Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
- 2024
- 2023
- 2022
- 2021
- 2020
- 2019
- 2018
- 2017
- 2016
- 2015
- 2014
- 2013
- 2012
- 2011
- 2010
- 2009
- 2008
- 2007
- 2006
- 2005
- 2004
- 2003
- 2002
- 2001
- 2000
- 1999
- 1998
- 1997
- 1996
- 1995
- 1994
- 1993
- 1992
- 1991
- 1990
- 1989
- 1988
- 1987
- 1986
- 1985
- 1984
- 1983
- 1982
- 1981
- 1980
- 1979
- 1978
- 1977
- 1976
- 1975
- 1974
- 1973
- 1972
- 1971
- 1970
- 1969
- 1968
- 1967
- 1966
- 1965
- 1964
- 1963
- 1962
- 1961
- 1960
- 1959
- 1958
- 1957
- 1956
- 1955
- 1954
- 1953
- 1952
- 1951
- 1950
- 1949
- 1948
- 1947
- 1946
- 1945
- 1944
- 1943
- 1942
- 1941
- 1940
- 1939
- 1938
- 1937
- 1936
- 1935
- 1934
- 1933
- 1932
- 1931
- 1930
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
SAYFA CUMHURİYET 5ARALIK1993PAZAR
8 PAZAR YAZILARI
80metreye
sığandnsellikBu sabah yayımlanan gaze-
teler eğer tabloid boyuttaysa,
biricik ve tek konulan cinsellik
olacak. Başka seçenekleri yok.
Hafta içinde de öyle. Hafta so-
nunda iyice öyle.
Tabloid. bir gazetenin yan-
dan katlanmış boyutunda
basılan gazeteye deniliyor.
Türkiye'de de yakın zamanlar-
da 6 ay kadar süreyle bu bo-
yutta bir gazete vardı. Halen
büyük gazetelerin baa ekleri
de yine tabloid boyutta. Ancak
İngilterede sorun sadece en,
boy değil. Zihniyet de. Tabloid
gazete denildi mi asparagas.
akıllara seza haberler, cinsellik
üzerine iç gıcıklayıcı bol fotoğ-
raf ve laf salatalan akla geli-
yor. Tabloid gazetede her
konu, olabildiği kadar yüzey-
sel ve fasafiso. Ama millet
bayılıyor. Hele hafta sonlan-
nda.
Hafta içinde ise tabloid ga-
zeteler her gün hiç durmadan
cinsellik üzerine fotoğraf ve-
"haber"le bezeli. Basının tiraj
durumlanru sürekli izleyen ku-
ruluş, herkesin bildiğini bir kez
daha bilimsel olarak saptadı:
Günlük tirajı 4 milyonlarda
gezinen Sun, cinsellikle ilgilı
her türlü habere en çok yer ve-
ren gazete olarak bulundu. Bu
bulgu. gazetenin ayırdığı sütun
uzunluğuna dayanıyor. Sade-
ce tek bir haftada Sun. cınselli-
ğe 80 metre uzunluğunda yer
ayırmış. Sun, bu konuda ra-
kipsiz. İkinci sırada yer alan
Daily Star. yalnızca 24 metreyi
bulabilmiş. Ve bu uzunluklar
sadece cinsel konulardaki "ha-
ber"c aynlan yer. Fotoğraf
alanı hesapta yok. Ve liste
aşağı doğru inıp gidiyor. Ciddi
gazetelerden Guardian'da cin-
sellik şöyle böyle 8 metre. In-
dependent'te bir o kadar. Yine
tabloid bir gazete olan Daily
Mirror hayret edilecek bir şe-
kilde sadece 3 metre kadar. İş
ve para dünyasının nabzını tu-
tan Financial Times ise koca
bir sıfır.
Bugün yayımlanan pazar
tabloidleri ise hafta içındekile-
re bakışja çok daha çarpıcı ve
çekici oımak zorunda. Ingiliz
tabloid basını için "Çirkin ama
gerekli" denilir. Satış için
amaç, ünlü insanlann yaşam-
lannı didik didik etmektir. Ça-
mur at izi kalsın anlayışı ile ün-
lüler hakkında her türlü dedi-
kodu, haber diye yazılır. An-
cak tabloidler, yüksek sosyete-
ye dil uzatamazlar. Çünkü o
ortamlara değil tabloid basın.
ciddı basın bile çoğu kez gire-
mez.
O ortamlann kendi seçkin
dedikodu dergileri vardır.
Ama yüksek sosyetenin en te-
pesindeki kraliyet ailesi, tablo-
id basının baş hedefı. Çünkü
kendilerine yöneltilen uydur-
malan yanıtlamazlar. İşin
Türk okuru ilgilendıren acı
yanı da var: İngiltere'den bir-
çok haberin. "İngiiiz basını
şöyle diyor" genellemesi al-
ünda tabloid basından
yansıtılması. Ciddi İngiliz
basınını izlemek. tabloidi izle-
mekten zordur tabii.
Cazagönül
vereıılerinsığınağı
Caza gönül verenler Chica-
go'nun bir zamanlar ona nasıl
bir sığınak olduğunu bilirler ve
dönüp dolaşıp bu şehirde ça-
larlar. Derler ki "Caz New Or-
leans'da doğmuş olabilir, ama
Chicago'da serpildi."
Chicago bluesun öyküsü
tam olarak nasıl başladı, pek
bilinmez. 1920*lere kadar caz-
da Ragtime çağının beşiği olan
Nevv Orleans giderek eski cazi-
besini yitirmeye başlar, ne de
olsa hayli tutucu bir güney şeh-
ridir. fçki yasağına dört elle
sanlmış müzikholler kapan-
mış. bütünüyle zenci olan mü-
zisyenler işsiz kalmıştır. Üste-
lik artık şehirdeki çoğu yer on-
lara kapalıdır.
O zamanlarda Chicago
gangsterlerin elındedır. bir
başka deyişlc içki yasağı vız
gelmektedir. Devir Al Çapone
devndir. muhteşem İtalyan
göçmeninin şehri haraca bağ-
ladıgı, halkın susuzluğuna ya-
sak içki satışıyla çare bulduğu
ve halkın da bundan tuhaf bir
şekilde memnun olduğu Ca-
pone'nun Chicago'su...
Yirmilerin sonlanna gelinir-
ken ekonomik kriz baş döndü-
rücü bir hızla tırmanmış. işsiz-
lik. açlık ve göç başlamışür.
Devir Fitzgerald'ın tatlı caz ça-
ğı değildir artık. fazlaca gerçe-
ğe bulanmıştır. İşle o zaman-
larda caz iyiden iyiye blucsa
çalmaya başlar. Bu Ragtime
çağının kapanışıdır, artık kim-
senin cazın Mississippi üzerin-
CHİCAGO
ŞANŞIN
TÜZÜN
deki çıkışı çarklı gemilerde
avare avare dolaşmasına ta-
hammülü yoktur. Böylece caz
kıvrak bir Mississippi rüzga-
nyla kuzeye savrulur. Chi-
cago"ya gelir ve şehrin güney
yakasında yuvalanır. Adı Chi-
cago Blues'dur. Yeni işlevine
uygun değişik bir stile bürü-
nür, hüznü daha iyi anlatabil-
mek için tenor saksofon gelir,
herkes içini dökebilsin diye bi-
reysel sololara önem verilir.
Blues bir çeşıt dertleşmedir ve
anlatacaği çok şey vardır.
•'Öyle acıklı Mueslanm var
ki,
Ağlamaktan alıkoyamaz se-
ni..."
Chicagoda caz sezonu açıl-
dı. Başta şehrin en eski caz ku-
lübü Green Mil olmak üzere
çoğu müzikhol çeşitli kentler-
den gelen caz sanatçılanyla do-
lup taşacak... Bir zamanlar
cazın bu şehre göçüyle Benny
Goodman gibi birkaç Beyazın
da caza katılmasından sonra,
şimdilerde neredeyse Zenciler-
den çok Beyazlar caz yapıyor.
Ama "Şişman kadın şarkı söy-
iemeden opera bitmez" derler
va, siyah adam trompeti elinc
almadan dacaz...
Avrupa'da aydın,
Türkiye'detaşralı
Altmışlı yıllann başlannda
gelmeye başladılar. Gençtiler.
sıktıklannın suyunu çıkanrlar-
dı. Bunun işverenler daha çok
farkındaydı. Birkaç yıl çalışıp
geri döneceklerdı. Dil bilmi-
yor, yol iz tanımıyorlardı. On-
lara ihtiyaç vardı. Kazanç da
doğrusu hoş geliyordu. Arsa-
lar alınmış, temeller atılmıştı.
Her kat için birkaç yıl daha
uzatılıyordu dönüşler.
Önce kendi başlanna evler
tuttular. Sağı solu öğrendiler.
Eşler veçocuklargeldi. Çocuk-
lar okula başladı. Yeni çocuk-
lar doğdu. Aile artık yerleşmiş-
ti. Ancak ne onlan gönderen-
ler ne davet edenler. "ne olacak
bu iş" diye düşünmüşlerdi. Bu
birincı kuşaktı. En uyanıklan-
nın öncülüğünde kendi kendi-
lerine örgütlendıler.
İkinci kuşak ise nispeten ço-
cuk. ama yetişkin çocuk ola-
rak gelenlerdi. Çoğunlukla ba-
baları gıbi ışçi oldular.
Üçüncü kuşak ve sonrası
için ise gelişme tamamen fark-
lıydı. Düşünce ve davranış
normlan bakımından Türkiye
ilc fazla alakaları olduğu söyle-
nemezdı. Türkçe'yı sonradan
öğrenmişlerdi.
Düşünün, genç kızımız tıp
ya da hukuk okuyor. Tek başı-
•ÖMER FARUK
CİRAVOĞLU
na yaşıyor. Hafta sonlan sev-
gilisiyle buluşuyor. Opera.
bale veya tiyatroya gidiyor.
Klasik müzikten hoşlanıyor.
Cumartesi akşamlan dansa gi-
diyor. Edebıyat ve sinema ho-
bisi. Virginia VVooif, James
Joyce okuyor. Yeni fılmler ve
yönetmenlerini tartışmaktan
özel bir zevk alıyor. Ancak bu
kıamızın ağzından Türkçe
oiarak "getcen mi, yoğusam
galcen mi" gibi bir şey duyu-
yorsunuz. "Kızmıız" tanımı
durumu biraz dramatize edi-
yorsa, "oğlumuz" diyelim. Bu
takdirde de Karadenizli ak-
sanıyla. "cidiy misun, citmiy
misun?" duyacaksınız.
Bir tersliği ortaya koymak
için yazıyorum ve bu terslik
içinde yadırgıyorum. Yoksa
çoğunu tanıyorum. Pınl pınl
buralarda umudümuz olacak,
başanlı. zeki. çalışkan insan-
lar. Yoksa boşuna mı dert edi-
yorum, ne dersıniz?
Rus sanatçılarseçimsahnesinde
Sanatçılar politikaya girmeli mi?
Edebiyat adamlan. gazeteciler. artist-
ler, şarkıcılar. sporcular siyasi partile-
re üye olup onlann propagandasını
yapmalı mı? Yoksa "halka mal olmuş"
bu insanlann böyle bir hakkı yok mu?
Tüm yasaklara ve kısıtlamalara
karşın yine de çok sayıda partinin ka-
tıldığı seçim kampanyasıyla birlikte
gündeme gelen sorulardan bir kısmı
da böyle. Çünkü çok sayıda "ünlü
aday" ortaya çıktı.
Kimler yok ki adaylar arasında?
Yeltsin yandaşı bir seçim blokunda
Rusya'nın en sevilen mizah ustalann-
dan Zadonıov ve dünya satranç şam-
piyonu Kasparov. Ona yakın çizgideki
bir başka blokla ünlü göz doktoru
Fyodorov ve gençliğin sevgilisi şarkıcı
Gazmanov. Muhalif bloklardan birin-
de bir başka popüler şarkıcı. Kabzon.
Bir diğcnnde ünlü rejisör Gavaruhin.
Üçüncüsünde artist Gundareva. Ya-
zarlar, tiyatrocular. bestekarlar, res-
samlar...
Halklan bu duruma çeşit çeşit lepkı
geliyor. Beğendiği ünlülerle tutluğu
partilerin çakıştığını görenler oldukça
hoşnut. Ama sempati dusduğu parti-
de sevmediği bir sanatçının öne çık-
masına dayanamayanlar vc özeliikle
de hayranı olduğu bir artisti veya ya-
zan, düşman saydığı bir parlinin safla-
nnda bulanlar oldukça rahatsız görü-
nüyorlar. Şu tür konuşmalara sıkça
rastlanıyor:
- Bir daha bu adamın konserine gi-
dersem insan değilım!
- Kitaplannda yazdığı düşüncclere
ihanel etti; yazık!
- Politikada işi neydi? Sanatıyla uğ-
raşsaydı ya!
Politikayla uğraşmanın her yurttaş
gibi ünlülerin de hakkı olduğunu tes-
lim edenler de az değil. Bunlar halkla-
nn yetiştirdiği üslün yeteneklerin, po-
litika alanında da söylevecek ilginç
şeyleri olabileceğini vurguluyorlar.
Ancak geniş kitlelerin saygısını ka-
zanan ünlü kişiler, üyesi olduklan par-
lılerin propagandasını yaparken, hele
hele ötekı partileri eleştirirken. bazı
hayranlannı ıncıtcbiliyor.
Sanatçı vc edcbıyatglann politika-
ya kanşmasına karşı olanlardan biri
olan ünlü yazar Fanl İskender şöyle
diyor:
- Yazar tıpkı bir yargıç gibi politika-
nın dışında durmalıdır. Politikaya alı-
lan yazar, fikirlenni temsil ettiği insan-
lann anlayabileceği düzeyegetirmeça-
bası>la basitleşürmek ve deforme el-
mek zorunda kalacaktır. Yaratıcılığını
yitjrecektir.
İskender. yazarların politika sahne-
sine çıkmalannın ya yağcılık ve riya-
karlıktan ya da sabırsızlıktan "bir şey-
leri hemen değiştirmek. gözle göritlür
bir etki yapmak" özleminden kaynak-
landığını dile getinyor. Einstein'ın, so-
nucu hemen görüldüğü için maran-
gozluk mesleğine sempati duyduğunu
anımsatıyor.
Politikaya atılan ünlülerse. Rusya'-
da artık herkesin bir seçim yapmak ve
ülkeyi kurtarmak ıçın harekete geç-
mck zorunda kaldığı olağanüstü bir
dönem yaşandığını anlatıyorlar.
Halkın politikaya duyarsız olan bü-
yük bölümü ise işi alaya alıyor. Çok
sayıda artistin parlamentoya gireceği-
ni tahmin eden bir şoför şöyle diyor:
- Komünist parlamento Yeltsin'in
ayağına dolanıyordu. Şimdi çözümü
buldular: Artık artistik bir parlamen-
tomuz olacak.
Ortaasya
değil
Avrupa
Hollanda'nın
başkenti
Amsterdam'dan
alışılmadık bir
manzara. Ancak
olayın aslı şu ki
şehirotobüsünün
tepesinde bavullar.
sepetler ve ev
eşyalan arasında
oturanlar insan
değil manken.
Mankenler,
Hollandalı bir
göçmen
kuruluşunun
Zandvoort
kentinde yaşayan
göçmenlere
başkcntten
götürdükleri
armağanlann bir
parçası. Otobüsün
icindeki yolcular
da bu kuruluşun
gönüllüleri.
Satılanve
sattırankadınlarEstonya, kapitaüzmi güzel
keşfetti. Hemen kavradılar ışin
püf noktasını. İsveçli gazeteci
Mert Kubu'nun, Tallin"den
yansıttığı görüntüden bir bölü-
mü okuyoruz.
"Serbest pazar ekonomisinin
peynden hemen kapitalizmin
karanlık yanlarının gelmesi çok
ilginç bir şey. Tallin'de ilk gene-
le> ma>tsta açıldı. Şimdi sayıları
50'yi buldu. En büyük reklam
tereninin adı Şefkat fırması.
Onun bırinci rakıbi Nofretete,
gerçek anlamıvla "Güzel kadın-
lar -rimsah değil-, iyi seks «e uy-
gun ortam sözüyle albeniH ol-
maya çalışıyor. Bir telefon ede-
nin pişman olmayacağına da
sözveriyor."(DN. 28 11 93)
İsveç"te. gçnelev yasak. Çeşit-
li türde "masaj senisi" veren
vcrlcr dc oldukça sıkı denetım
altında. Doğu komşulardan ge-
len ya da uyuşturucu kurbanı
hastalardan oluşan sokak ka-
dınlanvla çeşitli vönlcmlerle
uğraşılıyor. Ama kadın: satılan
ya da sattıran bir "mal" olarak
kullanılıyor: ne feministlenn gi-
derek artan sesi ne de bir avuç
gerçek demokratm çabalan. bu
gelişmeyi dizginleyebilivor...
Her yıl ilk kar düşünce -yani
şu sıralar- ünlü bir konfeksiyon
firması. sokak ilanlannda ünlü
modelleri kullanarak ıççamaşı-
nndan tutun mayoya dek bır-
çok "minünum" giysinin rekla-
mını yapar. Cindy"den Naima"-
ya dek birçok ünlü mankenin
çıplak bedenı, erken gelen kışın
üşüttüğü halkın karşısında ga-
yet sıcak görüntüler oluşturur.
Bu yıl da aynı fırma. oldukça
dolgun ve tanınmış bir sanşını
sutyen ve külot reklamı için seç-
ti. Bir anda büyük kentler. bu
hatunun ölçüleri zorlavan gö-
STOCKHOLM
GÜRHAN
UÇKAN
rüntülenyle doldu. Eğer satıla-
cak malın alıcısı olarak kadın-
lar düşünülüyorsa. neden er-
keklen cezbetme yoluna gidil-
miştı? Ya da ölçülen "normal"
olan büyük çoğunluğun neye
dayanarak sunulan malı alması
beklenivordu?
Yine de firmanın daha önce-
ki sayılan sermayeyi vetcrince
hoşnut etmış olmalı ki aynı tür
reklamı sürdürüyor. Bu yıl. çe-
şitli kadın örgütleri tepki göste-
rerek "Bedeni Sophia Loren,
Marilvn Monroe öiçülerinde ol-
mayanlan", bu fınna>i boykot
ctmeye çağırdı. Üzülerek belir-
tclim ki bir sonuç alınacağını
sanmı>oruz...
Çünkü kapitalizm; medya-
nın her kanalından öylesine bir
bildiri ulaştırmıştırki tüketicile-
re. bir kanş karşı çıkabiimek
için "hırçın feminist", "marjinal
anarşist", "demode kafa" dam-
galannı yemeyi göze almak ge-
rekir.
Tallin'de ilanla satılmaya ge-
rek yok. Yasalar senin haklan-
nıkoru>abilir. Nevarki günlük
vaşamın. >azılı olmayan yasa-
larla vönlendirilir ve karşı çıka-
mazsın. Çıkarsan. "hırçın femi-
nist''' olarak kalırsın ve senin
memelerin. kâlçanla milyon kı-
ran şirket. her vıl yeni bir "fıstı-
ğı" kar ve buz ortamında. ateş
gıbi sunar sana. Üstejik. gidip
alırsın da sunulanı.... İvı ki Es-
tonya değil burası... Burada ge-
nelev vasak va...
îşçiııiıı kolektiffiestasısona erdi
Ben size daha o zaman dcmiştım.
duvar yıkılırken. Dikkat edin. bu du-
var üstünüze yıkılır, başınıza yıkılır.
demiştim. Bak, altında kaldınız. Ko-
münizmi yıktınız, tek başınıza
kaldınız da nc oldu? Dünya ckono-
misini bir felaketin eşiğine gelirdiniz.
Bir de utanmadan "Refah de\ieti bece-
remedi" diyorsunuz; çöken refah dev-
leti değil. kapitalizmdır! Bekleyin. çok
kısa zamanda Marks geri gelecek!
Ne kehanet! "IVIarks geri gelecek"
diyor.
Başka bir adam. daha yakışıklı ola-
nı. daha ılımlı olanı. hükümetin başın-
da olan adam ise "Marks'ın geri gele-
ceğine inanmıyorum" diyor.
Tlerici olan 'realist ütopyacf. "Bir
kriz geldi diye öyle hemen pes edilir. yıl-
larca sa\l
unduğumuz fikirlerden >azge-
çili\erir mi? Biz sosyalistiz, sosyalist
kalacağız" diyor.
llımhsı yanıllıyor:
- Ben, pragmatistim; toplumun so-
runlanna hemen anında çözümler bul-
malıyım: toplumun sorunlan bekleyc-
mez.
İlerici olan. İspanya Sosyalist İşçi
Partisi"nin Genel Başkan Yardımcısı.
Guen-a. Ilımlı olanı da İspanya Sosya-
list İşçi Partisfnin Genel Başkanı vc
Başbakan Felipe Gonzalez.
Sorun. bugünkü ekonomik krizin
baş belası işsızlık. Nasıl iş yaratılır?
"İşçi atarak" diyor patronlar. İşçi at-
mak esnekleşsin. "Serbest atış" gelsin.
Patron. verimli olmayan işçiyi anında
atacak. Tazminat korkusu olmasa.
fazla işçi)i nasıl atanm korkusu olma-
sa. bilse ki istese anında hemen atabi-
lir; o zaman elbettc istedıği kadar ve
bir sürü kişiyi işe alır palron.
İşsizlerordusu büyüdükçe büyüyor.
Ne demişti Marks? İşsizler. kapitaliz-
min yedek endüstri ordusudur. İşçiler
yollara dökülmeye başladılar. İspan-
ya'nın 50 büyük şehrinde yüz binlerce
işçi yürüdü. Bu, bir uyan. Yakında
'genel grev' var. Geçen haziranda ge-
nel seçimlerden önce Felipe Gonzalez
"sosyal uzlaşma' sözü vermiştı: işçi. ış-
veren. hükümctanlaşacaklardı. Felipe
ıvice köşeye sıkışlı. İşveren. ış yara-
tabilmek için o sihirli kelimeyı ağzın-
dan düşürmüyor: 'rekabet' şart dıvor.
Rekabet için descrbest atış şart. İşiva-
ratacak olan işverenler olduğuna görc
Felipe işvereni kollamak zorunda. Öğ-
rencilerin biraz ısıttıkları yollar. işçı-
lerle biraz daha ısındı. Felipe de bir
"Hodri Meydan!" çekti: sosyal uzlaş-
ma suya düştü. "Grevler, yüksek tana-
yon iş yaratmaz ki" diyor Felipe. Eko-
1
nominin canlanması için önce ortamın
sakin. işverenlerin korkusu/ olması
gerek. Önümüzde Noel var. Felipe'nin
Noel hediyesi hazır. İşçiler 'genel
gre\'e hazırlanıyorlar: tam Noel arife-
smde. Felipe"ye Noel Baba bacadan
bir 'genel gre\' sallayacak bu yıl.
Fransa"da sosyalizmin küllerinden
yeniden doğmaya çalışan Rocard.
"Haftada 32 saat çaltşalım" di>or. İs-
panya'da Seat'ı batırmak üzere olan
Volksvvagen. Almanya'da aynı önen-
yı gctiriyor. İspanyollar, azçahşmava
başladılar bile. Madrid'te bir fabrika-
da işçiler daha az ücretledaha az çalış-
mavı kabul ettıler. Böylece ekonomik
krizin ortasında azalan iş hacminı
pavlaşarak işten atılmalan önledilcr.
Bir dayanışma örneğidir bu. Birlikte
vaşama ısteğıdır. Şampanyalı fıestalar
vok artık. ama ııcuz şaraplar bitmedi
henüz; şarap parasını İspanyol usülü
pavlaşmaktır bu. Tek başına olmaz fi-
esta; hep birlikte olur, çoklukla olur.
Var olabilmenin anahtan. *rekabet*.
Avrupa'nm vüksck yaşam düzeyinde
bir sürü sosyal haklarla kuşatılmış iş-
çiler pahalı iiretiyorlar. Günev Kore'-
nin çağdaş köleleriyle başetmek zor.
Bir zamanlar İspanya'da da ucuzdu iş
gücü. Herkes geldi vatınm yaptı. Fies-
ta bitti şimdi. Müzı'k durdu. dans dur-
du. kınlan tabaklan topluyoruz. Kü-
reselleşı>oruz. Yuvarlanıyorıız. El
emeğinin daha ucuz olduğu yerlere
doğru yuvarlanıyonız. İspanva. Af-
rika'ya. Arap ülkelerine. Fas'a gidiyor
şimdi. Fas'ta üret. İspan>a"da sat. İs-
panjollar ışsiz kalacak. Faslılar da
pastadan bir kınntı kapacak. Yann
Fasda pahalı gelecek. yeni ucuzvcrler
aranacak. yuvarlanıp gideceğiz. Yu-
varlana yuvarlana eski orman kanun-
lanna mı gıdiyoruz acaba?
Marks geri gclir mi? Marks'ı geri ge-
tirecek o ruh var mı? "Gel" de>ince
gelmıvor. "Git" deyince gitmediği gi-
bi. Aynı ruhla okunabilir mi vine
Marks? Bir eksiklik yok mu içimizde.
toplumda, gençlikte? Bir boşluğun
içindcyiz. Belki Marksı çok erken
göndcrdik. Ama geri gelirse de şaş-
mam.
Konuşturmamak da bir haktır! ^
lisindeki toplantılarda da zaman zaman "hoş" tartışmalar ve "kiiçük" kavgalar yaşanıyor. En
son y aşanan "küçük" tartışma, yönetimdeki partinin yıllık bütçesini açıkladığı bir sırada çıktı.
Muhalefet partisi millet\ckilleri, partisinin yıllık bütçe programını desteklcyen Kim VVoon-
hvvan'ı "uygar bir şekilde" susfurmaya çalıştılar.
Değerlerin bilimefeda edilmesi
Düsseldorf Havaalanı
alışılmışın dışında sakindi vc
kar havası vardı. Soğuk. Al-
manya'nın üzerine birdenbıre
indi bu sene. Üç haftadır ayn
kaldığım sevgili Almanya"mda
neler olduğunu merak ettiğim
için gittim bir gazete aldım.
L'st manşetlerden bınnde Al-
man gazetelerinde bizdeki gibi
dana gözü manşetler yoktur
"Obdachloslar döndü" y azıv or-
du. Anlaşılan evsiz barksızlann
metrolarda bile gecelemesine
izin verilmiyordu. S.Bahn'da
okumaya devam ettim gazete-
mi.
Sonra kanım dondu birden!
Başhk şöyleydi: "Ölülerle
yapılan testler hayat kurtarı-
>or." Otomobıllerin çarpışma
anındakı dayanıklıklannı. için-
dekilerin kemer ya da yastıklar-
la ne ölçüde korunabilecckleri-
ni. hangı tür koltuk dizaynının
daha uygun olduğunu araştıran
Otomobil Tckniği Araştırma
Kurumu tarafından Heidel-
berg Üniversitesrne yaptınlan
denemclerde; yapma bebekler.
GİRAY
ÖZ
dummyler ycnne PTMO'lan.
yani Potomortalc Testobjektc'-
leri. yeni ölmüş deneme objele-
rini. yani taze cesetleri kullan-
mayı tercih cdiyorlardı. 1972*-
den bu yana denemelerde 200
PTMO kullanılmıştı. 1975 ile
1989 yıllan arasında 2 ila 6 yaş-
lan arasında 6 yeni ölmüş ço-
cukla ölçülmüştü otomobille-
rin yctenekleri. Araştırmalan
yöneten Profesör Rainer Mar-
tin, "Bu penersiyon değil. hayat
kurtarma işidir" diyordu. Hei-
delberg Üniversitesi yönetımi
de destekliyordu bu anlaşılması
vc anlatılması zor işi: "Eğer
dummyler insan viicudu ile aynı
tepkileri \erscydi, kaza araştı-
rmalarında onları tercih eder-
dik." Üniversitenin sözcüsü
Michael Schvvarz'ın sözleri ise
bcvnimi tırmaladı: "Herolavda
ailelerin oluru alınmıştır."
Araştırmaların bazılannı
üniversite kendi isteği ile y ürüt-
müş. bir kısmını ise Forschung-
vcrcinigung Automobiltecnik
adlı kurumun isteği-siparişi
üzerine gerçekleştırmişler. Ku-
rumun yetkililcrinden Petra
May'ın gerekçesi de fena değil:
"Dummv lerin ayak reaksiy on-
ları insanlar gibi olmuyor."
Federal BİIim Bakanhğı.
"Olaydan bizim haberimiz yok"
diyor. "Ama, diye devam edi-
yorlar sonra, eğer üniversitenin
etik komisyonu ve aileler bu işe
evet demişse pek fazla bir şey ya-
pılamaz."
Aklınız alıyor mu bu işi sizin?
İki yaşmda, üç yaşında. beş ya
da altı yaşında. acısını daha yü-
reğinizde taşıdığınız ölmüş ço-
cuğunuzu "bilim aşkına" oto-
mobil endüstrisı daha iyi kemer
yapsın, daha iyi koltuk üretsin
diye bu "araştırmacılara"
bırakır mısmız? Bırakır mısınız.
deneme için duvara vuran
otomobilin içinde çocuğunuz
bir kere daha ölsün?