Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
- 2024
- 2023
- 2022
- 2021
- 2020
- 2019
- 2018
- 2017
- 2016
- 2015
- 2014
- 2013
- 2012
- 2011
- 2010
- 2009
- 2008
- 2007
- 2006
- 2005
- 2004
- 2003
- 2002
- 2001
- 2000
- 1999
- 1998
- 1997
- 1996
- 1995
- 1994
- 1993
- 1992
- 1991
- 1990
- 1989
- 1988
- 1987
- 1986
- 1985
- 1984
- 1983
- 1982
- 1981
- 1980
- 1979
- 1978
- 1977
- 1976
- 1975
- 1974
- 1973
- 1972
- 1971
- 1970
- 1969
- 1968
- 1967
- 1966
- 1965
- 1964
- 1963
- 1962
- 1961
- 1960
- 1959
- 1958
- 1957
- 1956
- 1955
- 1954
- 1953
- 1952
- 1951
- 1950
- 1949
- 1948
- 1947
- 1946
- 1945
- 1944
- 1943
- 1942
- 1941
- 1940
- 1939
- 1938
- 1937
- 1936
- 1935
- 1934
- 1933
- 1932
- 1931
- 1930
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
SAYFA CUMHURİYET
ÖRÜ
18ŞUBAT1992SALF
14 GÖRÜŞLER
BURAŞI
TÜRKİYE
HALÛK ŞAHİN
Lütfen dikkat
Törk ve Kürt aydınlan arasında bir diyalog başlatmak
amacıyla Helsinki Yurttaşlar Meclisi Türkiye Bölümü
tarafından düzenlenen toplantıda "resmi ideoloji" ve
"şiddet"ten sonra en fazla yakınılan konu basın oldu.
HEP'li milletvekillerinden Müslüman aydınlara hemen
her konuşmacı ya söylediklerinin basın tarafından çarpı-
tıldığını öne sürdü, ya gazete manşetlerine çıkabilen kış-
kırtıcı tavırdan yakındı, ya da basının olaylara şovence
bir açıdan baktığını ima etti. Romancı Orhan Pamuk,
ilkbaharda beklenen şiddet olaylan sırasında atılacak bir
manşetin bile çok belirleyici bir önem kazanabileceğini
belirtti.
6-7 Eylül olaylannda Selanik'te Atatürk'ün evine
bomba konduğuna ilişkin "haber"in Istanbul'un akşam
gazetelerine bomba gibi manşet olmasının sonucunu ha-
tırlayanlar Pamuk'un ne demek istediğini anlamakta
güçiük çekmediler.
Umanz korkulanlann hiçbirisi gerçekleşmez. PKK,
şiddet ve terör yoluyla sağlıkh bir yere vanlamayacağını
kabul eder; devlet, karşı-şiddetin sakıncalannı görür;
Türkiye demokrasi içinde diyalogla kardeşin kardeşi bo-
ğazlaması sonucuna varabilecek bu karabasanı banş
içinde aşar.
Ama, "henûz vakit varken", tersi durumlar için bir bi-
linç geliştirmek ve önlemler almak gerekir.
• • •
Şiddet olaylan elbette önemli haberlerdir. Saklanma-
lan, sansür edilmeleri sayısız sakmcalar doğurur, fısıltı
gazetesini devreye sokar. Ancak, şunu da unutamayız:
terör amaçlı şiddet olaylan aynı zamanda mesaj değeri
taşırlar. Medyalarca verilişi, olayın bir parçasıdır. Gaze-
tenin manşeti ya da televizyonun görüntüsü, kimi zaman
patlayan bombanın şarapnelinden farksızdır. Bu neden-
le, böyle bir haberi verirken kullanmak ile kullanılmak
arasındaki ince aynm yaşamsal bir önem kazanır.
Basını birileri kullanmak, manipüle etmek isteyebilir.
"Manipülatör", halkı yıldırmak amacıyla eylemine mak-
simum reklam isteyen terör örgütü olabileceği gibi, bu
reklamı kendi amaçlan için kullanmak isteyen resmi ya
da gayn-resmi diğer güçler olabilir. Kimin elinin kimin
cebinde olduğunun belli olmadığı dumanlı havalardır
bunlar...
Tabii, böylesine haber değeri olan bir olayı bazı gazete-
lerin ya da televizyon istasyonlannın kendi çıkarlan için
(tiraj, atlatma, şok etkisi, vb.) büyüterek kullanmalan da
söz konusudur. Sansasyon satar, infıal ses getirir. Şu tiraj
sıkıntısında bunlan kim istemez?
Ama acaba değer mi?
önümûzdeki günler bu sorunun basın mensuplan ta-
rafından dikkatle sorulması gereken günler olmaya
adaydır.
• + +
Ne yapılabilir? Demokratik bağlamda basının rolü açı-
sından ilk ilke, terör ve şiddeti hiç bir şekilde haklı gör-
memek ve göstermemek olmalıdır.
Hatırlarsanız, millet olarak da zamanında bundan dili-
miz yanmıştı. örneğin, 1979 yılında Paris'te bir Türk dip-
lomatı öldürüldüğünde Le Matin gazetesi kocaman bir
başlıkla "Soykınma Uğrayan Birbuçuk Milyon Er-
meni"den söz ederken, minik puntolarla da Paris'te bir
Türk diplomatının öldürüldüğünden söz etmişti. Habe-
rin yazılışı ve verilişi adeta cinayeti haklı göstermek ister
gibiydi. öyle bir cinayet ki, kurbanının doğumundan ön-
ceki bir olayın öcünü almak iddiasındaydı! "Oh olsun!"-
cu tutumdan uzak durmak gerek.
tkinci ilke, haberi, boyutlan ne olursa olsun, kin, nef-
ret, infıal, intikam gibi sonuçlar doğuracak bir biçimde
vermemek olmalı. Başlık kışkırtmamalı, bilgilendirmeli
ve düşündürmeli. Başlığı yazanlar sadece haberi değil
olası etkilerini de düşünmeliler.
Şiddetin bir kısır döngü olduğunu öğrenmek için çok
ağır bir bedel ödedik. öyleyse, onun haber olarak verili-
şinin bu döngüde bir ok işareti görevi yapabileceğini de
unutamayız.
60-30 YIL ÖNCE CUMHURİYET
1932: Cenevre Konferansı
Tahdidi teslihat konferansının dünkü celsesinde M. Bosh.
(Arjantin), memleketinin pek az miktarda olan askeri
kuvvetlerinden bahsetmiş. mümkün olduğu kadar tam bir
tahdidi teshilat icrası lehinde bulunmuş ve netice olarak
Arjantin namına müsbet bir takım teklifler tevdi
eylemiştir.
İranmurahhasından sonra. M.Motta(Isviçre),Cemiyeti
Akvam meclisinin Çin - Japonya ihtilâfı mes'elesindeki
mesaisinin akim kalmış olmasını teessüfle yadetmiş ve bu
sebepten dolayı konferansın mesaisine pek gayrimüsait bir
muhit içinde devam etmekte olduğunu söylemiştir.
Beynelmilel bir kuvvet ihdası fıkrinin henüz zamanı
değildir. Fransız teklifleri müzakerata merkez teşkil etmek
hizmetini görecek olan bir bloktur.
1962: Apaydın ihraç edildi
A.P. deki ihtilâf nihayet bu gece patlak vermiş. A.P.
Ankara Milletvekili ve Anayasa Komisyonu Başkanı
Burhan Apaydın acele olarak toplanan Genel İdare
Kurulu tarafından "kaydı silinmek suretiyle" partiden
çıkanlmıştır.
OPPENHEIMER'fN ÖLÜMÜ..
1967'DE BU6ÜN,ÜMLÜ AMERİKAU FİZİKBU.GİHİ
ROfERT OPPEHHEIM£lt 63 YAf/NM KAN£EXDEN OL-
OÛ. ONUN ULUSlARARAGt ÛHÜ,H.DUNM SAVAÇl'.
NIN SONUNDA PATlATHAN ATOM 8OMSAS/N/N YAfif.
kUNOA 6ÜYÜK ROL OYMMN Btfi 6>ÜM AMM/ \AE
BU Bü 8OMBAM İLK KAJtÇ/ ÇIKANlAZDAN Bİ8İ ,
OLUŞUNOAN KAYNAKLANMAtrmDIR. OPP£NH£*4Eg
İN, ATOMUN SkAH OLARAK KULLANILMASINA
TEPKİSİ, 19SO'LERDE, KOMÜNİSTIÎK SUÇLAMA-
LAttlYLA A8O 'Nİ KASlPKAVURAN MC CAKTny'E
HEPEP SeÇİLMESÎ /ÇJN YE7MİÇTİ. G£KÇJ, SOVYET-
L£R BİRLİĞİ 'NE ATOM SIRlAPIMt VERDİĞİNİN
SÖ/LEAJMESI PEK İNANOlRta GÖRÛNMEMİÇrİ AMA,
ATOM ENEKJİSİ DANlÇAAA KOMİSYONU 'NPAAJ M
AYfZlLMAK. ZOetlNDA BlMK/LMIÇTI..
Piy asa Düzeninde Siyasal Bilinç
Doç. Dr. ŞERMİN TEKİNALP İÜ Sosyal Bilimler Enstitüsü A T Bölümü
20i
Ekim 1991 milletvekili
| genel seçimlerinde hiçbir
Idemokratik ülkede eşine
_ rastlanamayacak ilginç
bir siyasi süreç yaşandı. Bir tarafta,
tüm siyasi partilere siyasi konumlan-
na göre değişen sürelerle radyo ve tele-
vizyonda siyasal propaganda yapma-
lanna izin veren TRT; diğer yanda da
o günkü hükümetin doğrudan ya da
dolaylı sürekli propagandasını yapan
ve haksız rekabete dayalı paralı siyasi
reklam yayımlayan Starl, kararsız
seçmenin oyunu etkilemeye çalıştı.
Bu, aslında ortadaki çarpıklığın yü-
zeysel bir tanımlamasıdır. Asıl bilin-
mesi gereken, televizyonun Türk izle-
yicisinin siyasi bilincini yıllardır nasıl
oluşturduğu ve insanlan nasıl bir siya-
si davranışa koşullandırdığıdır.
Amerika'da yapılan araştırmalar
(l), Amerikan TV programlannın, iz-
leyenlerin düşüncelerini "merkezileş-
tirdiklerini" (sınıfsızlık, konsensüs,
tüketicilik, ideolojinin sonu) ve kendi-
lerini emekçi ya da üst orta sınıf gibi
değil de genelleştirilmiş bir orta sınıf
temsilcisi olarak. gördüklerini ortaya
koyar.
Gerbner'in yukanda kısaca sözü
edilen "mainstream" (ana eğilim) ku-
ramını sınamak amacıyla Avrupa'da
yapılan araştırmalar, bu kurarrun
farklı TV sistemi olan ülkelerdeki ge-
çerliliğinin kuşkulu olduğunu ortaya
çıkarmıştır (2). Örneğin, Ingiltere'de
(özellikle ABD yapımı) televizyon
programlannın birleştirici özellikleri,
çeşitli siyasi partilerin, değişik fıkir ve
politikalann radyo-televizyonda tem-
sil edilmelerini; farklı çıkar gruplan-
nın seslerini duyurmalannı güven altı-
na alan düzenlemelerle dengelenmeye
çalışılır.
Ingiltere'de I987'de yapılan bir
araştırma, tngiliz televizyonunun
ABD'de olduğu gibi tek bir ana görüş
aşılamadığını; aksine, iki tür mesaj-
izleyici sistemi oluşturduğunu ortaya
koymuştur. Buna göre çoğunlukla si-
yasi görüş sahibi kimseîer tarafından
izlenen BBC'deki "Panorama", "Qu-
estion Time", "On the Record"; ITV'-
deki "This Week", "World in Action"
gibi çeşitli fıkirlerin tartışıldığı güncel
olaylarla ilgili programlar, çoğulculu-
ğu yansıtır ve izleyicilerin siyasal bi-
linçlerini yükseltir. Diğer taraftan, bu
tür programlan seyretmeyip, genelde
Amerikan filmlerini ya da sabun kö-
püğü dizileri anlamına gelen "soap
opera"ları seyreden izleyicilerde belir-
li bir görüşe sahip olmama, kısaca
merkezde olma durumu saptanmıştır.
Yani, Amerikan programlannın zaten
düşük düzeyde olan siyasal bilinci,
kendi baskın değer yargılanyla uyuş-
turduğu ve bir merkezde topladığı an-
laşılmaktadır.
Ingiltere'den Türkiye'ye geçtiğimiz-
de daha değişik bir durumla karşılaşı-
yoruz. Önce şu sorulan soralım: Tür-
kiye'de, İngiltere'deki gibi farklı kül-
türleri ve düşünceleri, dolayısıyla, si-
yasi görüşleri bir ölçüde cesurca ya-
yımlayan bir kamu televizyonumuz
var mı?
20 Ekim 1991 genel seçimine kadar
bunun yanıtı kesinlikle hayırdır. He-
men arkasından şu soruyu soralım:
TRTnin 6 kanalı daha çok hangi
programlarla doludur? Bunun yanıtı-
nı ise hepimiz biliyoruz. Eğer İngiltere
gibi okuma oranı yüksek, çoğulculuğu
kollayan kamu ve özel televizyon sis-
temlerine sahip bir ülkede ABD prog-
ramlannın siyasi bilinci törpüleyici bir
etkisi varsa; bu programlann ve etliye
sütlüye dokunmayan, milli, dini, ahla-
ki konularda en dar ortak paydada
toplanan toplumsal değerlerle yapı-
landınlmış yerli yapımlann Türk insa-
nmın siyasi davranış düzeyi üzerinde-
ki etkisi önemli bir araştırma konusu
olmalıdır.
Liberal ekonomi düzeninde kamu-
sal ve özel televizyonlar kitlelerin siya-
si bilincini başka bir biçimde de etki-
lerler. Televizyon ekranından geniş bir
kitleye hitap eden politikacılar, toplu-
mun en küçük ortak paydada birleşen
milli, dini ve ahlaki değerlerine sesle-
nerek; akla değil, duygulara hitap et-
meyi alışkanlık haline getirirler. Bu,
siyasi kültür olarak zamanla toplum
bilincine iyice yerleşir. Bu siyasi kül-
türde, ahlaki ve sosyal sorunlarda
"merkez sağ" görüşler hâkimdir. Sağ-
lık, eğitim, insan haklan ve refah ko-
nularında merkez sol görüşler hâ-
kimdir.
Sağlık, eğitim, insan haklan ve refah
konulannda merkez sol görüşlerin
propagandası da yapılır. Ancak bun-
lar toplumdaki tüm kurumlar ve tele-
vizyon aracılığıyla aşılanan merkez ve
merkez sağ siyasi kültürün potası için-
de eritilip aynı görüşü iyileştirme mo-
delleri olarak sunulur.
Bir başka deyişle, liberalizmin
çarpık işlediği, gelir dengelerinin bo-
zulduğu ülkelerde meydana gelen sos-
yal yıkıntılar için bir umut şınnga
etme sürece başlatılır.
Sonuç olarak, televizyonda libera-
lizm, yapay tatlandıncı programlann
oranının eğitsel, kültürel ve hepsinden
önemlisi, siyasal bilinç düzeyini yük-
seltici programlarla denetim altına alın-
masına engel olarak görüJmemelidir.
(1) Gerbner, G., L. Gross, M. Morgan and N. Sig-
noriellı, "Chartıng the Mainstream: Television's
Contributions to Political Orıentatıons" JournaJ of
Com. 32 (2), Spring 1982, s 10-127
(2) Piephe, Anthony, P Charlton and J. Morey,
"Politıcs arxl Televisıon Viewing ın England:
Hegemony or Pluralısm'' Journal o< Com. 40 (1),
VVinter 1990, s. 24-36
FERRUHDOGAN
KEŞFETTJ K
ARKAPASLAR.,
Televizyonun Özellestinilmesi ve Özel TV
ADNAN KAHVECİ A NAP İstanbul Milletvekili
U
zun zamandır Türkiye'nin
gündeminde olan ve son za-
manlarda anayasadaki deği-
şikliği dahi gündeme getire-
ceği söylenen televizyonun özelleştiril-
mesi konusunda şimdiye kadar çok çe-
şitli görüşler ortaya atıldı.
Bu tartışmalar ciddi olarak ilk defa
Hürriyet Vakfı'nın 1988'dedüzenledi-
ği bir toplantıda oldu. O toplantıya da
ANAP adına o zaman TRT'den so-
rumlu Devlet Bakanı olarak ben,
DYP'den Mehmet Dülger, SHP'den
İsmail Cem ve DSP'den de Bülent
Ecevit katıldılar. O toplantıda televiz-
yonun özelleştirilmesi gerektiğini sa-
vundum. O zamana kadar TRT'den
sorumlu hiçbir bakan, TRT'nin özel-
leştirilmesine sıcak bakmamıştı.
TRT'den sorumlu olduğu halde tele-
vizyonun özelleşmesini savunan Tür-
kiye'deki ilk kişi olduğumu biliyorum.
Yalruz o toplantıda söylediğim gibi
özelleştirme konusunda benim fikirle-
rim biraz radikal.
Özelleştirmenin yöntemleri konu-
sunda da pek çok farklı sistem gelişti-
rilmiş. Öncelikle televizyonun özelleş-
tirildiği ülkelere bakılırsa, televizyon,
basın ile aynı statüye konulmamış. Te-
levizyonda hâlâ bir standart denetimi
var. Yani, basında uygulanan kuralla-
nn aksine, televizyonda lisans iptali
gibi, yayın yasağı gibi müeyyideler
var. Halbuki, televizyona denetim uy-
gulayan bu ülkelerde basınla ilgili hiç-
bir sansür hemen hemen yok.
Türkiye'de televizyonun özelleştiril-
mesi konusunda takip etmemiz gere-
ken yolu çok dikkatli araştırdım.
Özelleştirmede dikkat etmemiz gere-
ken en önemli nokta; bunun halkın ve
demokrasimizin yararına olmasını
sağlamaktır. Demokrasiler için en teh-
likeli unsurlardan bir tanesi tekeller-
dir.
İmalat sanayiindeki tekeller, ithalat
var olduğu sürece ekonomi için bir so-
run oluşturmazlar. Ama, hizmet sek-
töründe olan tekeller, örneğin banka-
cılıkta, sigortacılıkta veyahut da ha-
bercilik sektöründe olan tekellerin it-
halatının mümkün olmadığı için, pi-
yasalan tamamen kontrol altına ala-
bilirler. Bu bakımdan, Türkiye'de te-
levizyonun özelleşmesi sırasında bü-
yük sermayeye taraftar olmadığımı
söylemiştim. imalat sanayiimizde ha-
lihazırda tekel olduklan iddia edilen
fırmalar ise ithalat serbestisinden do-
layı artık rekabet güçlerini geliştirmek
zorunda kalmışlardır. Hatta şunu da
söyleyebilirim: Bugün Türkiye'de bu-
lunan Sabancı, Koç, Eczacıbaşı gibi
gruplann daha da belki büyümesi ge-
rekir. Çünkü, dünya ölçülerine göre
çok düşük kalmışlardır. Dünya piya-
salanyla rekabet edebilmeleri için
daha da büyümeleri gerekmektedir.
Ama, aynı sözü servis sektörü için söy-
lemek mümkün değildir. Servis sektö-
ründe devleşme, özellikle iç piyasada
devleşme, faydaları kadar rekabeti
yok etme tehlikelerini de yanında geti-
rir.
Bu bakımdan televizyonun özelleş-
tirilmesindeki en önemli olay, televiz-
yonun büyük sermayenin eline geçme-
mesidir. En doğrusu, özelleşen fırma-
lann sermaye paylannın halka dağıtıl-
ması ve hiçbir ortağın payınm belirli
bir oranın üzerine çıkmamasıdır.
Düşündüğüm özelleştirme
modeli; TRT'nin, kanallarını
öncelikle birer, ikişer saatlik
olmak üzere kiralamasıdır.
Bugünkü TRT yasası buna
mûsaittir.
Benim düşündüğüm özelleştirme
modeli; TRT'nin kanallannı öncelikle
birer, ikişer saatlik olmak üzere kira-
lamasıdır.
Savunduğum özelleştirme modeli-
nin faydası şu idi: Bu sayede yeni fır-
malar özel televizyon kurmadan, ön-
celikle program yapımını öğrenecek-
lerdir. Program üretmenin uzmanı ha-
line geleceklerdir. Tabii ki televizyon-
dan satın aldıkları bu saatleri belli bir
ücret ödemeleri karşıhğı bu saatler
içinde satacaklan reklamlan da kendi-
leri pazarlayacaklar. Dolayısıyla,
TRT sadece zaman satan, vericileri ki-
ralayan bir kuruluş haline gelecektir.
TRT'den zaman kiralayan fırmalar,
TRT'nin fazla personelini de yavaş
yavaş TRT'den alacaklar. Bugün çok
düşük kapasitede üretim yapan perso-
nel, özel firmalarda saat kiralama so-
nucu istihdam edilecek ve gerçek an-
lamda tam kapasitede çalışacaklardır.
TRT'nin ne kadar büyük bir eleman
fazlalığı olduğunu şöyle bir hesapla
anlatayım: Şu anda 6500 ile 7000 ara-
sında personel var. Sözleşmeli sanatçı-
lar dahil bugün TRT 2000 personelle
çahşabilir. Bu rakama vericilerdeki
personel dahil değildir. Vericilerdeki
personele hiç dokunmayahm. Dolayı-
sıyla TRT'de ihtiyaç fazlası 4500 per-
sonel var. Bu 4500 personele yılda
ödenen para 300-350 milyar civann-
da. Bugün TRT'de 1 saatlik bir yerli
programın maliyeti 5 ile 100 milyon
arasında değişebiliyor. 1 saatlik prog-
ramın averaj maliyeti 50 milyon diye-
lim. 50 milyonu 300 milyara bölersek,
yılda 6 bin saatlik bir eğitim programı
üretebilecek para, bugün TRT'de ihti-
yaç fazlası personele maaş olarak
ödenmektedir. TRT'nin özelleşmesi
bunun için önemlidir. TRT bu şekilde
özelleştirilse bugün üretim düzeyi çok
düşük tutulan bu personelinin üretim
düzeyi mutlaka çok artacaktır. Aksi
takdirde toplumumuzun en önemli
şikâyeti olan kültürümüzü işleyen, kül-
türümüzü tanıtan programlar için
harcanması gereken para gereksiz yere
istihdam edilen, atıl duran personele
ödenmiş olur,
Bu bakımdan TV'nin özelleştirilme-
si için ille anayasanın değişmesine ihti-
yaç yoktur. Medyada tekelleşme ihti-
malini azaltacak bu modelin demok-
rasimize de faydası olacaktır. Türkiye
için en olabilir görünen model; halen
mevcut kanallannın TRT tarafından
kiralanması, bu kiralama karşıhğı da
TRT'de çalışan personelin yavaş ya-
vaş bu şirketlere kaymasının teşvik
edilmesidir.
Bu yeni düzenleme içinde Star 1, Te-
leon ve Show TV de mevcut kanallar-
dan zaman satın alarak mevcut verici-
leri kullanacaklardır. Mevcut kanal-
lardan yayın yaptıklan sürece de bazı
önemli reklam standartlanna ve bazı
asgari yayıncılık standartlanna da uy-
mak mecburiyetinde kalacaklardır.
Kanallan saat satarak kiralama konu-
sunda mevcut TRT yönetimine müte-
addit telkinlerde bulundum. Fakat
sonuç alamadım.
^ B L O K N O T
YAĞMUR ATSIZ
Biraz Türkçe Buyurmaz
mıydınız? •
BONN - Bir süredir ilâmâşallah milletçe Ortaasya ve ;
Mâverâ-i Kafkasya uzmanı kesildik. Oralardaki soydaş-.
Ianmızın Türkçeyi değişik lehçelerde konuştuklannı da '
artık hep biliyoruz. Oysa iki yıl önce Türkçe konuştukla- '
rını bile bilmiyorduk. Şimdi biliyoruz, ama nasıl değişik
konuşuyorlar? Ne ölçüde değişik konuşuyorlar? tşte bu
yazımda olabildiği kadar kısaca bunu belirtmeye uğraşa-,
cağım.
Bunun için de değişik Türk lehçelerinde kaleme alınmış •
vehepsi 1 Aralık 1991 tarihli birtakım gazete veajansha- •
berlerini kullanacağım. ••• *
Buyrun... *
Âzeri Lehçesi:
"îsraü, Yakın Şerk sulh danışıklannın berpâ edilmesi-
ne dâir Dekabr'ın 4'ü (Aralık'ın 4'ü) teyin edilen danışık-
lara iştirâk etmemek bârede (hakkında) mevkeyini (mev-
kîini) muhâfıze ediyr.
Sûriya, Livan (Lübnan), Iordaniya (Ürdün) ve Feles- ,
tinliler, Birleşmiş Ştatlar'ın (Birleşik Devletler'in/ştat ke-
limesi Almanca'dan Rusça'ya, oradan da Türk Lehçe- '
leri'ne girmiş: der Staat) devetini (davetini) qebûl etmiş- -
dir." «
Tatar/ Başkır Lehçesi: '<
"İzrael seyleşilerning 9-uncı Dikeber'de (Aralık'da) l
başlanuın teqdim itte. Yordaniya, Liban hem Siria 4- '
ünce Dikeber'de VVashington'da seyleşilerge çakunnı qa-»
bu| itte."
Özbek Lehçesi: "Falastin'ni Azad Çılış Taşkilâti'ning -
Raisi Yasser Arafat, Misr'ning Prezidenti Husni Muba- *
rak bilen (ile) muzâkaralara alıb banş maqsadida (mak-
sadında/maksadıyla) bugün Cahira'ga keldi. Bu, Ara-
fat'nıng Misr'ga, Yaqin Şarq Tinçlik (banş anlamına
dinçlik) muzâkaralan başlangandan keyingi ikkinci sa-
fandır."
Türkmen Lehçesi: "Israyıl, Birleşen Ştaatlar tarapın-
dan teklip edilen Yakın Gündoğar (Yakın Doğu) boyun-
ca yaraşık gepleşiklerinin teze tapgınna gatnaşmazhk
bâradakı karârında berk duryar."
Yâni: İsrail, Birleşik Devletler tarafından teklif edilen
Yakın Doğu banş görüşmelerinin yeni celsesine katılma-
ma konusundaki karânnda ısrâr ediyor.
Bir cümle daha: "Gepleşiklerin teze tapgınnnın baş-
lanmagını sonrakı bir vaqta geçirmegin mümkünçiliğine I
garamak (araştırmak) ücin, Israyıl'ın Vezirler Kabineti ı
bugün yuğnak geçirdi." s
Kırgız Lehçesi: "Özünün öküldörü 9 Dekabr kününö '.
deyre duyardana albay turğandıqtann suylogon tzraylı, '
4 Dekabr'da buçboson plandalğan süylöşüülördün ekin-
ci aylampasına turğanını bilgirğen ele. Siriya, Livan, Pa-4
lastinalıqtar ve Yordaniya, Amerika'nın 4 Dekabr'da '
süylöşüülörgö qayra baştoo tuuraluu sunuşun qabıldaş- '
tı."
Yâni: Kendinin 9 aralık gününü görüşmelerin başla-
ması için teklif ettiğini söyleyen Israil, 4 arahkta başla-
ması planlanan ikinci celseye katılmama karannı bildir-
di. Suriye, Lübnan, Filistinliler ve Ürdün, Amerika'nın,
4 aralıkta söyleşilerin başlaması yolundaki teklifini ka-
buletti.
lL>
Kazak Lehçesi: "'Çazağıstan'nıng AZAT Partiyası'-
nıng Törağası (Genel Başkanı Sâbetqazı Agatay, Türki-
ya Astanası (Başkenti) Anqara'da, Türkiya'nın bunngğı
Ukimet Baştığı (Sâbık Hükûmet Başkani/Başbakanı)
Preziydent Turgut Özal'ben (Özal'nan, özal ilen), Ana- .
Otan Partiyasf nın Törağası Mesut Yılmaz'ben, Demok-
rattıq Sol Partiyası'nın Törağası, Türkiya'nın bunngğı
Ükimet Baştığı Bülent Ecevit'pen, sonday-aq (aynca),
Türkiya'nın Ulu Ulttıq Cıynahsı'nın Törağası Hüsamet-
tin Cindoruk'pen colığıp (buluşup) söyleşti."
îsterseniz Türkçe'nin bu kadar farklı biçimlerde konu-
şulmasına hayret edebilirsiniz. Ama yine isterseniz, bir^ j
birinden kısmen yüzlerce yıl tamâmen ayn kalmış insan- '
lann nasıl olup da birbiriyle hâlâ bu kadar benzer biçim-
de konuştuğuna hayret edebilirsiniz. .
OKURLARDAN
Dargelirlilerin Vekili Kim?
DYP-SHP koalisyonunun
programında demokratik
hak ve özgürlükler üzerine
çok lafedildi. Nitekim bunu
bazı uygulamalarda da
gördük. Yeni hükümet
geçmişteki hükümetlerden
hiçde farklı olmayan bir
politika izlemiştir.
Enflasyona karşı sabit
gelirliyi koruyamamıştır.
Ücret ve maaşlara yapmış
olduğu zam yıpranmayı
telafi edememiştir. Bu
zamlar yapılırken düşük
gelirlinin daha fazla
kollandığı sürekli
tekrarlanmıştır. Halkın
anlayamayacağı şeffaflıkla,
biryığın sayı ortaya
dökülmüştür. Sonuçta,
göriinüşte az gelirliye çok,
çok gelirliye az zam
verilmiştir. Örneğin 500 bin
TL ücret alanlann zam
miktanl75binTL(%35)
ise yine ortalama olarak 22
milyon ücret zam miktan 4
milyon 400 bin TL'dir. (%
20)
Görüldüğü gibi 'dar
gelirlilerin korunduğu' da
gözeçarpıyor!
Oysa bu uygulamanın
amacı, sabit gelirliyi
enflasyona karşı
korumaktır. Yapılan
ayarlamalarmesleki terfi
veya liyakat zammı özelliği
taşımaktadır. Bu kadar
farklı gelir artışlanna
karşın, enflasyondan doğan
pahahlık herkeseeşit
oranda yansımaktadır.
22 milyon TL alan bir
milletvekili, çoğunluğu en
alt gelir seviyesindeki
vatandaşın karşısına çıkıp
nasıl "Benim vatandaşım"
diyebilir? Alay etmiş
sayılmaz mı? Söylediklerini
kim ciddiye alır? Halkı
güçsüz kılıp ondan sonra
hükmetmek ayıp olmuyor
mu?
İSMETGÜZEL/
İstanbul
Milli Eğitim'e açık mektup
Yeterlilik Smavı'nın
kaldmlmış olması,
öğretmen olmaya hak
kazanmış her isteklinin
göreve atanmasını
sağlaması ve böylece
öğretmen açığmın ortadan
kaldırılmasının
hedeflendiğinin
açıklanması, yeni
hükümetin bu alandaki
olumlu yaklaşımı olarak
bizleri sevindirmiştir.
Milli Eğitim Bakanlığı'nca,
öğretmen atamalanna
ilişkin kamuoyuna yapılan
açıklamalarda
Felsefe-Sosyoloji bölümleri
mezunları öğretmen
adaylarına yer verilmeyişi
bizi oldukça şaşırttı. Bu
grup öğretmen adaylannın
kapsam dışı bırakılmış
olmasının nedenlerini
öğrenmek, il düzeyinde
yaptığımız başvurularda ne
yazık ki mümkün olmadı.
Oysa daha birkaç ay önce
gazetelerde bu grup
öğretmen açığı sayısının
oldukça kabarık olduğu
belirtiliyordu.
Durumun bir an önce
açıklığa kavuşturulması ve
karşı karşıya kaldığımız
haksızlığın önüne geçilmesi
talebimizin Milli Eğitim
Bakanlığı'nca dikkate
alınacağını umuyoruz.
SELAHATTÎN
Ğ