiğine inanıyorum: Kültür
bir lüks değil, birlikte yaşadığımız var
olan bir olgudur. Ve en büyük propa-
ganda araadır. Bakıruz şu 2000 yılı
olimpiyat oyunlanna.. Bu propagan-
dayı niye sanatla yapmıyoruz, bir tür-
lü anlayamıyorum. O kadar başanlı
sanatçılanmız var ki! Bunlar hiç
kimsenin yapamadığı propagandayı
hiç kimsenin ulaşamadığı kesime ya-
parlar...
- Yurtdçmda Türk kültür propagan-
dası denince üc beş unsur akla geliyor.
Hiçbir zaman çok sesli müzik kurum-
lanmız düşurailmöyor. Bu düşünce du-
varlarmı nasıl yok edebüiriz?
O çok değişik bir düşünce tarzı. De-
niyor ki, 'Opera ve bale ile biz onlan
taklit ediyoruz; oradaysa onlann alası
var; dolayısı ile biz kendimizden bir
şeyler sataiım, tanıtalım.'
Ben de diyorum ki, o adamlar bizde
birtakım egzotik şeyler olduğunu bili-
yorlar. Belki ne olduğunu tam bilmi-
yorlar. Biz de Çin'de köklü bir kültür
olduğunu biliyoruz, ama neler oldu-
ğunu detaylı bilmiyoruz; bunlan tanı-
tmak ayn bir konu.
Amerikalısı, îtalyanı, Fransızı Tür-
kiye'nin 'orient yüzünü' biliyorlar.
ama çağdaş yüzünü bilmiyorlar. Bi-
am, Türkiye'nin cumhuriyet döne-
minde yaptığı atılımı sergilememiz
Iazım. Çünkü biz yurtiçinde bu yönü-
müzle övünüyoruz. Onlar bizi hala pe-
çeli, fesli biliyor. Bizim yapmamız ge-
reken, çağdaş sanatı sizin kadar iyi ya-
pabiliyoruz iddiası olmamalı; kendi
kültürünü yaratan. çağdaş ve ulusal
benliğini arayan bir Türkiye'yi gözler
önüne serebilmeliyiz. Türkiye bugün
Doğu'da senfoni orkestralanna sahip.
Japonya ve birkaç Uzakdoğu ülkesi
dışında tek ülkedir. Bu çok önemlı bir
durumdur. Bunlan tanıtmamızın
Batı'ya açılmamız açısından gerekli
olduguna inanıyorum.
- Sayın Gökmen, önümüzdeki sezon
ne gibi prodüksiyoniar düşünüyorsu-
nuz?
Önümüzdeki sezon dört opera ve
bale, sezonu 2 ekimde acacaktır. Mer-
sin sıcak olur deniyor. orada belki se-
zonu konserle açabiliriz; ama yine de 2
ekim, açıhş tarihimizdir. Ankara'da
yeni prodüksiyon olarak Lohengrin,
Salonıe ve Rigoietto var. Istanbul'da
Şen Dtıl, Turandot, Don Carlos sah-
nelenecek. Mersin için La Boheme ve
Cavalleria Rusticana düşünülüvor.
Aynca bir'Eylül Akşamlan" düşün-
cem var; ne derece uygulayabiliriz gö-
receğiz. 'Eylül Akşamlan'nda, açık
havada, bize gelemeyen kesimlerin
ayağına gitınek ve onlara tanıtım ya-
pabilmek, opera ve baleyi sevdirmek
bakımından yalnız bizim işimiz değil-
dir. Bu konuya tüm medyanın eğılme-
si gerekir. Bu; çağdaş. demokratik ve
Atatürk ilkeleri doğrultusunda, onun
ilkelerini savunan tüm kurumlann
desteklemesi gereken bir konudur.
Ataol Behramoğlu'nun 'Lozan' adlı oyunu bu sezon Antalya Devlet Tiyatrosu'nda sahnelecek
4
Sankikonferans süsüverilmiş bir komedya'ANILAL ,
"Büyük bir ring. Oynneular boksddi-
venleri takmış olarak küme küme a>Tri-
mışlardır. Bir köşede TÜRKİYE-
fSMET PAŞA, bir başfca köşede
SOVYTT RLSYA-ÇjÇERİN. İÎV-
GtLTERE-LORD CURZON,
FRANSA BARERRE, İTALYA-
MARKİ GARRONÎ, AiMFRİKA-
CHİLD, JAPONYA-BARON HA-
YASHt... Gazetecikr, izleyici, uğnitiL.
gongcaiar 1. raund."
Ataol Behramoğlu'nun "Lozan" adlı
tiyatro oyununda Lozan Banş Konfe-
ransı-Boğazlar Oturumu'nun 'oynana-
cağV sahne böyle betimleniyor. Bu ring-
de güreşçiler ünlü devlet adamlandır,
güreş sonunda galip gelen ise Boğazlann
kontrolünü elde edecekür.
Behramoğlu'nun 1978'den I992'ye
uzun bir zaman içinde yürüttüğü titiz ta-
nhi araştırmalara ve belgelere dayanan
oyunu "Lozan" önümüzdeki sezon 27
ekimden itibaren Antalya Devlet Tiyat-
rosu'nda sahnelenmeye başlayacak. Ya-
zar. Lozan görüşmeleri üzerine bir oyun
yazma fıkrini ilk 1978'de Beklan Algan'-
ın ortaya attığını söylüyor. O zamanlar
Behramoğlu. Şehir Tiyatrolan'nda
dramaturg olarak çalışıyor, Beklan Al-
gan ise Tepebaşı Tiyatrosu'nu yöneti-
yormuş. Çalışmalar ba^lıyor, fakat ara-
^a 12 Eylülün girmesiyle proje bekle-
nek zorunda kalıyor taa ki Behramoğlu
) dönemde yazdıklannı 92 yazında tek-
arelealanadek.
Dönemin başlıca tarihsel kişilikleri
»yunda çeşitli imailarla veriliyor. fstan-
ıul"un işgalini ve kurtuluşunu yaşamış,
eklentileri olan fakat bu beklentileri
erçekleştirecek kimlikten uzak bir halk,
ıvla oynayan kişilerle gösterilmiş. Beh-
ımoğlu'nun bu tavla oynayan kişilerle
gili bir de tatsız bir deneyimi var:
"Beni dehşetle nrperten bir olay bu. Bü-
ikada'dayı/ ve evimde televizyon yok,
).00 haberlerinde Sıvas olavlannı iz-
mek üzere kahveye koşuyorum. Kahve-
• ta>la oynayan iki kişi var. Dışında da
i gıvimli orta yaşın iizerinde insanlar.
îlevizyon, Erzincan'daki katliamı verdi.
tavla oynayan halktan iki insan, bir tek
re bile başlanm çevirip bakmadıiar.
rda ölümden dönmüş ağır yaralı insan-
lar inieyerek tdevizyonculara demec ve-
rirkoı haOumız tavla oynuyordu. Oyunda
tavla oynayan nsaıriaria antartığm işte
aynı haJkör".
Oyunun bir başka kişisi ise gözleri
bağlı tarihçide simgeleşen kafası İcanşık
aydın tipi. Behramoğlu, 1923'ten I993'e
birşey değişmediğini aydınlanmızın hala
kafa kanşıklığı içinde olduklannı söylü-
yor. Bir başka tarihsel grup olan manda
taraftarlanna ise çok insafsız bir eleştiri
yönelttiğini açıklıyor yazar:"Çünkü bi-
finçü ya da bilinçsiz mandacılar, bugün de
haddindeıı fazla buhmmaktadır OlkenNz-
de".
Oyunun belki dc cn karikatürizc? en
kaba çi/ilmiş kişilikleri ise "aç gözhi em-
peryaJisHer". Görüşmclcrde katıldıklan
ülkelcnn çıkarlannı temsil cdcn bu ki-
barlıklan takım clbisclcrinc kadar işlc-
mişil) diplomal cinsi, asıl yüzlcrinı hay-
van maskeleri taktıklan maskefı baloda
gösteriyorlar. Behramoğlu, emperyalist-
İerin açgözlülükterini, kurduğu bir ziya-
fet sofrasında iyice vurguluyor.
Bir de yazann gizli meclis tutanaklan-
na başvurarak aktardığı bir meclis at-
mosferi var ki karmakanşık. Birbırine
bağıran, hakaret eden millletvekillen.
"Herhalde bugünkü meclis ortamını ga-
yet iyi batırlatan bir meclis. Böyle bir
mectisle hangi savaşa girilebilir, hangi
Musul geri alınabilirdi bilemiyonım"
Kitabının önsözünde Behramoğlu,
Lozan'ın bir açık oyun olduğunu.
amacının anlaşmanın birbaşan mı yenil-
gi rni olduğunu tartışmak değil, emper-
yalizm üzerine düşündürtmek olduğunu
söylüyor. Yazar bu sözleriyle bütün mo-
dem yapıtlarda olduğu gibi Lozan"ın
da hiçbir zaman güncelliğini kaybetme-
yeceğinı her dönemde oynanabileceğini
Ataol Behramoğlu
de açıklamış oluyor. Oyundaki yazann
sözleri ise gerçek hayattaki yazanmızın
düşüncesini netleştiriyor:
Yazar: "Oytımı yazarken, başlangıçta
beüi bir tarihsel kesit olarak LozaıTın
kendisini almanın yeterli olacdğını düşiin-
müştüm. Fakat çalışmalar ilerledikçe bir
yanı gecmişe bir yanı bugünlere uzanan
bir labirent içinde buldutn kcndimi."
Yönetmenın yanıtı, "Va/ılışta da
sahnelerken de amacımız bu değil miy-
dj? Geçmişi anlamaktan çok bugümi
anlamava çalrşmak."
-Neden Lozan gibi bir oyun yazntaJt «s-
tediniz?
-Ben yakın tarihe ilgi düyan bir in-
sanım. Herhalde bunun en belirgın gös-
tergesi de Mustafa Suphi Destanı'dır. Bu
bütün 70'li yıllar boyunca üzerinde ça-
lıştığım bir konuydu. 1980'de yayı-
mlandı. Sonra oyunlaştınldı.
Lozan'ı doğrudan oyun olarak tasar-
ladım. Konu beni çok ilgilendirmişti ta-
bii ki. Unsurlannı da sanatsal ve teatral
açıdan ilginç bulmuştum. Konuyla ilgili
belgeler çıktıkça alıp saklıyordum.
-Böylc tarihi bir olay a. aslında belgeter-
k aktanlabilecek bir yaşantıya teatralhe
kazandıran dramatik öz nedir?
Hakikat beni herzamanherşeydençok
ilgilendirir. O bakımdan tarihsel metinler
üzerinde çalışmak heyecan verici. Kur-
gusal, daha doğrusu imajiner bir şeyden
daha çok ilgilendiriyor beni hakikat.
Hakikatten yola çıkarak imajiar yarattı-
ğınızda o artık sanat eseri olur. Çok
klasik bir örnek:'Suç ve Ceza'. Bir gazete
haberi, bir dnayet olayından yola çıka-
rak Dostoyevski hayati meselelerin
tartışıldığı psikolojik bir roman yazmış.
Lozan tarihsel belgelerin ağırlık taşıdığı
bir oyun.. Bu tarihsel belgeleri inceler-
ken çeüşkileri, karşıtlıklan görmeye
çalıştım. Oyunda imajlarla anlatılan bu
çeüşkiler, dramatizmin kendisini oluş-
turdu. Bir yanda bıkkın dıyebileceğiniz
bir halk, öbür yanda garip çıkar çatı-
şmalan olan ama yine de beraber hare-
ket edebilen emperyalistler, aydınlar
arasındak] çeüşkiler... Bunlan bir araya
getinliğinizde dramatik bütünJük ortaya
çıkmış oluyor.
-Sirk çığırtkanlarının, maskeli hay\an-
lann geçiş yaptığı, Macivat Karagöz
oyunlannın oynandığı, labirentlerin,
pandomim bölümlerinin yer aldığı oytınu-
nuzda geleneksel Türk tiyarrosunun yanı
sıra modern tiyatro unsaiiarından da ya-
rariandığınızı söylüyorsunuz.
Oyunda belgeden hayalı olana geçili-
yor, hayalı olanla belgesel olan arasında
bağlantı kuruluyor. Hangisi tarihsel,
hangisi imajiner kahraman. hangisi ha-
kıkaten söylenmiş, hangisi yazann kur-
gusu. Bunlar bir yerde birbirine kanşı-
yor. Modern tiyatroderken böyle birşey
kastedıyordum. Hayalle gençek olanın
birbirine geçmesi. Halk tiyatrosundan
ise karagöz-hadvat ve sirk oyunlan gibi
unsurlan kullandım.
Behramoğlu sözlerini İnönü'nün Ix»rd
Curzoa'a söyledikleriyle bitiriyor:
"Sanki konferans süsö »erilmek istenen
bir sahne oyunundayı/. Bütiin bu tartışma
ve görüşnKİerimiz de bana bazen bir ko-
medyadan ibaretmiş gibi göriinüyor."
"Uygarlık Şehftleri
Müzesi!•••
OKTAY EKİNCİ
Sıvas katliamını izleyen günlerde Cumhuriyet okurlanna
duyurmuştuk. Cenaze törenleri öncesinde fstanbul'da yapı-
lan meslek odalan ve kitle örgütleri toplantısında, Madnnak
Oteli'nin bir "amt-müze" olarak korunması önerisı benim-
senmişti. Toplanüya katılan DtSK temsilcileri de, gerekirse
bu binayı kendilerinin satın alarak laıkJik ve demokrasi sa-
vaşımına armağan edebileceklerini söylemişlerdi.
Bu toplantının ardmdan, SHP II Başkanı Yüksel Çengel de
hir acıklama yaparak, aynı amaç için otele talip olduklannı
belirtti ve hatta otelin sahibi Murteza öfütçü'nün dc "müze
fıkrini" desteklediğini kamuoyuna duyurdu. (Cumhuriyet -
10Jemmuz)993)
Öneri, giderek, yurt düzeyindeki duyarlı çevreler arasında
genel bir isteğe dönüşmüş olacak ki, geçenlerde Aşık Veysel
Kültür Derneği Başkanı Veysel Kaymak, Şarkışla ve Sivria-
lan'da yapacaklan şenliğin Sıvas Valiliği'nce ertelenmesine
karşı tepkisini dilc getirirken de aynı özlemi yineledi; Madı-
mak Oteli'nin "kamulaştırüarak" müze yapılması gerektiğini
söyledi.
Bu arada. yine katliamı izleyen günlerde, Sıvas'ın aydın
halkı gruplar halinde otele giderek yangın nedeniyle harabe-
ye dönen binaya karanfiller attılar: "kalem tutanellere"
karşı tarihten gelen saygı ve sevgilerini. o yürekli ellerin aa-
masızca yakıldığı oteli bezeyerek. bir kez daha kanıtladılar...
Bütün bu gelişmeler şunu gösteriyor:
Laikliğin ve demokrasinin gerçek güvencesi olan duyarlı
toplum kesimleri, 2 Temmuz'daki aydın katliarnının utanç
verici yüzünün zamanla unutulmasından yana değiller.
O nedenle de, bu katliamla amaçlanan karanlık beklenti-
Iere karşı. Türkiye"njn şeriata ve her türlü gericiliğe asia tes-
lim cdilrneyeceği yönündeki ^ulusal kararlıİığm", Madımak
Oteli'nin bir "ibret belgesi" olarak saklanmasıyla gösteril-
mesini ve güçlendinlmesini diliyorlar.
Hükümet de böylesı bir dileğe ortak olmalı, laiklik ve de-
mokrasi düşmanlannın ne denli ilkel ve insanlık dışı olabil-
dıklerinin, bizzat "katüamın tanığım" yaşatarak sürekli ser-
gilenmesini sağlamalıdır. Tıpkı, Ikinci Dünya Savaşı'nda fa-
şizmin uçaklannca bombalanan kimi yapılann, birer "ibret
belgesi" olarak yıkılmadan korunduğu Avnıpa kentlerindeki
anlamlı örneklergibi...
Hiç kuşkusuz, bu tarihsel görevin yerine getirilrıesinde,
öncelikle Kültür Bakanlığı'mn gerekli girişimlerde bulunma-
sı, özlemlerin bir an önce gerçekleşmesi yönünde büyük
önem taşımaktadır.
37 aydınımızın Kültür Bakanhğı'nca desteklenen bir kül-
tür etkınliğinde ve "kültür düşmanlarmm" saldınlanyla ya-
şamlannı yitirmeleri; ve yine bu aydınlanmızın, ülkemizin
yüz akı kültür emekçileri olarak tüm yaşamlannı halkımıan
kültürel geüşmesine adamış olmalan, yakıldıklan binayı "am-
tlaşûrma" yönünde bakanlığa "etik" bir sorumluluk yükle-
mekte, aynca böyle bir girişime hakhlık da kazandırmak-
tadır.
Kaldı ki, yine böyle bir görevin yasal dayanağı da bulun-
makta. 2863 sayılı Kültür Varlıklan Yasası, Bakanlıkça ko-
rumaya alınacak yerler arasında "Önemli tarihsel olaylann
geçtiğı'" mekanlan da tanımlamaktadır.
Orneğın. Kurtulîış Savaşı sırasında Kuvayi Milüyecilerin
şehit düştükleri alanlar ve yapılar, tarihsel önemleri nedeniy-
le bugün nasıl koruma altındalarsa, Madımak Oteli de ben-
eer şekilde, ülkeyi gericiliğe karşı savunanlann topluca öldü-
rüldükleri bir bina olarak aynı "tarihsel önem" içinde yıkıl-
madan, korunmahdır...
Sayın Fikri Sağlar, Sıvas katliarnının ardmdan çeşitli yöre-
lerde gözlenen "kültür senliklerini yasaklama" kararlanna
karşı valiliklere bir bakanlık genelgesı göndererek, hükümet
programındakı "demokratikleşme ve tüm özgüıiükleri yaş*-
ma geçirme" hedefınin alünı çizdi. Bu hedefe ulaşılabilmesi
için de kültürel etkinliklerin önemini ve zenginLığmi vurgula-
dı.
Kültür Bakanbğı'nın, yüreklere su serpen bu ve benzeri gi-
rişimlerinıcoşkuylakarşılarken, Madımak Oteli'nide "gerici-
liğe karşı bir kültür aıutı" olarak demokratikleşme sürecine
armağan etmesini diliyoruz.
Bu armağan. Sıvas'ın ünlü türküsündeki "kurban olam,
kalem tutan ellere" anlayışının, bu kültür sevdahsı kentimiz-
den ve ülkemizden sonsuza dek silinmemesini de sağlaya-
caktır.
Madımak Oteli. Sıvas dağlannda "madımaklar" yeşerdiği
sürece, laikliğe ve demokrasiye yürekten bağlılığın ölümsüz-
leştiği bir "uygarhk şehitleri müzesi" olarak kalsın...
Tem'dekarmasergi
Kültür Servisi - Farklı çizgilerde çalışan yirmi iki sanatçının
yüz beş yapıtı. 15 eylül tarihine kadar Tem Sanat
Galerisi'nde sergilenecek. Çoğunluğu yağlıboya olmak
üzere seksen bir tablo ve yirmi dört heykelin sergilendiği,
karma plastık sanatlar sergisinde, AH Avni Çelebi, Haklu
Anlı, Abidin Dino. Selim Toran, Şükriye Dilmen, Adnan
Vannca, Nejad Melih Devrim, Orner Kalesi, Metin
Talayman, Seyyit Bozdoğan, Höseyin Ertunç, Fevzi
Karakoc, Fuat Acaroğhı, Talat EnKl, V üksel Ozen, Mithat
Şen, Selina Gürbüz, Gürhan Yücel, Salih Coşkun ve Vahap
Avşar'ın resimlen Aytaç Katı. Abdülkadir öztürk, Salih
Coşkun ve Sefana Gürbüz'ün heykelleri yer ahyor.
Frida Kahlofilmi
Kültür Servisi - Ünlü Meksikalı ressam Frida Kahlonun
yaşamı film oluyor. ABD'deyapımalann, bütçesi
konusunda bir türlü anlaşmaya varamamalan, ardından
İspanyol bir grubun filmde mutlaka Latin kökenli bir
oyuncunun Kahlo'yucanlandırması için lobi yapması, fihn
projesinin birsüreaskıya alınmasına neden olmuştu.
ABDden First Look, ftalya'dan C.E.P. ve Meksika'dan
1MCINE film şirketleri biraraya gelerek birortak-yapım
projesinc imza attılar. Filmin yönetmenliğini üstlenen Luis
Valdezdeyapımçalışmalanna başladı. "TheTwo Fridas"
(İki Frıdaladını taşıyan filmde, LfluraSanGiaconıoile
Meksikalı oyuncu Ofelia Medina Frida rolünü
piiykışacaklar.