09 Mayıs 2024 Perşembe English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
SAYFA CUMHURİYET ÖRÜ 18ŞUBAT1992SALF 14 GÖRÜŞLER BURAŞI TÜRKİYE HALÛK ŞAHİN Lütfen dikkat Törk ve Kürt aydınlan arasında bir diyalog başlatmak amacıyla Helsinki Yurttaşlar Meclisi Türkiye Bölümü tarafından düzenlenen toplantıda "resmi ideoloji" ve "şiddet"ten sonra en fazla yakınılan konu basın oldu. HEP'li milletvekillerinden Müslüman aydınlara hemen her konuşmacı ya söylediklerinin basın tarafından çarpı- tıldığını öne sürdü, ya gazete manşetlerine çıkabilen kış- kırtıcı tavırdan yakındı, ya da basının olaylara şovence bir açıdan baktığını ima etti. Romancı Orhan Pamuk, ilkbaharda beklenen şiddet olaylan sırasında atılacak bir manşetin bile çok belirleyici bir önem kazanabileceğini belirtti. 6-7 Eylül olaylannda Selanik'te Atatürk'ün evine bomba konduğuna ilişkin "haber"in Istanbul'un akşam gazetelerine bomba gibi manşet olmasının sonucunu ha- tırlayanlar Pamuk'un ne demek istediğini anlamakta güçiük çekmediler. Umanz korkulanlann hiçbirisi gerçekleşmez. PKK, şiddet ve terör yoluyla sağlıkh bir yere vanlamayacağını kabul eder; devlet, karşı-şiddetin sakıncalannı görür; Türkiye demokrasi içinde diyalogla kardeşin kardeşi bo- ğazlaması sonucuna varabilecek bu karabasanı banş içinde aşar. Ama, "henûz vakit varken", tersi durumlar için bir bi- linç geliştirmek ve önlemler almak gerekir. • • • Şiddet olaylan elbette önemli haberlerdir. Saklanma- lan, sansür edilmeleri sayısız sakmcalar doğurur, fısıltı gazetesini devreye sokar. Ancak, şunu da unutamayız: terör amaçlı şiddet olaylan aynı zamanda mesaj değeri taşırlar. Medyalarca verilişi, olayın bir parçasıdır. Gaze- tenin manşeti ya da televizyonun görüntüsü, kimi zaman patlayan bombanın şarapnelinden farksızdır. Bu neden- le, böyle bir haberi verirken kullanmak ile kullanılmak arasındaki ince aynm yaşamsal bir önem kazanır. Basını birileri kullanmak, manipüle etmek isteyebilir. "Manipülatör", halkı yıldırmak amacıyla eylemine mak- simum reklam isteyen terör örgütü olabileceği gibi, bu reklamı kendi amaçlan için kullanmak isteyen resmi ya da gayn-resmi diğer güçler olabilir. Kimin elinin kimin cebinde olduğunun belli olmadığı dumanlı havalardır bunlar... Tabii, böylesine haber değeri olan bir olayı bazı gazete- lerin ya da televizyon istasyonlannın kendi çıkarlan için (tiraj, atlatma, şok etkisi, vb.) büyüterek kullanmalan da söz konusudur. Sansasyon satar, infıal ses getirir. Şu tiraj sıkıntısında bunlan kim istemez? Ama acaba değer mi? önümûzdeki günler bu sorunun basın mensuplan ta- rafından dikkatle sorulması gereken günler olmaya adaydır. • + + Ne yapılabilir? Demokratik bağlamda basının rolü açı- sından ilk ilke, terör ve şiddeti hiç bir şekilde haklı gör- memek ve göstermemek olmalıdır. Hatırlarsanız, millet olarak da zamanında bundan dili- miz yanmıştı. örneğin, 1979 yılında Paris'te bir Türk dip- lomatı öldürüldüğünde Le Matin gazetesi kocaman bir başlıkla "Soykınma Uğrayan Birbuçuk Milyon Er- meni"den söz ederken, minik puntolarla da Paris'te bir Türk diplomatının öldürüldüğünden söz etmişti. Habe- rin yazılışı ve verilişi adeta cinayeti haklı göstermek ister gibiydi. öyle bir cinayet ki, kurbanının doğumundan ön- ceki bir olayın öcünü almak iddiasındaydı! "Oh olsun!"- cu tutumdan uzak durmak gerek. tkinci ilke, haberi, boyutlan ne olursa olsun, kin, nef- ret, infıal, intikam gibi sonuçlar doğuracak bir biçimde vermemek olmalı. Başlık kışkırtmamalı, bilgilendirmeli ve düşündürmeli. Başlığı yazanlar sadece haberi değil olası etkilerini de düşünmeliler. Şiddetin bir kısır döngü olduğunu öğrenmek için çok ağır bir bedel ödedik. öyleyse, onun haber olarak verili- şinin bu döngüde bir ok işareti görevi yapabileceğini de unutamayız. 60-30 YIL ÖNCE CUMHURİYET 1932: Cenevre Konferansı Tahdidi teslihat konferansının dünkü celsesinde M. Bosh. (Arjantin), memleketinin pek az miktarda olan askeri kuvvetlerinden bahsetmiş. mümkün olduğu kadar tam bir tahdidi teshilat icrası lehinde bulunmuş ve netice olarak Arjantin namına müsbet bir takım teklifler tevdi eylemiştir. İranmurahhasından sonra. M.Motta(Isviçre),Cemiyeti Akvam meclisinin Çin - Japonya ihtilâfı mes'elesindeki mesaisinin akim kalmış olmasını teessüfle yadetmiş ve bu sebepten dolayı konferansın mesaisine pek gayrimüsait bir muhit içinde devam etmekte olduğunu söylemiştir. Beynelmilel bir kuvvet ihdası fıkrinin henüz zamanı değildir. Fransız teklifleri müzakerata merkez teşkil etmek hizmetini görecek olan bir bloktur. 1962: Apaydın ihraç edildi A.P. deki ihtilâf nihayet bu gece patlak vermiş. A.P. Ankara Milletvekili ve Anayasa Komisyonu Başkanı Burhan Apaydın acele olarak toplanan Genel İdare Kurulu tarafından "kaydı silinmek suretiyle" partiden çıkanlmıştır. OPPENHEIMER'fN ÖLÜMÜ.. 1967'DE BU6ÜN,ÜMLÜ AMERİKAU FİZİKBU.GİHİ ROfERT OPPEHHEIM£lt 63 YAf/NM KAN£EXDEN OL- OÛ. ONUN ULUSlARARAGt ÛHÜ,H.DUNM SAVAÇl'. NIN SONUNDA PATlATHAN ATOM 8OMSAS/N/N YAfif. kUNOA 6ÜYÜK ROL OYMMN Btfi 6>ÜM AMM/ \AE BU Bü 8OMBAM İLK KAJtÇ/ ÇIKANlAZDAN Bİ8İ , OLUŞUNOAN KAYNAKLANMAtrmDIR. OPP£NH£*4Eg İN, ATOMUN SkAH OLARAK KULLANILMASINA TEPKİSİ, 19SO'LERDE, KOMÜNİSTIÎK SUÇLAMA- LAttlYLA A8O 'Nİ KASlPKAVURAN MC CAKTny'E HEPEP SeÇİLMESÎ /ÇJN YE7MİÇTİ. G£KÇJ, SOVYET- L£R BİRLİĞİ 'NE ATOM SIRlAPIMt VERDİĞİNİN SÖ/LEAJMESI PEK İNANOlRta GÖRÛNMEMİÇrİ AMA, ATOM ENEKJİSİ DANlÇAAA KOMİSYONU 'NPAAJ M AYfZlLMAK. ZOetlNDA BlMK/LMIÇTI.. Piy asa Düzeninde Siyasal Bilinç Doç. Dr. ŞERMİN TEKİNALP İÜ Sosyal Bilimler Enstitüsü A T Bölümü 20i Ekim 1991 milletvekili | genel seçimlerinde hiçbir Idemokratik ülkede eşine _ rastlanamayacak ilginç bir siyasi süreç yaşandı. Bir tarafta, tüm siyasi partilere siyasi konumlan- na göre değişen sürelerle radyo ve tele- vizyonda siyasal propaganda yapma- lanna izin veren TRT; diğer yanda da o günkü hükümetin doğrudan ya da dolaylı sürekli propagandasını yapan ve haksız rekabete dayalı paralı siyasi reklam yayımlayan Starl, kararsız seçmenin oyunu etkilemeye çalıştı. Bu, aslında ortadaki çarpıklığın yü- zeysel bir tanımlamasıdır. Asıl bilin- mesi gereken, televizyonun Türk izle- yicisinin siyasi bilincini yıllardır nasıl oluşturduğu ve insanlan nasıl bir siya- si davranışa koşullandırdığıdır. Amerika'da yapılan araştırmalar (l), Amerikan TV programlannın, iz- leyenlerin düşüncelerini "merkezileş- tirdiklerini" (sınıfsızlık, konsensüs, tüketicilik, ideolojinin sonu) ve kendi- lerini emekçi ya da üst orta sınıf gibi değil de genelleştirilmiş bir orta sınıf temsilcisi olarak. gördüklerini ortaya koyar. Gerbner'in yukanda kısaca sözü edilen "mainstream" (ana eğilim) ku- ramını sınamak amacıyla Avrupa'da yapılan araştırmalar, bu kurarrun farklı TV sistemi olan ülkelerdeki ge- çerliliğinin kuşkulu olduğunu ortaya çıkarmıştır (2). Örneğin, Ingiltere'de (özellikle ABD yapımı) televizyon programlannın birleştirici özellikleri, çeşitli siyasi partilerin, değişik fıkir ve politikalann radyo-televizyonda tem- sil edilmelerini; farklı çıkar gruplan- nın seslerini duyurmalannı güven altı- na alan düzenlemelerle dengelenmeye çalışılır. Ingiltere'de I987'de yapılan bir araştırma, tngiliz televizyonunun ABD'de olduğu gibi tek bir ana görüş aşılamadığını; aksine, iki tür mesaj- izleyici sistemi oluşturduğunu ortaya koymuştur. Buna göre çoğunlukla si- yasi görüş sahibi kimseîer tarafından izlenen BBC'deki "Panorama", "Qu- estion Time", "On the Record"; ITV'- deki "This Week", "World in Action" gibi çeşitli fıkirlerin tartışıldığı güncel olaylarla ilgili programlar, çoğulculu- ğu yansıtır ve izleyicilerin siyasal bi- linçlerini yükseltir. Diğer taraftan, bu tür programlan seyretmeyip, genelde Amerikan filmlerini ya da sabun kö- püğü dizileri anlamına gelen "soap opera"ları seyreden izleyicilerde belir- li bir görüşe sahip olmama, kısaca merkezde olma durumu saptanmıştır. Yani, Amerikan programlannın zaten düşük düzeyde olan siyasal bilinci, kendi baskın değer yargılanyla uyuş- turduğu ve bir merkezde topladığı an- laşılmaktadır. Ingiltere'den Türkiye'ye geçtiğimiz- de daha değişik bir durumla karşılaşı- yoruz. Önce şu sorulan soralım: Tür- kiye'de, İngiltere'deki gibi farklı kül- türleri ve düşünceleri, dolayısıyla, si- yasi görüşleri bir ölçüde cesurca ya- yımlayan bir kamu televizyonumuz var mı? 20 Ekim 1991 genel seçimine kadar bunun yanıtı kesinlikle hayırdır. He- men arkasından şu soruyu soralım: TRTnin 6 kanalı daha çok hangi programlarla doludur? Bunun yanıtı- nı ise hepimiz biliyoruz. Eğer İngiltere gibi okuma oranı yüksek, çoğulculuğu kollayan kamu ve özel televizyon sis- temlerine sahip bir ülkede ABD prog- ramlannın siyasi bilinci törpüleyici bir etkisi varsa; bu programlann ve etliye sütlüye dokunmayan, milli, dini, ahla- ki konularda en dar ortak paydada toplanan toplumsal değerlerle yapı- landınlmış yerli yapımlann Türk insa- nmın siyasi davranış düzeyi üzerinde- ki etkisi önemli bir araştırma konusu olmalıdır. Liberal ekonomi düzeninde kamu- sal ve özel televizyonlar kitlelerin siya- si bilincini başka bir biçimde de etki- lerler. Televizyon ekranından geniş bir kitleye hitap eden politikacılar, toplu- mun en küçük ortak paydada birleşen milli, dini ve ahlaki değerlerine sesle- nerek; akla değil, duygulara hitap et- meyi alışkanlık haline getirirler. Bu, siyasi kültür olarak zamanla toplum bilincine iyice yerleşir. Bu siyasi kül- türde, ahlaki ve sosyal sorunlarda "merkez sağ" görüşler hâkimdir. Sağ- lık, eğitim, insan haklan ve refah ko- nularında merkez sol görüşler hâ- kimdir. Sağlık, eğitim, insan haklan ve refah konulannda merkez sol görüşlerin propagandası da yapılır. Ancak bun- lar toplumdaki tüm kurumlar ve tele- vizyon aracılığıyla aşılanan merkez ve merkez sağ siyasi kültürün potası için- de eritilip aynı görüşü iyileştirme mo- delleri olarak sunulur. Bir başka deyişle, liberalizmin çarpık işlediği, gelir dengelerinin bo- zulduğu ülkelerde meydana gelen sos- yal yıkıntılar için bir umut şınnga etme sürece başlatılır. Sonuç olarak, televizyonda libera- lizm, yapay tatlandıncı programlann oranının eğitsel, kültürel ve hepsinden önemlisi, siyasal bilinç düzeyini yük- seltici programlarla denetim altına alın- masına engel olarak görüJmemelidir. (1) Gerbner, G., L. Gross, M. Morgan and N. Sig- noriellı, "Chartıng the Mainstream: Television's Contributions to Political Orıentatıons" JournaJ of Com. 32 (2), Spring 1982, s 10-127 (2) Piephe, Anthony, P Charlton and J. Morey, "Politıcs arxl Televisıon Viewing ın England: Hegemony or Pluralısm'' Journal o< Com. 40 (1), VVinter 1990, s. 24-36 FERRUHDOGAN KEŞFETTJ K ARKAPASLAR., Televizyonun Özellestinilmesi ve Özel TV ADNAN KAHVECİ A NAP İstanbul Milletvekili U zun zamandır Türkiye'nin gündeminde olan ve son za- manlarda anayasadaki deği- şikliği dahi gündeme getire- ceği söylenen televizyonun özelleştiril- mesi konusunda şimdiye kadar çok çe- şitli görüşler ortaya atıldı. Bu tartışmalar ciddi olarak ilk defa Hürriyet Vakfı'nın 1988'dedüzenledi- ği bir toplantıda oldu. O toplantıya da ANAP adına o zaman TRT'den so- rumlu Devlet Bakanı olarak ben, DYP'den Mehmet Dülger, SHP'den İsmail Cem ve DSP'den de Bülent Ecevit katıldılar. O toplantıda televiz- yonun özelleştirilmesi gerektiğini sa- vundum. O zamana kadar TRT'den sorumlu hiçbir bakan, TRT'nin özel- leştirilmesine sıcak bakmamıştı. TRT'den sorumlu olduğu halde tele- vizyonun özelleşmesini savunan Tür- kiye'deki ilk kişi olduğumu biliyorum. Yalruz o toplantıda söylediğim gibi özelleştirme konusunda benim fikirle- rim biraz radikal. Özelleştirmenin yöntemleri konu- sunda da pek çok farklı sistem gelişti- rilmiş. Öncelikle televizyonun özelleş- tirildiği ülkelere bakılırsa, televizyon, basın ile aynı statüye konulmamış. Te- levizyonda hâlâ bir standart denetimi var. Yani, basında uygulanan kuralla- nn aksine, televizyonda lisans iptali gibi, yayın yasağı gibi müeyyideler var. Halbuki, televizyona denetim uy- gulayan bu ülkelerde basınla ilgili hiç- bir sansür hemen hemen yok. Türkiye'de televizyonun özelleştiril- mesi konusunda takip etmemiz gere- ken yolu çok dikkatli araştırdım. Özelleştirmede dikkat etmemiz gere- ken en önemli nokta; bunun halkın ve demokrasimizin yararına olmasını sağlamaktır. Demokrasiler için en teh- likeli unsurlardan bir tanesi tekeller- dir. İmalat sanayiindeki tekeller, ithalat var olduğu sürece ekonomi için bir so- run oluşturmazlar. Ama, hizmet sek- töründe olan tekeller, örneğin banka- cılıkta, sigortacılıkta veyahut da ha- bercilik sektöründe olan tekellerin it- halatının mümkün olmadığı için, pi- yasalan tamamen kontrol altına ala- bilirler. Bu bakımdan, Türkiye'de te- levizyonun özelleşmesi sırasında bü- yük sermayeye taraftar olmadığımı söylemiştim. imalat sanayiimizde ha- lihazırda tekel olduklan iddia edilen fırmalar ise ithalat serbestisinden do- layı artık rekabet güçlerini geliştirmek zorunda kalmışlardır. Hatta şunu da söyleyebilirim: Bugün Türkiye'de bu- lunan Sabancı, Koç, Eczacıbaşı gibi gruplann daha da belki büyümesi ge- rekir. Çünkü, dünya ölçülerine göre çok düşük kalmışlardır. Dünya piya- salanyla rekabet edebilmeleri için daha da büyümeleri gerekmektedir. Ama, aynı sözü servis sektörü için söy- lemek mümkün değildir. Servis sektö- ründe devleşme, özellikle iç piyasada devleşme, faydaları kadar rekabeti yok etme tehlikelerini de yanında geti- rir. Bu bakımdan televizyonun özelleş- tirilmesindeki en önemli olay, televiz- yonun büyük sermayenin eline geçme- mesidir. En doğrusu, özelleşen fırma- lann sermaye paylannın halka dağıtıl- ması ve hiçbir ortağın payınm belirli bir oranın üzerine çıkmamasıdır. Düşündüğüm özelleştirme modeli; TRT'nin, kanallarını öncelikle birer, ikişer saatlik olmak üzere kiralamasıdır. Bugünkü TRT yasası buna mûsaittir. Benim düşündüğüm özelleştirme modeli; TRT'nin kanallannı öncelikle birer, ikişer saatlik olmak üzere kira- lamasıdır. Savunduğum özelleştirme modeli- nin faydası şu idi: Bu sayede yeni fır- malar özel televizyon kurmadan, ön- celikle program yapımını öğrenecek- lerdir. Program üretmenin uzmanı ha- line geleceklerdir. Tabii ki televizyon- dan satın aldıkları bu saatleri belli bir ücret ödemeleri karşıhğı bu saatler içinde satacaklan reklamlan da kendi- leri pazarlayacaklar. Dolayısıyla, TRT sadece zaman satan, vericileri ki- ralayan bir kuruluş haline gelecektir. TRT'den zaman kiralayan fırmalar, TRT'nin fazla personelini de yavaş yavaş TRT'den alacaklar. Bugün çok düşük kapasitede üretim yapan perso- nel, özel firmalarda saat kiralama so- nucu istihdam edilecek ve gerçek an- lamda tam kapasitede çalışacaklardır. TRT'nin ne kadar büyük bir eleman fazlalığı olduğunu şöyle bir hesapla anlatayım: Şu anda 6500 ile 7000 ara- sında personel var. Sözleşmeli sanatçı- lar dahil bugün TRT 2000 personelle çahşabilir. Bu rakama vericilerdeki personel dahil değildir. Vericilerdeki personele hiç dokunmayahm. Dolayı- sıyla TRT'de ihtiyaç fazlası 4500 per- sonel var. Bu 4500 personele yılda ödenen para 300-350 milyar civann- da. Bugün TRT'de 1 saatlik bir yerli programın maliyeti 5 ile 100 milyon arasında değişebiliyor. 1 saatlik prog- ramın averaj maliyeti 50 milyon diye- lim. 50 milyonu 300 milyara bölersek, yılda 6 bin saatlik bir eğitim programı üretebilecek para, bugün TRT'de ihti- yaç fazlası personele maaş olarak ödenmektedir. TRT'nin özelleşmesi bunun için önemlidir. TRT bu şekilde özelleştirilse bugün üretim düzeyi çok düşük tutulan bu personelinin üretim düzeyi mutlaka çok artacaktır. Aksi takdirde toplumumuzun en önemli şikâyeti olan kültürümüzü işleyen, kül- türümüzü tanıtan programlar için harcanması gereken para gereksiz yere istihdam edilen, atıl duran personele ödenmiş olur, Bu bakımdan TV'nin özelleştirilme- si için ille anayasanın değişmesine ihti- yaç yoktur. Medyada tekelleşme ihti- malini azaltacak bu modelin demok- rasimize de faydası olacaktır. Türkiye için en olabilir görünen model; halen mevcut kanallannın TRT tarafından kiralanması, bu kiralama karşıhğı da TRT'de çalışan personelin yavaş ya- vaş bu şirketlere kaymasının teşvik edilmesidir. Bu yeni düzenleme içinde Star 1, Te- leon ve Show TV de mevcut kanallar- dan zaman satın alarak mevcut verici- leri kullanacaklardır. Mevcut kanal- lardan yayın yaptıklan sürece de bazı önemli reklam standartlanna ve bazı asgari yayıncılık standartlanna da uy- mak mecburiyetinde kalacaklardır. Kanallan saat satarak kiralama konu- sunda mevcut TRT yönetimine müte- addit telkinlerde bulundum. Fakat sonuç alamadım. ^ B L O K N O T YAĞMUR ATSIZ Biraz Türkçe Buyurmaz mıydınız? • BONN - Bir süredir ilâmâşallah milletçe Ortaasya ve ; Mâverâ-i Kafkasya uzmanı kesildik. Oralardaki soydaş-. Ianmızın Türkçeyi değişik lehçelerde konuştuklannı da ' artık hep biliyoruz. Oysa iki yıl önce Türkçe konuştukla- ' rını bile bilmiyorduk. Şimdi biliyoruz, ama nasıl değişik konuşuyorlar? Ne ölçüde değişik konuşuyorlar? tşte bu yazımda olabildiği kadar kısaca bunu belirtmeye uğraşa-, cağım. Bunun için de değişik Türk lehçelerinde kaleme alınmış • vehepsi 1 Aralık 1991 tarihli birtakım gazete veajansha- • berlerini kullanacağım. ••• * Buyrun... * Âzeri Lehçesi: "îsraü, Yakın Şerk sulh danışıklannın berpâ edilmesi- ne dâir Dekabr'ın 4'ü (Aralık'ın 4'ü) teyin edilen danışık- lara iştirâk etmemek bârede (hakkında) mevkeyini (mev- kîini) muhâfıze ediyr. Sûriya, Livan (Lübnan), Iordaniya (Ürdün) ve Feles- , tinliler, Birleşmiş Ştatlar'ın (Birleşik Devletler'in/ştat ke- limesi Almanca'dan Rusça'ya, oradan da Türk Lehçe- ' leri'ne girmiş: der Staat) devetini (davetini) qebûl etmiş- - dir." « Tatar/ Başkır Lehçesi: '< "İzrael seyleşilerning 9-uncı Dikeber'de (Aralık'da) l başlanuın teqdim itte. Yordaniya, Liban hem Siria 4- ' ünce Dikeber'de VVashington'da seyleşilerge çakunnı qa-» bu| itte." Özbek Lehçesi: "Falastin'ni Azad Çılış Taşkilâti'ning - Raisi Yasser Arafat, Misr'ning Prezidenti Husni Muba- * rak bilen (ile) muzâkaralara alıb banş maqsadida (mak- sadında/maksadıyla) bugün Cahira'ga keldi. Bu, Ara- fat'nıng Misr'ga, Yaqin Şarq Tinçlik (banş anlamına dinçlik) muzâkaralan başlangandan keyingi ikkinci sa- fandır." Türkmen Lehçesi: "Israyıl, Birleşen Ştaatlar tarapın- dan teklip edilen Yakın Gündoğar (Yakın Doğu) boyun- ca yaraşık gepleşiklerinin teze tapgınna gatnaşmazhk bâradakı karârında berk duryar." Yâni: İsrail, Birleşik Devletler tarafından teklif edilen Yakın Doğu banş görüşmelerinin yeni celsesine katılma- ma konusundaki karânnda ısrâr ediyor. Bir cümle daha: "Gepleşiklerin teze tapgınnnın baş- lanmagını sonrakı bir vaqta geçirmegin mümkünçiliğine I garamak (araştırmak) ücin, Israyıl'ın Vezirler Kabineti ı bugün yuğnak geçirdi." s Kırgız Lehçesi: "Özünün öküldörü 9 Dekabr kününö '. deyre duyardana albay turğandıqtann suylogon tzraylı, ' 4 Dekabr'da buçboson plandalğan süylöşüülördün ekin- ci aylampasına turğanını bilgirğen ele. Siriya, Livan, Pa-4 lastinalıqtar ve Yordaniya, Amerika'nın 4 Dekabr'da ' süylöşüülörgö qayra baştoo tuuraluu sunuşun qabıldaş- ' tı." Yâni: Kendinin 9 aralık gününü görüşmelerin başla- ması için teklif ettiğini söyleyen Israil, 4 arahkta başla- ması planlanan ikinci celseye katılmama karannı bildir- di. Suriye, Lübnan, Filistinliler ve Ürdün, Amerika'nın, 4 aralıkta söyleşilerin başlaması yolundaki teklifini ka- buletti. lL> Kazak Lehçesi: "'Çazağıstan'nıng AZAT Partiyası'- nıng Törağası (Genel Başkanı Sâbetqazı Agatay, Türki- ya Astanası (Başkenti) Anqara'da, Türkiya'nın bunngğı Ukimet Baştığı (Sâbık Hükûmet Başkani/Başbakanı) Preziydent Turgut Özal'ben (Özal'nan, özal ilen), Ana- . Otan Partiyasf nın Törağası Mesut Yılmaz'ben, Demok- rattıq Sol Partiyası'nın Törağası, Türkiya'nın bunngğı Ükimet Baştığı Bülent Ecevit'pen, sonday-aq (aynca), Türkiya'nın Ulu Ulttıq Cıynahsı'nın Törağası Hüsamet- tin Cindoruk'pen colığıp (buluşup) söyleşti." îsterseniz Türkçe'nin bu kadar farklı biçimlerde konu- şulmasına hayret edebilirsiniz. Ama yine isterseniz, bir^ j birinden kısmen yüzlerce yıl tamâmen ayn kalmış insan- ' lann nasıl olup da birbiriyle hâlâ bu kadar benzer biçim- de konuştuğuna hayret edebilirsiniz. . OKURLARDAN Dargelirlilerin Vekili Kim? DYP-SHP koalisyonunun programında demokratik hak ve özgürlükler üzerine çok lafedildi. Nitekim bunu bazı uygulamalarda da gördük. Yeni hükümet geçmişteki hükümetlerden hiçde farklı olmayan bir politika izlemiştir. Enflasyona karşı sabit gelirliyi koruyamamıştır. Ücret ve maaşlara yapmış olduğu zam yıpranmayı telafi edememiştir. Bu zamlar yapılırken düşük gelirlinin daha fazla kollandığı sürekli tekrarlanmıştır. Halkın anlayamayacağı şeffaflıkla, biryığın sayı ortaya dökülmüştür. Sonuçta, göriinüşte az gelirliye çok, çok gelirliye az zam verilmiştir. Örneğin 500 bin TL ücret alanlann zam miktanl75binTL(%35) ise yine ortalama olarak 22 milyon ücret zam miktan 4 milyon 400 bin TL'dir. (% 20) Görüldüğü gibi 'dar gelirlilerin korunduğu' da gözeçarpıyor! Oysa bu uygulamanın amacı, sabit gelirliyi enflasyona karşı korumaktır. Yapılan ayarlamalarmesleki terfi veya liyakat zammı özelliği taşımaktadır. Bu kadar farklı gelir artışlanna karşın, enflasyondan doğan pahahlık herkeseeşit oranda yansımaktadır. 22 milyon TL alan bir milletvekili, çoğunluğu en alt gelir seviyesindeki vatandaşın karşısına çıkıp nasıl "Benim vatandaşım" diyebilir? Alay etmiş sayılmaz mı? Söylediklerini kim ciddiye alır? Halkı güçsüz kılıp ondan sonra hükmetmek ayıp olmuyor mu? İSMETGÜZEL/ İstanbul Milli Eğitim'e açık mektup Yeterlilik Smavı'nın kaldmlmış olması, öğretmen olmaya hak kazanmış her isteklinin göreve atanmasını sağlaması ve böylece öğretmen açığmın ortadan kaldırılmasının hedeflendiğinin açıklanması, yeni hükümetin bu alandaki olumlu yaklaşımı olarak bizleri sevindirmiştir. Milli Eğitim Bakanlığı'nca, öğretmen atamalanna ilişkin kamuoyuna yapılan açıklamalarda Felsefe-Sosyoloji bölümleri mezunları öğretmen adaylarına yer verilmeyişi bizi oldukça şaşırttı. Bu grup öğretmen adaylannın kapsam dışı bırakılmış olmasının nedenlerini öğrenmek, il düzeyinde yaptığımız başvurularda ne yazık ki mümkün olmadı. Oysa daha birkaç ay önce gazetelerde bu grup öğretmen açığı sayısının oldukça kabarık olduğu belirtiliyordu. Durumun bir an önce açıklığa kavuşturulması ve karşı karşıya kaldığımız haksızlığın önüne geçilmesi talebimizin Milli Eğitim Bakanlığı'nca dikkate alınacağını umuyoruz. SELAHATTÎN Ğ
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle