27 Kasım 2024 Çarşamba English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
3 AĞUSTOS1993SALI CUMHURİYET2 SAYFA KULTUR Devlet Opera ve Balesi Genel Müdürü Rengim Gökmen'le kurumun bugünü ve yannı üzerine Türk operavebalesiçağıyakalıyormu? VEFA ÇİFTÇtOĞLU ANKARA - Türkiye Devlet Opera ve Balesi, dünyaca ünlü opera ve bale- lerin üyesi bulunduğu Uluslararası Operalar Birliği'nin yedi kişilik Yûrüt- me Kurulu'na seçildi. Son yıllarda büyûk bir atılım içeri- sinde olduğu gözlenen opera ve bate- mian genç genel müdürü Sayın Reo- gim Gökmen ile yaptığımız söyleşı, bu kurumun bugünü ve yannı için ne gibi projelere sahıp olduğunu da göster- mekte... - Sayın Gökmen bu görev size teklif edMğinde ne gjbi zoriuklaria karşıia- şacağınızı tahmin ediyordunuz? Bek- lentilerûüz, projeleriniz gerçekleşti mi? Opera ve baie sanatı, yapısı sebebıy- le bireysel aktivasyona yönelik olmas bakımından çok stresli, rekabetin çok acımasız olduğu onamlar yaratır. Bu bütün dünyada böyledir. Türkiye'de buna ekJenen, kamuoyunun ve basının yeterli denetim mekaniz- masının olmayışı, her prodüksiyona çok değişik yargılarla yaklaşım, birbi- rine a t sonuçlan ve değerlendirmeleri oluşturmaktadır. Ben göreve getirileceğim zaman çok çetin bir mücadelenin içerisine girecegi- mi. diğer yönetimlere göre daha çok eleştiri alacağmı biliyordum. Ama umduğum kadar olmadı. çün- kü ben yönetimim süresince birtakım şeylerin daha çağdaş, daha akıla bi- çunde yapılması için mûcadele ettim. Çoğu İcez övgüler alırken zaman za- man da doğal olarak yerildim. Şimdi yapılması gereken pek çok şey var; bunJar sadece opera ve bafeyi değil, tüm Türk kültür ve sanatını kapsayacak ve şekillendirecek bir bi- çimde olmalıdır diye düşünüyorum. Ama ben sorumlu olduğum konuda, Türk opera ve balesine bir ivme ka- zandınimıştır diyorum. - tzleyici saysımn arttığı bir gerçek. Bu, prödüksiyonlann kaliteü oktuğu anlamına mı geliyor? Bizim amaamız hem izleyiri sayısını arttırmak hem de kaliteü yapımJar sunmak. Çünkü tek bir yüksek opera küJtürii ya da yüksek bir bale kültürü- ne sahip izleyici kitlesine hitap etmek, kurum olarak bizim tek görevimiz de- ğil. Bizim amaamız bir anlamda hiç opera ve bale kültürüne sahip olma- yan kitleyi yakalayıp çekebilmek. Bu nedenle repertuvanmıa cıddı operalar- dan çocuk operalanna ve müzikallere kadar geniş tutuyoruz. Dünyaıun ünlü operalannda belki bizimki kadar bu tür geniş bir yelpaze içerisinde bir repertuvar olaşturulmamıştır, ama biz buna zorunluyuz. Ankara'daki ban prodüksiyonlanmızın dekor ve kos- tümleri zayıf diye eleştiri aüyoruz. Haklı olabilir bu eleştiriler. Ama btzim bu tür pratik prodüksiyonlara yönel- memizdeki en büyük neden, bu tür oyunlan Anadolu'nun her yerine gö- türebilmek, küçük sahnelerde de oy- nayabilmektir. - Geçen sezon temsil saysında böynk bir artış görüldü. Ve pek çok tetnsü ka- palı gişe oynadı. Bu aröşı neye bafbyor- sunuz? Bız prodüksiyon ve lemsiJ sayımızı arttırahm ktiyoruz. Çünkü haftada 3 ternsil yaptığımız dönemde örneğin Ankara'da nüfus bir milyondu, şimdi dörde ulaşmak üzere; o halde temsil sayımızı dörde katlamak zorundayız. Jstanbul. lzmir ve Mersin'de de du- rum aynı, yalıuz bu prodüksiyonlan arttınrken birtakım faktörleri gözardı etmemek Iazım. Bunlann en önemlisi yapımJann opera ve bale içerisindeki departmanlara eşit yük getirmesine dikkat etmektir. Örneğin bütün pro- düksiyonlarda en büyük yük orkestra- ya düşmektedir, temsil sayısı artınca hepsinde calmak durumu ortaya çı- kmaktadır. Bu kolay kaldınlacak bir yük değildir. - Buıu bağjı şu sonıva yanıt verir mi- sinb iütfen? önümözdekj sezon Anka- ra'da "LohengrhT ve "Salome*' gibi iki man taşıyor. Ben inanıyorum ki koro olsun orkestramız olsun. bütün ku- rum olarak biz çok büyük şeyleri başa- rabilecek kapasitedeyiz; yeter ki ken- dimize güvenelim. Ama büyük pro- düksiyonun rizikosu hep vardır. baa rizikolan da göze almasını bilmeliyiz; kaldı ki hesap edip bir okun yaydan atılma noktası gibi tam limite kadar zorlamalıyK. ne bir eksik ne bir fazla. - Her >ü kadro sorunlan oluşuyor; gerek bal'ede, gerek diğer bölümlerde. Bu yığılmanın öoüne nasıl geçüecek? Bu bü>ük bir problem olarak karşımızda duruyor. Yeni sahneler açılıyor. yeni arkadaşlann oraya plase olması durumu olabilir. - Büyûk kentlerde kadro şişkinliği yok olur. - Sizce bu çözüm mii? Bale de sosyal güvenceyi almtş. Hiçbir temsfle, kurun içi eğitim ve konservatuvar eğitimine katılmayan. maaşını alan sanatçılar var. mayı da hiç düşünmeyen sanatçılar var. O zaman resen emekli etme durumu olmalı. - Ama edümjyor. Dışarıda nasıl bu durum? Orada hemen ederler. - Burada edilemediğine göre birtakım yasal düzenlemeler gerekmekte sanınm.. Biz, opera ve bale çalışanlan için ekonomik açıdan Batı standartlannın altına düşmeyecek bir emeklilik ücreti düşünüyor ve istiyonız, ama bunun A merikalısı, îtalyanı Fransızı Türkiye'nin 'orient yüzünü' biliyorlar, ama çağdaş yüzünü bilmiyorlar. Bizim, Türkiye'nin cumhuriyet döneminde yaptığı atılımı sergilememiz Iazım. Çünkü biz yurtiçinde bu yönümüzle övünüyorıız. o,nlar bizi hala peçeli, fesli biliyor. Yapmamız gereken, çağdaş sanatı sizin kadar iyi yapabiliyoruz iddiası olmamalı; kendi kültürünü yaratan, çağdaş ve ulusal benliğini arayan bir Türkiye'yi gözJer önüne serebilmeliyiz. dnemli yapıt var; buna diğerlerini de ek- leyince 110 kişük bir orkestra bunun atandan nas» kalkfeütnr? Orkestra kadromuz bence kısıtü de- ğil, orkestramızın kadrosu, Batı'da çok büyük prodüksiyonlan çok sayı- da üreten operalann kadrosuna erişti; aynı zamanda çok düzeyli bir orkestra konumuna da geldi. Bunu çeşitli kon- serler ve temsillerde gördük. Şimdi ar- kadaşlanmızın kendi potansiyelleri ve kendi güçlerine yönelik doğru bir tah- minleri yok. Kendiferinin neyi başanp neyi başaramayacaklan konusunda da bilgileri yok. Şu anda orkestradan konu açıldığı için orkestra diyorum. zira koro da aynı endişeyi zaman za- söz konusu. Sahne hayah bitmiş kişi emekü olmuyor. Nasıl bir sistem ofanalı ki bu sanatçıİar rahatlıkla emekli oisun- lar ve yeni gelen gençlere yer açılabil- sin? Çözüm getirebilir ve bu çözüm tartışılabilir. Ama sorunu Kültür Ba- kanlığı'na bağlı tüm kurumlan göze- terek ele almak Iazım; Devlet Tiyatro- lan Genel Müdürlüğu, Güzel Sanatlar Genel Müdürlüğü gibi.. Benim kafamda da çözümler var. ömeğın sanatgnın asgari sosyal gü- vencesi sağlandıktan sonra. onun üze- rinde üretime katıldığı prova temsil ve konser sayısma göre artı ek ücret öde- nir. Bu şekilde birtakım serzenişler de sağlanması Türkiye genelinde çok bü- yük bir ayncahk yaratacağından ka- bul görmüyor. Kabul edilse emekli olanlann sayısı hemen artacakür. Ben sanatçının -mümkün olduğu kadar yüksek üCret almasını istiyorum ama, işı yapanla yapmayan arasında bir fark olmalı. - Gündemde yeni bir opera binası var nu? Çalışmalar var, Atatürk Kültür Merkezi alarunda bir opera binası çalı- şması var. Biraz zaman istiyor. Türki- ye'de bütün bu eleştirel yaklaşımlar içerisinde çok başanlı işler üreten sa- natçılann daha iyi mekanlarda çalı- şmaya layık olduklannı düşünüyo- rum. Sanatı bir tarafa koysak bile, ulusal prestijimiz açısından bugün Türkiye'nin hiçbir yerinde ne doğru dürüst bir opera binası ne de konser salonu vardır. Kültür o kadar gözardı edilecek, o kadar lüks bir şey değildir; bir GAP projesi Türkiye için ne kadar önemliyse kültür sorunlanmız da o kadar önemlidir. Artık şunu görme- miz gerektiğine inanıyorum: Kültür bir lüks değil, birlikte yaşadığımız var olan bir olgudur. Ve en büyük propa- ganda araadır. Bakıruz şu 2000 yılı olimpiyat oyunlanna.. Bu propagan- dayı niye sanatla yapmıyoruz, bir tür- lü anlayamıyorum. O kadar başanlı sanatçılanmız var ki! Bunlar hiç kimsenin yapamadığı propagandayı hiç kimsenin ulaşamadığı kesime ya- parlar... - Yurtdçmda Türk kültür propagan- dası denince üc beş unsur akla geliyor. Hiçbir zaman çok sesli müzik kurum- lanmız düşurailmöyor. Bu düşünce du- varlarmı nasıl yok edebüiriz? O çok değişik bir düşünce tarzı. De- niyor ki, 'Opera ve bale ile biz onlan taklit ediyoruz; oradaysa onlann alası var; dolayısı ile biz kendimizden bir şeyler sataiım, tanıtalım.' Ben de diyorum ki, o adamlar bizde birtakım egzotik şeyler olduğunu bili- yorlar. Belki ne olduğunu tam bilmi- yorlar. Biz de Çin'de köklü bir kültür olduğunu biliyoruz, ama neler oldu- ğunu detaylı bilmiyoruz; bunlan tanı- tmak ayn bir konu. Amerikalısı, îtalyanı, Fransızı Tür- kiye'nin 'orient yüzünü' biliyorlar. ama çağdaş yüzünü bilmiyorlar. Bi- am, Türkiye'nin cumhuriyet döne- minde yaptığı atılımı sergilememiz Iazım. Çünkü biz yurtiçinde bu yönü- müzle övünüyoruz. Onlar bizi hala pe- çeli, fesli biliyor. Bizim yapmamız ge- reken, çağdaş sanatı sizin kadar iyi ya- pabiliyoruz iddiası olmamalı; kendi kültürünü yaratan. çağdaş ve ulusal benliğini arayan bir Türkiye'yi gözler önüne serebilmeliyiz. Türkiye bugün Doğu'da senfoni orkestralanna sahip. Japonya ve birkaç Uzakdoğu ülkesi dışında tek ülkedir. Bu çok önemlı bir durumdur. Bunlan tanıtmamızın Batı'ya açılmamız açısından gerekli olduguna inanıyorum. - Sayın Gökmen, önümüzdeki sezon ne gibi prodüksiyoniar düşünüyorsu- nuz? Önümüzdeki sezon dört opera ve bale, sezonu 2 ekimde acacaktır. Mer- sin sıcak olur deniyor. orada belki se- zonu konserle açabiliriz; ama yine de 2 ekim, açıhş tarihimizdir. Ankara'da yeni prodüksiyon olarak Lohengrin, Salonıe ve Rigoietto var. Istanbul'da Şen Dtıl, Turandot, Don Carlos sah- nelenecek. Mersin için La Boheme ve Cavalleria Rusticana düşünülüvor. Aynca bir'Eylül Akşamlan" düşün- cem var; ne derece uygulayabiliriz gö- receğiz. 'Eylül Akşamlan'nda, açık havada, bize gelemeyen kesimlerin ayağına gitınek ve onlara tanıtım ya- pabilmek, opera ve baleyi sevdirmek bakımından yalnız bizim işimiz değil- dir. Bu konuya tüm medyanın eğılme- si gerekir. Bu; çağdaş. demokratik ve Atatürk ilkeleri doğrultusunda, onun ilkelerini savunan tüm kurumlann desteklemesi gereken bir konudur. Ataol Behramoğlu'nun 'Lozan' adlı oyunu bu sezon Antalya Devlet Tiyatrosu'nda sahnelecek 4 Sankikonferans süsüverilmiş bir komedya'ANILAL , "Büyük bir ring. Oynneular boksddi- venleri takmış olarak küme küme a>Tri- mışlardır. Bir köşede TÜRKİYE- fSMET PAŞA, bir başfca köşede SOVYTT RLSYA-ÇjÇERİN. İÎV- GtLTERE-LORD CURZON, FRANSA BARERRE, İTALYA- MARKİ GARRONÎ, AiMFRİKA- CHİLD, JAPONYA-BARON HA- YASHt... Gazetecikr, izleyici, uğnitiL. gongcaiar 1. raund." Ataol Behramoğlu'nun "Lozan" adlı tiyatro oyununda Lozan Banş Konfe- ransı-Boğazlar Oturumu'nun 'oynana- cağV sahne böyle betimleniyor. Bu ring- de güreşçiler ünlü devlet adamlandır, güreş sonunda galip gelen ise Boğazlann kontrolünü elde edecekür. Behramoğlu'nun 1978'den I992'ye uzun bir zaman içinde yürüttüğü titiz ta- nhi araştırmalara ve belgelere dayanan oyunu "Lozan" önümüzdeki sezon 27 ekimden itibaren Antalya Devlet Tiyat- rosu'nda sahnelenmeye başlayacak. Ya- zar. Lozan görüşmeleri üzerine bir oyun yazma fıkrini ilk 1978'de Beklan Algan'- ın ortaya attığını söylüyor. O zamanlar Behramoğlu. Şehir Tiyatrolan'nda dramaturg olarak çalışıyor, Beklan Al- gan ise Tepebaşı Tiyatrosu'nu yöneti- yormuş. Çalışmalar ba^lıyor, fakat ara- ^a 12 Eylülün girmesiyle proje bekle- nek zorunda kalıyor taa ki Behramoğlu ) dönemde yazdıklannı 92 yazında tek- arelealanadek. Dönemin başlıca tarihsel kişilikleri »yunda çeşitli imailarla veriliyor. fstan- ıul"un işgalini ve kurtuluşunu yaşamış, eklentileri olan fakat bu beklentileri erçekleştirecek kimlikten uzak bir halk, ıvla oynayan kişilerle gösterilmiş. Beh- ımoğlu'nun bu tavla oynayan kişilerle gili bir de tatsız bir deneyimi var: "Beni dehşetle nrperten bir olay bu. Bü- ikada'dayı/ ve evimde televizyon yok, ).00 haberlerinde Sıvas olavlannı iz- mek üzere kahveye koşuyorum. Kahve- • ta>la oynayan iki kişi var. Dışında da i gıvimli orta yaşın iizerinde insanlar. îlevizyon, Erzincan'daki katliamı verdi. tavla oynayan halktan iki insan, bir tek re bile başlanm çevirip bakmadıiar. rda ölümden dönmüş ağır yaralı insan- lar inieyerek tdevizyonculara demec ve- rirkoı haOumız tavla oynuyordu. Oyunda tavla oynayan nsaıriaria antartığm işte aynı haJkör". Oyunun bir başka kişisi ise gözleri bağlı tarihçide simgeleşen kafası İcanşık aydın tipi. Behramoğlu, 1923'ten I993'e birşey değişmediğini aydınlanmızın hala kafa kanşıklığı içinde olduklannı söylü- yor. Bir başka tarihsel grup olan manda taraftarlanna ise çok insafsız bir eleştiri yönelttiğini açıklıyor yazar:"Çünkü bi- finçü ya da bilinçsiz mandacılar, bugün de haddindeıı fazla buhmmaktadır OlkenNz- de". Oyunun belki dc cn karikatürizc? en kaba çi/ilmiş kişilikleri ise "aç gözhi em- peryaJisHer". Görüşmclcrde katıldıklan ülkelcnn çıkarlannı temsil cdcn bu ki- barlıklan takım clbisclcrinc kadar işlc- mişil) diplomal cinsi, asıl yüzlcrinı hay- van maskeleri taktıklan maskefı baloda gösteriyorlar. Behramoğlu, emperyalist- İerin açgözlülükterini, kurduğu bir ziya- fet sofrasında iyice vurguluyor. Bir de yazann gizli meclis tutanaklan- na başvurarak aktardığı bir meclis at- mosferi var ki karmakanşık. Birbırine bağıran, hakaret eden millletvekillen. "Herhalde bugünkü meclis ortamını ga- yet iyi batırlatan bir meclis. Böyle bir mectisle hangi savaşa girilebilir, hangi Musul geri alınabilirdi bilemiyonım" Kitabının önsözünde Behramoğlu, Lozan'ın bir açık oyun olduğunu. amacının anlaşmanın birbaşan mı yenil- gi rni olduğunu tartışmak değil, emper- yalizm üzerine düşündürtmek olduğunu söylüyor. Yazar bu sözleriyle bütün mo- dem yapıtlarda olduğu gibi Lozan"ın da hiçbir zaman güncelliğini kaybetme- yeceğinı her dönemde oynanabileceğini Ataol Behramoğlu de açıklamış oluyor. Oyundaki yazann sözleri ise gerçek hayattaki yazanmızın düşüncesini netleştiriyor: Yazar: "Oytımı yazarken, başlangıçta beüi bir tarihsel kesit olarak LozaıTın kendisini almanın yeterli olacdğını düşiin- müştüm. Fakat çalışmalar ilerledikçe bir yanı gecmişe bir yanı bugünlere uzanan bir labirent içinde buldutn kcndimi." Yönetmenın yanıtı, "Va/ılışta da sahnelerken de amacımız bu değil miy- dj? Geçmişi anlamaktan çok bugümi anlamava çalrşmak." -Neden Lozan gibi bir oyun yazntaJt «s- tediniz? -Ben yakın tarihe ilgi düyan bir in- sanım. Herhalde bunun en belirgın gös- tergesi de Mustafa Suphi Destanı'dır. Bu bütün 70'li yıllar boyunca üzerinde ça- lıştığım bir konuydu. 1980'de yayı- mlandı. Sonra oyunlaştınldı. Lozan'ı doğrudan oyun olarak tasar- ladım. Konu beni çok ilgilendirmişti ta- bii ki. Unsurlannı da sanatsal ve teatral açıdan ilginç bulmuştum. Konuyla ilgili belgeler çıktıkça alıp saklıyordum. -Böylc tarihi bir olay a. aslında belgeter- k aktanlabilecek bir yaşantıya teatralhe kazandıran dramatik öz nedir? Hakikat beni herzamanherşeydençok ilgilendirir. O bakımdan tarihsel metinler üzerinde çalışmak heyecan verici. Kur- gusal, daha doğrusu imajiner bir şeyden daha çok ilgilendiriyor beni hakikat. Hakikatten yola çıkarak imajiar yarattı- ğınızda o artık sanat eseri olur. Çok klasik bir örnek:'Suç ve Ceza'. Bir gazete haberi, bir dnayet olayından yola çıka- rak Dostoyevski hayati meselelerin tartışıldığı psikolojik bir roman yazmış. Lozan tarihsel belgelerin ağırlık taşıdığı bir oyun.. Bu tarihsel belgeleri inceler- ken çeüşkileri, karşıtlıklan görmeye çalıştım. Oyunda imajlarla anlatılan bu çeüşkiler, dramatizmin kendisini oluş- turdu. Bir yanda bıkkın dıyebileceğiniz bir halk, öbür yanda garip çıkar çatı- şmalan olan ama yine de beraber hare- ket edebilen emperyalistler, aydınlar arasındak] çeüşkiler... Bunlan bir araya getinliğinizde dramatik bütünJük ortaya çıkmış oluyor. -Sirk çığırtkanlarının, maskeli hay\an- lann geçiş yaptığı, Macivat Karagöz oyunlannın oynandığı, labirentlerin, pandomim bölümlerinin yer aldığı oytınu- nuzda geleneksel Türk tiyarrosunun yanı sıra modern tiyatro unsaiiarından da ya- rariandığınızı söylüyorsunuz. Oyunda belgeden hayalı olana geçili- yor, hayalı olanla belgesel olan arasında bağlantı kuruluyor. Hangisi tarihsel, hangisi imajiner kahraman. hangisi ha- kıkaten söylenmiş, hangisi yazann kur- gusu. Bunlar bir yerde birbirine kanşı- yor. Modern tiyatroderken böyle birşey kastedıyordum. Hayalle gençek olanın birbirine geçmesi. Halk tiyatrosundan ise karagöz-hadvat ve sirk oyunlan gibi unsurlan kullandım. Behramoğlu sözlerini İnönü'nün Ix»rd Curzoa'a söyledikleriyle bitiriyor: "Sanki konferans süsö »erilmek istenen bir sahne oyunundayı/. Bütiin bu tartışma ve görüşnKİerimiz de bana bazen bir ko- medyadan ibaretmiş gibi göriinüyor." "Uygarlık Şehftleri Müzesi!••• OKTAY EKİNCİ Sıvas katliamını izleyen günlerde Cumhuriyet okurlanna duyurmuştuk. Cenaze törenleri öncesinde fstanbul'da yapı- lan meslek odalan ve kitle örgütleri toplantısında, Madnnak Oteli'nin bir "amt-müze" olarak korunması önerisı benim- senmişti. Toplanüya katılan DtSK temsilcileri de, gerekirse bu binayı kendilerinin satın alarak laıkJik ve demokrasi sa- vaşımına armağan edebileceklerini söylemişlerdi. Bu toplantının ardmdan, SHP II Başkanı Yüksel Çengel de hir acıklama yaparak, aynı amaç için otele talip olduklannı belirtti ve hatta otelin sahibi Murteza öfütçü'nün dc "müze fıkrini" desteklediğini kamuoyuna duyurdu. (Cumhuriyet - 10Jemmuz)993) Öneri, giderek, yurt düzeyindeki duyarlı çevreler arasında genel bir isteğe dönüşmüş olacak ki, geçenlerde Aşık Veysel Kültür Derneği Başkanı Veysel Kaymak, Şarkışla ve Sivria- lan'da yapacaklan şenliğin Sıvas Valiliği'nce ertelenmesine karşı tepkisini dilc getirirken de aynı özlemi yineledi; Madı- mak Oteli'nin "kamulaştırüarak" müze yapılması gerektiğini söyledi. Bu arada. yine katliamı izleyen günlerde, Sıvas'ın aydın halkı gruplar halinde otele giderek yangın nedeniyle harabe- ye dönen binaya karanfiller attılar: "kalem tutanellere" karşı tarihten gelen saygı ve sevgilerini. o yürekli ellerin aa- masızca yakıldığı oteli bezeyerek. bir kez daha kanıtladılar... Bütün bu gelişmeler şunu gösteriyor: Laikliğin ve demokrasinin gerçek güvencesi olan duyarlı toplum kesimleri, 2 Temmuz'daki aydın katliarnının utanç verici yüzünün zamanla unutulmasından yana değiller. O nedenle de, bu katliamla amaçlanan karanlık beklenti- Iere karşı. Türkiye"njn şeriata ve her türlü gericiliğe asia tes- lim cdilrneyeceği yönündeki ^ulusal kararlıİığm", Madımak Oteli'nin bir "ibret belgesi" olarak saklanmasıyla gösteril- mesini ve güçlendinlmesini diliyorlar. Hükümet de böylesı bir dileğe ortak olmalı, laiklik ve de- mokrasi düşmanlannın ne denli ilkel ve insanlık dışı olabil- dıklerinin, bizzat "katüamın tanığım" yaşatarak sürekli ser- gilenmesini sağlamalıdır. Tıpkı, Ikinci Dünya Savaşı'nda fa- şizmin uçaklannca bombalanan kimi yapılann, birer "ibret belgesi" olarak yıkılmadan korunduğu Avnıpa kentlerindeki anlamlı örneklergibi... Hiç kuşkusuz, bu tarihsel görevin yerine getirilrıesinde, öncelikle Kültür Bakanlığı'mn gerekli girişimlerde bulunma- sı, özlemlerin bir an önce gerçekleşmesi yönünde büyük önem taşımaktadır. 37 aydınımızın Kültür Bakanhğı'nca desteklenen bir kül- tür etkınliğinde ve "kültür düşmanlarmm" saldınlanyla ya- şamlannı yitirmeleri; ve yine bu aydınlanmızın, ülkemizin yüz akı kültür emekçileri olarak tüm yaşamlannı halkımıan kültürel geüşmesine adamış olmalan, yakıldıklan binayı "am- tlaşûrma" yönünde bakanlığa "etik" bir sorumluluk yükle- mekte, aynca böyle bir girişime hakhlık da kazandırmak- tadır. Kaldı ki, yine böyle bir görevin yasal dayanağı da bulun- makta. 2863 sayılı Kültür Varlıklan Yasası, Bakanlıkça ko- rumaya alınacak yerler arasında "Önemli tarihsel olaylann geçtiğı'" mekanlan da tanımlamaktadır. Orneğın. Kurtulîış Savaşı sırasında Kuvayi Milüyecilerin şehit düştükleri alanlar ve yapılar, tarihsel önemleri nedeniy- le bugün nasıl koruma altındalarsa, Madımak Oteli de ben- eer şekilde, ülkeyi gericiliğe karşı savunanlann topluca öldü- rüldükleri bir bina olarak aynı "tarihsel önem" içinde yıkıl- madan, korunmahdır... Sayın Fikri Sağlar, Sıvas katliarnının ardmdan çeşitli yöre- lerde gözlenen "kültür senliklerini yasaklama" kararlanna karşı valiliklere bir bakanlık genelgesı göndererek, hükümet programındakı "demokratikleşme ve tüm özgüıiükleri yaş*- ma geçirme" hedefınin alünı çizdi. Bu hedefe ulaşılabilmesi için de kültürel etkinliklerin önemini ve zenginLığmi vurgula- dı. Kültür Bakanbğı'nın, yüreklere su serpen bu ve benzeri gi- rişimlerinıcoşkuylakarşılarken, Madımak Oteli'nide "gerici- liğe karşı bir kültür aıutı" olarak demokratikleşme sürecine armağan etmesini diliyoruz. Bu armağan. Sıvas'ın ünlü türküsündeki "kurban olam, kalem tutan ellere" anlayışının, bu kültür sevdahsı kentimiz- den ve ülkemizden sonsuza dek silinmemesini de sağlaya- caktır. Madımak Oteli. Sıvas dağlannda "madımaklar" yeşerdiği sürece, laikliğe ve demokrasiye yürekten bağlılığın ölümsüz- leştiği bir "uygarhk şehitleri müzesi" olarak kalsın... Tem'dekarmasergi Kültür Servisi - Farklı çizgilerde çalışan yirmi iki sanatçının yüz beş yapıtı. 15 eylül tarihine kadar Tem Sanat Galerisi'nde sergilenecek. Çoğunluğu yağlıboya olmak üzere seksen bir tablo ve yirmi dört heykelin sergilendiği, karma plastık sanatlar sergisinde, AH Avni Çelebi, Haklu Anlı, Abidin Dino. Selim Toran, Şükriye Dilmen, Adnan Vannca, Nejad Melih Devrim, Orner Kalesi, Metin Talayman, Seyyit Bozdoğan, Höseyin Ertunç, Fevzi Karakoc, Fuat Acaroğhı, Talat EnKl, V üksel Ozen, Mithat Şen, Selina Gürbüz, Gürhan Yücel, Salih Coşkun ve Vahap Avşar'ın resimlen Aytaç Katı. Abdülkadir öztürk, Salih Coşkun ve Sefana Gürbüz'ün heykelleri yer ahyor. Frida Kahlofilmi Kültür Servisi - Ünlü Meksikalı ressam Frida Kahlonun yaşamı film oluyor. ABD'deyapımalann, bütçesi konusunda bir türlü anlaşmaya varamamalan, ardından İspanyol bir grubun filmde mutlaka Latin kökenli bir oyuncunun Kahlo'yucanlandırması için lobi yapması, fihn projesinin birsüreaskıya alınmasına neden olmuştu. ABDden First Look, ftalya'dan C.E.P. ve Meksika'dan 1MCINE film şirketleri biraraya gelerek birortak-yapım projesinc imza attılar. Filmin yönetmenliğini üstlenen Luis Valdezdeyapımçalışmalanna başladı. "TheTwo Fridas" (İki Frıdaladını taşıyan filmde, LfluraSanGiaconıoile Meksikalı oyuncu Ofelia Medina Frida rolünü piiykışacaklar.
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle