25 Aralık 2024 Çarşamba English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
SAYFA CUMHURİYET 5ARALIK1993PAZAR 8 PAZAR YAZILARI 80metreye sığandnsellikBu sabah yayımlanan gaze- teler eğer tabloid boyuttaysa, biricik ve tek konulan cinsellik olacak. Başka seçenekleri yok. Hafta içinde de öyle. Hafta so- nunda iyice öyle. Tabloid. bir gazetenin yan- dan katlanmış boyutunda basılan gazeteye deniliyor. Türkiye'de de yakın zamanlar- da 6 ay kadar süreyle bu bo- yutta bir gazete vardı. Halen büyük gazetelerin baa ekleri de yine tabloid boyutta. Ancak İngilterede sorun sadece en, boy değil. Zihniyet de. Tabloid gazete denildi mi asparagas. akıllara seza haberler, cinsellik üzerine iç gıcıklayıcı bol fotoğ- raf ve laf salatalan akla geli- yor. Tabloid gazetede her konu, olabildiği kadar yüzey- sel ve fasafiso. Ama millet bayılıyor. Hele hafta sonlan- nda. Hafta içinde ise tabloid ga- zeteler her gün hiç durmadan cinsellik üzerine fotoğraf ve- "haber"le bezeli. Basının tiraj durumlanru sürekli izleyen ku- ruluş, herkesin bildiğini bir kez daha bilimsel olarak saptadı: Günlük tirajı 4 milyonlarda gezinen Sun, cinsellikle ilgilı her türlü habere en çok yer ve- ren gazete olarak bulundu. Bu bulgu. gazetenin ayırdığı sütun uzunluğuna dayanıyor. Sade- ce tek bir haftada Sun. cınselli- ğe 80 metre uzunluğunda yer ayırmış. Sun, bu konuda ra- kipsiz. İkinci sırada yer alan Daily Star. yalnızca 24 metreyi bulabilmiş. Ve bu uzunluklar sadece cinsel konulardaki "ha- ber"c aynlan yer. Fotoğraf alanı hesapta yok. Ve liste aşağı doğru inıp gidiyor. Ciddi gazetelerden Guardian'da cin- sellik şöyle böyle 8 metre. In- dependent'te bir o kadar. Yine tabloid bir gazete olan Daily Mirror hayret edilecek bir şe- kilde sadece 3 metre kadar. İş ve para dünyasının nabzını tu- tan Financial Times ise koca bir sıfır. Bugün yayımlanan pazar tabloidleri ise hafta içındekile- re bakışja çok daha çarpıcı ve çekici oımak zorunda. Ingiliz tabloid basını için "Çirkin ama gerekli" denilir. Satış için amaç, ünlü insanlann yaşam- lannı didik didik etmektir. Ça- mur at izi kalsın anlayışı ile ün- lüler hakkında her türlü dedi- kodu, haber diye yazılır. An- cak tabloidler, yüksek sosyete- ye dil uzatamazlar. Çünkü o ortamlara değil tabloid basın. ciddı basın bile çoğu kez gire- mez. O ortamlann kendi seçkin dedikodu dergileri vardır. Ama yüksek sosyetenin en te- pesindeki kraliyet ailesi, tablo- id basının baş hedefı. Çünkü kendilerine yöneltilen uydur- malan yanıtlamazlar. İşin Türk okuru ilgilendıren acı yanı da var: İngiltere'den bir- çok haberin. "İngiiiz basını şöyle diyor" genellemesi al- ünda tabloid basından yansıtılması. Ciddi İngiliz basınını izlemek. tabloidi izle- mekten zordur tabii. Cazagönül vereıılerinsığınağı Caza gönül verenler Chica- go'nun bir zamanlar ona nasıl bir sığınak olduğunu bilirler ve dönüp dolaşıp bu şehirde ça- larlar. Derler ki "Caz New Or- leans'da doğmuş olabilir, ama Chicago'da serpildi." Chicago bluesun öyküsü tam olarak nasıl başladı, pek bilinmez. 1920*lere kadar caz- da Ragtime çağının beşiği olan Nevv Orleans giderek eski cazi- besini yitirmeye başlar, ne de olsa hayli tutucu bir güney şeh- ridir. fçki yasağına dört elle sanlmış müzikholler kapan- mış. bütünüyle zenci olan mü- zisyenler işsiz kalmıştır. Üste- lik artık şehirdeki çoğu yer on- lara kapalıdır. O zamanlarda Chicago gangsterlerin elındedır. bir başka deyişlc içki yasağı vız gelmektedir. Devir Al Çapone devndir. muhteşem İtalyan göçmeninin şehri haraca bağ- ladıgı, halkın susuzluğuna ya- sak içki satışıyla çare bulduğu ve halkın da bundan tuhaf bir şekilde memnun olduğu Ca- pone'nun Chicago'su... Yirmilerin sonlanna gelinir- ken ekonomik kriz baş döndü- rücü bir hızla tırmanmış. işsiz- lik. açlık ve göç başlamışür. Devir Fitzgerald'ın tatlı caz ça- ğı değildir artık. fazlaca gerçe- ğe bulanmıştır. İşle o zaman- larda caz iyiden iyiye blucsa çalmaya başlar. Bu Ragtime çağının kapanışıdır, artık kim- senin cazın Mississippi üzerin- CHİCAGO ŞANŞIN TÜZÜN deki çıkışı çarklı gemilerde avare avare dolaşmasına ta- hammülü yoktur. Böylece caz kıvrak bir Mississippi rüzga- nyla kuzeye savrulur. Chi- cago"ya gelir ve şehrin güney yakasında yuvalanır. Adı Chi- cago Blues'dur. Yeni işlevine uygun değişik bir stile bürü- nür, hüznü daha iyi anlatabil- mek için tenor saksofon gelir, herkes içini dökebilsin diye bi- reysel sololara önem verilir. Blues bir çeşıt dertleşmedir ve anlatacaği çok şey vardır. •'Öyle acıklı Mueslanm var ki, Ağlamaktan alıkoyamaz se- ni..." Chicagoda caz sezonu açıl- dı. Başta şehrin en eski caz ku- lübü Green Mil olmak üzere çoğu müzikhol çeşitli kentler- den gelen caz sanatçılanyla do- lup taşacak... Bir zamanlar cazın bu şehre göçüyle Benny Goodman gibi birkaç Beyazın da caza katılmasından sonra, şimdilerde neredeyse Zenciler- den çok Beyazlar caz yapıyor. Ama "Şişman kadın şarkı söy- iemeden opera bitmez" derler va, siyah adam trompeti elinc almadan dacaz... Avrupa'da aydın, Türkiye'detaşralı Altmışlı yıllann başlannda gelmeye başladılar. Gençtiler. sıktıklannın suyunu çıkanrlar- dı. Bunun işverenler daha çok farkındaydı. Birkaç yıl çalışıp geri döneceklerdı. Dil bilmi- yor, yol iz tanımıyorlardı. On- lara ihtiyaç vardı. Kazanç da doğrusu hoş geliyordu. Arsa- lar alınmış, temeller atılmıştı. Her kat için birkaç yıl daha uzatılıyordu dönüşler. Önce kendi başlanna evler tuttular. Sağı solu öğrendiler. Eşler veçocuklargeldi. Çocuk- lar okula başladı. Yeni çocuk- lar doğdu. Aile artık yerleşmiş- ti. Ancak ne onlan gönderen- ler ne davet edenler. "ne olacak bu iş" diye düşünmüşlerdi. Bu birincı kuşaktı. En uyanıklan- nın öncülüğünde kendi kendi- lerine örgütlendıler. İkinci kuşak ise nispeten ço- cuk. ama yetişkin çocuk ola- rak gelenlerdi. Çoğunlukla ba- baları gıbi ışçi oldular. Üçüncü kuşak ve sonrası için ise gelişme tamamen fark- lıydı. Düşünce ve davranış normlan bakımından Türkiye ilc fazla alakaları olduğu söyle- nemezdı. Türkçe'yı sonradan öğrenmişlerdi. Düşünün, genç kızımız tıp ya da hukuk okuyor. Tek başı- •ÖMER FARUK CİRAVOĞLU na yaşıyor. Hafta sonlan sev- gilisiyle buluşuyor. Opera. bale veya tiyatroya gidiyor. Klasik müzikten hoşlanıyor. Cumartesi akşamlan dansa gi- diyor. Edebıyat ve sinema ho- bisi. Virginia VVooif, James Joyce okuyor. Yeni fılmler ve yönetmenlerini tartışmaktan özel bir zevk alıyor. Ancak bu kıamızın ağzından Türkçe oiarak "getcen mi, yoğusam galcen mi" gibi bir şey duyu- yorsunuz. "Kızmıız" tanımı durumu biraz dramatize edi- yorsa, "oğlumuz" diyelim. Bu takdirde de Karadenizli ak- sanıyla. "cidiy misun, citmiy misun?" duyacaksınız. Bir tersliği ortaya koymak için yazıyorum ve bu terslik içinde yadırgıyorum. Yoksa çoğunu tanıyorum. Pınl pınl buralarda umudümuz olacak, başanlı. zeki. çalışkan insan- lar. Yoksa boşuna mı dert edi- yorum, ne dersıniz? Rus sanatçılarseçimsahnesinde Sanatçılar politikaya girmeli mi? Edebiyat adamlan. gazeteciler. artist- ler, şarkıcılar. sporcular siyasi partile- re üye olup onlann propagandasını yapmalı mı? Yoksa "halka mal olmuş" bu insanlann böyle bir hakkı yok mu? Tüm yasaklara ve kısıtlamalara karşın yine de çok sayıda partinin ka- tıldığı seçim kampanyasıyla birlikte gündeme gelen sorulardan bir kısmı da böyle. Çünkü çok sayıda "ünlü aday" ortaya çıktı. Kimler yok ki adaylar arasında? Yeltsin yandaşı bir seçim blokunda Rusya'nın en sevilen mizah ustalann- dan Zadonıov ve dünya satranç şam- piyonu Kasparov. Ona yakın çizgideki bir başka blokla ünlü göz doktoru Fyodorov ve gençliğin sevgilisi şarkıcı Gazmanov. Muhalif bloklardan birin- de bir başka popüler şarkıcı. Kabzon. Bir diğcnnde ünlü rejisör Gavaruhin. Üçüncüsünde artist Gundareva. Ya- zarlar, tiyatrocular. bestekarlar, res- samlar... Halklan bu duruma çeşit çeşit lepkı geliyor. Beğendiği ünlülerle tutluğu partilerin çakıştığını görenler oldukça hoşnut. Ama sempati dusduğu parti- de sevmediği bir sanatçının öne çık- masına dayanamayanlar vc özeliikle de hayranı olduğu bir artisti veya ya- zan, düşman saydığı bir parlinin safla- nnda bulanlar oldukça rahatsız görü- nüyorlar. Şu tür konuşmalara sıkça rastlanıyor: - Bir daha bu adamın konserine gi- dersem insan değilım! - Kitaplannda yazdığı düşüncclere ihanel etti; yazık! - Politikada işi neydi? Sanatıyla uğ- raşsaydı ya! Politikayla uğraşmanın her yurttaş gibi ünlülerin de hakkı olduğunu tes- lim edenler de az değil. Bunlar halkla- nn yetiştirdiği üslün yeteneklerin, po- litika alanında da söylevecek ilginç şeyleri olabileceğini vurguluyorlar. Ancak geniş kitlelerin saygısını ka- zanan ünlü kişiler, üyesi olduklan par- lılerin propagandasını yaparken, hele hele ötekı partileri eleştirirken. bazı hayranlannı ıncıtcbiliyor. Sanatçı vc edcbıyatglann politika- ya kanşmasına karşı olanlardan biri olan ünlü yazar Fanl İskender şöyle diyor: - Yazar tıpkı bir yargıç gibi politika- nın dışında durmalıdır. Politikaya alı- lan yazar, fikirlenni temsil ettiği insan- lann anlayabileceği düzeyegetirmeça- bası>la basitleşürmek ve deforme el- mek zorunda kalacaktır. Yaratıcılığını yitjrecektir. İskender. yazarların politika sahne- sine çıkmalannın ya yağcılık ve riya- karlıktan ya da sabırsızlıktan "bir şey- leri hemen değiştirmek. gözle göritlür bir etki yapmak" özleminden kaynak- landığını dile getinyor. Einstein'ın, so- nucu hemen görüldüğü için maran- gozluk mesleğine sempati duyduğunu anımsatıyor. Politikaya atılan ünlülerse. Rusya'- da artık herkesin bir seçim yapmak ve ülkeyi kurtarmak ıçın harekete geç- mck zorunda kaldığı olağanüstü bir dönem yaşandığını anlatıyorlar. Halkın politikaya duyarsız olan bü- yük bölümü ise işi alaya alıyor. Çok sayıda artistin parlamentoya gireceği- ni tahmin eden bir şoför şöyle diyor: - Komünist parlamento Yeltsin'in ayağına dolanıyordu. Şimdi çözümü buldular: Artık artistik bir parlamen- tomuz olacak. Ortaasya değil Avrupa Hollanda'nın başkenti Amsterdam'dan alışılmadık bir manzara. Ancak olayın aslı şu ki şehirotobüsünün tepesinde bavullar. sepetler ve ev eşyalan arasında oturanlar insan değil manken. Mankenler, Hollandalı bir göçmen kuruluşunun Zandvoort kentinde yaşayan göçmenlere başkcntten götürdükleri armağanlann bir parçası. Otobüsün icindeki yolcular da bu kuruluşun gönüllüleri. Satılanve sattırankadınlarEstonya, kapitaüzmi güzel keşfetti. Hemen kavradılar ışin püf noktasını. İsveçli gazeteci Mert Kubu'nun, Tallin"den yansıttığı görüntüden bir bölü- mü okuyoruz. "Serbest pazar ekonomisinin peynden hemen kapitalizmin karanlık yanlarının gelmesi çok ilginç bir şey. Tallin'de ilk gene- le> ma>tsta açıldı. Şimdi sayıları 50'yi buldu. En büyük reklam tereninin adı Şefkat fırması. Onun bırinci rakıbi Nofretete, gerçek anlamıvla "Güzel kadın- lar -rimsah değil-, iyi seks «e uy- gun ortam sözüyle albeniH ol- maya çalışıyor. Bir telefon ede- nin pişman olmayacağına da sözveriyor."(DN. 28 11 93) İsveç"te. gçnelev yasak. Çeşit- li türde "masaj senisi" veren vcrlcr dc oldukça sıkı denetım altında. Doğu komşulardan ge- len ya da uyuşturucu kurbanı hastalardan oluşan sokak ka- dınlanvla çeşitli vönlcmlerle uğraşılıyor. Ama kadın: satılan ya da sattıran bir "mal" olarak kullanılıyor: ne feministlenn gi- derek artan sesi ne de bir avuç gerçek demokratm çabalan. bu gelişmeyi dizginleyebilivor... Her yıl ilk kar düşünce -yani şu sıralar- ünlü bir konfeksiyon firması. sokak ilanlannda ünlü modelleri kullanarak ıççamaşı- nndan tutun mayoya dek bır- çok "minünum" giysinin rekla- mını yapar. Cindy"den Naima"- ya dek birçok ünlü mankenin çıplak bedenı, erken gelen kışın üşüttüğü halkın karşısında ga- yet sıcak görüntüler oluşturur. Bu yıl da aynı fırma. oldukça dolgun ve tanınmış bir sanşını sutyen ve külot reklamı için seç- ti. Bir anda büyük kentler. bu hatunun ölçüleri zorlavan gö- STOCKHOLM GÜRHAN UÇKAN rüntülenyle doldu. Eğer satıla- cak malın alıcısı olarak kadın- lar düşünülüyorsa. neden er- keklen cezbetme yoluna gidil- miştı? Ya da ölçülen "normal" olan büyük çoğunluğun neye dayanarak sunulan malı alması beklenivordu? Yine de firmanın daha önce- ki sayılan sermayeyi vetcrince hoşnut etmış olmalı ki aynı tür reklamı sürdürüyor. Bu yıl. çe- şitli kadın örgütleri tepki göste- rerek "Bedeni Sophia Loren, Marilvn Monroe öiçülerinde ol- mayanlan", bu fınna>i boykot ctmeye çağırdı. Üzülerek belir- tclim ki bir sonuç alınacağını sanmı>oruz... Çünkü kapitalizm; medya- nın her kanalından öylesine bir bildiri ulaştırmıştırki tüketicile- re. bir kanş karşı çıkabiimek için "hırçın feminist", "marjinal anarşist", "demode kafa" dam- galannı yemeyi göze almak ge- rekir. Tallin'de ilanla satılmaya ge- rek yok. Yasalar senin haklan- nıkoru>abilir. Nevarki günlük vaşamın. >azılı olmayan yasa- larla vönlendirilir ve karşı çıka- mazsın. Çıkarsan. "hırçın femi- nist''' olarak kalırsın ve senin memelerin. kâlçanla milyon kı- ran şirket. her vıl yeni bir "fıstı- ğı" kar ve buz ortamında. ateş gıbi sunar sana. Üstejik. gidip alırsın da sunulanı.... İvı ki Es- tonya değil burası... Burada ge- nelev vasak va... îşçiııiıı kolektiffiestasısona erdi Ben size daha o zaman dcmiştım. duvar yıkılırken. Dikkat edin. bu du- var üstünüze yıkılır, başınıza yıkılır. demiştim. Bak, altında kaldınız. Ko- münizmi yıktınız, tek başınıza kaldınız da nc oldu? Dünya ckono- misini bir felaketin eşiğine gelirdiniz. Bir de utanmadan "Refah de\ieti bece- remedi" diyorsunuz; çöken refah dev- leti değil. kapitalizmdır! Bekleyin. çok kısa zamanda Marks geri gelecek! Ne kehanet! "IVIarks geri gelecek" diyor. Başka bir adam. daha yakışıklı ola- nı. daha ılımlı olanı. hükümetin başın- da olan adam ise "Marks'ın geri gele- ceğine inanmıyorum" diyor. Tlerici olan 'realist ütopyacf. "Bir kriz geldi diye öyle hemen pes edilir. yıl- larca sa\l unduğumuz fikirlerden >azge- çili\erir mi? Biz sosyalistiz, sosyalist kalacağız" diyor. llımhsı yanıllıyor: - Ben, pragmatistim; toplumun so- runlanna hemen anında çözümler bul- malıyım: toplumun sorunlan bekleyc- mez. İlerici olan. İspanya Sosyalist İşçi Partisi"nin Genel Başkan Yardımcısı. Guen-a. Ilımlı olanı da İspanya Sosya- list İşçi Partisfnin Genel Başkanı vc Başbakan Felipe Gonzalez. Sorun. bugünkü ekonomik krizin baş belası işsızlık. Nasıl iş yaratılır? "İşçi atarak" diyor patronlar. İşçi at- mak esnekleşsin. "Serbest atış" gelsin. Patron. verimli olmayan işçiyi anında atacak. Tazminat korkusu olmasa. fazla işçi)i nasıl atanm korkusu olma- sa. bilse ki istese anında hemen atabi- lir; o zaman elbettc istedıği kadar ve bir sürü kişiyi işe alır palron. İşsizlerordusu büyüdükçe büyüyor. Ne demişti Marks? İşsizler. kapitaliz- min yedek endüstri ordusudur. İşçiler yollara dökülmeye başladılar. İspan- ya'nın 50 büyük şehrinde yüz binlerce işçi yürüdü. Bu, bir uyan. Yakında 'genel grev' var. Geçen haziranda ge- nel seçimlerden önce Felipe Gonzalez "sosyal uzlaşma' sözü vermiştı: işçi. ış- veren. hükümctanlaşacaklardı. Felipe ıvice köşeye sıkışlı. İşveren. ış yara- tabilmek için o sihirli kelimeyı ağzın- dan düşürmüyor: 'rekabet' şart dıvor. Rekabet için descrbest atış şart. İşiva- ratacak olan işverenler olduğuna görc Felipe işvereni kollamak zorunda. Öğ- rencilerin biraz ısıttıkları yollar. işçı- lerle biraz daha ısındı. Felipe de bir "Hodri Meydan!" çekti: sosyal uzlaş- ma suya düştü. "Grevler, yüksek tana- yon iş yaratmaz ki" diyor Felipe. Eko- 1 nominin canlanması için önce ortamın sakin. işverenlerin korkusu/ olması gerek. Önümüzde Noel var. Felipe'nin Noel hediyesi hazır. İşçiler 'genel gre\'e hazırlanıyorlar: tam Noel arife- smde. Felipe"ye Noel Baba bacadan bir 'genel gre\' sallayacak bu yıl. Fransa"da sosyalizmin küllerinden yeniden doğmaya çalışan Rocard. "Haftada 32 saat çaltşalım" di>or. İs- panya'da Seat'ı batırmak üzere olan Volksvvagen. Almanya'da aynı önen- yı gctiriyor. İspanyollar, azçahşmava başladılar bile. Madrid'te bir fabrika- da işçiler daha az ücretledaha az çalış- mavı kabul ettıler. Böylece ekonomik krizin ortasında azalan iş hacminı pavlaşarak işten atılmalan önledilcr. Bir dayanışma örneğidir bu. Birlikte vaşama ısteğıdır. Şampanyalı fıestalar vok artık. ama ııcuz şaraplar bitmedi henüz; şarap parasını İspanyol usülü pavlaşmaktır bu. Tek başına olmaz fi- esta; hep birlikte olur, çoklukla olur. Var olabilmenin anahtan. *rekabet*. Avrupa'nm vüksck yaşam düzeyinde bir sürü sosyal haklarla kuşatılmış iş- çiler pahalı iiretiyorlar. Günev Kore'- nin çağdaş köleleriyle başetmek zor. Bir zamanlar İspanya'da da ucuzdu iş gücü. Herkes geldi vatınm yaptı. Fies- ta bitti şimdi. Müzı'k durdu. dans dur- du. kınlan tabaklan topluyoruz. Kü- reselleşı>oruz. Yuvarlanıyorıız. El emeğinin daha ucuz olduğu yerlere doğru yuvarlanıyonız. İspanva. Af- rika'ya. Arap ülkelerine. Fas'a gidiyor şimdi. Fas'ta üret. İspan>a"da sat. İs- panjollar ışsiz kalacak. Faslılar da pastadan bir kınntı kapacak. Yann Fasda pahalı gelecek. yeni ucuzvcrler aranacak. yuvarlanıp gideceğiz. Yu- varlana yuvarlana eski orman kanun- lanna mı gıdiyoruz acaba? Marks geri gclir mi? Marks'ı geri ge- tirecek o ruh var mı? "Gel" de>ince gelmıvor. "Git" deyince gitmediği gi- bi. Aynı ruhla okunabilir mi vine Marks? Bir eksiklik yok mu içimizde. toplumda, gençlikte? Bir boşluğun içindcyiz. Belki Marksı çok erken göndcrdik. Ama geri gelirse de şaş- mam. Konuşturmamak da bir haktır! ^ lisindeki toplantılarda da zaman zaman "hoş" tartışmalar ve "kiiçük" kavgalar yaşanıyor. En son y aşanan "küçük" tartışma, yönetimdeki partinin yıllık bütçesini açıkladığı bir sırada çıktı. Muhalefet partisi millet\ckilleri, partisinin yıllık bütçe programını desteklcyen Kim VVoon- hvvan'ı "uygar bir şekilde" susfurmaya çalıştılar. Değerlerin bilimefeda edilmesi Düsseldorf Havaalanı alışılmışın dışında sakindi vc kar havası vardı. Soğuk. Al- manya'nın üzerine birdenbıre indi bu sene. Üç haftadır ayn kaldığım sevgili Almanya"mda neler olduğunu merak ettiğim için gittim bir gazete aldım. L'st manşetlerden bınnde Al- man gazetelerinde bizdeki gibi dana gözü manşetler yoktur "Obdachloslar döndü" y azıv or- du. Anlaşılan evsiz barksızlann metrolarda bile gecelemesine izin verilmiyordu. S.Bahn'da okumaya devam ettim gazete- mi. Sonra kanım dondu birden! Başhk şöyleydi: "Ölülerle yapılan testler hayat kurtarı- >or." Otomobıllerin çarpışma anındakı dayanıklıklannı. için- dekilerin kemer ya da yastıklar- la ne ölçüde korunabilecckleri- ni. hangı tür koltuk dizaynının daha uygun olduğunu araştıran Otomobil Tckniği Araştırma Kurumu tarafından Heidel- berg Üniversitesrne yaptınlan denemclerde; yapma bebekler. GİRAY ÖZ dummyler ycnne PTMO'lan. yani Potomortalc Testobjektc'- leri. yeni ölmüş deneme objele- rini. yani taze cesetleri kullan- mayı tercih cdiyorlardı. 1972*- den bu yana denemelerde 200 PTMO kullanılmıştı. 1975 ile 1989 yıllan arasında 2 ila 6 yaş- lan arasında 6 yeni ölmüş ço- cukla ölçülmüştü otomobille- rin yctenekleri. Araştırmalan yöneten Profesör Rainer Mar- tin, "Bu penersiyon değil. hayat kurtarma işidir" diyordu. Hei- delberg Üniversitesi yönetımi de destekliyordu bu anlaşılması vc anlatılması zor işi: "Eğer dummyler insan viicudu ile aynı tepkileri \erscydi, kaza araştı- rmalarında onları tercih eder- dik." Üniversitenin sözcüsü Michael Schvvarz'ın sözleri ise bcvnimi tırmaladı: "Herolavda ailelerin oluru alınmıştır." Araştırmaların bazılannı üniversite kendi isteği ile y ürüt- müş. bir kısmını ise Forschung- vcrcinigung Automobiltecnik adlı kurumun isteği-siparişi üzerine gerçekleştırmişler. Ku- rumun yetkililcrinden Petra May'ın gerekçesi de fena değil: "Dummv lerin ayak reaksiy on- ları insanlar gibi olmuyor." Federal BİIim Bakanhğı. "Olaydan bizim haberimiz yok" diyor. "Ama, diye devam edi- yorlar sonra, eğer üniversitenin etik komisyonu ve aileler bu işe evet demişse pek fazla bir şey ya- pılamaz." Aklınız alıyor mu bu işi sizin? İki yaşmda, üç yaşında. beş ya da altı yaşında. acısını daha yü- reğinizde taşıdığınız ölmüş ço- cuğunuzu "bilim aşkına" oto- mobil endüstrisı daha iyi kemer yapsın, daha iyi koltuk üretsin diye bu "araştırmacılara" bırakır mısmız? Bırakır mısınız. deneme için duvara vuran otomobilin içinde çocuğunuz bir kere daha ölsün?
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle